Konu
:
Kurgu Politikaları-Elif Şafak'tan
Yalnız Mesajı Göster
Kurgu Politikaları-Elif Şafak'tan
07-22-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Kurgu Politikaları-Elif Şafak'tan
Ben bir hikaye anlatıcısıyım
Yaşamımda yaptığım budur–hikayeler anlatmak
romanlar yazmak
Bugün de size hikaye anlatma sanatı ile ilgili bir kaç hikaye anlatmak istiyorum ve ayrıca cin adı verilen doğaüstü yaratıklardan da bahsedeceğim
Oraya gitmeden önce sizinle şahsi yaşam öyküme dair bazı belirtileri paylaşmak istiyorum
Bunu elbette kelimeler aracılığı ile yapacağım ama geometrik bir şekil de kullanacağım
çemberi
Yani konuşmam boyunca
pek çok çemberle karşılaşacaksınız
Ben bir hikaye anlatıcısıyım
Yaşamımda yaptığım budur–hikayeler anlatmak
romanlar yazmak
Bugün de size hikaye anlatma sanatı ile ilgili bir kaç hikaye anlatmak istiyorum ve ayrıca cin adı verilen doğaüstü yaratıklardan da bahsedeceğim
Oraya gitmeden önce sizinle şahsi yaşam öyküme dair bazı belirtileri paylaşmak istiyorum
Bunu elbette kelimeler aracılığı ile yapacağım ama geometrik bir şekil de kullanacağım
çemberi
Yani konuşmam boyunca
pek çok çemberle karşılaşacaksınız
Fransa Strasbourg’da Türk bir ailenin çocuğu olarak doğmuşum
Kısa süre sonra ebeveynim boşandı ve ben de annemle beraber Türkiye döndüm
O günden sonra
bekar bir annenin yetiştirdiği tek bir çocuk olarak büyüdüm
1970?li yılların Ankara’sında bu alışılmadık bir durumdu
Oturduğumuz muhit evin reisinin baba olduğu kalabalık ailelerle doluydu
Yani ata-erkil bir ortamda annemi dul bir kadın olarak görerek büyüdüm
Aslında
iki ayrı çeşit kadınlığı seyrederek büyüdüm
Bir tarafta annem vardı
iyi eğitimli
laik
modern
batılılaşmış bir Türk kadını
Diğer tarafta ise aynı zamanda bana bakan daha manevi ve az eğitimli ve kesinlikle daha az mantıklı olan anneannem vardı
Bu kadın geleceği görmek için kahve telvelerini okuyan ve kurşunu gizemli şekiller alacak şekilde eritip
kötü niyetli nazardan sakınan biriydi
Anneannemin çok ziyaretçisi olurdu; yüzlerinde ağır sivilceleri olanlar veya ellerinde siğilleri olan kişiler
Her defasında anneannem Arapça bazı kelimeler mırıldanır daha sonra da kırmızı bir elmaya
yok etmek istediği siğil sayısı kadar gül dikeni saplardı
Sonra da tek tek bu dikenleri siyah bir mürekkeple çember içine alırdı
Bir hafta sonra hasta kontrol için tekrar geri gelirdi
Şimdi
böyle şeyleri sizin gibi bilim adamlarının
eğitimli kişilerin önünde söylememem gerektiğinin elbette farkındayım
ama gerçek olan şey
ciltlerindeki rahatsızlıklardan dolayı anneannemi ziyaret eden bu kişilerden bir tanesinin bile iyileşmemiş ve mutsuz ayrıldığını görmedim
Bunu nasıl yaptığını
duaların gücüyle mi alakalı olduğunu sordum
Cevap olarak bana “Evet
dua etmek etkilidir
Ama çemberlerin gücünden de kaçınmalısın” dedi
Bu ondan öğrendiğim pek çok şey arasında
çok değerli bir ders oldu
Eğer hayatınızda bir şeyi yok etmek istiyorsanız
bir sivilceyi
bir lekeyi veya bir insan ruhunu
bütün yapmanız gereken onu kalın duvarlarla çevrelemek
İçeride kuruyup kalacaktır
Şimdi hepimiz sosyal ve kültürel bir çeşit çemberin içinde yaşıyoruz
Hepimiz
Belli bir aileye
ulusa ve sınıfa bağlı olarak doğuyoruz
Ama bu sahip olduğumuz duvarların ardındaki dünyalarda olan bitenler bir bağlantımız olmazsa
o zaman bizim de içeride kuruma riskimiz vardır
Hayal gücümüz azalabilir
Kalplerimiz küçülebilir
Kendi kültürel kozamızın içinde çok uzun süre kalırsak insani yönümüzü kaybedebiliriz
Arkadaşlarımız
komşularımız
iş arkadaşları ve ailemiz– çemberin içindeki herkes birbirine benzediğinde bu kendi ayna görüntümüz ile çevremizin sarıldığı anlamına gelir
Anneanneme benzeyen kadınların Türkiye’de yaptıkları diğer bir şey de
aynaları kadifeler ile örtmek ve onları arkaları bize bakacak şekilde duvara asmaktır
Bu eski bir doğu geleneğidir; bir insanın kendi yansımasına uzun süre bakmasının sağlıksız olduğu bilgisinden köken alan bir gelenektir
İronik olan
benzer düşünceleri taşıyan toplulukların bugünün globalleşen dünyası için büyük bir tehlike oluştırması
Ve bu her yerde de olan birşey
liberallerde de
muhafazakarlarda da
agnostiklerde de ve inançlılarda da
zengin ve fakirde
doğu ve batıda benzer
Benzerliklere dayalı kümelenme eğilimindeyiz
daha sonra da diğer kümelenmiş insanlarla ilgili klişe sözlerler üretiyoruz
Benim fikrime göre
bu kültürel “getto”ları aşmanın bir yolu da hikaye anlatma sanatı
Hikayeler sınırları yıkamaz ama mantık duvarlarımıza küçük yumruklarla delikler açabilir
Bu deliklerin içinden
diğer tarafta bir bakış atıp hatta zaman zaman gördüğümüz şeyden hoşlanabiliriz de
Sekiz yaşında kurgusal öyküler yazmaya başladım
Annem bir gün elinde turkuvaz rengi bir defter ile yanıma gelip kişisel bir günlük tutmakla ilgilenip ilgilenmeyeceğimi sordu
Arkaya bakınca
onun akıl sağlığımla ilgili hafif bir endişesi olduğunu da düşünüyorum
Evde sürekli hikayeler anlatıyordum
bu iyi bir şey
ama bunu çevremdeki hayali arkadaşlarıma yapıyordum
bu pek iyi değildi
İçe dönük bir çocuktum; ve bu durumum renkli mum boyalarımla iletişime geçecek ve çarptığım objelerden özür dileyecek boyuttaydı
Ve annem de benim gün gün yaşadıklarımı ve duygularımı yazmamın bana iyi gelebileceğini düşünmüştü
Annemim bilmediği şey ise hayatımdan inanılmaz derecede sıkıcı olduğu ve yapmak istediğim son şeyin de kendim hakkında yazmak olduğuydu
Bunun yerine
kendim yerine başka insanlar ve şeyler hakkında hiç olmamış şeyleri yazmaya başladım
İşte kurgu yazmaya karşı tutkum da bu şekilde başlamış oldu
Yani en başından beri
kurgu benim için otobiyografik manifestasyonlardan ziyade soyut dünyalara
diğer yaşamlara başka olasılıklara yapılan manevi yolculuklardı
Ve lütfen benimle sabır gösterin
Bir çember çizip yeniden bu noktaya döneceğim
Bu süreçler sırasında başka bir şey daha oldu
Annem bir diplomat oldu
Yani anneannemin bu küçük ve batıl inançlı orta sınıf muhitinden dışarıya çıkarak
şık
havalı ve parlak olan şu uluslararası okula tek Türk olarak zıplayıverdim
İlk defa burada “tipik yabancı” adını verdiğim şeyle de karşılaşmış oldum
Sınıfımızda
her ulustan pek çok öğrenci vardı
Yine de bu farklılıklar sınıfımızda kozmopolit eşitlikçi bir sınıf demokrasisi yaşamamızı gerektirmiyordu
Aksine
her bir çocuğun kendisinin bir birey olarak algılanmadığı bunun yerine daha büyük bir şeyin temsilcisi olarak görüldüğü bir atmosfer oluşmasına neden olmuştu
Minyatür bir birleşmiş milletler gibiydik
aslında eğlenceliydi
ta ki
dinsel veya ulusal anlamda negatif olarak algılanan bir şey ortaya çıkana dek
Bunu temsil eden çocuğun taklidi yapılırdı
aşağılanır ve sınırsız dalga geçilirdi
Ve düşünemediğim şey ise
bu okula devam ettiğim süre boyunca
ülkemde bir askeri darbenin yaşandığı
benim ulusumdan bir tetikçinin neredeyse Papayı vurduğu ve Türkiye’nin Eurovizyon şarkı yarışmasında sıfır aldığıydı
O günlerde sıklıkla okulu asar ve bir denizci olmanın hayalini kurardım
Kültürel klişeler ile ilgili ilk deneyimimi de orada aldım
Bazı çocuklar bana seyretmemiş olduğum “Geceyarısı Ekspresi” filmi hakkında sorular soruyorlardı
Günde kaç sigara içtiğimi sorguluyorlardı
çünkü bütün Türklerin çok fazla sigara içtiğini sanıyorlardı
Kaç yaşından sonra başımı kapayacağımı araştırıyorlardı
Bu üçünün ülkem ile ilgili en temel üç klişe olduğunu da bu şekilde öğrenmiş oldum; politika
sigara ve başörtüsü
İspanya’dan sonra Ürdün’e
Almanya’ya gittik ve Ankara’ya döndük
Gittiğim her yere yanımda taşıyabileceğim hayalgücüm tek bavulum gibiydi
Hikayeler bana başka türlü sahip olamayacağım bir merkeziyet devamlılık ve tutarlılık hissi verdi
Yirmili yaşlarımda İstanbul’a taşındım
aşık olduğum şehir
Çok canlı ve çeşitlilikle dolu bu muhitte yaşarken pek çok roman yazdım
1999?da deprem İstanbul’u vurduğunda oradaydım
Sabahın üçünde koşarak binadan çıktım
gördüğüm bir şey ise hızımı kesti
Mahallenin bakkalı olan– huysuz alkol satmayan yaşlı bir adam vardı marginallerle de konuşmazdı
Uzun siyah bir peruk takmış ve rimelleri yanaklarından aşağıya akmış bir marjinalin yanında oturuyordu
Adamın sigara paketini açıp titreyen elleriyle bir tane de ona uzatmasını seyrettim
Ve depremin olduğu gece ile ilgili aklımda kalan tek görüntü budur– muhafazakar bir bakkal ve ağlayan bir travestinin kaldırımda yan yana sigara içişleri
Ölüm ve yıkım ile yüzleştiğimizde dünyevi farklılıklarımız buharlaşır ve bir kaç saat için bile olsa hepimiz bir oluruz
Ben her zaman hikayelerin de üzerimizde benzer şekilde bir etkisi olduğuna inanmışımdır
Kurgunun bir deprem kadar gücü olduğunu söylemiyorum
Ama iyi bir roman okuduğumuzda
küçük apartman dairelerimizi arkamızda bırakıp daha önce hiç bir araya gelmemiş olduğumuz hatta belki de ön yargılı olduğumuz kişileri tanımak için tek başımıza geceye dalarız
Kısa süre sonra
önce Boston sonra da Michigan’a bir kadın kolejine gittim
Çok fazla bir coğrafik değişim yaşamamış olsam da
dil ile ilgili bir deneyimim oldu
İngilizce kurgu yazmaya başladım
Göçmen
mülteci veya sürgün değilim
Bunu neden yaptığımı sordular
Ama diller arasında değiş tokuş yapmak bana kendini yeniden yaratma şansı veriyor
Türkçe yazmaya bayılıyorum
bana göre çok şiirsel ve duygusal bir dil
Ve ingilizce yazmaya da bayılıyorum ve bana göre bu daha matematiksel ve mantıksal
Yani her bir dil ile farklı bağlantılarım olduğunu hissediyorum
Bana göre İngilizce dünya çevresindeki diğer milyonlarca insan için olduğu gibi edinilmiş bir dil
Bir dili öğrenmeye geç başladığınız durumda
olan şey aralıksız bir şekilde devam eden bir hayal kırıklığı yaşarsınız
Geç başlayanlar olarak
hep daha çok söylemek
daha iyi şakalar yapmak
daha iyi şeyler söylemek isteriz
Ama akıl ve dilin arasındaki ayrılıktan dolayı sonunda daha azını söyleriz
Ve bu ayrılık da çok göz korkutucudur
Ama
eğer korkmamayı başarırsak son derece de uyarıcıdır
İşte benim de Boston’da keşfettiğim buydu– yaşadığım hüsran aynı zamanda son derece uyarıcıydı
Bu aşamada
yaşamımın aktığı yönü giderek artan bir merakla seyreden anneannem
günlük dualarına benim bir an önce evlenip bir yerlere yerleşip orada kalmamı da eklemeye başladı
Ve Allah onu sevdiği için de ben evlendim
Ama yerleşmek yerine
Arizona’ya gittim
Ve kocam da İstanbul’da olduğu için
İstanbul ve Arizona arasında gidip gelmeye başladım
Dünya üzerinde birbirinden daha çok farklı iki yer daha olamaz sanırım
Sanırım bir parçam hem fiziksel hem de manevi olarak her zaman göçebeydi
Hikayeler bana eşlik eder
varoluş yapıştırıcısı gibi parçalarımı ve hafızamı bir arada tutarlar
Hikayeleri ne kadar çok sevsem de
yakın zamanlarda bir hikayenin sadece bir hikayeden fazlası olduğunda
sihrini de kaybettiğini düşünmeye başladım
Ve bu sizinle birlikte düşünmekten keyif alacağım bir konu
İngilizce yazmış olduğum ilk romanım Amerika’da yayınlandığında
bir edebi eleştirmenden ilginç bir yorum aldım
“Kitabını beğendim“
“ama keşke daha farklı yazmış olsaydın” dedi
Bunu ne anlamda söylediğini sordum
“Tamam
şöyle bir bak
Çok fazla sayıda İspanyol
Amerikan karakter olmasına rağmen sadece tek bir Türk karakter var
o da bir erkek
” Roman Boston’da bir üniversite kampüsünde geçiyordu
Yani bana göre Türk karakterlerden ziyade enternasyonel karakterleri içermesi çok normaldi
Ama eleştirmenimin ne aradığını anladım
Ayrıca onu hayal kırıklığına uğratmaya devam edeceğimi de anladım
Benim kimliğimin belli olmasını istiyordu
Ben de öyle olduğum için o kitapta Türk bir kadın görmek istiyordu
Hikayelerin dünyayı nasıl değiştirdiğinden sıklıkla bahsederiz
Ama ayrıca kimlik politikalarıyla dolu dünyanın hikayelerin çizdiği çemberleri nasıl etkilediğini
okuduğunu ve yenilediğini de görmeliyiz
Pek çok yazar bu baskıyı taşır
ama özellikle batılı olmayanlar çok daha ağır hisseder
Ama eğer benim gibi müslüman bir dünyadan gelen bir kadın yazarsanız
o zaman sizden müslüman kadınların tercihen mutsuz hikayelerini yazmanız beklenir
Bilgilendiren
dokunaklı ve karakteristik hikayeler yazıp deneyimleri ve “avangard”ı da batılı meslektaşlarınıza bırakmanız beklenir
Madrid’de bulunan o okulda çocukluğumda deneyimlediğim şey şu anda edebiyat dünyasında yaşanıyor
Yazarlar
kendilerine özgü yaratıcı bireyler olarak görülmekten ziyade kendi kültürlerinden gelen temsilciler olarak algılanıyorlar
Çin’den bir kaç tane
Türkiye’den bir kaç tane
Nijerya’dan birkaç tane
Çok ayrıcalıklı olmasa da hepimizin kendimize özgü bir şeye sahip olduğu düşünülebilir
Yazar ve yorumcu James Baldwin 1984 de bir röportaj sırasında sürekli homoseksüelliği ile ilgili sorulara maruz kalmıştı
Ropörtaj onu gay bir yazar olarak hasıraltı etmeye çalışırken
Baldwin durdu ve şöyle dedi
“Görmüyor musunuz? Başkalarında olmayan hiç bir şeye sahip değilim ve diğer kişilerde bulunmayan bir şeye de sahip değilim
” Kimlik politikaları bizlere etiketler takmaya çalıştığında hayal kurma özgürlüğümüz tehlikeye girer
Çok kültürlü edebiyat denilen ve batı dünyası dışından gelen yazarların birbiriyle yumak olduğu bir edebiyat kategorisi var
Harvard meydanında 10 yıl önceki ilk çok kültürlü edebiyat deneyimimi asla unutmayacağım
Üç yazar vardı
birisi Filipinlerden
bir Türk ve bir de Endonezyalıydık– fıkra gibi malum
birlikte getirilmiş olma nedenimiz de aynı artistik stile sahip olmamız değildi ya da aynı edebi stilde değildik
Sadece pasaportlarımız yüzündendi
Çok kültürlü yazarlardan gerçek hikayeler anlatmaları beklenir
kurgu pek beklenilmez
Kurguya yüklenilen bir misyon var
Bu şekilde sadece yazarların kendileri de değil onların kurguladıkları karakterler de daha büyük bir şeyin temsilcisi oluyorlar
Ama hemen eklemeliyim ki bir hikayeyi hikaye olmaktan daha daha büyük bir yere getirme eğilimi sadece Batı’da yok
Bu her yerde böyle olabiliyor
2005 Yılında kurgusal karakterlerimin konuşmaları yüzünden bana dava açıldığında bunu ilk elden deneyimlemiş oldum
Bir Ermeni ve bir Türk ailesi hakkında kadınların gözlerinden çok kesitli bir hikaye kurgulamayı amaçlıyordum
Benim mikro hikayem bir makro sorun haline gelince davalık oldum
Ermeni-Türk çatışmasını yazdığım için beni bazıları kutlarken bazıları da eleştirdiler
Ama zaman zaman iki tarafa da bunun sadece bir kurgudan ibaret olduğunu anımsatmak istediğim zamanlar oldu
Sadece bir hikayeydi
Ve “sadece bir hikayeydi” derken işimi küçümsüyor da değilim
Kurguyu olduğu şey şey için sevmek istiyorum
sonucunda olanlar için değil
Yazarlar politik görüşleriyle başlık altına alınır ve bir takım güzel politik romanlar da var ama kurgusal lisan ve günlük politik lisan aynı şey değildir
Chekhov
“Bir problemin çözümlemesi ile aynı problemi doğru bir şekilde sorabilmek tamamen iki farklı konudur” demiştir
“Ve ikincisi de sanatçının sorumluluğundadır” Kimlik politikaları bizleri böldü
Kurgu ise birleştiriyor
Birisi genellemeleri süpürmekle ilgileniyor
Diğeri ise nüansları
Biri sınırlar çiziyor
Diğeri ise öncü tanımıyor
Kimlik politikaları katı tuğlalardan oluşuyor
Kurgu ise akan bir su gibi
Osmanlılar döneminde seyyar hikaye anlatıcları
meddahlar vardı
Kahvehanelere giderler izleyicilerin önünde hikayeler anlatırlar
çoğu zaman doğaçlama yaparlardı
Hikayedeki her yeni kişiyle birlikte
meddah sesini değiştirirdi
o karakteri canlandırırdı
Herkese açıktı
herkes seyredebilirdi– sıradan insanlar
hatta sultan bile
müslümler ve gayrı-müslümler
Hikayeler tüm sınırları kesip atar
Orta Doğu’da çok yaygın ve popüler olan “Nasreddin Hoca” hikayeleri gibi
Kuzey Afrika
Balkanlar ve Asya’da da
Bugün
hikayeler sınırları aşmaya devam ediyorlar
Filistin ve İsrail politikacıları konuştuğunda genellikle birbirlerini dinlemiyorlar
Ama Filistin’li bir okur Yahudi bir yazarın kitabını hala okuyor vesaire
hikayeci ile bağlanıyor
hikayeci ile empati kuruyor
Edebiyatın bizi daha da öteye taşıması lazım
Eğer başaramazsa zaten iyi bir edebi eser değildir
Kitaplar beni bir zamanlar olduğum o içine dönük çocukluktan kurtardılar
Ama onları putlaştırıyor olma tehlikesinin de oldukça farkındayım
Bir şair ve tasavvufcu olan Rumi
ruhsal eşi Şems-i Tebrizi-i ile karşılaştığında ikincisinin ilk yaptığı şeylerden birisi Rumi’nin kitaplarını suya atmak ve mektupların yok oluşunu izlemek olmuştu
Sufiler şöyle der: “Sizi kendinizden öteye götürmeden öteye taşıyan bilgi cahillikten de kötü bir bilgidir
” Bugünün kültürel “getto”larının sorunu bilgi eksikliği değil
Birbirimiz hakkında çok şey biliyoruz
bildiğimizi sanıyoruz
Ama bizi kendimizden daha öteye götürmeyen bilgi bizi elitçi yapıyor
mesafeli ve uzak
Çok sevdiğim bir metafor var; Bir pergel gibi çizerek yaşamak
Bilirsiniz
pergelin bir bacağı sabittir ve yere köklüdür
Ama bu arada diğer bacağı sürekli hareket ederek büyük bir çember çizer
Aynı kurgumda olan gibi
Bir parçam istanbul’da güçlü Türk kökenimle duruyor
Ama diğer bacağım dünyayı geziyor
farklı kültürleri birleştiriyor
Bu açıdan
kurgularımın hem bölgesel hem de evrensel
hem buradan hem de her yerden olduğunu düşünmeyi seviyorum
Sizlerden İstanbul’a gelenler büyük ihtimal Topkapı sarayını da görmüşlerdir
400 yıldan uzun bir süre boyunca Osmanlı sultanları orada ikamet etmişlerdi
Sarayda
en gözde cariyerlerin bulunduğu odanın hemen dışında binaların arasında ecinnilerin buluşma bölgesi denilen bir yer vardır
Bu görüş benim çok ilgimi çekiyor
Birşeylerin arasında kalan bu bölgelere bizler genellikle pek güvenmeyiz
Onları kaypaklığın simgesi olarak görülen ve dumansız ateşten yapılmış ecinni denilen doğa üstü yaratıklara ait bölgeler olarak görme eğilimindeyiz
Ama bence biz yazar ve sanatçıların en çok da böyle kaypak ve belirsiz bir bölgeye ihtiyacı var
Kurgu yazdığımda ben bu belirsizliği ve güvenilmezliği sevgiyle kucaklıyorum
10 Sayfa sonra neler olacağını bilememekten zevk alıyorum
Karakterlerimin beni şaşırttıklarında mutlu oluyorum
Bir romanımda müslüman bir kadını yazabilirim
Ve bu belki de çok mutlu bir hikaye olur
Bir sonraki kitabımda ise Norveçten yakışıklı ve gay bir profesörü yazıyor olabilirim
Kalbimizden geldiği sürece
her şey veya herhangi bir şey hakkında yazabiliriz
Audre Lorde bir defasında “Beyaz babalarımız bizlere düşünüyorum öyleyse varım demeyi öğrettiler” demişti
Ama onun önerisi “Hissediyorum
o zaman özgürüm” idi
Ben bunun harika bir kip kayması olduğunu düşünüyorum
Ama
o zaman neden bugün hala yaratıcı yazım kurslarında öğretmenlerin bizlere ilk söyledikleri şey neden bildiğiniz şeyi yazın oluyor? Belki de bu başlamak için doğru bir yol değildir
Yaratıcı edebiyatta kendimizi veya bildiklerimizi veya kişiliğimizi belirleyen şeyleri yazmamız gerekmiyor
Kendimize ve gençlere kalplerimizi genişletmeyi öğretmemiz gerekiyor ve hissettiklerimizi yazmayı
Kendi küçük kültürel “getto”muzdan dışarıya çıkmamız ve bir sonrakini ziyaret etmeliyiz
Sonuçta
hikayeler dönen dervişler gibiler
çember üstüne çemberler çizerler
Tüm insanlığı kimlik politikaları ne olursa olsun birleştirirler
Ve bu da iyi haber
Ve eski bir Sufi şiiri ile bitirmek istiyorum
“Gelin tanış olalım; İşi kolay kılalım; Sevelim sevilelim; Dünyaya kimse kalmaz
”
Teşekkür ederim
Oxford’daki TED konferansından
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul