Prof. Dr. Sinsi
|
Bütün Gizli İlimler Ve Ruhaniler Arşiv
Kuran’da Hz Hızır Kıssası
Kuran-ı Kerim’de, Hz Musa ile Hz Hızır’ın yolculuğu detaylı olarak bildirilmiş, Hz Hızır’ın Allah’tan bir nimet olarak sahip olduğu “İlm-i ledün” ve bu ilimle verdiği hikmetli kararlar açıklanmıştır Konuyla ilgili bir ayet şu şekildedir:
Derken, Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular (Kehf Suresi, 65)
Kehf Suresi’nin bundan önceki ayetlerinde, Hz Musa’nın bir yardımcısıyla birlikte yaptığı yolculuk bildirilmektedir Bu ayette Hz Musa ve yardımcısının Hz Hızır ile karşılaştıkları bildirilmektedir Hz Hızır Allah’ın kendisine rahmet verdiği bir kişidir Yüce Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatı Hz Hızır üzerinde tecelli etmektedir Allah, Hz Hızır’a Kendi Katından üstün bir ilim vermiş ve onu üstün bir kul kılmıştır
Musa ona dedi ki: “Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” (Kehf Suresi, 66)
Ayetlerde yer alan bilgilerden, Hz Musa’nın buluşacağı bu kutlu kişi hakkında daha önceden vahiy ile detaylı bilgi aldığı anlaşılmaktadır (Allahu alem) Söz konusu durumu ortaya koyan pek çok delil vardır Örneğin Hz Musa, bulunduğu yere göre oldukça uzak olmasına rağmen buluşacağı yere gitmek için bir çaba sarf etmiştir Çünkü orada buluşacağı kişinin kendisine çok fazla fayda vereceğine emindir Bunun herhangi bir buluşma olmadığını, çok özel bir buluşma olduğunu bilmektedir O nedenle her türlü zorluğu göze almakta, uzun bir yol katetmektedir
Ayrıca Hz Musa, buluşur buluşmaz karşısındaki kişiyi hemen tanımış, onun üstün ahlakını ve ilmini fark etmiş ve kendisine tabi olmayı talep etmiştir Bu da karşısındaki kişinin ilim öğretilen, kutlu bir kişi olduğunun kendisine önceden bildirilmiş olabileceğini göstermektedir (En doğrusunu Allah bilir )
Buluşacağı bu kişinin doğru yolda olan ve doğru yola ileten bir kişi olduğu, bu kişiye tabi olması gerektiği ve ondan bilgi öğrenmesi gerektiği Hz Musa’ya vahiy yoluyla bildirilmiş olabilir (En doğrusunu Allah bilir ) Üstelik ondan aldığı bu bilgi ve ilim ile Hz Musa’nın doğru yola ulaşacağını da bildiği anlaşılmaktadır Bu nedenle de o şahsı gördüğünde, ona tabi olmak istediğini hemen söylemiştir
Dedi ki: “Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin ” (Kehf Suresi, 67)
Ayetlerde bildirildiğine göre, Hz Hızır da Hz Musa hakkında detaylı bilgiye sahiptir (Allahu Alem) Üstelik konuşmalarından, Hz Hızır’ın geleceğe dair bilgilere de Allah’ın bildirmesiyle sahip olduğu anlaşılmaktadır
Hz Hızır, Hz Musa’nın talebini dinledikten sonra, öncelikle ona kendisiyle birlikte olmaya sabır gösteremeyeceğini söylemiştir Daha hiçbir olay olmadan, Hz Musa’nın nasıl bir tavır göstereceğini bilmeden ve görmeden Hz Hızır’ın böyle bir açıklamada bulunması çok dikkat çekicidir Bunun nedeni ise Rabbimiz’in bir lütfu olarak Hz Hızır’ın geleceği bilmesidir (En doğrusunu Allah bilir )
Bu bilginin Hz Hızır tarafından bilinmesi, herolayın Allah’ın dilemesiyle gerçekleştiğine de bir işaret niteliğindedir Çünkü Allah, gelecek hakkındaki bilgiyi ancak dilediği kullarına, dilediği kadarıyla vermektedir Hz Hızır’ın gelecekten haber vermesi de ancak Allah’ın takdiriyle mümkündür Kuran’ın çeşitli ayetlerinde bildirildiği gibi, Allah kullarından dilediğine gaybın haberlerini verebilir
Hz Musa’nın, kıssanın sonraki bölümlerinde karşılaşacağı olaylar çoktan sonuçlanmıştır ve Allah Katında her anıyla bilinmektedir Yaşayacağı olaylar, Hz Musa’nın kaderinde yazılmıştır Bu da insanın, Allah’ın kaderinde takdir ettiği dışında hiçbir şey yaşayamayacağına açık bir delildir Müminlerin, bu ilmi kavramış, Allah’a ve kadere teslim olmuş, mütevekkil kişiler olması gerektiği ayetlerde şu şekilde bildirilir:
De ki: “Allah’ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiçbir şeye) malik değilim Her ümmetin bir eceli vardır Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne öne alınabilirler (Yunus Suresi, 49)
(Böyleyken) “Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?” (Kehf Suresi, 68)
İnsanın gün içinde başına pek çok olay gelir Zorluklarla, sıkıntı verici durumlarla, neşe ve huzur veren olaylarla karşılaşır Ancak insanların büyük bir bölümü Allah’ın varlığını ve her olayın Allah Katında bir kader üzere belirlendiğini düşünmedikleri için, başlarına gelen olayları şans ya da tesadüf gibi gerçek dışı kavramlarla açıklamaya çalışırlar Bu da olup bitenlere hayır gözüyle bakmalarını, yaşadıklarından hikmetli sonuçlar çıkarabilmelerini engeller Bu nedenle de sürekli sıkıntıya, üzüntüye düşer, mutsuz olurlar Bu, iman edenlerle iman etmeyen kişiler arasındaki çok büyük bir farktır Çünkü iman edenler her olayın Allah’ın dilemesiyle ve çok büyük bir hayırla yaratıldığının bilincindedirler
Unutmamak gerekir ki, Allah sonsuz, insan ise sınırlı bir akla sahiptir İnsan ancak olayların görünen kısmı ile muhatap olabilmekte ve ancak kendi anlayışı ile bu olayları değerlendirebilmektedir Bazı insanlar sınırlı bilgi ve anlayışı ile kimi zaman hayır ve güzellik olan bir olayı olumsuz, kötü bir olayı ise olumlu ve hayırlı olarak nitelendirebilmektedirler Bu durumda doğruları görebilmek için iman eden bir insanın yapması gereken şey, Allah’ın sonsuz akıl ve bilgisine teslim olarak, her olaya hayır gözüyle bakmaktır Çünkü olumsuz gibi görünen her olay da iman eden bir insan için gerçekte bir “kader dersi”dir Nitekim Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmiştir:
…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir Allah bilir de siz bilmezsiniz (Bakara Suresi, 216)
(Musa) “İnşaAllah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim” dedi (Kehf Suresi, 69)
Ayette görüldüğü üzere, Hz Musa, Hz Hızır’ın söylediği sözler karşısında hemen Müslümanca bir tavır göstermekte ve “İnşaAllah” -yani “eğer Allah dilerse”- şeklinde cevap vermektedir Bu kelime, müminlerin Allah’a olan teslimiyetlerinin, kaderin her an işlediğini bildiklerinin, Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerinin farkında olduklarının bir ifadesidir
Kehf Suresi’nin 23 ve 24 ayetlerinde bildirildiği gibi, hiçbir şey için “bunu yarın mutlaka yapacağım” dememek, “Allah dilerse (inşaAllah)” demek Allah’ın bir emridir
Hz Musa’nın bu cevabıyla Allah, Müslümanların bir işe başlamadan, bir karar vermeden, ertesi gün için bir plan yapmadan önce mutlaka “inşaAllah” demelerinin önemini bildirmektedir Çünkü insana o işi gerçekleştirme gücünü ve becerisini veren de, sonuçta başarıya ulaştıracak olan da yalnızca Allah’tır
Müslümanların bu çok önemli gerçeği bir an bile akıllarından çıkarmamaları, kainattaki her olayın herşeyden haberdar olan Allah’ın kontrolünde ve bilgisinde olduğunu unutmamaları gerekmektedir
Dedi ki: “Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar ” (Kehf Suresi, 70)
Hz Musa ve Hz Hızır kıssası ile peygambere ve elçilere uymanın önemine bir kez daha dikkat çekilmektedir Bu tabiyet esnasında müminlerin titiz bir saygı göstermeye ehemmiyet vermeleri gerekmektedir Ayetlerde elçilere itaatin önemi şu şekilde bildirilmektedir:
Kim Resule itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik (Nisa Suresi, 80)
Allah’a ve elçisine itaat edin, ki merhamet olunasınız (Al-i İmran Suresi, 132)
Müminler, elçiye itaat ederken aslında Rabbimiz’e itaat ettiklerini bilmeli, elçilerin aldıkları her kararı, yaptıkları her işi hayır ve hikmet gözüyle değerlendirmeli ve onlara gönülden tabi olmalıdırlar
Nitekim Hz Musa ve Hz Hızır kıssasındaki ayetlerde de tabi olunan kişinin gerekli gördüğü zaman yaptığı işlerin, aldığı kararların ve söylediği sözlerin hikmetini öğütle açıklayacağı bildirilmektedir Örneğin Kehf Suresi’nin bu ayetinde, Hz Hızır’ın “ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar” dediği belirtilerek, Hz Musa’ya karşılaştığı olayların hikmetinin açıklanacağı bildirilmiştir
Böylece ikisi yola koyuldu Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi (Musa) Dedi ki: “İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın ” (Kehf Suresi, 71)
Kehf Suresi’nin bu ayetinden, Hz Musa’nın Hz Hızır ile olan yolculuğu sırasında yanına genç arkadaşını almadığı anlaşılmaktadır Bu seçimin pek çok hikmeti olabilir Ancak bunlardan biri, ikili eğitimin önemine işaret etmesidir (Allahu Alem)
Gerçekten de ikili eğitim, olabilecek en iyi eğitim şeklidir Kalabalık bir topluluk içindeyken insanların konsantrasyonlarının dağıldığı, dikkatlerini toplamakta zorlandıkları bilinen bir gerçektir Üç kişi olunduğunda dahi insanın dikkatinin dağıldığı, eğitimini aldığı konuya yoğunlaşmakta zorlandığı bilinmektedir İşte bu nedenle Kuran’da teke tek eğitime işaret edilmektedir Bu şekilde kişi çok daha kolay konsantre olur, dikkatini verir ve eğitimi veren kişiyle doğrudan iletişim halinde olduğu için konuları çok daha hızlı kavrayabilir Nitekim tüm dünyada geçerli olan özel ders alma sisteminin önemi de bu olumlu yönlerinden kaynaklanmaktadır
Ayette bildirilen bir konu daha vardır: Hz Musa, Hz Hızır’ın çok değerli bir kişi olduğunu, hayırla görevlendirildiğini çok iyi bilmektedir
Ayette bildirilen olay, Hz Hızır’ın ilk karşılaştıklarında ona söylediği sabır gösteremeyeceği olaylardan birinin kaderinde gerçekleştiği andır Hz Hızır’a geleceğe dair verilen bilginin bir kısmı böylece gerçekleşmiştir
Dedi ki: “Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?” (Musa) “Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma” dedi (Kehf Suresi, 72-73)
Kehf Suresi’ndeki bu ayetlerde, Hz Hızır’ın konuşmalarındaki kesinlik dikkati çekmektedir Hz Hızır, gerçekleşecek olan olayları bildirirken çok emin bir üslupla konuşmaktadır Hz Musa’nın hiçbir şekilde sabredemeyeceğini “kesinlikle” diyerek ifade etmektedir
73 ayette ise herşeyin Allah’ın emriyle gerçekleştiğine tekrar işaret edilmektedir İnsanın kendi iradesiyle ağzından tek bir kelime çıkması, ya da ağzından çıkacak bir kelimeyi engellemesi kesinlikle mümkün değildir Çünkü insana nutku veren ve onu konuşturan Allah’tır Allah canlı-cansız dilediği her varlığa dilediğini söyletmeye güç yetirendir Nitekim Kuran ayetlerinde Allah’ın kıyamet gününde insanların işitme, görme duyularına ve derilerine nutuk verdiği bildirilmektedir Bu durum ayetlerde şu şekilde buyrulmaktadır:
Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir Kendi derilerine dediler ki: “Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?” Dediler ki: “Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu Sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülüyorsunuz Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder diye sakınmıyordunuz Aksine, yaptıklarınızın birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz ” (Fussilet Suresi, 20-22)
Başka ayetlerde de Allah’ın izin vermesi dışında hiçbir varlığın konuşmaya güç yetiremeyeceğini Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahman olan (Allah); O’na hitap etmeye güç yetiremezler Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman’ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir (Nebe Suresi, 37-38)
Unutmayı ve hatırlamayı Allah meydana getirir Allah geçmişten bugüne kadar yaşamış olan tüm insanların zihinsel faaliyetlerinin tamamına hakim olandır Unutması da, soruyu sorması da Hz Musa’nın kaderinde an an yazılmıştır Hiçbir insanın, beynine hakim olup bu unutmanın önüne geçmesi ya da söyleyeceği söze engel olması mümkün değildir Allah dilediği an, dilediği kişiye, dilediği konuyu unutturur Dilerse tüm hafızasını bir anda elinden alır, dilerse hiç bilmediği konuları onun hafızasında ilim olarak yaratır Bunların hepsi Allah’ın dilemesiyle gerçekleşir
Hz Musa’nın ayette geçen “bu işimde bana zorluk çıkarma” şeklindeki sözlerinden ise, Hz Hızır’la olan eğitimin kesilmesini istemediği anlaşılmaktadır
Böylece ikisi (yine) yola koyuldular Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi (Musa) Dedi ki: “Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın ” (Kehf Suresi, 74)
Her insana canını veren ve verdiği canı alacak olan sadece Allah’tır Allah dilemedikçe bir insanın bir diğerini öldürmesi mümkün değildir Allah Enfal Suresi’nde bu durumu şu şekilde bildirir:
Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı Mü’minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı ) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir (Enfal Suresi, 17)
Hz Hızır da Allah’ın emri ve dilemesiyle hareket eden, salih bir kuldur Yaptığı her hareket, söylediği her söz ancak Allah’ın emriyle gerçekleşmektedir Üstelik bu ölümün bir cana karşılık olup olmadığını Allah dilemedikçe hiç kimsenin bilmesi mümkün değildir Aynı şekilde öldürülen çocuğun “tertemiz bir can” olup olmadığını da Allah bildirmedikçe, hiç kimse bilemez
Dedi ki: “Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?”(Musa) “Bundan sonra sana birşey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme Benden yana bir özre ulaşmış olursun” dedi (Kehf Suresi, 75-76)
Kullarına dilediği zaman sabır gösterme gücünü veren, dilediği zaman da bu gücü geri alan Allah’tır Kuran’da müminlerin bu güzel özellikleri pek çok ayette vurgulanmakta, ancak sabrı verenin Allah olduğu belirtilmektedir Örneğin Bakara Suresi’nde Talut’un ordusunun savaş sırasında sabrı Allah’tan diledikleri bildirilir:
Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: “Rabbimiz, üzeri- mize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et ” (Bakara Suresi, 250)
Kehf Suresi’nin 76 ayetinde ise Hz Musa’nın, meydana gelen bu durumdan Hz Hızır’ın rahatsızlık duyduğunun farkında olduğu anlaşılmaktadır Hz Hızır’ın yaptığı hatırlatmalara ve sabır gösteremeyeceği yönünde kesinlik arz eden konuşmalarına rağmen, Hz Musa sabır göstereceğini ifade etmiş, ancak iki olaydan sonra bir çözüm yolu bulmaya karar vermiştir Bunun için de Hz Hızır’ın bu eğitimden vazgeçmemesine yönelik yeni bir ikna üslubu kullanmıştır
Hz Musa’nın isteği, Hz Hızır’a güvence ve garanti vererek bu dersten vazgeçmesini engellemektir Hz Musa eğitimin olabildiğince devam etmesini ve Hz Hızır gibi özel ilim verilmiş kutlu bir kuldan mümkün olduğu kadar istifade edebilmeyi istemektedir Bunun için de ikna edici bir şart koşmayı çözüm yolu olarak bulmuştur
(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti (Musa) Dedi ki: “Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin ” (Kehf Suresi, 77)
Yollarına devam eden Hz Musa ve Hz Hızır, girdikleri kasabada güzellikle karşılanmamışlardır Bu karşılamadan, yaptıkları yolculuğun çok zorlu bir yolculuk olduğu anlaşılmaktadır Çünkü kasaba halkı onları konuklamaktan, hatta onlara yemek vermekten dahi kaçınmıştır
Bu ayette Allah, doğruyu ve faydalı ilmi bulmak için her türlü zorluğa talip olunmasının makbuliyetine işaret etmektedir (Allahu Alem) Hz Musa da, Hz Hızır ile birlikte olabilmek, onun ilminden istifade edebilmek ve öğütlerinden faydalanabilmek için her türlü zorluğa razıdır Bu tüm inananlar için de bir öğüt niteliğindedir Müslümanlar da benzer bir durumla karşılaştıklarında aynı kararlılığı ve güzel ahlakı göstermelidirler
Ayette ayrıca Hz Hızır’ın son derece yetenekli, maharetli ve süratli bir kimse olduğuna işaret edilmektedir Bu, hem daha önce gemiyi içindekilere hiç sezdirmeden tahrip edebilmesinden, hem de duvarı inşa ederken yaptığı işin hızından ve dayanıklılığından anlaşılmaktadır Allah Kuran’da “hemen onu inşa etti” diye bildirerek bu hıza ve tecrübeye işaret etmiştir Ayrıca Hz Hızır, gemiyi delerken de çok büyük bir hüner göstermiştir Gemiyi tahrip etmemiş, sadece birkaç küçük hasarla, karşı tarafın beğenmeyeceği bir hale getirmiştir Buradan Hz Hızır’ın duvarın ve geminin yapıldığı malzemeye tam bir hakimiyeti olduğu anlaşılmaktadır
Ayetin devamında Hz Musa üçüncü ve son kez Hz Hızır’a bir soru sormaktadır Oysa Hz Hızır ücret alıp almaması gerektiğini zaten Allah’ın kendisine verdiği ilimle gayet iyi bilmektedir
Bir kişinin yaptığı iş karşılığında ücret alması zarureti yoktur Bazı durumlarda ücret alınırken, bazılarında alınmayabilir Bu, duruma ve koşullara göre değişebilir Mümin tüm yaptıklarını sırf Allah rızası için yapar Yaptığı herhangi bir iş ücretli olabildiği gibi ücretsiz de olabilir Ücretli olduğunda da alınan para yine sadece Allah rızası için kullanılır
Dedi ki: “İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı)mız Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim (Kehf Suresi, 78)
Hz Musa’nın sorduğu bu son soru, aralarında ayrılma vaktinin geldiğinin de bir işareti niteliğindedir Zaten ayrılma gerekçesini Allah Hz Musa’ya söyletmiş, tek bir kez daha soru sorarsa ayrılacaklarına dair kendisi söz vermiştir Gerekçeyi ise Hz Hızır açıklamıştır
Bu ayette, Hz Hızır’ın, Hz Musa’ya “yorumu yapılmadığı için sabredemedin” diyerek öğütle açıklamada bulunacağı bildirilmektedir Bu sözleriyle, tüm bunların, hikmetleri açıklanırsa sabredebilecek şeyler olduğunu ifade etmiştir
Hz Hızır ve Hz Musa’nın yol boyunca yaşadıkları, ikisinin de kaderinde belirlenmiş ve Allah Katında yazılmıştır Bunların hiçbir şekilde farklı yaşanması ihtimali yoktur İkisinin ayrılma anı da, tıpkı birleşme anı ve birleşme yeri gibi, Allah Katında bellidir Allah ikisinin de kaderlerinde bu anları sonsuz evvelde belirlemiştir
“Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı (Kehf Suresi, 79)
Bu ayette görüldüğü gibi, ayrılma kararını belirledikten sonra Hz Hızır olayların hayır ve hikmetlerini birer birer açıklamaya başlar Birinci olayda Hz Hızır bir gemiyi delmiştir Ancak bu gemiyi delmesinin çok önemli birkaç nedeni vardır
Hz Hızır’ın bu davranışının hikmetlerini açıklamadan önce, onun merhametli karakteri üzerinde durmak gerekir Hz Hızır hemen yoksulların yardımına koşmuş, onların sıkıntı içine düşmelerini, zorba kimselerden zulüm görmelerini engellemek istemiştir Bu hareketi, onun yoksul ve ihtiyaç içinde olanlara karşı duyduğu muhabbeti, şefkatli ve merhametli karakterini ortaya koymaktadır
Allah’ın üstün ilme sahip kullarından biri olan Hz Hızır da tüm elçiler gibi şefkatli ve merhametli, Allah’ın Katından rahmet verdiği bir insandır O nedenle de yoksulluk ve ihtiyaç içinde olan bu insanlara yardım etmek için hemen gemilerinde bir delik açmış, böylece gemiyi eksik ve kusurlu göstererek zalimlerin el koymasından kurtarmıştır
Hz Hızır’ın gemiyi delişinde de çok büyük bir akıl, feraset, basiret ve ileri görüşlülük hemen dikkati çekmektedir Çünkü gemiyi makul ölçülerde, tekrar tamir edildiğinde kolayca kullanılabilecek şekilde tahrip etmiştir Böylece gemiyi gören kişi kusurlu zannedecek ve el koymaktan vazgeçecektir Ancak gemi sahipleri zorba kişilerin mallarını gasp etme tehlikesi ortadan kalktıktan sonra gemiyi kolaylıkla yeniden tamir edip, kullanabilecek hale getireceklerdir
Ayette işaret edilen bir diğer önemli konu ise, yoksul halkın bulunduğu bölgede zorba bir rejim olmasıdır Yapılan uygulamalardan anlaşıldığı kadarıyla, bu, bir dikta rejimi olabilir Bu bölgedeki despot yönetim, iman edenlerin mallarını bir gerekçe göstermeden gasp ediyor olabilir Bu nedenle de müminler zorluk içinde yaşıyor ve bu durumdan bir çıkış yolu bulmakta zorlanıyor olabilirler (Allahu Alem)
İnsanların mallarının bu şekilde gerekçe gösterilmeden gasp edilmesi, eski dönemlerdeki despot derebeylik veya monarşilerde veya çağımızdaki faşist ve komünist rejimlerde sıkça görülen bir uygulamadır Söz konusu totaliter yönetimler, savunmasız halkların mallarına el koyarak, onları açlık ve yokluk içinde bırakmışlardır Bu örnek zorba yönetim anlayışının tarihin en eski dönemlerinden beri gelen bir düşünce olduğunun da bir delilidir
“Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk ” (Kehf Suresi, 80)
Ayette çocuğun ailesinin mümin kimseler olduğu bildirilmektedir Bu bilgi ile, o devirde de hak dinin olduğuna işaret edilmektedir
Hz Hızır’ın çocuğun canını almasıyla ilgili ayetleri açıklarken, üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise çocuğun ölümünün Allah’ın bir takdiri olduğudur Allah, o çocuğun ölümünü kaderinde yer ve zaman olarak yazmıştır Allah “Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O’dur Adı konulmuş ecel, O’nun Katındadır…” (Enam Suresi, 2) ayetiyle insanlara bu gerçeği hatırlatmaktadır Kuran’da bildirildiği gibi her insanın canını melekler alır Allah, Enfal Suresi’nde bu gerçeği şu şekilde bildirir:
Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: “Yakıcı azabı tadın” diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin (Enfal Suresi, 50)
Ancak meleklerin canı alması da bir sebeptir, gerçekte ise canı alan ancak Allah’tır
Allah bu çocuğun canının alınmasını Hz Hızır’ın eliyle takdir etmiştir Ancak Hz Hızır olmayıp, başka biri de bu ölüme vesile olabilirdi Bir kaza sonucu, kalbinin durması nedeniyle ya da düşüp başını yaralayarak bir anda hayatını yitirebilirdi Allah’ın “… Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler” (Nahl Suresi, 61) ayetiyle bildirdiği gibi, bir kişinin eceli geldiği zaman, bu tarihi kimsenin engellemesi ya da öne alması mümkün değildir Ayrıca bu olayda Allah, ölüm meleklerini görünmeyen sebep kılmış, görünen yüzünde ise, Hz Hızır’ı çocuğun canını alıyor gibi göstermiştir Gerçekte ise Hz Hızır vahiyle hareket eden bir kuldur ve Allah’ın emrinin dışına kesinlikle çıkamaz Allah dilemedikçe, kendi iradesiyle birşey yapması mümkün değildir Allah bu çocuğun canını almak için onu vesile kılmıştır
Hz Hızır ise ileride iman etmeyeceğine dair kesin bilgiye sahip olduğu bir çocuğu, Allah’ın emriyle öldürmektedir O çocuğun hem ailesine ve çevresine zulmetmesini engellemek, hem de günahlara boğulmasına mani olmak istemektedir Bunun için Allah’ın izniyle önceden tedbir almaktadır
Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik ” (Kehf Suresi, 81)
İnsanların büyük bir bölümü ölüm, yakınlarını kaybetme gibi olayların hayır ve hikmet yönünü görmekte zorlanırlar Oysa dünya üzerinde gerçekleşen her olayda olduğu gibi, ölümde de çok büyük hikmetler ve hayırlar gizlidir Bu hikmetlerden biri ayette “Allah’ın daha güzelini ve daha temizini vermek” istediği şeklinde bildirilmektedir
“Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu ” (Kehf Suresi, 82)
Hz Hızır’ın açıkladığı son hikmet ise öksüz çocuklara ait olan duvarı inşa etmesi ile ilgilidir
Bu ayette salih müminlere ait öksüz ve yetim çocukların korunmalarına dikkat çekilmektedir Allah yetimler hakkında Bakara Suresi’nde şu şekilde buyurmaktadır:
Ve sana yetimleri sorarlar De ki: “Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir Allah bozgun (fesad) çıkaranı ıslah ediciden bilir (ayırt eder) Eğer Allah dileseydi size güçlük çıkarırdı Şüphesiz Allah güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir ” (Bakara Suresi, 220)
Ayette de bildirildiği gibi iman edenler yetimlerin hakkını korumada, onların ahlakını güzelleştirmede azami titizlik gösterirler Bu onların güzel ahlaklarının, Allah’ın emir ve tavsiyelerini uygulamadaki titizliklerinin bir sonucudur Müslümanlar, “… Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir” (Bakara Suresi, 215) ayetinde bildirildiği gibi yetimlere infakta bulunurlar “Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler” (İnsan Suresi, ayetinde ise kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile, öncelikle onları koruyup kolladıkları bildirilmiştir
Hz Hızır da İslam ahlakının bir gereği olarak yetim çocukların geleceğini düşünmekte ve onlar için çok önemli bir yatırım yapmaktadır Eğer Hz Hızır duvarı tamir etmeseydi, duvar yıkılıp yetim çocukların babalarına ait hazine ortaya çıkacak, çocukların malları da zalim kimseler tarafından yağmalanacaktı İşte bu nedenle Hz Hızır hazine için, çocuklar ergenliğe erişinceye kadar korunup, gizlenebilecek sağlam bir yer yapmış, onların gelecekleri için önemli bir tedbir almıştır
Hz Hızır’ın yoksullara ve yetimlere gösterdiği bu şefkat ve merhamet daha önce de vurguladığımız gibi, Allah’ın Rahim (sonsuz merhamet sahibi) sıfatının bir tecellisidir Hz Hızır’ın bu duvarı sağlam inşa etmesi ile, çocukların mallarını korumak için güçlü bir tedbir almanın önemine işaret edilmektedir Hz Hızır Allah’a tevekkül etmiş ve bu nedenle de çocuklar için çok sağlam, Allah Katında belirlenmiş zamana kadar zarar görmeyecek, muhkem bir duvar inşa etmiştir
Ayrıca bir duvarın yıkılması başta oradan geçen insanlar olmak üzere çevresindeki bitkilere, yakınlarında olan hayvanlara çok büyük zarar verip, ölüm ya da yaralanmalara neden olabilir Bu ayette de yıkık duvarların tekrar inşa edilirken sağlam yapılmaları gerektiğine işaret ediliyor olabilir (Allahu Alem)
Ayette ayrıca Hz Hızır’ın “Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım” dediği de bildirilmektedir Bu, daha önce de vurguladığımız gibi, Hz Hızır’ın herşeyi yapanın Allah olduğunu, herşeyin kaderde olup bittiğini bildiğini gösteren bir konuşmadır Hz Hızır hiçbir kararı kendi dilemesiyle vermediğini en güzel şekilde ifade etmektedir
Görüldüğü gibi Hz Musa, Hz Hızır ile buluşmasında Allah’ın izniyle çok önemli ve hikmetli bir eğitim almış, Hz Hızır’ın Rabbimiz’in dilemesiyle bazı gayb bilgilerine sahip özel bir insan olduğuna şahitlik etmiştir Hadislerde yer alan bilgilere, İslam alimlerinin çeşitli açıklamalarına ve İslam tarihi kaynaklarına göre, Hz Hızır dönem dönem peygamberlere ve Allah’ın salih kullarına yardımcı ve destekçi olmaktadır
Sonuç:
Rabbimiz’in, “… Allah’ın size verdiği nimeti ve size öğüt olarak indirdiği Kitab’ı ve hikmeti anın…” (Bakara Suresi, 231) ayetiyle bildirdiği hükmü gereği bu yazıda Hz Musa ve Hz Hızır kıssasının bazı hikmetleri üzerinde durulmuştur Ayetlerde bildirilen bu hikmetleri anlamaya ve her an yaşamaya çalışmak, aynı zamanda insanlara da anlatmak, tüm Müslümanlar için bir sorumluluktur Allah Kuran’da şu şekilde buyurmaktadır:
Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır (Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir (Yusuf Suresi, 111)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 05 sayı (Kasım 2004) 4 sayfada yayınlanmıştır
İlm-i ledün veya ledünnî ilim, Allah ile ilgili bilgi ve sırlara ait ilim, gayb ve mârifet ilmidir Allah, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: "Orada, kendi indimizden bir rahmet (vahiy ve nübüvvet veya uzun ömür) verdiğimiz ve ona ledünnî ilmi öğrettiğimiz kullarımızdan birini (Hızır'ı) buldular " (Kehf sûresi: 65)
Hem Sa'lebî'nin hem de İmâm-ı Rabbânî'nin ifâde ettikleri gibi, Hızır aleyhisselâm, güzel ahlâk sâhibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi Allah'ın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini bilirdi Hak teâlânın bildirmesiyle ledünnî ilim verilmişti Muhammed Pârisâ; "İlm-i ledünnî verilmesinde Hızır aleyhisselâmın rûhâniyeti vâsıta olmaktadır " buyurmuştur
Senâullah-ı Dehlevî bu ilim hakkında şöyle demektedir: "Ledünnî ilim, çalışmak ve gayretle ele geçmez İhsân edilen kimselere mahsûstur Umûma şâmil değildir Peygamberlere verilen ilimler ve vahyedilen şeyler ise, umûma şâmildir ve herkesi ilgilendirir Yâni peygamberler, bunları, gönderildikleri kavimlere tebliğ etmekle, bildirmekle vazîfelidirler Bu bakımdan peygamberlerin ilmi, ledünnî ilminden üstündür "
Seyyid Abdülhakîm Arvasi ise, şunları ifâde etmektedir: "Emîr Sultan hazretleri, ledünnî ilme sâhipti Bu ilim yetmiş iki derecedir İlk derecesinde olan, bir ağaca bakınca yapraklarının sayısını, bir denize bakmakla damlalarının adedini, bir çöle bakınca kumlarının sayısını bilir " Kıyamet yaklaştıkça, insanlar dinden uzaklaşmaya başlamaktadır Eskiden kerameti görülen evliya çoktu Fakat dinden uzaklaştıkça evliya azaldı, kerametler görülmez oldu Ledün ilmi unutuldu Sapıklar çoğaldı, keramet inkâr edilmeye başlandı Kerametin hak olduğuna Kur’an-ı kerimden örnekler:
1- Hz Süleyman, “Sebe Melikesinin tahtını bana kim getirebilir?” dedi Cinlerden bir ifrit: “Sen yerinden kalkmadan önce, onu getiririm, buna gücüm yeter” dedi İlmi ledün [ilmi batın] sahibi olan vezir Asaf bin Berhiya ise, “Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” dedi ve bir anda getirdi (Neml 38-40) [Vezir de, cin de peygamber değildi Vezir bu işi kerametle yapmıştı Cin müslüman ise kerametle, kâfir ise sihirle yapacaktı ]
2- Hz Meryem peygamber değildi Kocasız çocuk doğurdu Hz Meryem mabette yaşar, yiyecekleri, kerametle hep yanında hazır olurdu Kur’an-ı kerimde, (Hurma dalını kendine doğru silkele, taze hurma dökülsün ) buyuruldu (Meryem 24) Hz Zekeriya, Hz Meryem’in yanında taze meyve ve yiyecekleri görünce hayret ederdi İşte âyet-i kerime meali: (Rabbi Meryem’e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi Zekeriya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık görür, “Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?” der; o da: Bunlar, Allah tarafından” diye cevap verirdi ) [Ali imran 37]
3- Eshâb-ı Kehf’in kerameti de meşhurdur Eshab-ı kehf, yiyip içmeden, bir zarara uğramadan 309 yıl uykuda kaldıktan sonra uyanmışlardır Kur’an-ı kerimde, (İşte bu, Allahın kudretini gösteren delillerden biridir Uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın ) buyuruluyor (Kehf 17, 18)
4- Hz Musa’nın yanındaki gencin çantasındaki balık canlanıp suya gitmiştir: (Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balık şaşılacak şekilde denize gitmişti ) [Kehf 61- 63]
5- Kehf suresinin 63 âyetinden itibaren Hz Musa ile ledün ilmi’ne sahip bir zatın kıssası anlatılır Özetle şöyledir: (İkisi, [Hz Musa ile bir genç] kendisine ilim verdiğimiz birini buldular Musa ona, “Sana öğretileni [ledün ilmini] bana da öğretir misin?” dedi O zat da: “Sen benim yaptıklarıma dayanamazsın” dedi Sonra o zat, bindikleri gemiyi deldi Hz Musa, “Gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin” dedi Daha sonra, bir erkek çocuğunu öldürdü Hz Musa, “Masumu öldürdün, pek kötü bir şey yaptın” dedi ) Günahsız çocuğu öldürmek elbette çok büyük günahtır Ama bunu yapan zat, kerametle biliyordu ki o çocuk, büyüyünce zâlim biri olacaktı Onun yerine iyi bir çocuk verilmesi de istenmişti Hz Musa’ya “Ben sana, yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi?” dedi Demek ki o zat, Hz Musa’nın dayanamayacağını da kerametle biliyordu Hz Musa’nın arkadaşı duvarları [kerametle] doğrultuverdi O zat, Hz Musa’ya bu işlerin hikmetini açıkladı (Kehf 63-81) [Hz Musa’nın arkadaşının [Hızır’ın] sahip olduğu ilme ilmi ledün deniyor Bu ilmi ancak tasavvuf sahibi, keramet ehli evliya bilir, mezhepsizler bilmez ] Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İlmi ledün, sırrı ilahidir Allah, onu salihlerden dilediğinin kalbine koyar ) [Deylemî]
800 YILLIK CİN KİTABI
Ama, bu kitaplıklarda muhafaza edilen bazı kitaplar vardır ki, okuyucuya asla çıkartılmazlar; hatta çıkartılmamaları bir yana kütüphane müdürlerinin odalarındaki kasalarda yahut dolaplarda kilit altındadırlar Onları görebilmek için ciddi bir araştırmacı olduğunuzu ispat etmiş olmanız, belirli izinleri almanız gerekir
Bütün bu gizliliğin ve kontrolün tek bir sebebi vardır: Söz konusu kitaplarda ‘havas ilmi’ denilen yani ‘başka álemlerle’ teması sağlamaya yaradığı söylenen bilgiler yer alır ve bu bilgiler cin çağırmaktan güçlü bir büyünün kurallarına, hattá geleceği belirlemeye kadar uzanan geniş bir yelpazeye dağılırlar İşin daha da önemli tarafı, bu eserlerin sıradan falcılar yahut büyücüler tarafından değil, işin üst seviyedeki erbábı tarafından kaleme alınmış olmalarıdır
İşte, kasalarda muhafaza edilen bu ‘havas’ kitaplarının en önemlilerinden biri ve en fazla korunanı: Buni Risálesi  
İstanbul’daki bir elyazması kitaplığında saklanan eser, 1225 yılında ölen Cezayirli büyü álimi Ebu’l-Abbas Ahmed bin Ali bin Yusuf el-Kureşi el-Buni’ye ait Sihir, büyü, muska, cin, yani ‘havas’ bahislerinde İslam dünyasının gelmiş geçmiş en önemli uzmanlarından olan Buni, 1208 sayfalık eserinde bu konularla ilgili bütün temel bilgileri veriyor
Harflerin sayı karşılıklarıyla ve esrarıyla yani ‘Ebced’ ile başlayan eserde daha sonra duaların gizli güçleri ve bu güçleri açığa çıkarma usulleri anlatılıyor, harflerle sayılar arasındaki bu ilişkinin maddi álemde nasıl kullanılacağı, bedensiz yaratıklara ne şekilde hükmedileceği öğretiliyor, derken düşünce ve dua yoluyla yahut cinler vasıtasıyla insanları etkileyip olması arzu edilen her işin yapılma yolları sıralanıyor
HİÇ VAKİT HARCAMAYIN
Bu sayfada, ‘Buni Risálesi’nin giriş kısmıyla ‘vefk’ denilen tılsımların yazılı olduğu bir diğer sayfasını görüyorsunuz Buni, girişte Allah’a ve Hazreti Muhammed’e duadan sonra eserini ‘áyetlerin ışığında, daha önce yaşamış olanların verdikleri bilgilerin doğrultusunda ve kendisine gelen ilhámın yardımıyla yazdığını’ anlatıyor Eserin diğer sayfasında gördüğünüz şekiller ise, bazı varlıkları Allah’ın ismini anarak çağırma işinde kullanılan ‘vefk’ler, yani tılsımlar
Dün, bu dizinin tanıtımı için yazdığım yazıda söylediğim bir hatırlatmayı şimdi tekrar yapayım: Lütfen, elyazması kütüphanelerine gidip bu kitapları aramayın, bulamazsınız Zira kataloglarda başka isimlerle kayıtlıdırlar, bulsanız bile zaten göstermez ve alınması aylar süren bir izin macerasına girmenizi isterler Kaldı ki, kasalarda saklanan bu kitapların hemen hepsinin girişinde, bu işlerle uğraşmaya heves edenlerin ‘riyázat’ adı verilen ve aylar süren dua, nefis terbiyesi ve teknik hazırlık bilgilerine dayalı bir eğitimden geçmeleri şartı yazılıdır ve vaktiyle yazılanlar şayet doğru ise, bugünün ortamında böyle bir işe kalkışmak zaten imkánsızdır
Dolayısıyla málum kitaplara ulaşıp rakibinizden kurtulmak, gönül verdiğiniz kişiyi kendinize áşık etmek yahut geleceğinizi öğrenmek hevesine kapılmayın, bu eserleri eski zamanlardan kalma birer folklorik kaynak olarak değerlendirin ve boşa harcayacağınız zamana acıyın!
Bu cinler varken hiç bir aşk karşılıksız kalmaz
‘HAVAS’ ilmi ile ilgili eski elyazmalarında, iyi kalpli olan ve insanların hizmetine girebilen cinlerden bazen ‘melek’ diye bahsedilir ve bu cinlerin davet edilip verilen emirleri yerine getirmeleri için yapılacak işler bütün detaylarıyla anlatılır
Eski cincilere göre her cinin ve meleğin bir tılsımı vardır ve bu tılsım, cinle temasa geçmeyi sağlayan gizli bir şifredir Cin yahut melek gibi bedensiz bir varlığı davet etmek isteyen kişi bu tılsıma, yani şifreye sahip olmak zorundadır, zira şifreyi bilmeden cinlerle temas hiçbir şekilde mümkün değildir
Cin çağırma konusunda kaleme alınmış eserlerin başında, 15 yüzyılda yaşamış ‘Uzun Firdevsi’ adındaki bir ‘cin álimine’ ait olan ‘Dávetnáme’ isimli kitap gelir Eserin elyazması tek nüshası, bugün İstanbul’daki bir kütüphanede muhafaza altında
İLM-İ LEDÜN
Türkçe'de kat, huzur, nezd sözcükleriyle karşılamaya çalıştığımız, bir mânâda "ınde" lafzının da müteradifi sayılan "ledün" kelimesi, "ilm-i ledün" şeklinde izafetle kullanılınca; gayb ilmi, esrar ilmi, Allah tarafından insanın gönlüne atılan ilâhî bilgi ve içe doğan hakikatlar mânâsına gelir Başta, umum Enbiyâ ve Mürselîn olmak üzere, bütün evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrebînin - bir başka zaman teker teker bu kelimelerin ne mânâya geldiklerini ifade etmeye çalışacağız - ilimleri, Cenab-ı Hak tarafından vahiy ve ilham ünvanıyla gönüllere ilkâ edilmiş bilgi ve marifet olması itibarıyla, hemen hepsi de bir çeşit ilm-i ledün sayılır Hususiyle de, "ekrabu'l-mukarrebîn" olan İlm-i Ledün Sultanı'nın hem gayb-ı mutlak hem de gayb-ı mukayyetle alâkalı her türlü bilgi ve marifeti - bununla, gayb ilmi, esrar ilmi ve vicdan kültürünü kastediyoruz - ilm-i ledün nev'indendir ve O Ferîd-i Kevn ü Zaman, Süleyman Çelebi'nin:
Bu gelen İlm-i Ledün Sultanı'dır,
Bu gelen tevhid-i irfan kânıdır
mısralarıyla seslendirdiği gibi, bu gizli ilmin tam bir hazinedârı ve bu hususî irfan havzının da bir marifet kahramanıdır Ne var ki, böyle özel bir mazhariyet, bütün evliyâ ve enbiyâ, bütün asfiyâ ve mürselîn için her zaman söz konusu olmayabilir Zira, ilm-i ledün, ilâhî feyz yoluyla, hususî bir kısım kimselerin kalbine atılan özel bir bilgi ve marifettir ve böyleleriyle aynı ufku paylaşmayanların ondan anlamaları da mümkün değildir
İlm-i ledün, her zaman zahirî şer'e muvafık olmayabilir Bu gibi durumlarda meşhûdâtlarını "usûlü'd-dîn" prensipleriyle tashihe tabi tutmayanlar, bazen yanılabilecekleri gibi, kendilerine tâbi olanları da yanıltabilirler Keşf ve ilhamlarını muhkemâta göre tesbit edenler ise her zaman, berzahî ufuklarıyla mülk ve melekûtu birden görür dünya ve ukbâyı bir vahidin iki yüzü gibi müşahede eder ve tilmizlerine gayb u şehadet âleminin vâridâtından ne kevserler ne kevserler sunarlar !
Kur'an-ı Kerim, Kehf Sûresi'nde bu mazhariyeti hâiz, Allah'ın has bir kulundan bahsederken - Sünnet-i Sahiha bunun Hızır olduğunu söyler - "Orada bizim seçkin kullarımızdan, has bir abdimizi buldular ki, Biz onu nezdimizden hususî bir merhametle şereflendirerek kendisine (ilâhî esrar) ilmi öğretmiştik " (Kehf/18:65) şeklinde bir açıklamada bulunur Tasavvuf erbabına göre işte bu ilim, ilm-i ledündür ve Hazreti Musa gibi "ülü'l-azm" enbiyâdan birisi, temelde, ilâhî bilgilerde tam metbû olmasına rağmen, münhasıran ilm-i ledün çerçevesinin belli bir motifinde Hazreti Hızır'a tâbi olarak o ilmin ihata alanını görmeye çalışmıştır Sahîh-i Buhari'de bu farkı ortaya koyan şöyle bir rivayet vardır: Hızır, Hazreti Musa'ya "Yâ Musa, ben, Allah'ın bana öğrettiği öyle hususî bir ilme mazharım ki, sen onu bilemezsin; sen de öyle bir ilimle serfirazsın ki, ben de onu bilemem" der
Evet, ilm-i ledün, umuma ait bir ilim olmaktan daha çok, hususî bazı kimselere Cenabı Hak'kın özel bir ihsanıdır ve onların dışındakiler her ne kadar değişik konularda daha fazla malûmat sahibi olsalar da, bu mevzuda ilm-i ledün erbabının gerisinde sayılırlar Zira bu ilim - liyâkat, istidat, Allah'a yakınlık gibi hususların şart-ı adî planında vesilelikleri mahfuz - tamamen Allah'ın bir atâ tecellisidir ve kat'iyen kesbî de değildir Bu itibarla da onun, ne okumayla, ne araştırmayla ne de daha değişik yollarla elde edilmesi söz konusudur Evet o, Bu tamamen Allah'ın dilediğine tahsis buyuracağı bir lütuftur ve Allah, en büyük lütf ve ihsan sahibidir " (Cuma/62:4) fehvasınca hususî bir tecellinin unvanıdır
Ne var ki, böyle bir irfan, insanlar nazarında, ne kadar cazip, parlak, büyüleyici ve ilâhî esrara açık olsa da, yine de enbiyâ-i izâmın mazhar bulundukları ilimler ondan kat kat yüksektir, objektiftir, herkese açıktır ve insanların dünyevî-uhrevî saadetlerinin de teminatıdır Bu iki ilim arasındaki farklılığı şu şekilde vaz' etmek de mümkündür:
Hazret-i Musa'nın ilmi, insanların dünyevî hayatlarını tanzim ve uhrevî saadetlerini temine matuf bir "ilm-i şeriat", Hızır'ın ilmi, gayb ve esrarla alâkalı ledünnî bir mevhibe; Hazreti Musa'nın ilmi, insanlar arasında nizam ve asayişi teminle alâkalı ahkâm ve kazaya müteallik, Hızır'ın malûmatı ise sadece melekût eksenli bir kısım vâridattan ibarettir ki, buna "ilm-i ledünn-ü sırf" dendiği gibi "ilm-i hakikat" , "ilm-i bâtın" da denegelmiştir ve bu ilim, aynı zamanda ilâhî esrarın da en önemli kaynağıdır Bir zat, bu mülâhazayı ifade sadedinde şöyle der:
Bakma ey hâce ilm-i kîl ü kâle,
Esrar-ı Hak'kı ilm-i ledünde ara !
Bu itibarla da, ilm-i ledünle cehd ve gayret arasında bazı münasebetler söz konusu olsa da, temelde onun, talim ve taallümle doğrudan bir alâkasının olmadığı açıktır Zira bu ilim, Cenab-ı Hak tarafından mahz-ı mevhibe olarak, bazı temiz gönüllerde bir kuvve-i kudsiye şeklinde tecelli etmektedir ve aynı zamanda bu tecelli, terakki sistemi içinde değil de tedellî çerçevesinde vukû bulmaktadır: Evet bu ilim, eserden eser sahibine, vücuttan vicdana akseden bir marifettir ve her şekliyle de keşf ve ilham kaynaklıdır Ne var ki, böyle bir ilham bazen, farklı derecelerde tecelli ettiği gibi, seyr-i rûhânîsini Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enam'ın vesayetinde sürdürmeyenler için, bir kısım şeytanî vesvese ve nefsanî hevâcisle iltibası da söz konusudur
İlham, ilm-i ledünnün en önemli kaynağıdır ve hususî mânâsıyla olmasa da, ilm-i ilâhînin tecellileriyle alâkalı en geniş bir alanı işgal eder İlham, insanın ihtiyarı dışında, onun gönlüne bir mevhibe olarak
tecelli edince ona "hâtır" denir Ancak, bazen böyle bir hâtır veya ihtara, Hak'tan geldiği kendi karîneleriyle kat'î değilse, şeytanın belli şeyler bulaştırması da söz konusu olabilir Kendi karineleriyle Hak'tan geldiği muhakkak olan bir ilhama rahatlıkla ilm-i ledün diyebiliriz Böyle bir esintinin Hazreti "İlim"den geldiğinin en önemli emaresi, bu türlü vâridâtın Kitap ve Sünnet'e muvafakatıdır Bu iki asılla test edilip de doğru çıkmayan hâtır veya sûfîlerin sıkça kullandıkları bir kelimeyle ifade edecek olursak, havâtırın, nefsin hevâcisinden ve şeytanın vesveselerinden olması ihtimalden uzak değildir İşte, böyle bir ihtimalin bahis mevzu olmadığı bir hâtırın Hazret-i İlim'in tecellilerinden bir feyiz olduğunda şüphe yoktur
Aksine, şeytanî vesveselerin bulaşmış olması muhtemel bulunan havâtır, şeytanî; içinde nefsin hazlarının duyulup hissedileni de "heces" veya hevâcis-i nefsanîdir ki, böyle bir aldatılma alanına itilen sâlik, hemen Cenabı Hak'ka teveccüh edip, durumunu, şeriatın muhkemâtına göre yeniden ince bir ayara tabi tutması gerekir
Sûfiye, Hak tarafından gelip kalbde yankılanan hitaba "hâtır-ı Hak", melekten geldiği bilinene "hâtır-ı melek", nefis ve şeytan tarafından esip rûhu saran manevî şerarelere de "hevâcis" veya "şeytanî vesveseler" diyegelmişlerdir ki, bunların arasını tefrik edebilme biraz da "usûlü'd-din" ve "Sünnet-i Seniye" mizanlarını bilmeye vabestedir Zira, bu türlü havâtırın bazıları şer'î prensiplerle test edilerek anlaşılsa da, bazıları, zahiren dinin temel kaidelerine muhalif olmamakla beraber, çok sinsi bir kısım şeytanî gaye, emel ve maksatlara bağlı cereyan edebilir ki, onu da bu işin erbabından başkasının ayırt edebilmesi oldukça zordur
Resulullah sellallahu aleyhi ve sellem'den iki çeşit ilim aldım, bunlardan biri size anlattığım ilimlerdir, ikincisini ise söylersem boğazımı keserler, ikinci ilim esrar ilmidir Herkes bunu anlayamadığı gibi Allahu Taalâ da onu herkese vermez "
insan aklının son idrak hududunda olan İlmi ilâhiyenin sır perdesi ilmi ledün
Ebu Hüreyre
Kur'anı Kerim'de kullara birçok ayetlerle bilgiler, Hak'ka yanaşmak usulleri bildirilmiştir Bir de Kur'anı Kerimde bildirilmeyen birçok hudutsuz ayetlerde sünnetullah İle kâinatda cari her türlü hadisatın aslı gizlidir Onun için (ALLEMEL İNSANE MALEM YALEM) ayeti ile bilmediğini insana öğretir Kim?
Allah'ın kâinatda cari Kur'anda bildirilmeyen ayet ve burhanları  Resulü Ekrem efendimiz beşikten mezara kadar ilim peşinde koşunuz Çin'de bile olsa arayınız, kâfirde bile olsa istifade ediniz buyurmuştur Kâinatın yaratılışım dünyayı gezerek, evreni tetkik ederek bulabilirsiniz ayetleri vardır Kur'anı Kerim'in bazı sûrelerinin başında HURUFU MUKATTAA kırpılmış ayetler manasına gelen, bunlar birçok ledünni, kâinatda cari bilinmeyen ayetlerin anahtarı mesabesindedir Nitekim geçenlerde kaptan Kusto'mın Septe boğazındaki Akdeniz suyu ile Atlas Okyanusunun suyunun karışmaması ve balıkların bir taraftan öte tarafa geçmemesi, tuz kesafetinin ayn olduğu halde fizik ve kimyada bulunan kesiften hafife doğru olan ozmoz hadisesinin olmaması meselesi Rahman süresindeki ayetle ortaya çıkmıştır
Bunun niçin böyle oluşundaki sır ledünnidir O sırrı herkes bilemez tahammül de edemez
Ayet: iki denizi salıvermiş birbirine kavuşuyorlar Birbirine karışmaya engel bir perde var
|