Konu
:
Venüs'ün Sırrı Çözüldü
Yalnız Mesajı Göster
Venüs'ün Sırrı Çözüldü
07-17-2012
#
2
Prof. Dr. Sinsi
Venüs'ün Sırrı Çözüldü
VENÜS (Venus)
Güneşe uzaklığı: 107
3 107
5 107
8 Mio km
Yörüngesel dışmerkezlilik: 0
007
Yörüngesel eğiklik: 3
4 0
Eksensel eğiklik: 178 0
Çap: 12
104 km
Kurtulma hızı: 10
3 km/sn
Kütle: 0
815 (Yer = 1)
Hacim: 0
86 (Yer = 1)
Yoğunluk: 5
25 (su =1)
En yüksek kadir: 4
4
Dolanım süresi: 224
7 gün
Eksensel dönme: 243
16 gün
Kavuşum dönemi: 584 gün
Uyduları: Yok
Gözlem koşulları:
Güneş ve Ay'dan sonra gökyüzündeki en parlak cisimdir
En parlak olduğu dönemlerde (Güneşe çok yakın olmadığında) gündüz de görülebilir
Venüs'ün kavuşum dönemi 584 gündür
Bu sürenin yarısında (10 aydan biraz kıs bir süre) Güneş'den önce doğar
diğer yarısında da Güneş'den sonra batar
Kuzey yarımkürede
en iyi gözlem zamanı sonbahar sabahlarıdır
Çıplak göze Venüs
sabit
beyaz bir ışıkla parıldayan parlak bir cisim olarak görülür
Çok parlak olmasının nedenleri güneşe yakın olması ve Güneşten gelen ışığın %80'ini yansıtmasıdır (albedo değeri)
Güneş’e uzaklık bakımından ikinci gezegen olan Venüs
Merkür’den oldukça farklıdır
Aslında aralarındaki tek ortak nokta ikisinin de çok sıcak olmasıdır
12
104 kilometrelik çapıyla Venüs neredeyse Dünya ile aynı boyuttadır
Güneş ışığını mükemmel bir şekilde yansıtır
Rastlantı sonucu yanımızdan geçen göktaşlarını ve kuyruklu yıldızları saymazsak Ay’dan sonra Dünya’ya en yakın doğal gök cismi Venüs’tür
Güneş etrafında neredeyse dairesel bir yörüngede döner
Güneş’ten ortalama uzaklığı 108
000
000 kilometredir
yani bize en yakın olduğu anda
topu topu Ay’ın yüz katı kadar uzaktadır
En parlak olduğu zamanlarda göz alıcı bir görüntüsü vardır
Venüs de Merkür gibi gökyüzünde Hep Güneş’le aynı tarafta bulunur; ancak o ve Güneş arasındaki açısal uzaklığın 47 dereceye kadar çıktığı olur
Yani bu
Venüs’ün günbatımından sonra veya gündoğumundan önce
beş buçuk saat kadar görülebildiği zamanlar olduğu anlamına gelir
Bu durumda onu
karanlık zemin üzerinde muhteşem bir şekilde parıldarken görebiliriz
Eskilerin ona Güzellik Tanrıçası’nın ismini vermiş olmaları hiç de şaşırtıcı değil doğrusu
Ama ne yazık ki teleskopla bakıldığında hayal kırıklığına uğranır
çünkü gerçek yüzeyi kalın ve bulutlu atmosferinin arkasında kalır
Venüs üzerinde Mars’taki gibi sert ve keskin izlerin olmayışı dikkat çekicidir
Üstelik Dünya’ya en yakın olduğu zaman yani iç kavuşum konumundayken karanlık yüzü bize dönüktür
Bu durumda çok nadir olarak gerçekleşen geçişler dışında onu göremeyiz bile
Dolun olduğu zamanlarda ise Güneş’in öteki tarafındadır; Güneş’in arkasındayken onu görebilmek gibi bir durum söz konusu bile değildir tabii ki
En parlak olduğu an güneş ışığı alan yüzünün yüzde otuzunun bize dönük olduğu zamandır
İdeal koşullar altında keskin gözlü insanlar hilâl aşamasındaki evreyi görebilirler tabii ki iyi bir dürbünle son derece kolay görülür
Venüs’ün evreleri uzun bir süredir biliniyordu
Galelio
1610 evrelerle ilgili kayıtlar tutmuştu
Zaten Venüs’ün hareketleri kesin bir şekilde biliniyor olduğundan evreler tahmin edilebilirlerdi
Ama ilk olarak 18
yüzyıl sonlarında enerjik Alman gözlemci Johann Schörter’in kuram gözlem nadiren çakışır
Schörter
dikotomi evresini
yani Venüs’ün tam yarım daire olduğu zamanı dikkatle ölçtü
Sonuçlar son derece şaşırtıcıydı
Venüs akşamları görüldüğünde yani küçülürken
dikotomi hep erken; sabah ortaya çıktığındaysa yani evre büyürken de hep geç oluyordu
Üstelik bu zıtlık bir görünüşten diğerine değişiyordu
Hiç kuşkusuz bunun sorumlusu Venüs’ün atmosferidir
Amatörlerin bu konuda yapacakları çalışmalar son derece ilginç olabilir
Venüs’ün atmosferi ilk olarak 1761yılında Rusya’nın ilk ünlü gökbilimcisi sayılan M
V
Lomonsov tarafından bulunmuştur
Venüs’ün
Güneş’in tam önünden geçtiği o yıl
Lomonsov
gezegeninin kenar çizgisinin kabarık göründüğünü farketmişti
Çok iyi ifade ettiği bu durum
oldukça kalın bir atmosferin varlığını gösteriyordu
Venüs’ün geçişleri çıplak gözle bakıldığında son derece ilginç görünür
daha doğrusu görünürmüş
çünkü geçişlerin en sonuncusu 1882 yılında gerçekleşti
Geçişler
aralarında sekiz yıl olan çiftler şeklinde görülür
bir sonraki çifte kadar bir asırdan fazla zaman geçer
Sözgelimi 1874 ve 1882’de gerçekleşmiş olan geçişler
2004 ve 2012 yıllarında gerçekleşecek olanlar izleyecektir
İkinci kraliyet gökbilimcisi olan Edmond Halley
on yedinci yüzyılda
daha önce James Gregory tarafından önerilmiş bir fikri geliştirdi
Gregory
Venüs geçişlerinin
gök biriminin yani Dünya ile Güneş arasındaki uzaklığın
ölçülmesi amacıyla kullanabileceği düşünüyordu
Bunun içinde Venüs’ün Güneş’in önünden geçeceği anın tam olarak hesaplanması ve ayrıca Dünya üzerindeki birçok noktadan gözlem yapılması gerekiyordu
Şu anda bu yöntem tamamen kullanım dışı olduğundan daha ayrıntılı anlatmanın hiçbir anlamı yok
Ancak siyah damla olarak adlandırılan bir etki yüzünden kesin bir sonuç elde edilememiştir
Venüs Güneş’in önünde ilerlerken
arkasında siyah bir şerit bırakır; bu şerit geçiş başladıktan bir süre sonra yok olur
Bu etkiyi yaratan yine Venüs’ün atmosferidir ve ortadan kaldırılması gibi bir şey söz konusu değildir
1874 ve 1882 yıllarındaki geçişler son derece iyi gözlemlenmiş ama tatmin edici sonuçlar alınamamıştır
Günümüzde Güneş’le aramızdaki mesafeyi ölçebileceğimiz çok daha kullanışlı yollar olduğu için
gelecek geçiş çifti eskisi kadar önem taşımıyor
Ama yine de ben 8 Haziran 2004’ü iple çekiyorum!
Venüs çok nadir olarak bir yıldızın önünden geçerek onun görülmesini engeller; böyle olduğunda yıldız soluklaşır ve birkaç saniye titreştikten sonra kaybolur
Bu titreşmenin sebebi tutulmasından hemen önceki ışığın
bize Venüs’ün atmosferinden geçerek gelmesidir
Bu etkiyi 7 Temmuz 1959’da Venüs
Leo (Aslan) takımyıldızından Regulus’un önünden geçmiştir
Venüs daha uzunca bir süre büyük bir yıldızın önünden geçmeyecek
Venüs’e teleskopla baktığınızda güçlü bir teleskop kullanıyor olsanız bile parlak bir yuvarlaktan çok daha fazlasını göremezsiniz
Şanslıysanız birkaç gölgelik keşfedebilirsiniz; ama izler çok bulanık görünür
dış hatları da belirsizdir
Hızlı bir şekilde yer değiştirdiklerinden onların Venüs’ün yüzey şekilleri olmadıklarını anlarız; gördüklerimizin Venüs’ün atmosferinin üs kısımlarındaki bulutlardır ve sonuçta bize pek bir bilgi vermezler
Normal fotoğraflar işimize yaramazken morötesi ışınlarla çekilmiş olanlarda bazı çizgi şekiller görünür
1962’ye yani gezegenin yanından bir uzay aracının ilk kez geçişine kadar Venüs hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyordu
O zamana kadar yapabileceğimiz tek şey atmosferin üst tabakasını spektroskop kullanarak incelemekti
1930’larda atmosferin bizim atmosferimizden oldukça farklı olduğu ve çoğunluğunu ağır bir gaz olan karbondioksitin oluşturduğu saptanmıştı
Bu gazın yükselmesi değil alçalması beklendiğinden mantıksal olarak atmosferin gezegenin yüzeyine kadar tamamen karbondioksit-ten oluşması gerekiyordu
Bu da Venüs’ü gerçekten çok sıcak bir gezegen yapacak olan sera etkisine yol açardı
Peki bu durumda Venüs’te deniz olabilir miydi?
Olduğunu düşünenlerden biri
(yaptığı çalışma ona bir Nobel Ödülü kazandıracak kadar başarılı olan) İsveçli kimyager Svante Arrhenius
Venüs’ün
Dünya’nın yaklaşık 200 milyon yıl önce geçirdiği
Kömür Ormanları’nın oluştuğu ve en gelişmiş canlı biçiminin amfibyumlar olduğunu hatta henüz dinozorların bile uzak bir geleceğe ait olduğu Karbonifer Dönem’i yaşadığını iddia ediyordu
Arrhenius’a göre: “Hiç kuşkusuz Venüs yüzeyinin büyük bir kısmı Dünya’dakilere benzeyen
içinde kömür yataklarının oluştuğu ama yaklaşık 30 derece daha sıcak olan bataklıklarla kaplıdır
Ona belirli bir renk verecek biçimde toz kalkmaz; dışardan sadece bulutlardan yansıyan şaşırtıcı beyazlık görülür
Bu da gezegene dikkat çekici ve göz alıcı
parlak beyaz görüntüsünü verir
Atmosferin en üst tabakasındaki güçlü hava akımları
ekvator ve kutuplar arasındaki sıcaklık farkını neredeyse ortadan kaldırır
Yani Dünya’nın en sıcak olduğu dönemlerdeki koşullara benzer şekilde gezegen üzerinde tek tip bir iklim sürmektedir
Venüs üzerindeki sıcaklık
bol ve bereketli bir bitki örtüsünü engelleyecek kadar yüksek değildir
Her tarafta aynı iklim koşulları hüküm sürdüğü için
değişen çevre koşullarına uyum sağlama gibi bir durum söz konusu değildir
Sadece
çoğu bitkiler alemine ait olan gelişmemiş canlı türleri bulunacaktır
Tüm gezegen üzerindeki organizmalar da az çok aynı türden olacaktır
Bitkisel süreç
yüksek sıcaklık yüzünden hız kazanacaktır
Dolayısıyla organizmaların büyük bir olasılıkla kısalacaktır
Bitkilerin cansız gövdeleri
açık havada bulunuyorsa
hızla çürüyecek ve boğucu gazlar yayacaktır
Nehirler tarafından taşınan çamurun içine gömülü olurlarsa
hızla küçük kömür parçalarına dönüşeceklerdir
Bunlar da daha sonra yeni katmanların yaptığı basınç ve yüksek sıcaklık sonucu grafit taneleri haline geleceklerdir
Sıcaklık Venüs’ün kutup bölgelerinde
gezegenin ortalama sıcaklığından 10 derece kadar düşük olacaktır
Oralardaki organizmalar
diğer yerlerdekilerden daha üst düzey bir gelişim göstereceklerdir
Ayrıca böyle bir kıyaslama yapılabilirse gelişmişlik ve kültür açısından daha üstün olacaklardır
Bu gelişmiş tür kutuplardan ekvatora doğru aşamalı olarak yayılacaktır
Daha sonra sıcaklık düşecek
kalın bulutlar ve dolayısıyla kasvetli hava dağılacak ve belki bir gün
Dünya üzerindeki hayat
tekrar eski basit türlere dönmüşken veya yok olmuşken
Venüs’te
bizim ölümlü gözlerimizin alışık olduğu bir bitki veya hayvan türü ortaya çıkacaktır
O zaman da Venüs
göz alıcı parlaklığı sayesinde elde ettiği Babilli şöhretin yani Gökler Kraliçesi payesini
Güneş sistemindeki üst düzey varlıkları barındırışıyla gerçekten hak edecektir
”
Gerçekten de büyüleyici bir tablo
Ancak gezegenin
üzerinde bir damla bile su bulunmayan kupkuru bir çöl olabileceği fikri de var
1950’li yıllarda bu iki görüş de geçerliliğini koruyordu
ayrıca bazı alışılmadık fikirler de vardı
Sözgelimi
Sir Fred Hoyle
Venüs’te petrol okyanusları olabileceğini ve dolayısıyla Venüs’ün Teksaslı en zengin petrol kralının bile rüyasında göremeyeceği bir yer olduğunu düşünüyordu
Amerikalı iki ünlü gökbilimci tarafından öne sürülen kurama Hoyle’unkinden daha fazla itimat gösteriliyordu
Fred Whipple ve Donald Menzel
okyanusların bildiğimiz su olduğunu ve bulutların da tıpkı okyanuslar gibi H2O’dan oluştuğunu öne sürüyorlardı
Zamanın kısıtlı bilgileri ışığında Whipple-Menzel deniz kuramı oldukça akla yatkındı
Tahminen
atmosferdeki karbondioksit
suyu bozmuş ve maden sodasından okyanuslar oluşmasına yol açmıştı
Dünya üzerindeki hayat
sıcak denizlerde başlamış gibi görünüyor
O dönemde atmosferde bugünküne göre çok daha fazla karbon dioksit ve çok daha az serbest oksijen vardı
Dolayısıyla Venüs ilkel koşulları yaşayan bir dünya olmaz mı; yani Dünya gibi evrimleşebilme ve benzer bir gelişmiş hayat üretme kabiliyetine sahip olamaz mı? Bu açıdan da değerlendirildiğinde Whipple ve Menzel’in düşüncelerinin
Arrhenius’unkinden pek de farklı olmadığı görülüyor
Dünya üzerinden yapılan gözlemlerde sorun çıkartan başka bir konu da dönüş süresiydi
Venüs yılı yaklaşık 225 Dünya günüdür; ama yapılan gözlemler sonucu kesin bir dönüş süresi belirlenememiştir
Aslında genel kanı dönüşün tıpkı Merkür için de geçerli olduğu zannedilen tutuluyor olabileceği yönündeydi
İlk doğru bilgi 1956’da spektroskobik çalışmalar sonucunda alındı; dönme süresi çok uzun olmalıydı
Bugün dönme süresinin 243 Dünya gününden biraz fazla olduğunu biliyoruz
Bu da teknik olarak Venüs gününün
Venüs yılından uzun olduğu anlamına geliyordu
İşleri daha da karıştıran bir şey de Dünya ya da Mars’a göre ters yönde yani doğudan batıya doğru dönüyor olmasıdır
Gezegenin üzerinde Güneş’e bakacak olsaydınız
batıdan doğduğunu ve 118 Dünya günü sonra doğudan battığını görecektiniz
Venüs’ün bu alışılmadık davranışının nedenini hiç kimse bilmiyor
İlk zamanlarında
büyük bir gök cisminin çarpışıyla ters döndüğü gibi iddialar inandırıcılıktan çok uzak ama akla başka bir olasılık da gelmiyor
Üstelik bugün
üst kısımdaki bulutların dönme sürelerinin sadece dört gün olduğunu biliyoruz
Bu durumda genel tablo daha da karmaşıklaşıyor
Dört günlük süreyi ilk olarak 1960’lı yılların başında Fransız gök bilimciler yaptıkları bulanık gölgelikler çalışmaları sonucunda ileri sürmüşlerdi
Uzay Çağı gelişmelerine geçmeden önce
onyedinci yüzyıldan beri bilinmekte olan
Ashen Işığı ile ilgili bir şey söylemek istemiyorum
Ondan ilk olarak
günümüzde Ay’ın kraterlerine isim koyan adam olarak tanınan cizvit gökbilimci Giovanni Riccioli söz etmiştir
Ay hilâl evresindeyken
siyah zemin üzerinde görülebilecek kadar yükselmişken
Ay yuvarlağının aydınlanmayan
yani gece olan kısmını belli belirsiz bir şekilde parladığını görürüz
Genç Ay’ın kollarındaki Yaşlı Ay olarak da adlandırılan bu durumda esrarengiz bir taraf yoktur
Böyle olmasının nedeni Dünya’dan Ay’a yansıyan ışıktır
Teleskopla bakıldığında
Venüs üzerinde de bu benze bir durum görüldüğü olur
Ama bu benzer bir nedenle gerçekleşiyor olamaz
çünkü Venüs’ün uydusu yoktur
Ashen Işığı
neredeyse Venüs’ü ciddi olarak gözlemleyen herkes tarafından görülmüştür ama kontrast etkisi olduğu düşünülerek uzun yıllar boyunca ciddiye alınmamıştır
Ayrıca elimizde bu durumu gösteren herhangi bir fotoğraf da yok
Bugün bu duruma
Venüs’ün atmosferinin üst kısımlarında meydana gelen elektrik olaylarının neden olduğu düşünülüyor
Durumun tam anlamıyla açıklanmasında amatör gözlemcilerin yapacağı çalışmaların çok yararı olabilir
Ashen Işığı
Venüs hilâl evresindeyken ve kısa bir süre için görülebilindiğinden eldeki veriler son derece yetersizdir
Venüs’e gönderilen ilk uzay sondası
Ruslar tarafından 12 Şubat 1961’de fırlatıldı
Ancak sondayla bağlantı oldukça kısa bir süre sonra kesildiğinden ona ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedik
Amerikalıların gerçekleştirdiği bir sonraki girişimse daha da başarısızdı
22 Temmuz 1962 yılında Cape Canaveral’dan ayrılan Mariner 1 kısa bir süre sonra denize düştü
Başarıya aynı yılın 27 Ağustos’unda fırlatılan Mariner 2 ile ulaşıldı
14 Aralık’ta Venüs’ün 34
000 km yakınından geçen sonda
bize çoğu gerçekten hayal kırıcı olan bol miktarda bilgi gönderdi
Dönüş süresinin uzun olduğu doğruydu
Manyetik alanın varlığına dair herhangi bir belirti yoktu ve sıcaklık ölçümleri Venüs’ün yanı kavrulmakta olduğunu gösteriyordu
Bugün yüzey sıcaklığının 500derece santigrattan (900 F) fazla olduğu biliniyor
Bu durumda geniş denizler fikri suya düşmüş oluyor; ayrıca bu yükseklikteki bir sıcaklıkta ve atmosfer basıncın da
sıvı halde su bulunmaz
Yani Mariner 2
bize Venüs üzerinde hayat bulunduğu yönündeki fikirlerimizden vazgeçmemiz gerektiğini gösterdi
Daha sonra Ruslar
gezegen üzerine kontrollü iniş yapma ve yüzeyden doğrudan bilgi toplama amaçlı bir dizi deneme gerçekleştirdiler
Bu çabalar bir süre boyunca hep başarısızlıkla sonuçlandı
Ya araçlarla bağlantı kesiliyor ya da yeni farkedebildiğimiz bir sorun olan atmosfer basıncı yüzünden sondalar inişe geçtiklerinde parçalanıyorlardı
Venera 5 ve 6’nın sonu böyle olmuştu
Ama 1969’da fırlatılan Venera 7
gezegene inerek yarım saat kadar
yüksek sıcaklığı ve basıncı doğrulayan bilgileri göndermeyi başarmıştı
1972’de Venera 8 daha da başarılı olmuş ve sessizliğe gömülmeden önce elli dakika kadar onunla bağlantı kurulabilmiştir
Daha sonra Ekim 1975’te ilk yüzey fotoğrafları alınmıştır
Venera 9
keskin kenarlı taş yığınlarının bulunduğu bir bölgeye; Venera 10 ise ona yakın daha düz bir alana iniş yapmıştı
Rüzgarın hızı oldukça düşüktü
Veneraların ikisinde de projektörler vardı ama kullanmalarına gerek kalmadı
çünkü ışık düzeyi
yeterince yüksekti
1982’de Venera 13 ve 14’ten yüzeyle ilgili daha fazla bilgi alındı
Venüs hakkında edinilen her yeni bilgi
onun ıssızlığını daha da pekiştirdi
Kayaların portakal rengi görünmelerinin nedeni gökyüzünden gelen yansımaydı
kayaların rengi aslında griydi ve atmosferin alt tabakası saydamdı
gökyüzünde bulutlar vardı
Gezegenin yüzeyinden hiçbir koşul altında Güneş veya Dünya görülemiyordu
çünkü karbondioksitli
kalın ve yoğun atmosfer buna izin vermiyordu
Amerikalıların Venüs çıkarması biraz daha farklıydı; çünkü amaç Dünya’dan ve uzay araçlarından radar kullanarak yüzey haritasının çıkartılmasıydı
1978’de bir orbiterden ve yüzeyin farklı noktalarına inecek olan dört küçük sondayı taşıyan
otobüs olarak adlandırabileceğimiz büyük uzay sondasından oluşan bir filo fırlatıldı
Orbiter üzerine düşen görevi başarıyla tamamladı ve irtibatın kesildiği 9 Ekim 1992’ye kadar da çalışmaya devam etti
1985 yılı Haziran ayında ilginç bir karşılaşma yaşandı
Rus Vega sondaları
Halley kuyruklu yıldızıyla olan randevularına giderken
Venüs atmosferine balonlar bıraktılar
Bu balonlar farklı seviyelerde hareket ederlerken birkaç saat boyunca izlenebildiler
O zamandan sonra Galileo ve Magellan uçuşları yapıldı
Galileo uzay aracının hedefi Jüpiter’di; Şubat 1990’da Venüs’ün yanından geçerek yoluna devam etti
Magellan bize şimdiye kadar elde edilmiş radar fotoğraflarını gönderdi
1993 yılında hâlâ mükemmel bir şekilde çalışıyordu
Şu ana kadar Venüs’ün yüzde doksanının haritası çıkarıldı
Sonuç oldukça büyüleyici
Venüs volkanik bir dünya; volkanik faaliyetlerin bugün de sürdüğüne inanmamız için bütün koşullar mevcut
Yüzeyin büyük bir bölümünü inişli yokuşlu çok geniş bir ova kaplıyor
Ayrıca iki ana dağlık bölge var: Kuzey yarım kürede Ishtar Terra
güney yarım kürede Aphrodite Terra
Ishtar büyüklük açısından Kuzey Amerika kadar; Aphrodite ise çok daha büyük
Çeşitli dağlar var; bunların en büyüğü olan Maxwell Dağları Ishtar’ın kenarında ve komşularına göre yüksekliği 8 km kadar
Ayrıca vadiler
kraterler ve örümcek ağlarını andırdıkları için araknoid olarak adlandırılan bazı yüzey şekilleri var
Dairesel volkanik yapılar olan araknoidlerin etrafı çeşitli karmaşık yüzey şekilleriyle çevrili
Çoğu kakan tipinde olan ve Havaii’deki volkanlardan büyüklükleri dışında pek de farklı olmayan volkanlar da var
Beta Regio dağlık bölgesi üzerinde büyük bir ihtimalle halen aktif olan Atla ve Theie adlı iki büyük kalkan dağı yükselmektedir
Hâlâ aktif olduğunu düşündüğümüz diğer bir bölge de Aphrodite’nin kenarında bulunan Atla Regio’dur
Heybetli Sapas volkanı
400 kilometrelik tabanı ve en az 1
5 kilometrelik yüksekliğiyle burada yer alır
Venüs yüzeyinde birçok yerde olduğu gibi burada da lav akıntıları olması kaçınılmazdır
Ayrıca Sapas Dağı’nın tepesinde çukurlar vardır
Bütün bunlar bir yana
sonunda atmosferin yapısı ve bileşimi hakkında kesin bilgiler edinmeyi başardık
Hatırlıyorsanız gezegenin kendisi 243 günde dönerken
üst kısımdaki bulutlar için dönme süresi dört gündü ki bu bir süper dönme durumudur
Üst kısımdaki kasırga şiddetinde rüzgâr eserken yüzeyde yaprak bile kıpırdamaz
Bu da yüzey şekillerinin neden beklenenden az aşınmış olduğunu Venüs seviyesindeki basınç
Dünya’da deniz seviyesindeki basınçtan doksan kat fazladır; bulutlar da esas olarak sülfürik asitten oluşmaktadırlar
Kuşkusuz yağmur yağacaktır ama
yağan su değil
daha yüzeye varmadan buharlaşacak olan sülfürik asit damlacıkları olacaktır
Venüs’te saptanabilir bir manyetik alan yoktur
Yani ağır ve demir açısından zengin çekirdeği Dünya’nınkinden hem göreli hem de gerçek anlamda daha küçüktür
Çekirdeğin üzerinde manto
onun üzerinde de yerkabuğu bulunur
Dünya’nın yerkabuğu manto üzerinde hareket etmektedir; zaten bunun için yanardağlar sonsuza kadar faal durumda kalamazlar
Bir volkan
mantodaki sabit bir sıcak nokta üzerinde oluşur; daha sonra yerkabuğunun kaymasıyla volkan yer değiştirir ve patlaması kesilir
Sözgelimi Hawaii adalarının oluşumu böyle gerçekleşmiştir
Yerkabuğu aslında karşılıklı hareket eden
birbirinden bağımsız levhalardan oluşmaktadır
Venüs’te ise böyle oluyor gibi görünüyor; yani orada bir volkan oluştuğunda
sıcak nokta üzerinde çok uzun bir süre kalabilir ve anormal boyutlara ulaşabilir
Venüs’e ismi Olympus Kraliçesi’nin anısına verilmiştir
Bu yüzden
yüzey şekillerinin tümüne de kadın isimlerinin verilmesi kararlaştırılmıştır
Ancak bir istisna var :Maxwell Dağları
Bu isim dağlara
karar resmen uygulanmaya başlamadan önce İskoçyalı bir matematikçinin anısına verilmiştir
Venüs ile Dünya ikiz gibidirler demiştik; o zaman neden birbirlerinden bu kadar farklılar? Bu sorunun yanıtı Venüs’ün Güneş’e çok daha yakın oluşunda yatıyor
Güneş sisteminin ilk zamanlarında
yani dört buçuk milyar yıl kadar önce
Güneş’in bugünkünden daha az parlak olduğu ve Dünya ile Venüs’ün aynı tip bir evrim sürecine girdikleri
örneğin benzer atmosferlere ve denizlere sahip oldukları düşünülüyordu
Ama sonra güneşin sıcaklığı artınca
bunun Venüs üzerindeki sonuçları korkunç oldu
Atmosferdeki su buharı molekülleri
Güneş’ten gelen kısa dalga ışınlarla parçalandı
buna bağlı olarak da oksijen v hidrojen molekülleri serbest kaldı
Hafif olan hidrojen
atmosferin üst kısımlarına doğru yükselerek uzaya dağıldı
Oksijen ise yüzeydeki kayaçlarla birleşti
Açıkça görülen sonuç
suyun yok oluşuydu
Venüs kozmik ölçütlerle kelimenin tam anlamıyla kupkurudur
Sıcaklık daha düşük olduğundan aynı süreç Dünya’da yaşanmadı
Böylece atmosferdeki su buharının büyük bir kısmı
15 kilometreden daha az bir yükseklikte
yani güvenlikte oldukları bir yerde kalmış oldu
Oldukça az bir miktarı en üst katmanlara ulaşabildi
Süreç devam edince Venüs’te kısa süre içinde bir çeşit sera etkisi yaşanmaya başlandı
Kayalardaki karbon tuzları yok oldu; Venüs hızlı bir şekilde canlı barındırma potansiyeli olan bir dünyadan
bugünkü kavurucu cehennem haline dönüştü
Artık karşımızda atmosfer basıncı parçalayıcı
sıcaklığı tahammül edilemez ve bulutların öldürücü asitle yüklü bir gezegen vardır
Venüs’e kadar gidip uzay aracınızdan çıktığınızda
anında boğulacak
kızaracak
ezilecek ve eriyeceksiniz
Pek hoş bir deneyim olmasa gerek!
Venüs’ün bir gün astronotlar tarafından ziyaret edilip edilmeyeceği belli değil; ama yakın gelecekte böyle bir şey kesinlikle imkansız
Atmosferindeki karbon dioksit moleküllerini parçalayıp oksijeni serbest bırakarak
gezegeni dünyalaştırma gibi öneriler var
Ama bu tür bir çalışma mevcut teknolojimizin o kadar ötesinde ki
bu konu üzerinde tartışmanın hiçbir anlamı yok
Bizim için Venüs
belli bir mesafeden izlememiz gereken bir gezgen
Peki teleskop kullanan gökbilimcinin yapabileceği şeyler nelerdir?
Şunların kayıtlarını tutabilir: Evreler (ama gözlem ve kuramın her zaman çakışmadığını aklından çıkarmadan)
görülebilen herhangi bir gölge
ara çizgideki herhangi bir aykırılık
Ashen Işığı’nın herhangi bir belirtisi
Filtreler genellikle çok yararlı olur
Ashen Işığı sadece
hilal evresindeki Venüs karanlık zemin üzerindeyken görülebilir
Ama diğer gözlemlerin çoğunda en iyi sonuç günışığnda alınır ki
bu da guruba bakmaya uygun bir kullanmanız gerektiği anlamına gelir
Venüs macerasının beklenmedik şekilde hüsranla sonuçlandığını kabul etmek gerekir
Sözgelimi
Camille Flammarion şu satırları yazalı henüz yüz yıl bile olmamıştır: “ Venüs üzerindeki yerleşik yaşam Dünya’dakinden biraz farklı olmalı
bu dünya bizimkinden hacim
ağırlık
yoğunluk
gün ve gecelerin uzunluğu bakımından çok az farklıdır
Dolayısıyla oradakiler
bitkiler
hayvanlar ve insan ırkları da neredeyse Dünya’dakilerle aynı olacaktır” Ama ne yazık ki Venüs bizi
Güneş sistemindeki diğer gezegenlerden daha fazla hayal kırıklığına uğrattı
Adını Aşk ve Güzellik Tanrıçası’ndan alıyor olabilir
ama yüzeyindeki koşullar geleneksel cehennem görüntüsüne daha fazla benziyor
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul