Yalnız Mesajı Göster

Psikanalizin Bilgi Nesnesi

Eski 07-17-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Psikanalizin Bilgi Nesnesi



Perde anı sahnesi gizlediği olayın öncesindeki, ya da sonrasındaki bir olay olabilir Eğer öncesinde ise, 'retroaktif perde anı', sonrasında ise 'ileriye doğru yer değiştirmiş perde anı' adını alır Literatürde daha sık rastlanan kullanımına bakarsak, perde anının zamansal olarak, gizlediği olayın sonrasındaki bir sahne olarak örneklendiğini görürüz Doğrusu, bu şekilde kullanım, psikanalizin ruhuna daha uygun görünmektedir Psikanalistler daha az hatırlanan ve sonrakiler tarafından gölgelenenin hep daha öncekiler olduğunu düşünmeye eğilimlidirler Oysa Freud'un kavramı ortaya attığı ilk makalede, bir hastasından söz ediyormuş gibi, kendi yaşamından aktardığı örnekte, perde anı olgusu, önceki bir sahnenin sonrakileri gizlemesi olarak belirir (Freud, 1899) Ayrıca Freud gizleyen ve gizlenen sahnelerin birbirlerinden ayrılamayacak kadar aynı dönemlere denk gelmesi durumundan da söz eder

Perde anı sahnelerinin önemli bir kısmı tarihsel olarak doğrulanamayan yapıdadır Ayrıca -diğer tarihse olaylarla birlikte ele alındıklarında- bütünsellik ve derinlik eksiklikleri vardır Bu sahneleri hatırlayan kişinin kendi başına veya anlattığı yakınlarının yardımı ile farkına vardığı tarihsel hatalar ve yer/zaman değişiklikleri bulunmaktadır Ancak tüm bunlar bu sahnenin berraklığını değiştirmez ve kişinin bu sahnelerin gerçekten yaşandığına dair inancını azaltmaz Bu anlamda bu anılar son derece katı ve donmuşlardır (Good, 1997) perde anılar 'tarihsel hakikat' boyutunda değerlendirilince, çarpılma içerirler Önemli olan psikanalitik çalışmayla bu çarpılmayı çözüp, doğru bilgiyi elde etmektir (Freud, 1914)

Klasik psikanalitik düşünceye göre, perde anı, çocukluğun bastırılmış 'ilk sahne'sini gizleyen bir perdedir Bu anlamda, aile-içi romansın ürünüdür Yani, anne-baba-çocuk arasındaki arzu-yasak dinamiğinin tanıklıklarını içerir Bir rakip ve aşık olarak çocuk, anne-babanın cinsel birlikteliğine tanık olur ve şiddetli duygularla bu sahneyi seyreder Bu tanıklığın yarattığı çatışma psikanaliz odasında aktarım nevrozu olarak tekrar üretilip, daha sonra onu çözümleme başarılırsa perde anı inatçılığını yitirir Arkasındakini açığa vurmak için sahneyi terk eder Perde anı, ilk sahne ile aktarım nevrozunun çözümü arasındaki bölgede bir arayüz'dür O tam olarak hatırlanamayan ve tam olarak unutulamayandır (Frank, 1969)

Bu bağlamda perde anının devinimleri ve dönüşümleri psikanalitik çalışmanın gidişatını değerlendirmek açısından önemli araçlardır Perde anı sahnesinin değişimleri (sahnenin yarattığı duyguların şiddetini yitirmesi, sahnenin zihinde eskisi kadar yer işgal etmemesi, vs) psikanalitik çalışmanın bitiriliş kriterleri arasında görülür Değişmemiş ve zihindeki meşguliyet özelliğini kaybetmemiş bir perde anı varsa, psikanalitik çalışma henüz hamlığını yitirmemiştir ( Mahon ve Mahon, 1983)

Model Sahne Tanım ve Özellikler

Model sahne Lichtenberg, Lachmann ve Fosshage (1992) tarafından ortaya atılmış ve psikanalizin post-modernite ile karşılaşmasını dramatik şekilde temsil eden bir kavramdır Bu kavram, önceki sayfalarda tanımlanan psikanaliz ekolleri hatırlanırsa, ilk üç ekol olan Dürtü-savunma, Ego psikolojisi ve Nesne ilişkileri ekolünün kullanım alanında görülmez Model sahne Kendilik psikolojisinin ürünüdür Özellikle Kendilik psikolojisinin doğumunu ve gelişmesini takip eden yıllarda ortaya çıkan ve Çağdaş Psikanaliz adını alan, yoğun derecede post-modern, yapısalcı ve 'yorumsamacı' (hermeneutic) dönemin özelliklerini barındırır Klasik bakışın tersine, 'tarihsel hakikat' perspektifinde izleri sürülecek ve açığa çıkarılacak bir geçmişi aramaktan ziyade, 'söylemsel hakikat' kavramının ışığında (Spence, 1986), şimdi'de yeniden inşa edilecek bir geçmiş versiyonunu araştırır Tüm hatıralar, hatırlandıkları güncel ilişkisel bağlamlarda yeni şekiller alırlar Bu olgu hem hatıraları, hem de bağlamları her an yeniden belirler Bu dinamik hem ilişkiseldir, yani, canlanan anılar ilişkideki tarafların birlikte inşalarıdır; hem de zamansaldır Geçmiş ve güncel (ve hatta gelecek), birbirlerini her an etkiledikleri sürekli bir etkileşim içindedirler

Lichtenberg, Lachmann ve Fosshage'ye (1992) göre, psikanalitik süreçte analist ve hastası, anlama ve açıklamayı kolaylaştıran bazı sahneler inşa ederler Bu sahneler hastanın sorunlarını ve sorunların gelişimsel kaynaklarını birbirine bağlayan simgesel anlatımlara sahiptirler Model sahne bazen yoğunlaşmış bir anı parçası, bazen bir fantezi, bazen bir film veya roman olabilir Model sahne hastanın geçmişi ile bugünü arasında tekrarlarla oluşan bağlantıyı gösterdiği gibi, aktarımdaki duruma da ışık tutar Model sahnenin gerçekten yaşanmış bir olay olup olmaması, ya da, yaşanmışsa, gerçeklik derecesi gibi bir sorgulama gereksizdir çünkü model sahne güncel, geçmiş ve geleceğin bir amalgamıdır Bu amalgam, Kohut'un (1971) 'teleskoplama' kavramı ile daha anlaşılır hale gelir

Kohut'a göre, güncel deneyimler, geçmişin deneyimleri ile benzer özelliklere sahiptir Önceki deneyimler, güncel olayın yarattığı deneyimler tarafından içerilirler Teleskoplama kavramı, eski ve yeni deneyimlerin yarattığı duygulanımların birleşmesini anlatır Zamansal olarak 'yakın' ve 'uzak' bir noktada iç içe geçerler Bu iç içe geçme psikanaliste, üzerinde çalışabileceği, geçmişle bugünü birleştiren yekpare bir doku sunar Psikanalist, geçmişteki deneyimlerin kendilerini öğrenmeden, güncel olanın onu davet ettiği kapıdan yekpare dokuya ulaşır Kohut, klasik psikanalizin vazgeçilmez gördüğü 'geçmişi açığa çıkarma' olmadan, sadece bu yekpare doku üzerine çalışarak ta tedavinin başarılabileceğini iddia eder Belki, onu psikanalizden uzaklaşmış bir psikoterapi kuramcısı olarak görme yönündeki eleştirilerin odaklandığı nokta da budur

Model sahne, sadece teleskoplama kavramının bir versiyonu olarak görülemez Teleskoplama, model sahneyi anlama yolunda önemli bir olgudur ancak tek başına yeterli değildir Teleskoplamadaki 'geçmiş' ve 'güncel'in bir araya gelişinde olduğu gibi, bir diğer birleşme, psikanalist ve hastanın model sahneleri belirginleştirme sürecindeki etkileşimsel ilişkileridir Psikanalist ve hastanın psişik yaşantılarını düzenleyen kendi zihinsel 'örgütlenme ilkeleri', ortak bir çalışma ile bir 'çeviri' sağlarlar Bu çeviri, hastanın dağınık ve anlaşılmaz duran deneyim kümelerinden anlaşılabilir bir öykü yaratır Bu süreç çağın ruhuna uygun bir şekilde, yorumsamacı bir doğadadır Metin ve çevirmen arasındaki ilişki tek yönlü değildir Çalışmanın iki öznesi (analist ve hasta) bir 'özneler-arası hakikat' yaratırlar Seanslarda adım adım yaratılan ve kendi sembolleri, işaretleri, dili olan bu özneler-arası hakikat hastanın öyküsünde ne zaman bir açmazla karşılaşılsa, yardımına başvurulacak bir maymuncuk gibidir Hasta açıklanamayan bir deneyim veya bilgi getirdiği zaman, psikanalist model sahneye geri dönüp bakar, bu yeni deneyim model sahnenin içeriği tarafından açıklanabilmekte midir ? Bazı durumlarda, bu yeni deneyim, model sahnenin ilk haline, fazla bir revizyon gerektirmeden, eklenebilir Bazı durumlarda ise, model sahnenin sofistikeleşmesi, evrimleşmesi, ya da toptan değiştirilmesi gerekebilir Model sahne, perde anının aksine arkasında bir giz barındıran bir paravan değildir Onun eksiklikleri, bir gizleme amacı taşımaktan ziyade, üzerinde yeterince çalışılmamasından, formüle edilememesinden kaynaklanan bağlantı boşluklarıdır

Model sahne 'açıklayıcılık' gücü yüksek olan bir terapötik araçtır Bu açıklayıcılık, hasta ve analist arasında bir 'açıklayıcı bağlam' (explanatory context) kurulmasını sağlar Bu 'açıklayıcı bağlam', metaforlar, simgeler, imgeler, duyumlar, semptomlar içermektedir Tüm bunlar bu bağlamda öykünün bütünlüğüne katkıda bulunur hale gelirler Ortaya çıkan öykü, Kris'in (1956) 'kişisel mit', Arlow (1969) ve Greenacre'in (1971) 'örgütleyici düşlem' diye adlandırdıkları olgulara denk düşer Bu tümevarımcı süreç, tek başına psikanalistin bilgisini kullanarak açıklamalar yapması ile değil, 'bağlam' kelimesinin ifade ettiği gibi, iki tarafın da (analist ve hasta) katılımıyla, etkileşimsel olarak gerçekleşir Analist ve hasta gerektiği zaman maymuncuğu beraberce kullanırlar

Perde Anı ve Model Sahnenin Karşılaştırılması

Perde anı psikanalizin ilk dönemine ait bir kavram olarak, ağırlıklı olarak pozitivist ve modern bir kavramdır Oysa model sahne göreceli ve post-modern bir doğadadır Perde anı için 'tarihsel hakikat', model sahne için ise, 'söylemsel hakikat' geçerlidir Ancak, bu durum, model sahne ile çalışanların, hiçbir tarihsel nedenselliğe inanmadıkları anlamına gelmez Yaşanmış deneyimler, tekrar değerlendirmeye alındıkları ilişkisel bağlamlarda anlam kazanacak ham maddelerdir Perde anının arkasına geçildiği zaman, ulaşılacak olgu inşadır Oysa, model sahne çalışması bir yeniden inşa süreci yaratır

Perde anı kavramı ile çalışanlar, üstü unutma ile örtülmüş bir sırrı açığa çıkarmayı amaçlarlar Terapötik amaç budur Semptomu giderecek olan çare budur model sahne kavramı ile çalışanlar ise, terapötik amaç olarak, adlandırılmamışı adlandırmayı hedeflerler Böylece düzensizlik düzene, belirsizlik belirliliğe kavuşmuş olacaktır İyileşme böyle sağlanır Düzensizliğin düzene, belirsizliğin belirliliğe kavuşma sürecini, Lichtenberg (2001), Pirandello'nun karakterlerinin yazarlarını aramasına (ve bulmasına) benzetir

Perde anı kavramının gerisindeki psikanalist-hasta ilişkisi, klasik psikanalitik hiyerarşiyi yansıtır: Odada 'inceleyen' ve 'incelenen' vardır İlişki kesinlikle asimetriktir Oysa, model sahne kavramının gerisindeki psikanalist-hasta ilişkisi böyle bir güç dengesizliğini yansıtmaz Bu kavramla çalışanlar için, hasta sırrını (çatışmasını) saklayan ve bu yüzden direnç gösteren bir kişi değildir Adlandırılmamış olanı, psikanalistiyle ortak çalışmasında beraberce adlandırmaya çalışandır Bu modelde ilişki tam olarak asimetrik değil, 'neredeyse' simetriktir

Son maddeden hareketle, 'direnç' üzerine düşünürsek, iki kavramın gerisindeki kuramsal farklılık biraz daha öne çıkar Perde anı kavramı, kalın bir bilinç-bilinçdışı ayrımının ürünü olarak ortaya çıkar Bu durum, semptom, rüya, parapraxis ve diğerleri için de böyledir Perde anı ve semptom, rüya, eyleme dökme, vs, kalın hatlı bilinç-bilinçdışı ayrımının yarattığı çatışmanın (ve ironik olarak, çiftleşmenin) çocuklarıdırlar (ve melezdirler) Bu ürünlerin rahatsızlıkları, paradoksal olarak onların varoluşlarını borçlu oldukları çatışmadan kaynaklanır model sahne ise, bir az gelişmişliğin ürünü olan bir durumu yansıtır Doğasında, karşıtlığın yarattığı rahatsızlıktan ziyade, yetersiz bakım vardır Çatışma ve o çatışmanın bilinçdışına itilmesi yerine, yetersiz işlenmeden (üzerine yetersiz çalışılmasından) dolayı, tam anlamıyla bilinçlenilmemiş, hakimiyet kazanılamamış bir deneyim kümesi (sahne) görürüz model sahne ile çalışma, bilinçdışı malzemenin bilinçli hale gelmesinden çok, işlenmemiş olanın bağlantılı, detaylandırılmış, sözelleştirilmiş ve dolayısıyla bilinçli olmasını anlatır Belki klasik jargonla ifade etmek gerekirse, bilinçdışı olanın değil, ön bilinçli olanın bilinçli hale getirilmesinden söz edebiliriz Ve bu sebepten dolayı, model sahne olgusu ile çalışıldığı zaman klasik psikanalizde iddia edildiği kadar analiz-karşıtı bir direnç beklenmez Hasta psikanalistiyle kendi bulmacası üzerine çalışan bir çalışma partneri gibidir

Ertelenmiş Hareket:

İki kavram (perde anı ve model sahne) arasındaki farkın, bugünün psikanalitik düşüncesinin 'eski' ve 'yeni' bölünmesini bir ölçüde yansıttığını düşünmekle birlikte, 'eski'nin ve özellikle Sigmund Freud'un çağdaş psikanaliz tarafından görüldüğü kadar, 'eski' olmadığına inanıyorum 'Yeni'nin kendi varoluşunu yaratırken, 'eski'yi diğer kutba iterek, biraz daha 'öteki'leştirdiğini düşünüyorum Tabi ki, klasik kuramın nesnel, pozitivist, hiyerarşik olarak asimetrik ve abartılı Kartezyen yönleri olduğuna katılıyorum ancak psikanalizin içine doğduğu çağın özellikleri (mantıksal pozitivizm, mekanik bilimin kutsanması, aydınlanmacılık, vs) düşünülürse, Freud'un yarattığı şekli ile, psikanalitik düşüncenin, bu katı yapıyı sarsarak bugünün çağdaş psikanalizinin önerdiğine yakın bir radikallik taşıdığına inanıyorum

Freud'un 'zaman' kavramlaştırmasında bilinçdışının zamansızlığının, ve düşlem (fantezi) olgusunun merkezi bir yeri vardır Freud 'hakikat' kavramına bu iki kavramlaştırmanın perspektifinden bakar Onun için hakikat, psişik gerçeklikte olandır Bu düşlemlerin gerçekliğidir Düşlemler bilinçdışıdırlar ve bu yüzden zamansızdırlar Bilinçdışı düşlemler, güncel olaylarla günün kalıntıları aracılığı ile temaslar yaşayıp yeni versiyonlara uğrarlar Bu versiyonlar, bilinçdışı bir potansiyelin gün ışığında tezahür etmeleridir Yani, psişik gerçeklik yalnızca geçmişe dayalı bir olgu değildir O ne geçmişe, ne güncele dayanır O bilinçdışının zamansızlığından neşet eder Belki bu yüzden, Freud'un metinlerinde 'inşa' ve 'yeniden inşa' kavramları değişimli olarak kullanılırlar (Greenacre, 1975) Bilinçdışı düşlemin zamansızlığı kavramını, onun 'her zamanlılığı' olarak ta anlayabiliriz O güncel (ve zamana bağımlı) deneyimlerle her temasında, bu güncel deneyimleri de kendine katarak (ve melezleşerek), kendi 'zamansızlığı'na (ya da 'her zamanlılığına') geri çekilir ve bir sonraki temas için bir 'olasılık' olarak bekler

Freud'un çağdaş görüşlerdekine yakın bir zaman ve nedensellik bakışına sahip olduğunu gösteren çok özel bir kavramı vardır: 'Ertelenmiş Hareket' (Deferred Action) (Laplanche ve Pontalis, 1988) Freud ilk metinlerinden başlayarak, insanın, gelişimi boyunca geçmişin izlerini her yeni deneyimledikleri ile revizyona uğrattığını belirtmiştir Bu izler, bazen bu yeniden ele alınmalarda, kökendeki hallerine göre, daha fazla öneme, güce, etkileyiciliğe sahip olurlar ve hatta bazen patolojik sonuçlar yaratırlar Özellikle travma olgusu çoğunlukla bir ertelenmiş hareket olarak ortaya çıkar Laplanche ve Pontalis'e göre, ertelenmiş hareketi sadece boşalım geciktirilmesi olarak göremeyiz Ettelenmiş hareket, kompleks bir dizi psikolojik organizasyonu bünyesinde barındıran bir olgunlaşma sürecinin zamansal yayılımını temsil eder Çocuk yaşadığı bazı deneyimleri, deneyimleme anında yeterli derecede işleyemez Özellikle cinselliğin alanı bu zamansal kaymanın etkilerini barındırır Çocuklukta yaşanmış bazı cinsel deneyimler, ileriki yıllardaki cinsel uyarımlarla birlikte travma yaşantılarına dönüşebilirler

Özetle, şunu anlıyoruz Bireyin bilinçdışı fantezilerinin güncel deneyimlerin izlenimleri ile her evlenmesi sonucunda, ortaya yeni bir kompozisyon çıkar Bu kompozisyon bir geçmiş, bir şimdi ve bir gelecek içermektedir Bu zamansal özelliği ile, kendi senaryosunu (trajedisini, akıbetini) da barındırır Her nesne ile karşılaşma nasıl bir yeniden karşılaşma ise, her inşa da, bir yeniden inşadır

Ertelenmiş hareket kavramı Freud'un çağdaş kuramlara ne kadar yakın düşündüğünü göstermesi açısından son derece dikkat çekicidir Freud, güncel uyarılmanın yarattığı etki ile anıların oluşturulması (yeniden oluşturulması) kadar radikal bir görüşe yirminci yüzyılın başı kadar eski bir tarihte sahiptir Peki uyarılmadan (ya da uyandırılmadan) neyi anlayabiliriz ?

Psikanalitik kuramın ve tekniğin özü, güncel uyarılma konusunda bir kavrama yoğunlaşır: Aktarım (veya aktarım nevrozu) Yani, ertelenmiş hareket olgusunun tanımında gerekli olan son damla (bardağı taşıran son damla) aktarımla oluşan uyarılmadır Bilinçdışı düşlem, aktarım aracılığı ile güncel olanla temasa girer Bu durum, psikanalistin, hastasının iç dünyasını araştırırken, kendi yarattığı etkileri de hesaba katmasını kaçınılmaz kılar

Sorulacak Soru:

Freud'un 'ertelenmiş hareket' kavramını, post-modern bir psikanalitik çerçeve olarak yorumladığımız zaman, üzerinde tartıştığımız bağlamda çağdaş psikanaliz ile klasik psikanaliz arasında bir fark kalmamış gibi görünebilir Ertelenmiş hareket zincirinin son halkası hep aktarımsa ise, o zaman çağdaş psikanalizin radikal kolları olan ilişkisel ve özneler-arası psikanalizler ile klasik psikanalizi birbirinden ayıracak ne kalmıştır ?

Şüphesiz fark veya farklar kalmıştır Farkın açıklamasını yapacak anahtar kavram aktarım nevrozudur Klasik kurama göre, aktarım nevrozunun gelişmesi ve tam olarak görünür hale gelmesi regresif bir süreçtir Böyle bir regresyonun oluşması zaman değişkeniyle bağlantılıdır; ayrıca, özel koşulları gerektirir Bir çaydanlık suyun yanan bir ocağın üstünde kaynama noktasına yaklaşmasını bir analoji olarak kullanalım Su dolu tencere ocağa konulduğu anda kaynamayacaktır Belli bir sürenin geçmesi zorunludur Tabi ocağın tanımının ana özelliği de ısıtıcı oluşudur Analitik ortamın ısıtıcısı, analistin analitik konumu sağlayan özellikleridir: passiflik, anonimlik, tarafsızlık, doyurmama, vs Bu özellikler aktarım nevrozunun oluşumuna katkı sağlarlar ve analiz odası yaşantısının tamamını ertelenmiş hareketin son halkası yaparlar Böylece geçmiş ve şimdi'yi birbirine yapıştırıp, Perde anılar galerisinin yüzeysel görüntülerinden daha derine bir yolculuğu olası kılarlar

Burada klasik psikanalizin çağdaş psikanalize getirdiği bir eleştiriyi hatırlamakta fayda vardır Klasik analistlere göre, seans odasında etken ve etkileşimsel davranan analistler, passiflik, anonimlik, tarafsızlık, doyurmama gibi teknik özellikleri yeterince uygulamadıkları için, yukarıda sözü edilen regresyonun oluşumuna zarar verip, aktarım nevrozunun tam olarak oluşumunu engellerler Onlara göre, böyle bir durumda, psikanalitik süreç, yüzeysel bir seviyede takılı kalacaktır Bunun sonucu olarak, hastanın açılımlarındaki duygulanımsal derinleşmeler sınırlı bir şekilde kalacak ve analist bilişsel ağırlıklı aktarım-dışı yorumlar yapmaya mahkum olacaktır

Bu eleştirinin konumuzla (Perde anı ve model sahne kavramlarının karşılaştırılması) ilgili anlamı nedir ? Bu eleştiriye göre, çağdaş psikanalizin etkileşimsel psikanalisti, bazı yeniden inşalara vaktinden önce ve değerinden fazla önem verip, hastasına bu yeniden inşalara odaklanan bütünsel yorumlar sunup, regresif sürecin oluşumunu engellemektedir (Good, 1997) Bir başka deyişle, model sahne çalışması, erken bir açıklama ve yorumlama müdahelesi olup, analitik sürecin derinleşmesini bozmaktadır Bu eleştiriye göre model sahne ulaşılacak hakikate doğrudan giden yol değil, olsa olsa yeni bir perdedir Bu eleştiriye kulak verirsek, model sahneyi, onun doğasındaki eksikliğin bir işlenmemişlik değil, bir çarpıtma olduğunu atlayarak veya görmezden gelerek, olduğu gibi ele almak, direncin tuzağına düşmektir

Bu eleştiriye bir Kendilik psikoloğu olan ve çağdaş psikanaliz hareketinin kurumsal lideri durumunda olan Fosshage (1992) ise "mesaj mesajdır" diyerek yanıt verir Klasik psikanalizin sürekli olarak hastanın söylediklerinin arkasını görmeye çalışarak onun gerçekçi gereksinimlerini ve anlaşılması gereken deneyimlerini görmezden geldiğini düşünür

Psikanaliz: Dünden Bugünlere, Bugünden Yarınlara

Yirminci yüzyıl, getirdiği pek çok yenilikle beraber, ruh sağlığı hizmetinin bu derece kurumsallaşmış bir sektör haline gelişine de damga vurdu Bir yüzü üniversite, diğer yüzü hastane ve muayenehane olan bu sektör, bir taraftan bilim, diğer taraftan meslek (profession) olma çabası gösterdi ve bunda da önemli ölçüde başarılı oldu Psikoterapi (ve içerdiği psikanaliz) bu yüz sene içinde 'uygulamanın' sınavından geçti Bugün ruh sağlığı hizmetlerinde psikofarmakoterapinin gitgide artan güç, etki ve yaygınlığı hesaba katıldığında, psikoterapi uygulamalarının yüzyılın ilk üç çeyreğindeki hızını, süksesini ve popülaritesini yitirdiği söylenebilir Bu durum bir başarısızlık olarak algılanabilir; ancak, bu değişim bana 'gerçekçiliğe ulaşma' anlamında bir 'olgunlaşma' olarak görünmektedir Özellikle, yüzyılın başındaki psikanaliz uygulamalarının 'kolaycı' ve 'hayalci' doğası, insan zihninin doğası hakkında 'pozitivist bir romantizm' yarattı İndirgemeci bir insan anlayışının dar gömleğinin teğelleri, zaman ve kültürel çeşitlilik ile karşılaştığında patladı Freud'un sağlığındaki inanılmaz dinamizm ve kuramsal değişim cesareti nedense, takipçilerinin önemli bir kısmında görülmedi Onlar yenilik ve farklılaşmalardan ürktüler Bir taraftan mazur görünebilecek bir 'geleneği koruma' gayreti gösterdiler

Binlerce yıllık bir halk hekimliği, bilgelik ve mistik / dini rehberlik bileşkesi dışında , ilk defa bir yüzü bilim, diğer yüzü bir meslek olan ruh sağlığı hizmetleri psikanaliz sayesinde varoldu ve gelişti Psikanaliz bir gereksinimi tanımladı ve yeniden şekillendirdi Bunu yaparak bir 'talep' yarattı; ancak 'arz'ı, bu talebi bütünü ile doyuramadı Psikanalizin uyandırdığı ve kışkırttığı talebi bütünü ile karşılayamamasının birden çok sebebi vardı Bu sebeplerin bir kısmı Psikanalizin doğası ile ilgiliydi Psikanaliz hiçbir zaman tüm insan ızdırabına derman olacağı iddiasını taşımadı ancak, disiplinin kendi içindeki bilginin bu gerçeği toplumsal düzlemdeki dinamiğe yansımadı Oralarda bir yerlerde bir adam vardı; adı 'psikanalist'ti, kapısına tüm sorunlara meydan okur gibi cesurane tabelasını asmıştı ve ruhsal sağaltım yapıyordu; bunun karşılığında para alıyordu 'Sokaktaki adam' bu 'meslek adamı'nın 'ben sadece oidipus kökenli rahatsızlıklarla ilgilenirim; uyguladığım tedavi haftada dört veya beş günden beş sene sürer' yanıtından bir şey anlamıyordu; anlamak zorunda da değildi Aynı şekilde hastane yöneticileri, diğer tıp adamları, devletin sağlık politikası bürokratları ve hatta analist olmayan bilim adamları da bu yanıtı derinlemesine dinleme durumunda değildiler

Görünen odur ki, Psikanaliz camiasında azınlık sayılabilecek bir analist kitlesi tüm bu baskılara rağmen sadece 'klasik psikanaliz' uygulamasını sürdürebilmişlerdir Psikanalizin klasik uygulamalarının 'geleceği', özel ofisler ve 'analist adaylarının analizi' ile sınırlı görünmektedir Psikanaliz artık, 'sokaktaki adam'ın ruh sağlığı talebine yönelik bir hizmet olmaktan ziyade, psikanalistlerin eğitim süreçlerinin vazgeçilmez parçası haline gelmiştir

Bugünkü uygulamaların geçmişten önemli bir farklılığı, psikanalitik terapinin, psikanaliz uygulamalarının doğasında varolan 'uzlaşmazlık'tan uzaklaşıp, ruh sağlığı tedavi ekibinde yerini almasıdır Psikanalitik terapistler tedavi planlamasını, ekip çalışmasını farmakoterapistler, rehabilitasyoncular, ölçme ve değerlendirmeciler, sosyal hizmet uzmanları, kişisel gelişim programcıları ile birlikte gerçekleştirirler Psikanalistler hastayı 'psikanalitik okumanın ve formüle etmenin' mecburi bir psikanaliz veya psikanalitik terapi uygulaması anlamına gelmediğini bilirler Psikanalitik formülasyon, tedavi süreçlerinde büyük kolaylıklar sağlayan bir yardımcıdır Psikanalitik formülasyon, hastanın zaafları, kuvvetleri, olası terapi yaklaşımlarının uygunluğu ve olası sonuçları hakkında öngörülerde bulunur

Psikanalizin ilgilendiği psikopatoloji yelpazesi genişlemiştir Bu genişleme, tedavi yaklaşımlarında bir çeşitlenmeyi zorunlu kılmıştır Ancak bu çeşitlenmenin tek nedeni, nevroz dışındaki patolojilerle de ilgilenmek değildir Tedavi tekniklerindeki çeşitlenmenin temelinde birden fazla etken vardır Özellikle yüzyılın ortasından itibaren, psikanalitik tedavi sonuçlarının yarattığı memnuniyetsizlik ve başarısızlıklar, çoğunluğu kökende analist olan pek çok kuramcı ve uygulamacıyı başka yaklaşımlar üretmeye itmiştir Aile terapileri, bilişsel ve davranışçı yaklaşımlar, varoluşçu terapiler, geştalt yaklaşımı, grup terapileri, psikodrama, transaksiyonel analiz gibi sayısı yüzlerle ifade edilen yeni yaklaşım psikoterapi odalarında boy göstermeye başlamıştır

Psikanaliz bu yeni yaklaşımlar ile rekabet etmek durumunda kalmıştır Yıllar içinde yapılan çok sayıdaki araştırmanın sonucunda, psikanaliz ve diğer terapi yaklaşımları arasında, tedavi sonuçlarının başarısı açısından önemli farklar bulunamamıştır (Dahl, Kachele & Thoma, 1988; Cramer, 1990) Psikiyatri uzmanlık öğrencileri, klinik psikoloji ve diğer ruh sağlığı meslekleri adayları diğer yaklaşımlara da ilgi göstermeye, onların eğitimlerine katılmaya; onların enstitülerine aday olmaya başlamışlardır Psikanaliz artık sadece 'onlardan biri' haline gelmişti

Bu durum ister istemez psikanalizin diğer yaklaşımlar ile bir etkileşime girmesine yol açmıştır Psikanaliz diğer yaklaşımların bazı teknik ve kuramsal yönleri ile entegratif oluşumlara gitti Anne-bebek psikoterapisi, Nesne ilişkileri çift terapisi, analitik aile terapisi, analitik etkileşimsel grup terapisi, kısa dönem dinamik terapiler, kriz-yönelimli dinamik müdahaleler, bilişsel-analitik terapi gibi değişik oluşumlar ortaya çıktı Bu yeni yaklaşımların önemli bir kısmının belli bazı ortak özelliklerde birleştiği görülmektedir Bunlar tedavi sürelerinde kısalma, regresyonun cesaretlendirilmemesi, kişinin başa çıkma kabiliyetleri ve yeteneklerinde artış sağlama amaçlarıdır Bu yeni yaklaşımların ortaya çıkışlarındaki başlıca sebepler şöyle sıralanabilir (Wolberg, 1980): a) Toplumun her kademesine ruh sağlığı hizmetlerini derhal, gerektiği biçimde ve pratik bir şekilde götürme gereksinimi; b) Tedavi tekniklerinin ego yönelimli müdahalelere kayması; c) 'Düzeltici' (corrective) tedavi tekniklerine ek olarak önleyici ve ivedi yöntemlerdeki gelişmeler; d) Hastaların gereksinimlerini karşılamak için sınırlı tedavi amaçlarının çok defa yeterli olduğu gerçeğinin anlaşılması ; e) Sınırlı pratik amaçlara ulaşmakta az eğitim görmüş profesyoneller ile süpervizyon altında çalışan paraprofesyonellerin katılımı ile birçok durumda başarıya ulaşılabileceğinin anlaşılması; f) Ruh sağlığı hizmetlerinde harcamaların azaltılması gerektiği ve böylece hizmetlerin az masrafla çok daha fazla kimseye ulaştırılması olanaklarının yaratılması kararı

Bugün dünyada, eğitim, örgütlenme, üniversitelerin nitelik ve niceliksel özellikleri, araştırma, harcamalar, yayın yapma gibi kriterler üzerinden bir değerlendirme yapmamız gerekirse, ruh sağlığı disiplinlerinin lokomotifi Amerika Birleşik Devletleri'dir Bu durum, benzer kriterler ve kurumların içindeki üyelerin sayısal ve politik gücü de hesaba katıldığında, psikanaliz için de böyledir Bugün, IPA'nın (International Psychoanalytical Association) üyelerinin çoğunluğu Amerikalıdır

21 Yüzyıla girdiğimiz bugünlerde değişen ekonomik ve sosyal etkenlerin güdümünde, psikanaliz ve psikanalitik terapilerin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki durumu büyük bir değişime doğru gitmektedir Bu değişimin en önemli sebebi ABD'de ruh sağlığı hizmetlerindeki tasarruf uygulamaları ve sigorta şirketlerinin uzun süreli terapilere karşı olumsuz yaklaşımıdır Psikanaliz veya uzun süreli psikanalitik psikoterapi hastaları 15-20 seanstan sonraki tedavi giderlerini kendi ceplerinden karşılamak zorunda kalmaktadırlar Hastanelerde uzun süreli terapi uygulamaları yer ve zaman israfı olarak görülmekte ve beklemek zorunda kalan sıradaki hastaların 'eşit ilgi' haklarına tecavüz edildiği düşünülmektedir Bu yüzden hastaneler en kısa sürede taburcu etmeye yönelik tedavi uygulamalarını tercih etmeye başlamışlardır

Tüm bu gelişmeler, bir 'karanlık gelecek tablosu' gibi yorumlanabilir Ancak, 'gerçekliğin bu vahşi zorlaması'nın psikanalizin kendi içinde sorgusuz ve denetsiz bir okültleşme ve ezoterikleşme çürümesine maruz kalmasından daha tercih edilir bir şey olduğuna inanıyorum Her ne kadar şartlar çok insafsız hale gelmişse de, bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde, Fransa'da, Güney Amerika'da profesyonellerin hala yoğun uygulama, yayın ve araştırma yapıyor olmaları, psikanalizin zor şartlar altında hızlı bir evrimleşme gösterdiğini ispatlamaktadır Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, uzun yıllar araştırmasız terapi tekniği olarak anılan psikanaliz üzerine son yıllarda araştırma yapanların tüm dünyadaki sayısında bir artış olduğu dikkat çekmektedir Bu araştırmalardaki metodolojiler, psikanalistlerin her zaman alerjik oldukları en basit ampirik dizaynlardan, gitgide komplikeleşen ve terapi sürecinin karmaşık doğasının hakkını veren girift düzeneklere kadar uzanmaktadır Bu bağlamda pek çok araştırmacı için, 'analizin araştırması olmaz' diye kestirip atmak yerine, 'meydan okuyucu' bir sorunun peşinden gitmek çekici hale gelmiştir: 'Psikanaliz nasıl araştırılabilir ?'

Özellikle son yıllarda başta Fransa (Fransa'da psikanalitik patlama atmışlı yıllarda başlamıştır) olmak üzere Avrupa'da ve Güney Amerika'nın Brezilya ve Arjantin gibi ülkelerinde dikkat çekici bir psikanalitik canlanma doğmuştur Bu toplumların kültürel, ekonomik ve sosyal değişkenlerinin Amerikan toplumundan farklılıkları 21 Yüzyılda psikanalizin ana ikametgahını değiştirecek midir ? Özellikle Güney Amerika'nın yoğun psişik, sosyal ve ekonomik dinamikleri pek çok gelişime gebe gibi durmaktadır

Yavuz Erten

Kaynaklar:

Ardalı, C, Erten, Y (1996) Saldırganlık, Şiddet ve Terörün Psikososyal

Yapıları Cogito , (Kış-Bahar), s143-163

Arlow, J (1969) Fantasy, Memory and Reality Testing Psychoanalytic Quarterly, 35: s28-51

Basch, M F (1980) Doing Psychotherapy New York: Basic Books

Bollas,

Cramer, B (1990) Outcome Evaluation in Brief Mother-Infant

Psychotherapy: A Preliminary report Infant Mental Health Journal, 11(39),

s278-300

Dahl, H, Kachele, H, Thoma, H (1988) Psychoanalytic Process Research

Strategies Frankfurt: Springer Verlag

Fosshage, J (1992) Self Psychology: The Self and its Vicissitudes within a Relational Matrix Relational Perspectives in Psychoanalysis içinde, Skolnick, N ve Warshaw, S (Ed) Hillsdale, NJ: The Analytic Pres, s21-42

Frank, A (1969) The Unrememberable and the Unforgettable Psychoanalytic Study of Child, 24: s48-77

Freud, S (1899) Screen Memories Standard Edition, (3), s 301-322

Freud, S (1914) Remembering, repeating and working-through Standard Edition, (12), s145-156

Freud, S (1917) Mourning and Melancholia Standard Edition, (14), s243- 258

Freud, S (1917) Difficulty in the Path of Psychoanalysis Standard Edition (17), s137-144

Freud, S (1937) Constructions in Analysis Standard Edition: (23), s 255-269

Gabbard, G O (1994) Psychodynamic Psychiatry in Clinical Practice The DSM-IV Edition Washington: American Psychiatric Press

Good, M I (1997) Screen Reconstructions: Traumatic Memory, Conviction, and the Problem of Verification Journal of American Psychoanalytic Association, 46/1, s149-183

Greenacre, P (1949) A Contribution to the Study of Screen Memories Trauma, Growth and Personality içinde New York: International Universities Pres, 1952, s188-203

Greenacre, P (1971) Emotional Growth, Vol 2 New York: IUP

Greenacre, P (1975) On Reconstruction Journal of American Psychoanalytical Association, 23: s693-712

Greenberg, J R, Mitchell, S A (1983) Object Relations in Psychoanalytic Theory Cambridge: Harvard University Press

Grotstein, JS (1985) Splitting and Projective Identification Northvale: Aronson

Gunderson, J G (1984) Borderline Personality Disorder Washington DC: American Psychiatric Press

Hanly, C (1994) Clinical Advantages and Disadvantages of Multiple Models Psychoanalytical Inquiry, 14(2): s164-184

Kernberg, O (1976) Object Relations Theory and Clinical Psychoanalysis London: Aronson

Kernberg, O (1980) Internal World and External reality London: Aronson

Kernberg, O (1984) Severe Personality Disorders: Psychotherapeutic Strategies New Haven: Yale University Press

Kernberg, O (1992) Aggression in Personality Disorders and Perversions New Haven and London: Yale University Press

Kernberg, O (1997) The Nature of Interpretation: Intersubjectivity and the Third Position" The Annual of Psychoanalysis, 25: s97-110

Kohut, H (1971) The Analysis of the Self New York: International Universities Press

Kohut, H (1977) The restoration of The Self New York: International Universities Press

Kris, E (1956) The Recovery of Childhood Memories in Psychoanalysis Selected Papers of Ernst Chris içinde New Haven: Yale University Press, 1975, s301-340

Laing, R D (1965) The Divided Self An Existential Study in Sanity and Madness New York: Penguin

Laplanche, J ; Pontalis, J B (1988) The Language of Psychoanalysis London: Karnac

Lichtenberg, J (2001) Güdülenme Sistemleri ve Kendilik Psikolojisi Anadolu Psikanalitik Psikoterapiler Grubu Etkinliği-Seminer Notları

Lichtenberg, J D, Lachmann, F M & Fosshage, J L (1992) Self and Motivational Systems Toward a Theory of Psychoanalytic Technique London: The Analytic Pres

Mahon, E ; Mahon, D B (1983) The Fate of Screen Memories in Psychoanalysis The Psychoanalytic Study of Child, 38: s459-479

Masterson, J F (1988) The Search for the Real Self New York: Free Press

Modell, A (1980) The Narsissistic Character and Disturbances in the 'holding Environment' The Course of Life-National Institute Of Mental Health, (2), s367-379

Money-Kyrle, R (1971) The Aim of Psychoanalysis International Journal of Psychoanalysis, 52: s103-106

Nathanson, DL (1992) Shame and Pride Affect, sex, and The Birth of the Self New York & London: W W Norton Company

Noy, P (1977) Metapsychology as a Multimodel System International Review of Psychoanalysis, (4), s1-12

Pine, F (1990) Drive, Ego, Object and Self New York: Basic Books

Siegel, A M (1996) Heinz Kohut and the Psychology of the Self London & New York: Routledge

Spence, D P (1986) When Interpretation Masquerades as Explanation Journal of American Psychoanalytic Association, 34: s3-22

Stern, D N (1985) The Interpersonal World of the Infant: A View From Psychoanalysis and Developmental Psychology New York: Basic Books

Stern, D N (1995) The Motherhood Constellation A Unified View of Parent-Infant Psychotherapy New York: Basic Books

Stolorow, R D, Lachman, F M (1980) Psychoanalysis of Developmental

Arrests New York: International Universities Press

Stolorow, R D , Brandchaft, B, Atwood, G E (eds) (1994) The Intersubjective Perspective Northvale &, New Jersey: Jason Aronson

Wolberg, L R (1980) Handbook of Short-Term Psychotherapy New York: Thieme-Stratton

Alıntı Yaparak Cevapla