Prof. Dr. Sinsi
|
Yöresel Efsaneler...
Bereketli Efsanesi
Yıl 1461 günlerden Cuma akşamdan yağan sağnak yağmur yerini martıların çığlıklarına bırakmıştı ,tanyeri ağarmış, vakit epeyce ilerlemiş ,güneş yedi tepeli şehrin üstünde ışıklar şaçarak yükselmişti fatih sarayın denize bakan penceresinde yüzünü cama dayamış ,derin düşüncelere dalmıştı balkanlarda eflak boğdan fethedilmiş, mora yarımadası ele geçirilmişti sıra anadoludaydı ;karışıklığa bir son vermeli, anadolu beyliklerini bir çatı altında toplayıp, trabzonun fethi tamamlanmalıydı
Babası ikinci murat, denizden sefer eyleyip ,kuşattığı, trabzondan fırtına sonucu bir netice alamamış, kuşatmayı kaldırıp geriye dönmüştü İkinci muratın ölümü, istanbul ve balkan seferleri sebebiyle bir daha anadoluya akınlar düzenlenememiş ,anadoluda özlenen istenen bir birliktelik sağlanamamıştı
Safevi hükümdarı cüneyt bey ,kelkit vadisindeki türkmenleri ayaklandırmış, tokat canik niksar yöresinde yağma ve talan başlamıştı o yıllarda iskesur yöresini elinde tutan tacettinoğulları beyliği zayıflamış yörede siyasi otaritesini kaybetmişti bunu fırsat bilen ermeni eşkiyaları ayaklanmış yöre halkına baskı ve zulüm artmıştı halktan zorla vergi alınıyor halk çaresiz canından bezgin bir vaziyette anadolunun iç kısımlarına doğru göç ediyordu 
Bütün bu olumsuz gelişmeler istanbul fatihini hem üzmekte hemde bu sorunu kökünden kazımanın çarelerini düşünmekteydi bu düşünceler girdabında fatih gözlerini marmaranın masmavi durgun akan sularına bıraktı safevi, komeneos trabzon,gibi kelimeler dişlerinin arasından yol bulup istanbulun nemli havasına karışıp kayboldu
Saray odasının içinde, hızlı adımlarla ,birkaç kez ileri geri turladıktan sonra ,yanında bulunan kapı ağasına ,tiz bana veziri azam mahmut paşayı getürün buyurdu ulaklar bu emirden sonra kuş olup kanatlandılar
Medresede ders vermekte olan veziriazam mahmut paşayı bulup fermanı uzattılar veziri azam mahmut paşa enderunda yetişmiş bir alim olmasına rağmen, iri yarı gövdesi, geniş omuzları kaslı kollarıyla bir pehlivanı aratmayacak özellikte birisiydi padişahla birlikte sayısız seferlere katılmış, eflak ve boğdan seferlerinde ,orduyu yönetmiş, sayısız kahramanlık ve başarılar sergileyerek fatihin gözünde üstün bir mertebeye ulaşmış bir cengaver, yiğit bir komutan ve devlet adamıydı
Saraydan içeri agır yavaş adımlarla süzülüp padişahın huzuruna çıktı buyrun hünkarım beni emretmişsiniz, dedi fatih içerde bulunan herkese, dışarı çıkmalarını belirten bir göz işareti yaptıktan sonra ;paşaya dönüp yaklaş hele paşam size danışacaklarım vardır ben isterimki anadoluya trabzona kadar uzanan bir sefer düzenlene bu öyle bir sefer olaki kimse bizim trabzonu fethedeceğimizi düşünmeye sinopu alıp sonrasında canik koyulhisar üzerinden trabzona gitmeyi düşünürüm siz nedersünüz
-İsabet olur hünkarım lakin gideceğimiz yol üzerinde bulunan canik giresun dağları geçit vermez ağaçlık sarp bir bölgedür bu yol güzargahından büyük topları götürmemiz bir hayli zorolacaktır bu sebeble orduyu kazma ve baltacılardan oluşan 150-200 kişilik bir yol ekibiyle takviye edelüm
-doğru söylersiniz paşam derhal hazırlıklara başlana ,orduya ve halka sinopu fethedeceğimiz söylene, daha fazlasını kimseler şimdilik duymaya bilmeye
-Ferman padişahımızındır…
Veziri azam mahmut paşa orduyu konuşulanlar gibi takviye birliklerle donattı yeniçeriler bu kazma ve balta hikayesine bir anlamverememenin hayreti içersinde, sefer hazırlıklarını tamamladılar ordu istanbuldan harekata başladığında, çıkarılan tellallar ordunun sinopu fethedeceğini, ardındanda ,avrupa üzerine yürüneceğini bağırmaktaydı
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, bolu dağlarını aşıp ,sinop surlarına dayandılar sinop kalesi ,oldukça sağlam surlarla çevrilmiş, muazzam korunan bir kaleydi önce top atışlarıyla kalenin surları zayıflatıldı üçgün süren aralıksız top atışları netice vermiş surlarda tamiri imkansız gedikler açılmıştı fatih ordusuna hucum emrini verdi, sipahiler kartal kanatlı atlarıyla, surlardan içeri süzülüp, akşam ezanı okunmaya yakın bir vakitte ,üç hilalli sancağı kalenin burçlarında dalgalandırdılar
Sabah güneşi sinop surlarını ışıtırken ,fatih ve muzaffer ordusu sabah namazına kalkmıştılar fatih ordusun önünde, askerler arkasında sabah namazını eda ettiler namazdan sonra mahmut paşayla planlarını tekrar gözden geçirip teyid ettiler
Ordu ikigün süren dinlenme ve hazırlık aşamasından sonra, kastomonu amasya üzerinden canik dağlarına, ordanda şimdiki adıyla iskesurun bereketli yaylasına, ulaşıp burda çadır kurdular ozamanlar bereketli olarak anılmayan bu yörede, hayvancılıkla uğraşan konar göçer türkmenler yaşamaktaydı türkmen beyleri büyük bir özlem, hasretve ümitle bekledikleri fatihin geldiğini haber almış, büyük kafileler halinde yaylaya doğru hareket etmişlerdi
Türkmen atlıları yayla dağını aşıp ,avşara ulaştıklarında, ordunun gitme hazırlıklarına giriştiklerini gördüler sipahiler türkmen atlılarını ,otağın 150-200mt yakınında durdurdular türkmen beyleri bunun üzerine, padişahı görüp , konuşmak istediklerini bildirdiler bunun üzerine sipahilerden çarığ hasan, türkmen beylerinden; sancar, şahin ve demirhanoğlu bozkurt bey ,otağa girip sultanı selamladılar
Fatih türkmen beylerini,büyük bir sevgive muhabbetle karşıladı buyrun beylerim, neistersiniz ahvalınız nedir, diye sorup sual eyledi türkmen beyleri ermenilerin1500-2000 ne varan atlı bir birlik kurduklarını halka saldırıp zorlavergi aldıklarını can ve mal güvenliklerinin kalmadığından şikayet ettiler fatih mahmut paşaya dönerek ordudan 1000 cengaver şeçip düşman üzerine yürümesini halkı huzura ve emniyete alıp tekrar geri dönmesini ferman buyurdu
Bunun üzerine mahmut paşa türkmen beylerinide yanına alarak avşardan aşağı köyyüze indi ermeni çapulcuları dilkinardı merabaşı dolaylarında çadır kurmuşlardı ikindi namazını mütakip bir vakitte ikiordu karşı karşıya geldi iki ordu birbirlerine kılıç mızrak şakırdılarıyla beraber ölüm yağdırmaya başladılar hava toprakve demir tozundan simsiyah kesilmişti keskin kılıçlar boğazları koparıyor gürz başlarıyla kafalar eziliyordu dumanlar çekilip meydanı yaralı insanların sesleri doldurmaya başlamıştı ordumuz muzaffer olmuş ermeniler çok sayıda ölü ve yaralı vererek kaçıp gitmişlerdi sipahiler yaralı cengaverleri taşırken gökten inen safsaf melekler şehitlerin ruhunu alıp cennete ulaştırdılar
Cengeverleri avşarda mehteran takımı en coskulu marşlarla karşıladı fatih gazanız mübarek olsun zaferlerimiz daim olsun dedi türkmen beylerine dönüp buranın mulki idaresini sizlere verdim burada oturup burada yaşayınız buyurdu bu sözden sonra avşarın kırk yerinde kırk ateş yakıldı yahniler kaynatılıp keşkekler pişirildi yörede yetişen envayi çeşit meyvalardan toplanıp büyük bir şölen tertip edildi yemekler yendi şerbetler içildi herkez köşesine çekileceği bir anda türkmen beyleri padişahım bu toprakları tımar edip hizmetimize sundunuz lakin bu yörenin henüz bir ismi konulmamıştır deyince fatih ayağa kalkıp elerini semaya açıp dua buyurduktan sonra burası bollukve bereket diyarı ekmeği suyu otu yemişi bol ve bereketli bundan böyle burası bereketli olarak anılsın bu sözün devamında sipahilerve türkmenler ayağa kalkıp bereketli olsun diye haykırdı bu ses sağır kayadan gülbekten dolaşıp büyün iskesur diyarını çınlattı
İşte ogünden bugüne köyümüzün adı bereketli olarak anılmaya başlandı köylülerimiz gerek göçebe bir hayat sürmeleri, şavaşlar depremler nedeniyle kalıcı bir eser bırakamamışlardır fakat köyümüzün adı nesiller boyu devam etmiş unutulmamıştır
ALİ ŞAHİN(mülteci)
Danişmend Gazi Destanı-Niksar
Anadolu Türk destanlarının ikinci halkası olan Danişmend Gazi Destanı’nda ise Trabzon önemli bir mekandır
Dânişmendli Beyliği'nin kurucusu Dânişmend Gazi, 1085 yılında bütün Kapadokya'ya hâkim olur Orta Anadolu'ya hâkim olduktan
sonra kuzeydeki sınırları Trabzon'a dayanır Trabzonlularla daha yakından mücadele edebilmek için devletin merkezini Sivas'tan Niksar'a
taşır Dânişmendlilerin Karadeniz sahillerine inme mücadeleleri ve Karadeniz Bölgesi'ndeki faaliyetleri, Dânişmend Gazi zamanında
başlamış ve Niksar'dan yönetilmiştir
Danişmend Gazi Destanı’nda geçen yer isimlerinin doğu sınırı, Dede Korkut coğrafyasının hemen hemen batı sınırıdır Dede Korkut
Hikâyeleri'nin batı sınırı kesin olarak çizilememekle beraber, Anadolu içerisinde Trabzon ve Bayburt'a kadar geldiği bilinmektedir Güneyde
ise Mardin yakınlarına uzanmaktadır39 Danişmend Gazi Destanı’nda geçen yer isimlerinin buralardan başlaması güzel bir tesadüftür
Destanda, doğuda geçen yer isimleri Malatya, Sivas ve Karahisar (Şebinkarahisar)'dır
Dânişmend Gazi, Niksar'ı fethettikten sonra orduyu üçe böler
Abdurrahman-ı Dükiyye ile Süleyman oğlu Numan'ı on bin askerle Ermenistan tarafına gönderir Bu ordunun görevi Trabzon'un arkasındaki
Bulgar Dağları'na kadar olan bölgeyi fethetmektir40 Bu tarafa giden ordu zafer ve ganimetlerle döner Ancak bu bölge ile ilgili herhangi
bir yer ismi geçmez Saltuk-nâme'nin giriş kısmında ise Dânişmend Gazi'nin fethettiği yerler arasında Gümüşhane de zikredilir41
Dânişmendli Devleti'nin sınırı Trabzon'a dayandıktan sonra, hem Karadeniz sahillerine inmek hem de Trabzon'u almak için Dânişmend Gazi 1104 yılında Canik seferine çıkar İlk olarak Canik yolunda bulunan Halkümbed/Harkümbed Kalesi (muhtemelen Erbaa- Akuş sınırında bulunan ve bugün Kevgir Kalesi)'ne ulaşır Kaleyi kuşatır Kuşatma birkaç ay devam eder Dânişmendli ordusu kaleyi ele geçiremez Ağır bir yenilgiden sonra Niksar'a geri döner Bu kuşatma sırasında Dânişmend Gazi de yaralanır
Dânişmend Gazi, 1105 yılında ikinci Canik Seferi'ne çıkar Amaç yine Trabzon'u almaktır Bu defaki yolu Niksar'dan bugünkü Aybastı
istikametinedir Peçenek ve Kumun/Kıpçakardan oluşan Canik ordusu bu seferi önceden haber alırlar ve günümüzde Perşembe Yaylası
ismiyle bilinen bölgede pusu kurarlar Dânişmend Gazi, ordusuyla beraber burada pusuya düşer Dânişmendli ordusunun tamamına
yakını burada şehit olur Dânişmend Gazi, çok ağır bir şekilde yaralanır ve az sayıdaki arkadaşıyla Niksar'a döner Burada şehit olur42
Arkadaşları onu buraya defnedip Tokat'a dönerler43
Böylece Karadeniz sahillerine inme ve Trabzon'u alma düşüncesi Dânişmend Gazi döneminde gerçekleşemez
Dânişmendli ordusunun pusuya düştüğü Perşembe Yaylası'ndaki şehitlik hâlâ durmaktadır Bölge insanı bu mezarlığı çevirmiş ve
buraya bir mescit inşa etmiştir Mescidin hemen yanında bir anıt bulunmaktadır
Rivayetlere göre bu anıt, Dânişmend Gazi'nin yaralandığı ve kanının döküldüğü yere dikilmiştir44
Mezarlığın çevresinde her yıl temmuz ayının ilk haftasında çok sayıda insanın katıldığı sahra toplantıları yapılmaktadır Kurbanlar
kesilmekte, namazlar kılınmakta, saatlerce dualar edilmektedir Sahra toplantılarının her yıl temmuz ayının ilk haftasında yapılması, savaşın
bu günlerde yapıldığı intibaını uyandırmaktadır Yaklaşık dokuz yüzyıl sonra bu olayın anılması ve hatıraların tazeliğini koruması
dikkat çekicidir45
39 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, Ankara 1989, s 52
40 Bulgar Dağı'nın ismi Türkiye'de Dânişmend-nâme'de üç kez geçmektedir (Demir, Dânişmend-nâme, s 59, 139, 193) Fatih Sultan Mehmed, Trabzon'u fethe giderken Uzun Hasan'ın annesi Sârâ/Sâru Hatun'la Bulgar Dağı'nın yanında karşılaşmıştır
(Fahrettin Kırzıoğlu, "Trabzon'un Fethi Sırasında Fâtih Sultan Mehmed'in Yaya Aştığı 'Bulgar Dağı' Neresidir", Öncesi ve Sonrasıyla Trabzon'un Fethi, Trabzon Tarihi, Trabzon Belediyesi yay , Ankara 2001, s 128-133) Daha sonra Bulgar Dağı'na
çıkmış, bu dağın bir bölümünü yürüyerek geçmiştir (Atsız, Aşıkpaşa Tarihi, MEB yay , İstanbul 1992, s 135-138) Adı geçen Bulgar Dağı, tarihî kayıtlardaki bilgilerden hareketle büyük bir ihtimalle günümüzde Kemer Dağı ismiyle bilinen bölge olmalıdır
Hemen doğusunda Artvin'in Yusufeli ilçesine bağlı Barkhal Beldesi ve bu beldenin içerisinden geçen Barkhal Suyu; güneyinde ise Erzincan'ın Refahiye ilçesini Erzurum'a bağlayan karayolunun 2 km'sinde, sağ tarafta Bulgar Çayı ve Bulgar Çayırı bulunmaktadır 1554'te kaleme alınan Trabzon tahrir defterlerinde Torul'da gayrimüslim Bulgar ailelerin yaşadığı açıkça kaydedilmiştir (M Hanefi Bostan, XVXVI
Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadî Hayat, TTK yay , Ankara 2002, s 340)
41 Şahsî kitaplığımızdaki Saltuk-nâme nüshası, vr 3a/19
42 Geniş bilgi için bk Necati DEMİR, Dânişmend-nâme, Part Two, (Turkish Translation), Published at The Department of Near Eastern Languages and Civilizations Harvard University, Harvard 2002 43 Dânişmend Gazi ile ilgili 1105 yılına kadar olan bilgiler eksik de olsa çeşitli tarihî kaynaklarda mevcuttur Ancak şehit olmasına sebep olan Canik Seferleri konusunda inceleyebildiğimiz kadarıyla Dânişmend-nâme dışında herhangi bir kaynakta bilgi yoktur Yalnızca Osman Turan, Dânişmend-nâme'deki rivayetler ile Trabzon Rum devletinden söz eden kaynaklardaki ipuçlarını mukayese ederek meselenin üzerinde kısaca durmuştur (Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s 131-136)
Dânişmend-nâme'deki rivayetlerin doğruluğu öteden beri tarih araştırmacıları tarafından hep tartışılmıştır Fakat Ordu ve yöresinde saha araştırmaları sırasında tespit ettiğimiz Dânişmend Gazi zamanından kalmış mezarlıklar ve bu mezarlıklarla ilgili rivayetler Dânişmend-nâme'deki bilgileri doğrulamaktadır
44 Anıt ve mezarlıklar çok eskiden beri ziyaret yeriymiş İnsanlar her türlü dertlerine çare bulabilmek için buraya gelirler, dualarda bulunup kurbanlar keserlermiş
45 Geniş bilgi için bk Necati Demir, "Dânişmend Gazi ve Şehadeti", Tarih ve Medeniyet, S 34, Ocak 1997, s 24-27
Elik Keçi Efsanesi
Bu makalede, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesinde bulunan Bayraktar, Sancaktar ve Alemdar aileleri ile ilgili bilgi verilmektedir Belirtilen üç aile ilgili bilgi verilerken bölgenin tarihî ve sosyal gelişimine de yer verilmiştir Ayrıca konuyla ilgili olarak Elik Keçisi Efsanesi de anlatılmıştır Bu bilgiler verilirken Karadeniz Bölgesi’nde yapılan dil, tarih ve kültür araştırmalarından yararlanılmıştır
Saha araştırmalarımız sırasında önemle üzerinde durduğumuz konulardan biri de ailelerdir Ailelere yönelik olarak, “Köyünüzde hangi aileler var, bunlar bu yöreye nereden gelmişler?” sorusuna aldığımız cevaplar, çok büyük bir bilgi birikimi durumuna gelmiştir Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin nüfus örgüsü, hayâl bile edilemeyecek bir biçimde ortaya çıkmıştır
Karadeniz Bölgesi Dil, Tarih ve Kültür Araştırmaları çalışmalarımıza Orta ve Doğu Karadeniz Bölümünde devam ederken karşımıza dikkat çekici bir konu çıkmıştır: Bayraktar, Sancaktar ve Alemdar aileleri
Bayraktar, Sancaktar, Alemdar ailelerinin isimlerinin Osmanlı Devleti’nin ordu yapılanması ile ilgili olduğu hemen hemen açıktır Ancak biz bu ailelerin iki farklı yönü, Uluğ Türkistan bağlantısı ve Türkiye’de iskân etmeleri üzerinde duracağız
23 07 2002’de Şalpazarı ilçesi Gökçeköy’de alan araştırması yaparken kaynak şahsımız 59 yaşındaki Naci Bayraktar’a, tarafımızdan: “Aileniz bu köye nereden gelmiş?” sorusu yöneltilmiştir Naci Bayraktar, ailesinin Çepni Türklerine mensup olduğunu, köklerinin Niksar’da bulunduğunu söylemiştir Ayrıca ailelerinin hayatını devam ettirmesi ile ilgili Elik Keçisi Efsanesini anlatmıştır
Şimdi sıra ile Bayraktar, Sancaktar, Alemdar aileleri ile Çepni-Niksar ve Elik Keçisi Efsanesi bağlantıları üzerinde duralım:
Malazgirt Savaşı’ndan sonra Dânişmendliler Niksar’ı başkent yapmışlar, Karadeniz Bölgesi’ndeki faaliyetleri buradan yönetmişlerdir 1 Naci Bayraktar’ın yaşadığı yöre, yani Şalpazarı ve Beşikdüzü çevresi Dânişmendlilerin (Çepni Türkmenlerinin) devamı olan Hacıemiroğulları topraklarının uç sınırıdır
Çepnilerin/Hacıemiroğulları’nın bu yörede kurduğu birliğin adı tarihî kaynaklarda Bayramoğulları Beyliği ya da Hacıemiroğulları Beyliği olarak geçmektedir 2 Hacıemiroğulları, köken bakımından Danişmendliler’e dayanmaktadır 3
Danişmendliler’in Orta Karadeniz Bölgisi’ndeki mirasçıları olan Çepni Türkmenleri, bu yörede iki beylik ile yer almışlardır Bunların biri Danişmenliler’in de merkezi olan Niksar’da kurulan Taceddinoğulları Beyliği,4 diğeri ise merkezi Danişmendliler’in sınır kalesinin bulunduğu Mesudiye Kaleköy’de teşkilâtlanan Hacıemiroğulları Beyliği’dir 5
Hacıemiroğulları, kendilerinden önce Türk toprakları olan Tokat’ın kuzeyi ve Mesudiye ile, kendilerinin Türk topraklarına kattığı Ordu, Giresun, Samsun’un doğusu ve Trabzon’un batısında hüküm sürmüş, Orta Karadeniz Bölgesi’nin büyük bir bölümünü Türk vatanı yapmış Türk beyliğidir Bu beylik Türkmenleri, ağırlıklı olarak Selçukluların bölgeyi fetih için sınır boyuna yerleştirdiği Oğuzların Çepni boyuna mensuptur
Bölgedeki Türkmenler, müstakil beylik hâline geldikten sonra çevrelerindeki beyliklerle mücadele içerisinde olmuşlardır Mesudiye’den sık sık hareket ederek Doğu Karadeniz Dağları’nın zirvesinden doğuya doğru akınlar düzenlemişlerdir Bu dağlar üzerinde bulunan, ne zamandan ve kimlerden kaldığı belli olmayan çok sayıdaki toplu mezar muhtemelen yörede yüzyıllar boyunca süren mücadelelerin ürünüdür 6
Bir yandan akınlar devam ederken bir yandan da Türkler uygun yerlerde iskân edilmiştir Fırsat buldukça Harşit Irmağı, Aksu Irmağı, Melet Irmağı, Bolaman Irmağı vadilerinden sahile doğru yerleşerek ilerlemişler ve yurt tutmuşlardır Dolayısıyla Orta Doğu Karadeniz Bölgesi’nin fethi sırasında, büyük mücadeleler Canik Dağları’nın zirvesinde gerçekleşmiştir Canik Dağları’nın kuzeyinde, Trabzon’a yapılan seferler hariç, büyük savaşlar olmamış ordu biçiminde teşkilâtlanmış Hacıemiroğlu Beyliği halkı, yani Çepni Türkmenleri bölgeyi iskân etmişlerdir
Osmanlı Devleti’nin fethine kadar Hacı Emir ve oğulları tarafından idare edilen bu beyliğin sınırları, 1403 yılında, sahilde Vakfıkebir’in batısından Terme’ye kadar uzanıyordu Terme’den güneyde Niksar’ın doğusuna çekilecek bir çizgi, beyliğin batı sınırını oluşturmaktaydı Güney sınırı Kelkit vadisini takip ediyor, sonra Koyulhisar ve Şebinkarahisar’ı dışarıda bırakacak şekilde, Şebinkarahisar’ın güneyinden Kürtün’e, oradan da Vakfıkebir yakınlarına inen bir hat da, beyliğin doğu sınırını gösteriyordu 7
1404 yılında Semerkand’a giderken Trabzon’a uğrayan İspanyol elçisi Clavijo’nun verdiği bilgilere göre Orta Karadeniz Bölgesi’ne Arzamir (Hacı Emir) isimli bir Türk beyi hâkimdir Bu beyin on bin atlı askeri bulunmakta olup Trabzon Devleti’nden vergi almaktadır 8
Bu bölge 1427 yılında Osmanlı Devleti’ne kesin olarak ilhak etmiş, Hacıemiroğulları’na ait topraklar bölünüp kazalar hâline getirilmiştir Bölge Osmanlılara dahil olunca tahriri yapılmış ve tımar idaresi uygulanmaya başlamıştır
Osmanlılar yöreyi topraklarına kattıktan sonra Hacıemiroğulları Beyliği’nin eski idarî iç teşkilâtlanmasını pek değiştirmemiştir Dış teşkilâtlanmasında ise, 1455-1613 yılları arasında Bolaman Irmağı ve Aksu Irmağı’nı sınır olarak belirleyip bölgeyi üç kazaya bölmüştür Bolaman Irmağı’nın batı tarafında kalan bölüm Canik Sancağı’na katılmıştır 9 Bahsedilen iki ırmağın arası Vilayet-i Bayramlı, Aksu Irmağı’nın doğusunda kalan kısım ise Vilayet-i Çepni (Çepni ili, Çepni memleketi) olarak adlandırılmıştır
Giresun’un doğu kısmı, Dânişmendliler döneminde Trabzon’un güneyine yerleşmiş Çepniler10 tarafından Türk topraklarına katılmıştır Onlar, Kürtün’den hareket ederek Harşit vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki güzel toprakları yurt edinmişlerdi 11 Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında gerçekleştirdiği Trabzon seferi sırasında, Kürtün, Dereli, Giresun, Tirebolu, Eynesil, arasındaki geniş kırlık kesim Çepni beylerinin elinde bulunuyordu 12 1486 yılında kaleme alınmış Trabzon Sancağı tahrir defterine göre bu bölgede Vilâyet-i Çepni isimli bir il bulunmaktadır 13 Adı geçen il Giresun’un merkez kazası ile Keşap, Dereli kazalarının topraklarını içine almaktadır
Çepni ilinde 59 köyün varlığı tespit edilmiştir Bu 59 köyde 2243 vergi nüfusunun yaşadığını görüyoruz 14 Bu defterde yer isminden başka Çepnilerle ilgili pek çok bilgi yer almaktadır Ayrıca XVI yüzyıl Osmanlı coğrafyacılarından Mehmed Âşikî’nin verdiği bilgilere göre yörede yaşayan Türk halkından önemli bir kısmı Dânişmendli Çepnilerden meydana gelmektedir 15
Öyle anlaşılmaktadır ki Niksar ve Mesudiye çevresinde birlikte yaşayan aileler Hacıemiroğulları’nın fetihleriyle Orta Karadeniz Bölgesi’ne dağılarak yerleşmişlerdir
Trabzon kuşatması sırasında Çepni beyleri ve bölge halkı Fatih’i desteklemiş ve ordusuna katılmışlardır 16 Trabzon ve çevresi Türk topraklarına katıldıktan sonra çok sayıda Çepni ailesi Trabzon ve Rize’ye yerleşmiştir Bayraktar, Sancaktar ve Alemdar ailelerinin Doğu Karadeniz Bölgesi’ne dağılmaları 1461’den sonra olmalıdır
Naci Bayraktar’ın Bayraktarlar, Sancaktarlar ve Alemdarlar ile ilgili olarak anlattığı bir başka bilgi de, yukarıda da bahsedildiği gibi, Elik Keçisi Efsanesi’dir
Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde hemen hemen her köyün yaylada bir obası vardır Eskiden köylüler kışın köylerinde otururlar, yazın topluca yaylaya göç ederlermiş Bu gelenek kısmen devam etmektedir Fakat eskiden olduğu gibi değildir Günümüzde az sayıda aile, yaylaya çıkar Obalarda kalan insanlar, eski günleri anarken gözleri dolar Hep yayladaki yalnızlıktan şikâyet ederler
Yaylacılığın canlı olduğu yıllarda, Gökçeköylüler yaylaya göçmüştür Bir aile köydeki işlerini toparlayamadığı ve hazırlıklarını tamamlayamadığı için birkaç gün gecikmişlerdir Toparlandıklarında hemen alelacele yola çıkarlar
Ailenin, biri bir haftalık olmak üzere, dokuz oğlu vardır Her biri yaylada kullanılacak eşyaları yüklenmiştir Yükleri çok ağırdır Sırtlarındaki ağır yüklerle saatlerce yürüdükten sonra ormanlarına çıkarlar Hepsi çok yorulmuştur Fakat hem yük hem de bir haftalık bebeği taşıdığı için anne daha çok yorulmuştur Artık gidecek gücü kalmamıştır
Daha fazla bu hâlde yola devam edemeyeceğini anlayan annenin aklına bir fikir gelir
Biraz tereddüt ettikten sonra kocasının kulağına: “Nasıl olsa yetişkin sekiz oğlumuz var Ben bu çocuğu taşıyamıyorum Şuracıkta bir ağacın kovuğuna bırakalım Bu da olmayıversin ”der Kocası önce kabul etmez Fakat bakar ki olacak gibi değil Karısının dediğini yapar Bir ağaç kovuğu bulurlar Küçük bebeği buraya bırakıp yollarına devam ederler, yaylaya çıkarlar
Yaylayı o yıl bir salgın hastalık kasıp kavurur Bu salgın hastalık genç ihtiyar demez, çok sayıda insanın ölümüne sebep olur Bu ailenin sekiz yetişkin erkek evlâdı da ölenler arasındadır Aile harap olur Aynı yıl içerisinde dokuz çocuğu kaybetmenin üzüntüsü içerisinde çaresiz köylerine dönmeye karar verirler
Dönerken ormana ulaştıklarında bıraktıkları en küçük çocukları akıllarına gelir Oturup hem diğer çocukları hem de burada bıraktıkları bebek için feryat ederek ağlarlar Sakinleşince: “Gidip bebeğimizin kemiklerini olsun görelim ” derler
Karı koca bebeği bıraktıkları ağacın yanına yaklaşınca ağacın dibinden büyük bir kuş uçar Bir keçi de yanında beklemekte Anne: “Eyvah! Bebeğimi şimdi bu kuş yedi gidiyor Keşke birkaç dakika evvel gelseydik ” der Bu arada bebeğin ağlama sesini duyarlar Koşarlar, bakarlar ki bebek yaşıyor Hem de sağlıklı olarak Hatta etlenmiş, butlanmıştır Dünya anne ve babanın olur
Hemen çocuğu alırlar Sevinerek yola devem ederler Fakat biraz önce çocuğun yanından kalkan elik keçisi bunların peşini bırakmaz Feryat edip bağırmaktadır Onlar ilerde keçi arkada köye kadar gelirler
Keçiyi köyden uzaklaştıramazlar Bakarlar olacak gibi değil Bebeği beşikle birlikte bir dağın zirvesine çıkarırlar Keçi gelip bebeği emzirir, sever, okşar, geri gider Bir sonraki gün tekrar geri gelir Aile de her gün aynı işi çocuk büyüyene kadar yapar Çocuk büyüyünce keçi kaybolup gider
Bu çocuk Bayraktar ailesinin devamını sağlar Beşiği bıraktıkları yerin ismi Beşikdağı olur Yakın zamanda Beşikdağı’nın eteklerinde yerleşim yeri kurulur Beşikdağı’nın eteklerinde olduğu için buraya Beşikdüzü ismi verilir Yani Trabzon’a bağlı Beşikdüzü ilçesinin isminin alması bu efsaneye dayanmaktadır
Aynı efsane 5 Temmuz 1997’de tarafımızdan Ordu ili Ulubey ilçesi Durak köyünde ikamet etmekte olan Rasim Elikçioğlu’ndan17 da derlenmiştir Durak köyünde oturan bu ailenin soyadı elik keçisinden dolayı Elikçioğulları kalmıştır Oturdukları mahallenin ismi ise Elikçioğulları Mahallesidir Bebeği, keçinin emzirmesi için bıraktıkları yerin ismi Beşikavlusu, buradan köye giden yola da Beşikboğazı denmektedir
Elik Keçisi efsanesinden dolayı Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde keçi avlanmaz Keçi avlayan veya öldüren kişinin çok büyük belalarla karşı karşıya kalınacağına inanılır
Bu efsanenin bir benzeri, Ana Geyik adıyla Giresun’un Çanakçı ilçesinde de derlenmiştir 18
Elik Keçisi/Ana Geyik Efsanesi Hacıemiroğulları Beyliği’nin iskâna açtığı bölgede anlatılması, tesadüf olmasa gerektir Bu konunun tarihî bir alt yapısının olduğu da ortaya çıkmaktadır Muhtemelen Gökçeköy’deki Bayraktar Ailesi, Giresun’un Çanakçı ilçesindeki aile ve Ulubey’in Durak köyündeki Elikçıoğulları aynı kökten gelmektedir Zaman içerisinde Şalpazarı’nda oturan aile Osmanlı ordusunda aldığı görevden dolayı Sancaktar ismini almış olmalıdır Bu efsaneye bağlı olarak aileler arasındaki tarihî bağları ortaya çıkarabilmek için yeni araştırmalara gerek bulunmaktadır
Konunu bir başka yönü de Orta ve Doğu Karadeniz’de anlatılan Elik Keçisi/Ana Geyik Efsanesi ile Türeyiş Destanı’ndaki benzerliklerdir Çin kaynaklarında şöyle bir efsane geçmektedir:
“Wu-sun’ların Kralına Kun-mo derler İşittiğimize göre, bu kralın babasının, Hunların batı sınırında küçük bir devleti varmış Hun Hükümdârı, bu Wu-sun Kralına taarruz etmiş ve Kun-mo’nun babası olan bu kralı öldürmüş Kun-mo da, o sıralarda çok küçükmüş
Hun Hükümdarı ona kıyamamış Çöle atılmasını ölümü ile kalımının, kendi kaderine bırakılmasını emretmiş Çocuk çölde emeklerken, üzerinde bir karga dolaşmış ve gagasında tuttuğu eti, ona yavaşça yaklaşarak vermiş ve uzaklaşmış Az sonra çocuğun etrafında, bu defa dişi bir kurt dolaşmağa başlamış Kurt da çocuğa yanaşarak memesini çocuğun ağzına vermiş ve iyice emzirdikten sonra yine oradan uzaklaşmış
Bütün bu olan biten şeyleri, Hun Hükümdarı da uzaktan seyredermiş Bunları görünce, çocuğun kutsal bir yavru olduğunu anlamış ve hemen alıp adamlarına vermiş İyi bir bakımla da büyütülmesini emretmiş Çocuk büyüyerek bir yiğit olmuş Hun Hükümdarı da onu ordularından birine komutan yapmış Gittikçe gelişen ve başarı kazanan çocuğa gönül bağlayan Hun Hükümdarı, babasının eski devletini ona vererek, onu Wun-sun Kralı yapmış   ”19
Her iki efsanedeki benzerlikler gerçekten dikkat çekicidir Uluğ Türkistan’da yalnız kalan çocuğa kuş ve kurt yardım eder Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki bu ailenin yaşamasını ise kuş ile keçi/geyik sağlar Türk kültürünün binlerce yıl sonra bir başka coğrafyada bilinç altının ortaya çıkması gerçekten ilginçtir
Tembel Ahmet İle Sultan Kız Efsanesi
Tokat Niksar yöresine ait Tembel Ahmet ile Sultan Kız Efsanesi 
Bir varmış, bir yokmuş Bir memleketin bir padişahı? varmış?? Padişah, kızı? ile bir gün balkonda otururken yoldan bir hamal geçiyormuş Sarayın önünden geçerken, hamalı?n ipi kopmuş Sırtındaki eş?yalar etrafa dağılmış?
Padişah: “Bu bir mudarasızlıktır”, demiş ?
Kız: “Mudarasızlık değil, idâresizliktir”, demiş?
Üç kere üst üste biri mudaras?ızlı?k, diğeri idâresizlik deyince, padişah kızına çok kızmış?? “Nasıl oluyor da bana karşı geliyon”, demiş ve baş vezirini çağırtmış “Vezir, sen bu kızı? al Kuru bir hasıra dolanmış?? çıplak birisine ver de gel”, demiş?
Vezir akşama kadar dolanmış?? Tam dönecekleri vakit bir kulübenin önüne gelmişler Vezir içeri bakmış?? ki: Çıplak bir adam hasıra dolanmış, bir köşede duruyor Adamın çilesi varmış ?? Adı Tembel Ahmet’miş? Vezir; “Güldün, oynadı?n, yerini buldun”, deyip, kız?ı bırakı?p saraya dönmüş? Padişaha yaptıklarını? anlatı?p yanından ayrılmış??
Kızın ad?ı Sultan Kız’mış ?? Güzelliği ile dillere destanmış?? Ahmet de civan boylu, iri yar?ı birisiymiş? Sultan Kız kara kara düşünmeye başlamış Ortalığı? temizlemek istemiş, bir süpürge bile bulamamış Tam bu s?ırada yoldan bir oduncu geçiyormuş Oduncuya; “Emmi, Odunu satıyon mu”, demiş Oduncu da sattığını? söylemiş? (odunu bir liraya almış)?? Odunun içinde f?ınd?ık dalı? da varmış Sultan Kız; “Emmi, eğer bu fındık çubuklarından 40 tane getirirsen sana bir lira daha veririm”, demiş?
Oduncu kırk fındık çubuğu daha getirmiş? Bir lirasını? da alı?p giderken Sultan Kız, oduncudan bir de hamal göndermesini söylemiş? Hamal gelmiş Sultan Kız; “Bana bir süpürge, bir hamur teknesi ve bir sacıyak getirirsen sana üç lira veririm”, demiş Hamal hemen pazardan istenenleri alı?p eve gelmiş?
Sultan Kız odunları? yakmış İyice bir su kaynatmış Fındık çubuklarını? hamur teknesine koymuş Suyu üzerinden dökmüş Çubukları? iyice yumuş?atmış, hamur gibi yapmış??
Bu çubuklar?n her birini oğlanın çıplak vücuduna vuruyormuş Otuz dokuz gün tamamlanıp kırkıncı günü öğleden sonra oğlan ayılmış Oğlan; “Yeter bacım”, demiş ve gözlerini açmış
Ardından oğlan kıza, kız oğlana gönülden vurulmuşlar Sonra Sultan Kız oğlana bir lira veriyor Hamama gidip yıkanmasını?, temizlenmesini söylüyor Dönüşte bir lira daha verip berbere gönderiyor Kız bir hamal çağırıyor Elli lira verip, bir takı?m elbise almasını söylüyor ve elbiseyi kendi elleriyle oğlana giydiriyor
Bir tek hasırları varmış Akşam olunca hasıra yatıyorlar, aralarına da bir kötek koyuyorlar, bedenleri ise birbirine değmiyor
Oğlan kızdan sekiz lira alıp çarşıya gidiyor Çarşıdan semer, balta ve ip alıp dönüyor Dağa gidip bir yük odun getiriyor Eve gelirken önüne birisi çıkıyor; – “Odunu bana akılla satar mısın?”, diyor Oğlan da; “Satarım ama evde bacım var Ona danışayım da”, diyor Eve gelip Sultan Kıza; “Bir yük odunu bir akıla satalım bacı”, diyor Kız da; “Sat”,diyor Odunu satınca odunu alan; “Oğlum, doğrudan şaşma”, diyor Ertesi günü de aynı adam geliyor, odunu alıyor “Üstüne erzam olmadık lâfa karışma”, diyor Üçüncü gün de; “Oğlum gurbete gidersen düzde yatma, bayırda yat”, deyip gidiyor
Oğlan eve geldikten sonra “Bacı, biz üç yükü akıla sattık, ben dağa gideyim de epey odun eyleyeyim Havalar iyi olunca da pazarda satarız”, demiş ve dağa çıkmış Bir günde yirmi, iki günde kırk araba odun eylemiş Bu odunları bir mağaranın kapısına istif etmiş Zemheri ayının iyi bir gününde odunu dolaşmaya gitmiş ki ne görsün! Odunu birisi yakmış, ortalık küle boyanmış Çok da üşümüş “Mağaranın içinde biraz köz vardır belki de, ısınırım” demiş Bir de ne görsün Kıpkırmızı, küçük küçük parçalar var Bunun altın olduğunu anlayamamış, bacıma danışayım, diye ceplerine biraz doldurup eve gelmiş
Eve gelip ceplerinden altınları çıkarınca kız şaşırmış Ahmet başından geçenleri anlatmış “500 ölçekten daha fazla var” demiş
Pazardan dört çuval almışlar Üç gün üç gecede kulübeye taşımışlar Kırk tane usta bulmuşlar Kız saray yaptırmak için planını çizmiş Aynı babasının sarayı gibi bir plan Ustalar kırk günde işi tamamlamışlar
Sultan Kız çarşıya gitmiş Babasının evinde olan her eşyadan bir tane alıp eve gelmiş Bunları aynı şekilde yerli yerine yerleştirmiş Yalnız bir masa örtüsü bulamamışlar “O masa örtüsünü getirse getirse Kervancı Yahya getirir” diyorlar Sekiz deve alıp Ahmet de Kervancı Yahya ile yola düşüyor Gidecekleri yer de Tarsus’muş Akşama kadar ) yol gidiyorlar Akşam olunca kervan duruyor Tembel Ahmet; “Yahya emmi, develerle bayırda çadır kuralım”, diyor Kervancı Yahya; “Sen ne bilirsin çocuk Daha bugün katıldın bize”, diyor ve azarlıyor Ahmet’i
Ahmet bayırda, kervancı Yahya düzde çadırlarını kuruyorlar Gece bir sel geliyor, Yahya’nın kırk devesinden yirmisini götürüyor Kervancı Yahya’nın canı sıkılıyor İçinden “Çocuk, bunun acısını senden almazsam bana da Kervancı Yahya demesinler” diyor
Birlikte yine yola koyuluyorlar Bir kuyunun başına geliyorlar Kervancı Yahya adamlarıyla anlaşmış, hiç birisini kuyuya indirmemiş Ahmet’i kuyudan su çıkarmak için kuyuya salıyorlar, ipi yarıda kesiyorlar Ahmet kuyunun dibine düşüyor
Kuyuda biraz oturup düşünüyor Tembel Ahmet Köşede bir delik görüyor Bu deliği genişletiyor, oradan giriyor Bir ışık dünyaya çıkıyor Bir derenin kenarına geliyor Dere kıpkırmızı kan akıyormuş İnsan kemiklerinden yapılmış bir köprüden karşı karşıya geçiyor Çok acıkmış, yolda giderken bir kulübe görmüş İçeri girmiş ki karşıda kara bir yılan oturuyor Altından da bir kurbağa bir o yana bir bu yana hopluyor Ahmet yılanı görünce dudakları yarılıyor Yılan dile geliyor ve; “Niye köprüden geçerken bu ırmak kan, köprü niye insan kemiğinden demedin”, demiş Ahmet; “Üstüme erzam olmayan lafa karışmam”, demiş Yılan; “Birinci suale karşılık verdin Eğer bu suale de karşılık verirsen, ikimizde öteki dünyaya çıkarız Söyle bakalım, ben mi güzelim, şu kurbağa mı?” Tembel Ahmet; “Gönül kimi severse güzel odur”, demiş
İkisi sihir olmuşlar Bu sözlerine yılan silkelenmiş, yiğit bir delikanlı, kurbağa silkelenmiş, güzel bir kız olmuş Yılan olan erkek; “Beni eski halime getirdin, ben de senin dileklerini yerine getireceğim Yum gözlerini”, demiş Ahmet gözlerini yummuş, aç deyince açmış ki; kervancı Yahya önlerinden gidiyor Yılan başından geçenleri Ahmet’e şöyle anlatmış;
“Ben Tarsus Kralının oğluydum Bir kıza gönül verdim Babam istemedi Ben bu kızı alınca babam bedduâ etti Ben yılan oldum Eşim kurbağa oldu Babamın askerleriyle savaştım O kan babamın askerlerinin kanı idi Babam bizi bu zindana atınca gözleri kör olmuş Eğer şu kutudaki suyu babamın gözüne sürersen, senin tüm istediklerini verir, eğer bizi de söylersen daha da çok sevinir, ben de geliyorum, seni istediğin yere de göndertirim”, demiş Yolun açık olsun demiş ve ayrılmışlar
Tembel Ahmet kervancı Yahya’nın yanından hızla geçmiş Ondan önce Tarsus’a varmış Kralın sarayına gitmiş Kralla konuşmak istediğini ve gözlerini iyi edeceğini söylemiş Padişahın huzuruna çıkmış Padişaha; “Padişahım, sizin gözlerinizi iyi edeceğim ama müjdemi önce mi verirsiniz, sonra mı?” demiş Padişah; “Gözlerimi aç da ne istersen vereyim”, demiş
Tembel Ahmet kutudaki suyu padişahın gözlerine sürünce padişahın gözleri hemen görmüş Oğlunun da kurtulduğunu söyleyince daha çok sevinmiş Padişah hemen emir vermiş Oğlunu buldurmuşlar Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar Tembel Ahmet de kırk gün kırk gece ağırlanmış Ama Tembel Ahmet’in gönlü hep köyünde kalmış
Düğünden sonra bütün isteklerini vermişler Sekiz tane de deve verip padişah, onu adamlarıyla yolcu etmiş Sultan Kız, Ahmet’in geldiğini görünce hazırlıkları yapmış Gelenleri iyi bir şekilde ağırlamışlar Develeri de gelen adamlara vermişler Onları geri göndermişler Sultan Kız; “Ahmet bugün saraya git Padişahı ve veziri akşama bize davet et”, demiş Ahmet güç belâ padişahla görüşmüş, durumu anlatmış onları akşama davet etmiş Akşam padişah ve vezir, denilen eve gelmişler Eve gelince ikisi de birbirine bakmışlar Sarayın aynısı Hem de bütün eşyalar aynı Yoksa biz aynı sarayda mıyız? demişler Ahmet gelmiş, onları ağırlamış Bu arada kızı da gelmiş “Hoşgeldiniz padişahım” demiş Bir de ne görsün kendi kızı değil mi? Kızına sarılmış, çok ağlamış Padişah kızı ile anlaşmış Annesine bir sürpriz yapmak için… Padişah da onları davet etmiş Hanımına; “Sakın kıza bakma, seni oğlan keser”, demiş
Yemek gelmiş Yemek yerken padişahın hanımı önüne bakıyormuş Burada Sultan Kız hiç yerinde duramaz olmuş Annesine; “Ye anne ye Önündeki kaz etiyse, yamacındaki de kızın”, demiş Annesi kızı görünce bağrına basmış Sultan Kız ile Tembel Ahmet bacı-kardaş yaşamışlar şimdiye kadar Padişah ikisine kırk gün kırk gece düğün yapmış Onlar da ermiş muradına
Gökten üç elma düştü Biri anlatana, biri dinleyene, biri de bana…1
1 Ahmet Kırış, Budaklı Köyü, Okur-Yazar
Hüseyin Gazi Efsanesi
Hüseyin Gazi köyündeki, Alperenlerin de kendine göre bir menkıbesi var Anlatılanlara göre köyün sahibi, Niksar’daki kralın kızıdır Kız son derece güzeldir Bu güzelliğini Kelkit ırmağının serin sularında her sabah kimse görmeden yıkanarak kazanmaktadır Kralın kızı, Kelkit ırmağından çıktıktan sonra beyaz atıyla rüzgârın sırtına binercesine, Şu anda Köy halkı tarafından Tekke olarak adlandırılan ve taştan yapılan saraya geliyor Burada güneşlenerek güzelliğine güzellik katıyor
Hüseyin Gazi, yöreyi fethetmek için Şeher tepesinden etrafı seyrediyor Kızıltepe’ye gelip Kral kızının sarayını gözetliyor Kızı görüp hayran kalıyor
Askerlerini toplayıp bu sarayın alınmasını, yöredeki halkın da İslâm’a davet edilmesini arkadaşlarına sıkı sıkı tembih ediyor
Kral kızı, taş sarayın gözetleme yerinden Aşağı Gebeli’ye doğru bakıyor
Hüseyin Gazi ve askerlerini görüyor Hemen sarayda ne kadar muhafız varsa etrafa yerleştiriliyor Büyük bir muharebe başlıyor
Hüseyin Gazi, bir kısım askerlerini de Çakıl Tepesinden, Namlı Hana, oradan da ormanların arasından saklanarak geceleyin hücuma geçmelerini emir veriyor
Hüseyin Gazi ve arkadaşları oyalama taktiği yaparak kahramanca savaşıyorlar Birçok şehit veriliyor Akşam olunca Taşsaray arkadan kuşatılıyor Kapılar zorlanarak açılıyor…
Taşsaray ve içindekiler teslim alınıyor Kral Kızı, Hüseyin Gazi’nin cesaretine, zekâsına hayran kalıyor Binlerce yıldır alınamayan kalenin bir gecede nasıl fethedildiğine şaşırıyor Gönlü Hüseyin Gazi’yi arzuluyor Fakat tek söz söylemiyor
Hüseyin Gazi, Taşsarayın mensuplarını topluyor “Bundan sonra serbestsiniz Size kimse dokunamaz İsteyen Tevhit inancını seçsin Müslüman olsun Bizimle kardeş olsun İsteyen kendi dininde kalsın Aşağıya yurt yuva kurun İsteyen sevdikleriyle birlik olsun, Taşsarayda otursun Şunu da bilesiniz ki, bu beldeler artık Türklerin olmuştur Canımız pahasına da olsa buraları bırakmayız ”
Bu sözden sonra Taşsarayda yaşayan halkın çoğu Müslüman oluyor Bir kısmı Erbaa’ya göç ediyor Kralın Kızı da Müslüman oluyor Sevdiği Hüseyin Gazi’nin yanında kalıyor
Hüseyin Gazi kardeşleriyle yöreyi Türk’ün vatanı yapmak için büyük uğraşlar veriyor Yıllar sonrada vefat ediyor
Kabrinin içine atını, kullandıkları silahları, zırhlarını gömüyorlar Bu sebeple bu güne kadar gördüğüm Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait en büyük mezar olduğunu söyleyebilirim Yaklaşık (4m X 2,5m ) Bu mezar da pek çok tarihî mezar gibi tahrip edilmiştir
Anadolu Efsaneleri
Anadolu'da dağların, taşların, ağaçların, nehirlerin ve insanların hikayeleri, efsaneleşerek yüzyıllar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılmıştır Kimi türkülere, şarkılara, romanlara konu olan efsaneleri, yediden yetmişe sevmeyenimiz yoktur Efsaneler ilk bakışta, ilkel zihinlerin uydurduğu öyküler gibi görünse de, onlar aslında olağandışı olayları yorumlayan halk hikayeleridir AKŞAM'ın Yurt Haberleri ekibi, Edirne'den Kars'a, Karadeniz'den Akdeniz'e, asırlardır Anadolu insanının, kendisinden bir şeyler katarak anlatageldiği yüzlerce efsaneden bir kısmını sizin için derledi
Nasıl taş kesildiler
Anadolu'nun dört bir yanında taş kesilen insanlara dair pek çok efsane anlatılır İnsanımızın acıları ve özlemleri, dilden dile dolaşarak bu efsanelerde hayat bulmuştur
Ejderha ve Kral kızı - Adana
Çok eski çağlarda, Toros Dağları'nın tepesinde bir hükümdarın kızı yaşarmış Dağlar çok sık bir ormanla kaplı olduğu, üstelik de ormanda büyük bir ejderhanın yaşadığına inanıldığı için, buralarda dolaşmak tekin sayılmazmış Kral da kızına, çevreyi tek başına dolaşmamasını sık sık tembihlermiş Ama bir gün, kız ormanda dolaşmaya çıkmış Bir süre gezdikten sonra dik ve sarp bir kayalığa oturarak, Gülek Boğazı'nı seyre dalmış Orada otururken büyük bir gürültü kopmuş Kız aşağıya baktığında ejderhanın kayalara tırmandığını görmüş Ne yapacağını şaşırmış Kurtulamayacağını anlayınca, 'Tanrım beni ejderhaya yem yapacağına, burada taş yap' diye yakarmış Kızın duasını kabul eden Tanrı, hem onu, hem de ejderhayı taşa çevirmiş
Yamaçtaki ejderha- Sivas
lSivas'a bağlı Çaygören ve Küpecik köylerine giden yolun kıyısındaki tepeciklerden birinin yamacında, aşağıya inen bir ejderhaya benzeyen bir taş vardır Yörede bu taşa dair bir efsane anlatılır:
Çok eskiden bu köyde yaşayan bir karı-koca, sabana koştukları bir çift öküzle tarlalarını sürerken tepeden bir ejderhanın üzerlerine geldiğini görür ve çok korkarlar O esnada adam, 'Ey Allahım, bu musibeti başımızdan al Ben de sana bir öküz kurban edeyim' der Allah da ejderhayı taşa dönüştürür Karı-koca evlerine döner ve öküzün birini kurban etmeden ertesi gün öküzleri ile tarlaya gelip çalışmaya koyulurlar Derken birden bir gürültü kopar, bir de bakarlar ki dün taş kesen ejderha canlanmış, üzerlerine geliyor Kadın kocasına sinirlenerek 'Dün sen öküzün birini kurban edeceğim dedin, ama etmedin Şimdi öküzün birini buracıkta kendi ellerimle kurban edip köye dağıtacağım' der, ve öyle de yapar Ejderha ikinci kez taşa dönüşür
Rivayete göre taş kesen ejderhanın burun deliklerinin birinden su, diğerinden de -çok eskiden- irin gibi bir sıvı sızarmış Bu irinin, çiftin adadıkları kurbanı hemen kesmedikleri için sızdığı söylenir İrinin sızdığını gören kimse artık hayatta değilse de, suyun aktığını gören çoktur Son dönemlerde ejderhanın baş kısmı tahrip olarak bozulmuş; burnundan sızan su da kurumuştur Ancak aynı kaynaktan beslendiği tahmin edilen ince bir su yamacın dibinde hala akmaktadır
Karayahıt-Denizli
Çok eski zamanlarda, güzeller güzeli bir genç kız, gönlünü köyün çobanına kaptırmış Ama talihsizlik bu ya, köyün beyinin oğlunun da kızda gözü varmış Evlilik hazırlığına başlayan kız, bir gün atına binmiş çobana yemek götürürken, yolda beyin oğlunun atıyla ona yaklaştığını görmüş Kız başına gelecekleri anlamış, çobandan başka birine yar olmamak için de Tanrı'ya yakarmış: 'Tanrım taş keseyim, yeter ki beni bu bey oğluna yar etme' Kızın duası kabul olmuş ve oracıkta atı ile birlikte taşa dönüşmüş
İşte o günden beri, evliliğe hazırlanan kızlar ve yeni gelinler, Karahayıt'taki bu kayaya gelerek, mutlu bir evlilik sürmek için dua eder
Aktaran: Sebahattin ALP
Taş kesen çoban- Kars
Kars'ın Kağızman İlçesi'nin Kızılöküz köyünde, taş kesen bir çobanın efsanesi anlatılır Bu çoban geçimini köy halkının koyunlarını otlatıp çobanlık yaparak sağlarmış Yazın en sıcak günlerinde bu çoban, koyunlarını en güzel ve en yüksek otlağa çıkarak otlatmaya koyulmuş Ancak o civarda bir damla su bulunmazmış Hem hayvanlar hem de çoban çok susamış Susuzluktan bağrı yanan çoban 'Ya rabbim, sana yedi kurban keseyim, yeter ki şuradan su çıkartıp, şu kulunun ve aciz hayvanların susuzluklarını gider' diye yakarmış Çobanın bulunduğu yerin hemen yakınında o anda yerden su kaynamış
Sevincinden çılgına dönen çoban o buz gibi sudan kana kana içip hayvanlarına da içirerek susuzluklarını gidermiş Ancak çoban sözünde durmamış 'Koyunlar benim değil Bunun yerine yedi bit öldürüp adağımı gerçekleştiririm' diye düşünmüş ve öyle de yapmış Öldürdüğü bitleri de kaynağa atmış Ne var ki kısa süre sonra çoban ve koyunlar bulundukları yerde taş kesmişler Çobanın ve koyunların geri gelmemesi üzerine meraka düşen köylüler çobanı aramaya çıkmışlar Çobanın ve bütün koyunların yeni kaynağın yanında taşa dönüştüğünü görmüşler Bugün de o kaynağın civarındaki kayaların, taşlaşmış çobanla koyunlarının kalıntıları olduğuna inanılır
Aktaran: Mediha Olgun KARACA
Kızlar sinisi- Sivas
Kızılırmak, Kızıldağ'dan doğar Kızıldağ'da 'Beş Gözeler' denilen su kaynağının yakınlarında, peri bacalarına benzeyen kayalıklar vardır Halk arasında buranın adı 'Kızlar Sinisi'dir
Efsaneye göre çok eski zamanlarda bir gelin alayı, Kızıldağ yamaçlarından geçerken eşkiya hücumuna uğrar Eşkıya düzlükteki yolu kestiği için, düğün alayı Kızıldağ'a tırmanmaya başlar Gelin, eşkiya elinden kurtulamayacağını anlayınca Allah'a yalvarır 'Ya onları taş kes, ya beni taş kes' der Düğün alayı o anda Kızıldağ'ın yamacında taş kesilir
Gerçekten de o yörede, uzaktan bakıldığında, dağın yamaçlarına yayılmış ve bir düğün alayını anımsatan irili ufaklı kayalar görülür; hatta bunların arasında bir çeyiz sandığı bile vardır
Aktaran: Kemal ÇAĞLAYAN
Ağlayan kaya- Manisa
lManisa'nın, sırtını dayadığı Spil Dağı pek çok efsanenin de kaynağıdır Ama Ağlayan Kaya Niobe efsanesi şüphesiz bunların en meşhurudur
Yarı-tanrı Tantalos'un kızı Niobe Manisa'da doğmuş, tanrıça Hera ile birlikte çocuklukları bu yörede geçmiştir Daha sonra Niobe'nin yedisi kız, yedisi erkek 14 çocuğu olur Çocukluk arkadaşı ve Zeus'un eşi Hera'nın ise Apollon ve Artemis olmak üzere iki çocuğu vardır Her fırsatta çocuklarının sayısı ile gururlanan Niobe, topu topu iki çocuğu olduğunu söyleyerek küçümsediği Hera'yı öfkelendirir Hera çocuklarından, Niobe'yi cezalandırmalarını ister Apollon ve Artemis de oklarıyla Niobe'nin bütün çocuklarını öldürür Niobe, çocuklarının cesetleri başında günlerce ağlar Sonunda Tanrı Zeus, Niobe'nin haline acır ve ıstırabına son vermek için onu ağladığı yerde taş haline getirir
Spil yamacındaki kadın başı şeklindeki bu kayanın, göz çukurunu andıran girintilerinden sızan -daha doğrusu, yakın zamanda kuruduğu için artık sızmayan- su, Niobe'nin gözyaşları olarak yorumlanır Halk buraya 'Ağlayan Kaya' der Yakından bakıldığında sıradan doğal bir kaya oluşumu; batı yönünde biraz uzaklaşılarak bakıldığında ise kadın başı şeklinde görünen bu kaya, hala çok ziyaret edilen bir yerdir Manisa'nın sarı üzümlerinin ilk olarak Niobe'nin gözyaşlarıyla sulanan bağlarda yetiştiği söylenir
|