Prof. Dr. Sinsi
|
Yöresel Efsaneler...
EUROPA
Europa Suriyeli çok güzel bir kızdı Öyleki parlak teni göz alıcı bakışı ile dillere destan olmuştu Eğlenceyi ve gezmeyi çok severdi Sabahtan akşama kadar tüm vaktini kırlarda deniz kıyısında arkadaşları ile birlikte gezerek geçirirdi Gene böyle bir gün deniz kenarındaki bahçelerden birinde arkadaşları ile çiçek toplarken Zeus Europa'yı gördü Onun güzelliği baş tanrının aklını başından almıştı
Karısı Hera'nın haberi olmadan güzel Suriyeliye yaklaşabilmek için altın rengi bir boğa şekline girdi ve kızların çiçek topladıkları bahçenin etrafında gezinmeye başladı Kızlar boğadan korkmak bir yana onu çok sevimli bulmuşlardı ona yaklaşarak sevmeye başladılar Güzel Europa ona yaklaştığı anda boğa yere yatarak kızın ayaklarına kapandı Europa boğanın sırtını okşayarak yavaşça üzerine oturdu Tam arkadaşlarıda ona katılacakken boğa birden ayaklandı ve ve sırtında Europa ile denize doğru koşmaya başladı Deniz kenarına vardığında azgın dalgaların hepsi sakinleşmiş durulmuştu Boğa dalgaları yararak denizde kumlu bir ovada koşuyormuş gibi hızla oradan uzaklaştı
Bir süre sonra kıyıya vardıklarında Zeus genç kızı bir çınarın gölgesine bıraktı ve boğa şeklinden sıyrılarak tekrar tanrı şekline döndü ve ona kendisini tanıttı Horalar aceleyle Zeus ve Europa için bir yatak hazırladılar Bu birleşmenin yapıldığı yere gölge saldığı için o günden beri çınar ağacı yapraklarını hiç dökmez Kirid kralı Minos bu birlikteliğin sonucunda doğmuştur
Abdurrahman Gazi
Abdurrahman Gazi ismi Erzurum'da büyük izler bırakmıştır Şehitlik ve gazilik mertebesine erişmiş bir insan olduğu için O'nun manevi şahsiyeti Erzurumluların daima gönlünde yaşamış, yüce insandır Palandöken Dağı'nın üst yamaçlarında türbesi bu¬lunan ve bir ziyaretgâh yeri olan Abdurrahman Gazi'nin Hazreti Peygamber'in sancaktarı olduğu halk arasında yaygındır
Hazreti Peygamber'in İslam Orduları Erzurum'u fethederken, Sancaktarı Abdurrahman Gazi'nin kellesi bir düşman kılıcı ile koparılır ve yere düşer Kellesini koltuğuna alan Abdurrahman Gazi elinde bulunan İslam’ın Sancağı'nı Palandöken'in en yüce noktasına dikmek üzere dağa yokuşa koşmaya başlar
Kellesi koltuğunda, sancağı elinde olan Abdurrahman Gazi Palandöken Dağı'ndaki “Şığvaler" Mevkii'ne gelince dağda bulunan çobanlar evvela dona kalırlar, sonra biri dayanamayıp:
-“Olaaa hele bakın şuraya eskerin kellesi koltuğunda dağa doğru koşuyor”
diye bağırmağa başlar Abdurrahman Gazi Efendimizin Sancaktarı ve Ashaptan evliyaullah bir zat kem göz onu orada nazara getirir ve olduğu yere düşer kalır Hem gazilik hemde Şehitlik rütbesine ermiştir
Palandöken'in Şığvaler tepesi denilen Sultan Sekisi yamaçlarında ruhunu teslim ederken Ona kavuşmaya çalışan kardeşi de Türbe Deresi'nde aynı anda şahadete erişir Her iki kardeş Erzurum halkı tarafından ruhlarını teslim ettikleri yerde defnedilir Ve o tarihten son¬ra da Abdurrahman Gazi'nin Kabri Erzurum için büyük bir ziyaret merkezi olur
Zamanın Valisi Yusuf Ziya Paşa buraya birde Camii yaptırmıştır Erzuruma gelipte Abdurrahman Gazi’yi ziyaret etmeyenler bir daha Erzurum’a gelecekleri rivayet edilir Allah makamını cennet etsin…
Amin…
Yöresel Hikaye ve Efsanelerimiz » Sarı Gelin Türküsünün Hikayesi
Erzurum çarşı pazar
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
İçinde bir kız gezer
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Elinde divit kalem
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Katlime ferman yazar
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Palandöken yüce dağ
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Altı mor sümbüllü bağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Seni vermem yadlara
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Nice ki bu canım sağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu Erzurum coğrafyasında ortaya çıkmıştır Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmış ve tanımışlardır
Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızıdır Erzurumlu bir delikanlı sarışın Kıpçak beyinin kızına âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında Erzurum ve yöresinde yaşamaktadır
Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur Böyle bir şey yoktur Sarı gelin türküsünde Ermenice kelime yoktur
Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlıyı ailesi kız ile evlenmesine karşı çıkar Delikanlı ise kıza deli gibi âşık olur ve aşkını şiirle mırıldanarak söyler Kız bey kızıdır zaten bey de kızını vermez bu delikanlıya
Delikanlı sarışın güzel kızı kaçırmağa karar verir ve kaçırır Kıpçak beyinin adamları iki kaçağın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve oğlanı öldürürler O günden beri halkımız arasında bu hikâye dilden dile dolaşır
Türkü Dadaş türküsüdür ve Rahmetli Faruk KALELİ hocamız türküyü derleyerek bugünkü hale getirmiştir Kıpçakların, güzel, sarışın, mavi gözlü oldukları tarihte bilinmektedirler
1- ANAOĞUL KÖYÜNÜN EFSANESİ
Bu köy kurtuluş savaşında düşmanlar tarafından ele geçirilmiş, eli silah tutan erkekler savaşa gitmiş, köyde yalnızca çocuklar, kadınlar va yaşlılar kalmış Düşman köye girince yaşlıları toplayıp büyük bir binaya kapatmış Bu ihtiyarlara günlerce işkence etmiş, ıslak urganlarla dövmüşler Yaşlılara yapılan bu işkencelere dayanamayan bir erkek çocuk düşman askerlerine saldırmış Askerler onu yakalayıp köy meydanına getirmişler çocuğun annesi oğlunu orada görünce köy meydanına doğru koşmaya başlamış Düşman askerleri ateş etmişler çocuk ve annesi birbirine sarılmış halde bulunmuş şehit olmuşlar Köyün adı da “Anaoğul” olarak kalmış
Anaoğulun mezarı köyün ortasındadır Daha sonra türbe haline getirilmiştir
2- ARZULU KÖYÜ EFSANESİ
Bu köyde bir zamanlar Arzu Baba adında bir ihtiyar varmış Arzu Baba her gece köyün etrafını bir kere dolaşıp, ne olup bittiğini öğrenirmiş O zamanlar düşmanlar çete halinde köylere saldırıp yağma ederlermiş Yine bir gece düşmanlar Arzulu Köyüne saldırmışlar Arzu baba köyü tek başına düşmanlardan korumuş Arzu Baba öldüğünde de tüm köy ardından ağlamış Ona köyün kenarında bir türbe yapmışlar Köye de Arzulu Köyü denmiş
Hala türbenin yakınında oturan bir aile her cuma akşamı burada mum yakar
3- ALMALI EFSANESİ
Tekirdağ'ın ilçesi Malkara'ya bağlı Elmalı köyünün, adının nereden geldiğine dair söylenen bir efsanedir
Elmalı köyü yakınında bir kale varmış Türkler Rumeli'ye ilk geçtiklerinde kalede yabancılar varmış Türkler, Trakyaya ilerlerken bu kaleyi kuşatmışlar Kale için devamlı “Almalı, almalı, burayı mutlaka almalıyız” diyorlarmış Türklerin bu arzuları gerçekleşince kalenin yakınındaki köye Almalı köyü adını vermişler Ancak köyün adı daha sonra Elmalı olarak değişmiştir
4- BARBAROS YOLUNUN EFSANESİ (KRAL YOLU)
Tekirdağ'a bağlı deniz kenarında bir köy olan Barbarosta bir bey varmış çok önceleri Tekirdağ Beyinin oğlu Barbaros beyinin kızına aşık olmuş Babasından kızı istemesini rica etmiş Barbaros Beyi kızını bir şartla verecekmiş Bu şartta Tekirdağ'dan Barbarosa kadar denizin hemen yanından bir yol yapılmasıymış Tekirdağ Beyi yolu yaptırmış Böylece çocukları birbirleriyle evlenmişler Bir gün Tekirdağ'dan Barbarosa giderken deniz çok dalgalıymış Deniz kenarındaki yolda giden araba, atlar ve iki genç dalgalara kapılarak uçsuz denizde boğulmuşlar Barbaros Beyi gençlerin ölümünden (yolun yapılmasını istediği için ) kendini sorumlu tutmuş
O zamandan beri denizin içinde taşlardan bir yol bulunmaktadır Ancak, bazı kısımları çökmüş ve üzerini midyelerle yosunlar kaplamıştır
5- YUKARI SIRTKöYüNüN BEDDUALANMASI EFSANESİ
Tekirdağ'a 15 km uzaklıkta olan Sırtköy'ün beddualandığı söylenir Bir gün köye bir derviş gelmiş Kaç evden su istediyse hiç bir ev su vermemiş, git kuyudan su al, demişler Derviş de köylülerin böyle yapması üzerine “Kuyularınız kurusun, köyünüz 32 haneden fazla olmasın” demiş Bundan sonra kuyular kurumuş Köy 25 hanedir Su ihtiyaçlarını Aşağısırt (Yeşilsırt) köyünden karşılarlar
6- SARI KIZ
Yıllar önce Tekirdağ'da sarı kız adında bir kız varmış Bunlar ninesiyle bir mağarada yaşarlarmış Bunların çok sevdikleri bir keçileri varmış Keçinin bir memesinden bal, diğerinden süt akarmış Bir gün sarı kız keçiyi sağmaya gitmiş, bir ses duymuş “haykırarak mı geleyim? Kükreyerek mi? “ kız çok korkmuş Gidip ninesine anlatmış Ninesi de “Haykırarak gelmesini söyleseydin” demiş Ertesi gün sarı kız tekrar mağaraya gitmiş Aynı sesi duymuş “Haykırarak gel” demiş O anda büyük bir gürültü işitilmiş Sarı kız kaybolmuş Yapılan sarı kız tekkesine dilek dileyip, mum dikerler Bu türbe Kız Enstitüsünün yanındadır
7- BARDAKLI BABA EFSANESİ
Karaevli köyüne ait bu efsane savaş zamanında geçmektedir Köyün olduğu yerde savaşlar oluyormuş Savaş sırasında Karaevli denilen bir adam tek bir çanakla susayan tüm askerlere su veriyormuş Bu arada çanağındaki su hiç bitmiyormuş Ancak, osırada bir düşman askerinin kılıcıyla vurması sonunda Karaevlinin kafası uçmuş Fakat kafasını eline alarak yürümeye başlamış, görenler çok şaşırmışlar Bir süre sonra Karaevli yere düşmüş Düştüğü yere türbesi yapılmış
Karaevli'ye de Bardaklı Baba denilmiş
8- KARACAKILAVUZ EFSANESİ
Karacakılavuz isminin bir efsaneye dayandığına inanılır Köyü, Bulgaristan'dan gelen 82 muhacir kurmuştur Bunlar on aile olup yerleşecek yer ararlar Bu sırada önlerine çıkan karaca onlara epeyce öncülük eder Göçmenler bu sırada ahşap, terkedilmiş bir bina bulup onun yanında kalmayı düşünürler Bulundukları yere isim verirken “Bize bu karaca kılavuzluk etti O yüzden buraya karaca kılavuz adını verelim” diye düşünmüşler Böylece köye Karacakılavuz denmiş
Çİmen DaĞi Efsanesİ ve YÖRESEL ÖYKÜLER
Bu dağ Erzurum un aşkale, ile Erzıncan ın mercan ve tercan ılçelerinın kuzey doğusundan keşiş dağları ismini alır kuzey batı ya doğru uzadıkça bayburt tırabzon bağlantısını sağlayan zıgana geçidi ile, kelkitin güneyinden yine erzincan ve karadeniz hattını bağlayan pöske geçidi yada dağı olarak adlandırılan eski ipek yolunun kafkasyaya bağlanan önemli geçitlerindendir Sivas ilinin imranlı, suşehri ve Gümüşhane ilinin şiran, ilçesinin refahiye ilçe sinırlarının kesiştiği, güney batı sınırını teşkil eden kızıl dağa kadar uzanan, balina sırtını andıran, tek kuşaklı kuzey etekleri yer, yer ormanlı olmakla beraber, esas olarak bol otlaklı ve çıplak dağlar kategrisindedir Başlangıcı olan doğu kesiminden ortalrına doğru bazı mevkilerde ılıcalar, bögert maden suları, demir ve kömür madenlerinin dışında ; hayvancılığa elverişli verimli meralarınında dikkate değer önemi bulunmaktadır
Diğer önemli konumu ise :eski tarihlerde çimendağının muhtelif bölgelerinde işletilen gümüş madenleri, ve diğer madenlerden - kalan ocaklar günümüze dek varlığını sürdürmektedirler İklimi kışın çok soğuk olup, yazın sıcak geçer Kışın kar +fırtınasından oluşan kar kütleleri baharın eriyerek, eteklerindeki doğal göletleri temiz ve berrak sularla silelendirir Ancak yazın ortalarına doğru bu eşsiz doğal güzellik, yerini içi yenmiş birer babıko ( zırfet ) kasnağı görünümüne bırakır Yazın dağlarda sürü besleyen ;Badıl ,şadıl ,kürmeş, ve şafaklılar çimenin sayesinde türkiyenin en kaliteli koyunculuğunu ve peynir üretirler Eski tarihlerde , çimenin orta kesimlerinde otlayan geyik ve karaca sürüleri dolaşıyormuş, ayrıca; Köylüler boş sezonda at , ve katırlarını dağa salarak , hayvanlar çobansız kendi aralarında guruplaşarak aylarca otlanırlarmış
Ateşli silahların halkın elinden yoğunlaşması neticesinde ; dağda yaşayan geyik türlerinin nesilleri'de kesilmiştir Çevre illerden , ordu ve değişik bölgelerden gelip çimen dağının en çiçekli mevkilerine konaklar, buralardan yılda 200 ton cıvarında bal elde ederler Sivas, Gümüşhane, Erzincan ve tuncelinin sahip oldukları arıların ; en soylu kafkas arısı cinsidir Çok çevik ve uzun mesafe uçabilen çalışkan bir arı cinsidir Arıcılık benim dede mesleğimdir aynı zamanda Atalarımızın sivas beydağındaki , bir ismide balucları yada baluciyanlar olarak tanılırlar Refahiye ve imranlı arasında bulunan balukanlar , köyü bizim eski dedelerimizin akrabalarıdır Bir rivayette : Dedem Mısto Erzincanda gelirken ; çimenin şehit suyu mıntıkasında konaklarken , yanı başındaki çiçekte vızıldayan arının kendisinin arısı olduğunu idia eder
Arkadaşlarına inandırmak için ; arıya al kuşağından kopardığı minacık ipliği bağlar , ve akşam eve döndüğünde ; aynı arının geçekten mıstonun , petekliğindeki kovanına işlediğiini hayretle karşılamışlar Geleneklerimizde; arıların sırdan gelen bir nasip olduğuna inanırlar Bu mübareğe malik olmak için ,onu satın almakla değil '' ; ya , çalacaksın ! ya''da bulacaksın '' tılsımından inayet edilirdi Ne yazıkki '' ; son yıllarda her tarafı kirleten ' mutlak kazanma ve aşırı kar hırsı ; Atalarımızın'dan kalan arılarıda kirletip,şekere vs alıştırıp kendileri gibi asalaklaştırdılar Arılar artık uçamıyor, kovanların etrafına dökülen maddeleri kovana taşı***** değişik haşeretler görünümündeler
Rivayete göre bezirgen çukuru diye bilinen kuytuluk yerde, bir çoban uyurken su uğultusuyla uyanmış, aramış taramış su bulamamış Adı geçen mıntıkada hali hazırda zaten bir kaynak vardır, yalnız çobanın duyduğu ses sıradan kaynakların çıkaracağı sesten farklı heybetli ve gür akan suyun sırrını çözmeye çalışmış sonunda hayal gördüğüne inanıyor Ertesı yıl yine çobanın aklını karıştımaya başlamış ve neticede suyun yer altında oluşturduğu akarını buluyor suyun tamaradaki şellalenin membası olduğuna inanıp denemek içinde kavalını oradan salı verıyor akara, ve kavalı tamaradaki kırk gözeden birisinden çıkıyor Sifonda biçok insan bu öyküye doğrudan inanıp tamara suyunu kendi sınırlarına çıkarmak isteyenlerde olmuş eskiden Bilindiği gibi tamara suyu da yukarıdan gelen kelkit çayıyla birleşerek yeşil ırmağının doğuş havzasını oluşturuyor Dağın esas isminin erzincan üzümlü ilçesinin, yaslandığı yüksek kesimi olan kişmikar zirvesidir, karşı yakası munzur dağının erzincana bakan kazankaya zirvesidir
Kişmikar ismini eski türkçeden kalma bir isim olarak biliniyor, fakat yöreden değişik kabileler ve aşiretlerin kendi lehçelerinden değişik bir isim de takmışlar ( kısmıkor ) diye de adlandırılıyorsa da bu dil eski balibanlıların kullandığı diyalek zazaki ve dımılki bir lehçe olup,dilin kendine özgü sıkça kullanıldığı ''S'' harfinin etkisindedir ''Gine bir rivayete baş vurmadan edemiyeceğim, Hazreti ali nin bir seferinde kısmıkor dağını aşacağı esnada dündülün önüne çıkan bir ejderhanın heybetinden ürkerek kişnemesinden esinlenilmiştir kişmikar ismi, efsanaye göre Allahın aslanı ; ejderhayı çatal ağızlı züfikarla bir vuruşla helak olan ejderhanın kanı o zamanlar deniz olan erzincan a kadar akar olmuş ve kızıla boyamış denizi Erzincan ovasının oluşumuda o tarihten iitibaren Haz Ali tarafından kemah boğazının en dar yerinden üç zülfikar darbesiyle yarılıp suyun çekilmesiyle oluştuğuna inalılmaktadır
Çimen dağının eski tarihlerde, bağrında barındırdığı bir çok kervan sarayların ve yer hanlar ın bulunduğu önemli konak yerleride halen harebeleri mevcut olup tarihi mekanlar sıralamalarında yerlerini korumaktadırlar Bunlardan urum saray merkez erzincan ilinin kuzey cepesinin 10 km uzağından sipikor geçidinin ilk dağ köylerinin başlama noktasında bulunmaktadır İkinci si erzincan ovasının bitiş noktasında sivas erzincan karayolunun çardaklı deresinin kuzey kıyısında ''yer han dır Hanın tarihi mimarının özellikle şiddetli geçen kış iklimi şartlarına özgü tasarladığı, yerden kazılma bir tarihi yolcu evi olduğu bu gün bile yıkıntılarından rahatlıkla, anlaşılabilen belirgin özelliklere sahiptir ''Hanın yapılış tarihine dair bazı ,veriler mevcuttur Ortadoğu arşivlerinden alınan bir kaynakta ;
Garo sosanyan'adı geçen hanı ve kızıldağ eteklerindeki Gemecük köyüne ilişkin araştırma ve bazı yöresel ayrıntıları aktarmaktadır Yazara göre Selçuklu devleti döneminde '' Gemecükte kaymakamlık görevini yapan ünlü bir hanedanın kızına taktığı zinnet takılar ile çeyizinin toplam değeri ; dönemin Frenk devlet bütçesine eş değer olduğunu vermektedir Yazarın verileri kendisini bağlar Lakin çimen dağının muhtelif bölgelerindeki garip mağaralar ile '' düz zeminde silindir ağızlı derinliği bilinmez bu bacaların belkide altın yada gümüş ocakları olduğunun işaretini vermektedir Dağımızın bir çok sırrı ve gizemi barındırdığı diğer özelliğide ömeryurdundaki kaya dibinde çıkan uğultulu kaynaktır Eski yaşlılarımızın yorumuna göre ; bölgenin altında gizli akan suyun sesi yada uğultusu olaraktı Ayrıca sifonda değişik mevkilerde kilise ismi geçiyor ,fakat gözle görülür herhangi bir viraneye yada kalıntıya raslamak mümkün olmadı
Köyümüzün merkez mezarlığı ,çevresinde bazı mezar kazıma sırasında ; büyük toprak çanak , çömlek vs büyük küp diye tabir edilen boş yada içi toprak dolu şekilde çıkarılan tarihi eserler '' turşu kurulmak üzere evlere taşınıyordu İnsanlarımızdaki tarih bilinci ve eserlerı kouma vasfı sıfır olunca ; yerde her çıkan kabın içi altın dolu hayali , çok zamanlar isyan edip çıkan her şeyi oracıkta parçalıyorlardı Bilinçsizlik insanlarımızın en büyük derdi ve dönemin ''vebasından ''daha etkili olabiliyordu Komşu köyümüz İnözü 'de Takriben 1928 lı yıllarda köydeki eli iş tutan 20 ye yakın genç ve yaşlı kazıdıkları bir su kanalında '' Patlamamış büyük bir top mermisini açmaya çalışırlaken infilak eden mermi : 6 nişanlı gencin feci şekilde ölmelerine sebebiyet vermişti
Düğünleri için gün sayan talihsiz kızlar ; boynu bükük ; sevmedikleri belkide hiç görmedikleri diğer komşu köylere gelin gitmişler Bu üzücü olay şüphesiz bir savaş nedenli kazadır Çimen dağında yıllarca süren osmanlı rus savaşından arta kalan ; patlayıcı silah ve muhimmatın çevre köylerce terteleye getirilip uzun zaman geçimlerini sağlamışlar Adı geçen mirasın ve hazınenin , kırıntılarını bizim kuşak tarafından temizlenip yöre çerçilerine birer balon ve bir sakıza bir dizine fişek veriyorduk geri kalanınıda ateşte patlatıp alem yapıyorduk sifon yaylalarında Bu dağlar '' ezel dağlar çiçeği meze dağlar ; olurken bazen 'de derdime dermansın dağlar yada katlime fermansın oluyormuş
Çevre köylerin geçimlerini sağlamak için ; hayvan sırtından erzincana kadar taşıdıkları ,orman ürünleri tomruk ve kömürün karşılığı aldıkları bir kaç kuruşu '' dağda pusu kurmuş eşkıyalara nasip oluyormuş Öyle perişan anlar yaşıyorlarmışki ; eşkıya guruplarının zaman, zaman sefillerin donlarina kadar soyuldukları söylenirdi dilden dile sifon yaşlılarınca Şiran ve çevresinde söylenen yedi kardaştan kalan Mehmet hikayesi buna benzer bir soygunda dedem ile amcasının oğlu mehmedin çimenin orta yerinde soyulmaya zorlandıkları bir anda ; eşkıyalarla kendi aralarında geçen diello ve yapılan akıllı taktik sonucunda kurtuluşlarının öyküsüdür
Çimen dağına yuvalanmış nerden geldikleri , kesin bilinmeyen onlarca eşkıya guruplarının yüzünden ; küyümüze karşı birkaç kez haksız yere baskı yapılmış ve köyümüz ateşe verilmiştir köyde bulunan kadınlarımızca 7 kez söndürülen evlerin damları halen yarı yanık vaziyette tarihe meydan okuyorlar Diğer sürgün edilen köy 'de kelkit e bağlı yeni köydür Yeni köyün dağdaki eşkıyalara yataklık yaptıkları gerekçesiyle ; top yekün insanları ,zorla çıkarıp kelkit çayını takiben amasya istikametine doğru sürüklemşler Köyde yalnız çok yaşlı pir ihtiyar dedeyi bırakmışlar
sifonlu deng bejık ''lerca ağıt yakılmıştır pirlerinin bu hazin sonları için AĞIT Esker hatın dere malan                  ( Askerler kapımıza geldi Me nezani çıbu zeval                  ( suçumuzu bilemedik Ar dane xaniye male                 ( Ev damını ateşe verdiler xebere bıdın talıbe Gale                (haber verin Gal'daki taliplere Le, le ane çı zemane                 ( Anam , anam ne zamandır Kalık birık şuve mane                (Pir ihtiyar kaldı gerı Ar berdane dara giye                ( Ateş verdiler ot yığınına xebere bıdın piredi kiğiye              (Haber verin kiğideki pirlere Deng bejık : yöremizdeki zamanın destancılarıdır yedi bölükte hatırı sayılır sayıda destancılar vardı Benim yetiştiğim bu yetenekli insanlarımızdan ; sarı oğullarından , rahmetli Kaya sarı ( kel kaya ) Koştu larda Binalı koştu Daha önceki destancılarımız ; Orta mahalleden hasan çorlu ve mehmet çorludur, mehmet ve hasan çorluların güzel seslendirme kabiliyetleri öne çıkarken ;
Binali koştu : bir dıramatık olayı aniden sıcağı , sıcağına olay mahlinden özellikle kederli aile ocağında ağıt yakmasıyla ünlü bir köylümüz ve sanatçımızdı Kel kaya ise: kulaktan dolma okunan her şeyi yada dinlediğini kesinlikle unutmayan , önemli bir kişilikti , Onun anlattığı ,Hanarzi, Mem'u zin ,Arabi zengu (zenci ), Mem'u alan,Şah hatayı ( Şah ismail), ve diğer hikayelerden Allık ile ,Fattık ,Kel oğlan, Kör oğlu,gibi bi çok kahramanlık ve aşk öykülerini günlrce anlattığına ben ,çok kereler dinleyici oldum Mehmet çorlu ; Çok güçlü ses havzasına sahip olup , genelde Yemen , kore, dersim , ve karaköse vakalarıyla ilgili destanları uzun hava olarak okurdu Ne çareki ;ömrünün yarılarında ,oğlu süleymanın bir kaza sonucu, öldüğü gün ; hayatı boyunca söylediği bütün en acı ağıtlarnı o gön süleymana yaktı, ve yürek dağlayan sedasına sarılarak, var gücüyle ağlamaklı o kadarda hüzünlü , kederli ve de acı   
Böylesi talihsizlikler'de kaderin baçka cilvesi Nitekim ; sürgün kafilesı yarı yolda iken köyün naklihane edilmesinin ,asılsız ve yersız birtakım çevre deki komşu köylerin mera anlaşmazlğına dayanan ,çekememezlik ve çirkin ihtirasçıların gamazlamaları sonucu derhal sörgünlerine karar çıkmıştır Nerden ve hangi merciler tarafından gönderildiği, anlaşılmayan bir yüz başının emrindeki askerlerce Şebin karahisar yakınlarından geri köylerine dönderilmişlerdir Yeni köylüler ve çevre talip köyler ; dönüşlerini sağlayan yüzbaşıya Hızırın kendisi olduğuna inanıyorlar Yakın tarihlere kadar, dilden dile aktarılmış yüzlerce yer han anıları anlatılırdı sifon ve çevre komşu köy sakinlerinince
Dağın derinliklerini ve tarihi geçmişini yazmak ve özetlemek, elbetteki bir kaç efsane ya da kendisine özgü gözellikleriyle tarif etmek yetersizdir Çükü dağların insanoğlu üzerinde ve yaşama, dair sunduğu nimetlerinden ziyade ; toplumların manevi dünyalarına da hükmeden evliyaların, türbelerin ,ve ziyaretlerin'de kısaca öykülerini aktarmak istiyorum ''Bunlardan doğu çimen dağının eteklerinde Mama hatun türbesi,ve çayırlı lının dağ kesimini mütakip kelkitin çimen yakasındaki uzantısının en yüksek zirvelerinde, Bacı kardeş ziyareti; ( Topuzlu baba ) çamur mezrasının konumlandığı sipikor geçidinin kol atan mıntıkasına, bir kaç km doğusundadır
Ziyaret karşı, karşıya iki sivri yüksek tepelerden oluşan , özellikle uzaktan görünümü, insana hoş ve manevi keyif veren, özellikle geceleri bazen tepeden, tepeye atılan top atışlarının gizemiyle bir bütün insanı hayretlere düşüre bilecek kutsal değeri vardır Yöre halkının genelde geldikleri yer eski dersımlılerden oluşmaktadır Abartısız çimen dağının şebinkarahisara kadar uzanan ve yamaçlarına yerleşen bütün köylerin kökeni dersim, şadıllı ,ve badıllı ile türkmen boylarındandır Aşiretler in bir kısmının değişik mezheplerle başkalaşıma uğrasa da özünde geneli ziyaret ve türbelere karşı sonsuz sevgi, inanç ve güven duymaktadırlar Yukarı çimen dağının başlangıç noktalsındaki yerleşim alanlarının eski adı bayburti dersimliler olarakta geçiyor gümüşhane bayburt ve erzincan 'da dahil bağlı oldukları il erzurm vilayetidir
Yeri gelmişken Kismıkor köyünün evliyasınada biraz değinmek istiyorum 1914 yıllarında birinci dünya harbi döneminde Erzincanda , görev yapan vt dr yaver yüzbaşı Nuri bey Hatıratlarında şöyle bir hadiseyi neşrediyor anı defterine : Erzincan ve çevre köylerinin bir kısmında adına ibadet dedikleri bir takım kayri ahlaki ve hurafayi faliyet gösteren ne idiğü belli olmayan dede ve üfrükçülerin halkı kandırma ve yanlış yönlendirme yoluna gittiklerinin malumatını bir zat teşkilatı mahsusa tarafından ,askeri makamlara sunularak derhal gereken tahkikatın yapılması için kendisi ve yaverliğini yaptığı subayla ,birlikte kısmıkora ulaşıyorlar
Söz konusu dini ayın hakkında soruşturmayı başlatmayı daha bitirmeden köyün en büyük bir evinde kendilerini ceme davetli olduklarını bir zat kısmıkor ocakzadeleri tarafından iletiliyor Cemin başlangıcını hayretle izleyen iki yüksek rütbeli ordu mensubunun '' en akıl almaz manzaranın , evin orta yerindeki ağaç stüne asılı duran bir nevi asa biçimindeki odun parçasının, Canlanarak iri bir ejderha nın hallah, hallah nidalarıyla secde eden cemaatin üzerine süzülerek ağzından ateş püskürdüğüne , bir zat şahit olduklarını ve kendilerinin de neye uğradıklarını anlamadan geri gelip ; gördüklerini üstlerine naklettiklerini ve , ondan sonra hiç bir şikayet ve sanıya mahal vermeden kimsenin o insanlara dokunamayacağı emrini veriyorlar Burası da tabi yukarda verdiğim, örneğin bir benzeri Hatıratların geneli gerçek bilgileri içeriyor , benzeri veriler Eski içişleri bakanı İhsan sabri çağlayangil'in hatıralarından görebilirsiniz seyit rıza ile ilgili
Diğer ziyaretler , kozoğlu köyünün eteğine konduğu Şahan baba ve hıdır baba ziyaretleridir Bütün ziyaretlerin ortak özelliği : bulundukları mevkilerde oldukça yüksek yerlerde oluşlarıdır Bu dağ güzergahında bulunan diğer ziyaretler: yer han ın bir km ilerisinde refahiye istikametinden şiran hattına ayrılan beş göze boğazının kurmeş aşireti meralarının bitiş hududunun ,,orta çimen suyuınun karşı yakasını teşkil eden çimenin en verimli ve yeşil vadisinin, gavur dağlarına şahin gibi bakan hindi baba ziyaretidir Yöre halkı yayla zamanı,bu ziyaretleri niyaz edip kurbanlar keserler, Halk arasında söylenen bir rivayete göre: seferberlik zamanında, rusların işkal ettiği bölgelerden biride kontrollerinde bulundurdukları çimen dağıdır
Dönemin rus komutanı karargahını tam hindi babanın tepesine kurdurmuş orda savaşı yönlendırıyormuş Rus komutan bir gece rüyasında hindi babayı görür ve derhal buradan çekilmelerini buyurmuş Ondan sonra rus komutan bütün birliklerini topladığı gibi soluğu rusyadan aldığına inanılyor Hindi baba ziyaretinin doğusunda, badıllı aşiretlerinin ve yanık yaylasının sınırları içinde şehit suyu adında meşhur bir kaynak bulunmaktadır şehit suyu ziyaret olmakla beraber aynı zamanda ; bir çok hastalıklara şıfa olan değerli bir kaynaktır Bilhassa küçük baş hayvanlarda salgın haline gelen uyuz ve şab hastalığı gibi sepici marazlara deva sunan, doğal veteriner ve çaresiz kimselerin umudu, lokmanı hekimiydi, Qani'ya şehit
Çimen sırtlarında ve eteklerındeki yerleşim bölgelerindeki ziyaret ve evliyaların, diğerleri ise şunlardır : refahiye çukur çimen köyünde Ali haydar ocakzadeleri, diğeri allolar mevkiine düşen Aslan baba türbesidir Orçul halkı genelde bu ocak ve ziyaretleri niyaz edip kurbanlar keserler Ayrıca çimenin orta omurgasını teşkil eden Çavlan ve İnözü yaylarının kara deniz cepesinin,eteklerinde koç burnu gibi şirana doğru eğilen boğaz yaylanın, ve dumülce yaylalarının güzergahlarında karşılıklı konumlandırılmış ,Kaybışık , Ağbaba, Kayber'e ve Yedi bölük merkez mezarlığındaki Ahmet dede türbesı ile , yukarı ve aşağı Kınıklar mezarlığnda Paşa dede türbesidir
Kaybışık ziyareti; Ağbaba ve Kayber'e hakında geniş bilgi bulunmamakla beraber, diğer çevremizdeki farklı mezheplere mensup aşiret ve köylerininde tanıdığı ayrıca son yıllara kadar kendilerininde bu kutsal mekanları korudukları ve yöresindeki ağaç ve odunları dahi yakmadıkları, bilinen gerçeklerdir " Ahmet dede ve Paşa dedeler ise Alevi toplumunun yöredeki şadıllı aşiretlerinin talipliklerini yaptığı Cemal abdal pirleridir Doğu ve iç ana dolu bölgesinde yaygın talipleri bulunan, bu dede sülalesinin geçmiş tarihleri; Evladı Resul sülalesine tekabül ettikleri söylenmektedir Bu konuda cemal abdal pirlerinin ; yalnız Varto, kiği, ve kelkitin yeni köy ve şiranın yedi bölük köyünde yerleşik olduklarıdır Bu da gösteriyorki ; bütün yörelerdeki talipler aşiretler, ve rayberler, kendi aralarında bu kutsal ocağa mensup, aileyi dörde bölerek kendilerine yolu , adeleti ve hak yolunuda ibadeti yaptırmaları için taksim etmişlerdir
Dolaysıyla ; talipler bu ocağın en elit şahsiyetlerini ve keramet sahibi olarak inandıkları zatların türbelerinide ziyaret olarak tanırlar ve büyük hürmet, saygı ve sevgiyle bağlıydılar talipler Ahmet dedenin yaşamı ve dedeliğinde ki derin icazet ve kerameti ; dönemi yaşayanların aktarmalarından özetle Birincisi : cem esnasında '' yanı başlama aşamasında ceme girme vasıfları olmayan , yani düşkün ,yada suç işleyen her kim olursa olsun ,ceme iştirak etmişse o cemin yürümesi mümkün olmuyormuş Ahmet dedenin ilhamı ve cemi yürütme şevki ta baştan kırılıyormuş Cemi tertipleyen sorumlu şahsiyetlerden derhal ,içerdeki insanların tümünün barışık ve her hangi bir dargınlığı olanların suç unsuruna göre soruşturması yapılıp, orada insanlar huzurnda cezalandırılırlarmış
Suç unsurları : Zina, hırsızlık, sınır bozma ,boşanma , iki evlilik vs gibi suçlar istisnasız af edilmeyen ve, cemden soyutlanılırdı ki bunun genel tanımı düşkünlüktür Diğer af edilir suçların mütevası daha , küçük boyutlu hata ve bir takım kavga ve küfür mayetinde olanları ; dede onları dara kaldırıp ;sorgular ve tövbelerini isterdi Bu insanların yaşı ve itibarları ne olursa olsun , cemin yapıldığı büyük bir evin köşesinde , ayakta bekletilirdiler
Dede kararını açıklamadan önce ; diğer toplumunda genelinin görüşünü ve rızasını aldıktan sonra , sanıkların aklanması yada cemden atılmaları sağlanır yeniden cem ayını başlardı Kısaca bütün dede ocaklarının başı Hacı bektaşı velidir Bilindiği üzere Hacı bektaşı veli ; 12 imamlardan , İmam Rızanın yedinci göbekten torunudur Bu da dedelerin ( gerçek anlamda ) Evladı resul soyundan olduğunun toplumumuzda yaygin olan inayetlerdendir Lakin ; '' Kerbela vakasından, Ehli beyt sülalesinden kaç kişinin kurtulduğunun, gerçek rakamı bilinmemektedir Eğer, bin yıl öncesinin toplum yapısına dayanarak söyliye bileceğimiz bir şey varsa; kesinlikle bu günün toplum yapısını takip ederek bir takım bilgilere gerçek anlamda ulaşmak mümkün olur diye düşünüyorum
Örneğin :Ehli-Beyt kavramı ;'' Kerbeladan 'da çok ötelerde , ta hazıretı ademın zurriyetinden Şit nebi ye dayanan bir evsanedir Dolaysıyla bu mitolojik inanç İslamiyetin doğuş yıllarından, İslamiyeti ilk kabul eden bir kabile reizinin kullandığı probaganda araci olasiligi muhtemeldir 
Defne (harbiye) efsanesi
zeus'un oğlu ışık tanrısı apollon, ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür bu eşsiz güzelin adı defne'dir apollonun içinde arzular uyandırır onunla konuşmak ister fakat defne, ışık tanrısı'nın içinden geçenleri anlamıştır kaçmaya başlar o kaçar, apollon kovalar çapkın tanrı bir taraftan kaçma seni seviyorum diye bağırır defna ise tanrılarla sevişen kadınların başlarına neler geldiğini bildigi için korkuya kapılır va kaçmaya devam eder apollona gelince bu güzel periyi mutlaka yakalamak istemektedir aralarındaki mesafe gittikçe kısalır ve bir an gelir ki defne, apollo'nun sıcak nefesini saçlarının arasında duyar artık kurtuluş imkanı kalmadığını anlayan defne, birden durur ve ayağı ile toprağı kazı***** şöyle bağırır:
Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru
bu içten yalvarış üzerine defne orğanlarının ağırlaştıgını, odunlaştığını hisseder olgun gögsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür,bir defne ağacı oluverir
bu manzara karşısında şaşıran apollon defne'nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyreder sonrada sarılır ve sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir:
defne bundan sonra sen apollo'nun kutsal ağacı olacaksın o solmayan ve dökülmiyen yaprakların başımın çelengi olacak
işte bu öykünün geçtiği yer bugünkü harbiye'dir (gerçekten yapraklarını yaz, kış soldurmıyan çok güzel kokan bir ağaçtır) harbiyeye gelen defneği görebilirler
DERSİMDE GAĞAN KUTLAMASI(YÖRESEL BİR GELENEK)
"Khal; ihtiyar,yaşli anlamina gelen Kirmancki / Zazaca bir kelimedir
Gağan ise yine Kirmancki / Zazaca da Aralik ayina verilen isimdir
Khal Gağan Dersim cografyasinda Alevi- Kirmanclar tarafindan kutlanan ( Sivas,
Tunceli,Erzincan,Bingöl,Muş ) günümüze kadar gelebilmiş eski bir gelenektir
Gağan kelimesinin kökenine iliskin net bir bilgi olmasa da Kirmancki / Zazaca da yilin son ayina verilen bu ismin ghan (eski) üzerinde arastirma yapilmasi gerektigini düsünüyorum
Khal Gağan; eskinin uğurlanmasi ve yeni gelen yila merhaba anlami bu çagrisimi yapiyor
Khal Gağan Aralik ayının üçüncü haftasında başlar ve Ocak ayının ilk haftasına kadar sürebilir
Sali gününden başlayip üç günlük oruç tutulur Üc günlük orucun anlamlarindan biri de kişin çetin geçirilecek olan üc ayin haber verilmesidir
Pir,Mürşit ve Dedelerin olduğu yerler de Cemler bağlanir
Çocuklar sabah erkenden kalkarlar, en güzel elbiselerini giyinerek Khal Khek ( Ihtiyar Adam) eşliginde hediye toplamaya giderler Toplu bir şekilde , habersizce her evin kapısına giderek ?Gağanê Sıma Bımbarek Bo? (Gağanınız kutlu olsun) diye selamlar ve şarkılar eşliğinde Khal Khek oyununu oynarlar ve hediyelerini alırlar Hediyeler daha çok badem çekirdeği, ceviz, kuru üzüm,kayisi kurusu,un ve benzeri şeyler olur
Akşama kadar toplanan yiyecekler köyün bir evinde pişirilir, geri kalanlar da yoksul ailelere dağitilir Genel de undan yapilan yemeklerdir Zerfet adi verilen hamur,yağ ve sarmisakli ayrandan olusan yemek pişirilir ve yenir
Evlerde ise Pesare (bir tür çörek) ve dane ( bugday) pişirilir Dane bir kismi yenir ve çocuklara dağitilirbir kismi ise iplige geçirilerek hayvanlarin bulundugu ağilin direklerine asilir
Uğranilan evlerde Khal Khek oyunu oynanir Oyunun aktörleri yaşli adam kiliğina giren Khal,bayan elbiseleri giydirilmis gençlerden biri olan eşi Fadike ve onlari korumakla yükümlü yüzünü soba kurumu,isi ile siyaha boyamiş Araptir Taninmayacak derece de kendilerini özenle giysi ve kostümlerle kamufule ederler
Khal Khekin; koyun yada keçi kilindan yapilan ak ve uzun sakali,eski elbiselerden oluşan kostümü,omuzunda heybesi,elinde asasi ve tesbihi bulunur
Khal Khekin eşi rolündeki Fadike; gözleri dişinda yine taninmayacak sekilde giydirilir Etek ve eşarp giydirilerek taninmasini önlenir
Arab / Arapta yüzünü sobalardan elde edilen kurum ile siyaha boyar ve elinde degnegi bulunur ?Arab? olarak nitelenen korumaci kişinin görevi; uğradiklari evlerde gençleri kovalayip Fadikenin kaçirilmasini önlemek ve sonrasinda Fadikenin bulunmasina ve Khalo Khekin yanina getirilmesine yardimci olmaktir Bulunduktan sonra hediyeler toplanir ve köy evlerinin ziyaretine devam edilir
Evlerenerek gelin olarak ayrilan kizkardeş,hala,teyzeler ( Zeyi) ziyaret edilir ve onlara yaptiklari işlerden dolayi şükran duyulur ?Bara Zeyiu? evden evlenerek ayrilan bayanlarin hakki anlamina gelir Evlendiklerinde toprak gibi haklar istemeseler de bu gibi günler dealtin,hayvan vb gibi degerli hediyeler kendilerine verilir
Eski bir Dersim ? Alevi gelenegi olan Khal Gağan bir paylasim törenidir ayni zamanda
Yoksul olan aileler ve çocuklari mutlu etmek, dayanişma , paylaşim ve eski yili neşeli bir şekilde ugurlayip yeni yila güzel bir baslangic yapmak amaci taşir
Gağanin Gağant,Nikolaus ve Noelle Ilişkilendirilmesi:
Cesitli kişi ve çevrelerce Hristiyanlarin Noeli,Nikolausu ve Ermenilerin yilbaşi kutlamasi olan Gağanti ile ilişkilendirilmeye çalişilsa da bu subjektif , gerçekle ilgisi olmayan bir yaklaşimdir Elbette ayni cografyayi paylaşmis olan halklarin birbirinin kültürlerinden etkilenmesi,aliş-verişleri normaldir ve bu anlasilabilir Fakat; bu tören ve kutlamalarin amaç ve şekillerine bakildiginda arasindaki farkliliklar kolayca kendini göstermektedir Ayni dönemlere denk gelmesi ve benzerlikler ayni şeyler olduklari anlamini çikarmaz
Öncelikle hristiyanlarin Noeline bakalim: Sacred Origins of Profound Things adli kitapta ; " Mesih'in dogumundan sonraki iki yüzyil boyunca, onun tam olarak hangi günde dogdugunu kimse bilmiyordu, bu konuyla ilgilenen de yoktu" denilmektedir Kutsal kitaplarinda dahi Isanin hangi gün doğduguna dair de bir tarih bulunmamaktadir
25 Aralik Iran cografyasinda oluşan ve gelisen Mitraizm inancindaki tanri Mitranin doğum günü olarak kutlanan bir festivaldir Isanin doğum günü olarak kabül edilen 25 Aralik tarihi MS 353-354 yillarindan sonra dini bir tören olarak Roma?li Papa Liberius tarafindan batiya tasinmis ve Hristiyanlarca kabül edilmistir Yine Hristiyanlarca kutlanan Noel bir bayram degil yas buna karsin Khal Gağan bir şenlik havasinda gecmektedir
Hristiyanlikta Nikolaus olarak bilinen ve çocuklara hediyeler dağitan kişiliginde kökeninin Anadolu olduğu bugün hem Hristiyanlar hem de diger dinlere mensup insanlar tarafindan bilinmekte ve kabül edilmektedir
Khal Gağan ile arasindaki en önemli fark ise;Nikolaus her yil Miladi takvim ile Aralik ayinin 6 nci günü kutlanmaktadir Miladi takvime göre 6 Aralik ise Dersimlilerin kullandigi takvime göre henüz Gağan (Aralik ) ayindan bir hafta öncesine denk düşmektedir Yani hristiyanlar Nikolausu kutladiklarinda henüz eski takvimi kullanan Dersim cografyasinin hesabina göre Aralik ayi başlamamistir Nikolausdan bir hafta sonra Aralik ayi başlayacaktir
Ermenilerin Gağant olarak adlandirdiklari gün ise; Miladi takvim ile yilbaşina denk gelen tek bir günden ibarettir Isim olarak benzerligi bulunsa da (Gağan , Gağant yada Gağand ) etimolojik olarak ayni orjinden geldigini ve ayni kavramdan bahsedildigini düşünmüyorum
Oruç,kutlama ve Khalo Khek gibi uygulamalar Ermeniler de bulunmamaktadir
Sonuç olarak; Khal Gağan kutlamasi Dersim Alevilerinin eski dönemlerden beri kutladigi bir uygulama olup günümüze kadar gelmiş bir gelenektir "
Gağanê Sıma Bımbarek Bo !
Gağane Xwa Piroz Be !
Gağaniniz Kutlu Olsun!
Külhancı baba Efsanesi
Hamam sahibi, hamamında tellaklık yapan genç delikanlı Külhancı babayla dertleşmiş
Ben şimdi nereden külhancı bulacağım Zor durumdayım, diye yakınmış
Külhancı babada ustasını çok severmiş ustasını çok severmiş
Hiç üzülme Git sende dinlen Kırk gün bu hamamın sorumluluğu bana ait Yalnız gözünün arkada kalmayacağına söz ver Giderken dönüp arkana bakma bile Kırk gün sonra çık gel Ama sakın şaşırıp ta kırk günden önce gelme, sözünde durmazsan tüm çabam boşa gider, diye hamam sahibine tembihlemiş
Hamam sahibi de:
- Bu deli oğlan bir şeyler kuruyor ama hadi hayırlısı Dediğini bir yapalım bakalım, diye düşünmüş
Gidip evine kapanmış Yalnız her akşamüzeri hamama gelir hâsılatı Külhancı Baba'dan alırmış Verdiği sözü tutar külhanı hiç dolaşmazmış
Günler günleri kovalamış Eskiden eşeklerle katar katır odunlar her gün hamam taşınırken; artık hamama kimsenin odun getirmez olduğu hamamcının ilgisini çekmiş
— Yav, bu deli oğlan külhanı neyle yakar acep? İşin başına geçtiğinden beri hamama ne bir oduncu uğradı, nede bir eşeğin sırtında odun yüküne rastladım Bu oğlan külhanı neyle ısıtır acep? Diye meraklanır dururmuş
Hamamcının merakı her gün biraz daha artmış Günlerde 39'a dayanmış Otuz dokuz da bir, kırkta bir diyerek artık dayanamıyorum gidip bakacağım demiş Doğru külhana yollanmış
Bir de ne görsün Su haznesinin altında bir tek mum yanmakta Koca hamam bu mum ile ısınmakta
Tam bu sırada içeriye Külhancı Baba girmiş:
- 39 gün bekledin de, bir gün bekleyemedin mi? Bir gün daha bekleseydin hamamı gaipten ısıtacaktım, demiş
Yani hamamcı bir gün daha bekleseymiş yeraltında sıcak su fışkıracakmış ve hamam öyle çalışacakmış Hamamcının aceleciliği ve merakı yüzünden Külhancı Baba'nın kerameti bozulmuş Hamamcı çok pişman olmuş ama iş işten geçmiş Hamamı mumla ısıttığını gelip görmeseymiş Allah'ta ona kudretten sıcak su gönderecekmiş
EZO GELİN EFSANESİ
"Ezo gelin, benim olsan seni vermem feleğe,
Güzel yosmam, başın için salma beni dileğe,
Anası huridir de, kendi benzer meleğe
Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle, neneyle
Çık Suriye dağlarına bizim ele el eyle,
Gel bahtı karam gel, sıladan ayrı yazılalım gel…
Ezo Gelin, çık Suriye Dağları'nın başına,
Güneş vursun da kemerin kaşına, kaşına,
Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına
Nenneyle de, ah bahtı karam nenneyle, neneyle
Çık Suriye Dağları'na, bizim ele el eyle,
Gel bahtı karam, gel sıladan ayrı yazılalım, gel…"
Asıl adı "Zöhre" olan Ezo Gelin, 1909'da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğdu Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif'tir Nüfus kaydında halen bekâr görünen Ezo'nun, üçü erkek, üçü kız altı kardeşi daha vardır Ezo, erken gençliğinden itibaren, güzelliğiyle dikkatleri üzerinde topluyordu O kadar ki; düğünlerde gözler, gelinden çok onun üzerinde gezinirdi Ezo'yu, birçok zenginin yanı sıra, o zamanki Halep ilimizin Carablus ilçesinin Kozbaş köyünde oturan teyze oğlu Memey (Mehmet) istiyordu Taktirde yazılan tedbirde bozulmazmış Ezo'nun ilk evliliği ne bu ağalardan biriyle oldu, ne de teyze oğluyla…
Ezo'nun Güzelliği
Anlatanlar, Ezo'nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemiyorlar Öykümüze geçmeden, Ezo'nun güzelliği üstüne dillerde dolaşanları özetlemeye çalışalım:
- Öylesine güzelmiş ki Ezo; görenler, iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış
- Öyle güzelmiş ki Ezo; bakanlar bakmaya doymazlarmış
- Öyle güzelmiş ki, bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo'nun güzelliği karşısında şaşalayıp, Ezo'nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış
- Öyle güzelmiş ki Ezo; gülümseyerek bakmasıyla, düşmanları barıştırırmış,
- Öylesine güzelmiş ki Ezo; olursa o kadar olurmuş…
Öykümüz, Başlıyor…
Ezo'nun güzelliği söyleyen dillere söylence olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı dillerde dolaşır olmuştu Bu komşu Beledin köyünden, "Şitto" Hanefi Açıkgöz'dü Şitto'nun bağlaması, akarsulara "Siz şırıldamayın, ben şırıldayayım "; sesi de bülbüllere, "Siz şakımayın, ben şakıyayım " diyen cinstendi O sıralar Hanefi 30; ay'a "Sen doğma, ben doğayım " diyen güzeller güzeli Ezo da 20 yaşlarındaydı
Gün o idi ki; Uruş köyünde Hacı Mamuş'un düğünü vardı Düğüne, Ezo da Şitto da çağrılıydılar elbet Düğünde tüm gözler, gelini de güveyi de unutup, Ezo ile Şitto'yu izledi Şitto, Ezo'ya gönlünü kaptırdı Şitto Hanefi'nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu Bu nedenle, Ezo'ya dünür yolladı Hanefi, ala ala "Düşünelim " cevabı aldı
Araya acımasız zaman girdi Bu ara Şitto, kendi köyü Beledinden Mehmet Örtürk'le yörenin töresi olan "değişik"i uygulamaya karar verdi (Bu töreye göre, bir erkek, hısımlarından bir kızı bir arkadaşına verir, arkadaşının hısımı bir kızı alır Böylece iki tarafta çevrede "kalın" diye anılan başlıktan kurtulmuş olur ) Şitto, halası Hazik'i Mehmet'e verecek; buna karşılık Mehmet'in kız kardeşi Selvi'yi alacaktı Araya girenler girdi; bu "değişik" gerçekleşemedi Öyle ki; Şitto Hanefi, eş-dostla acı-yüz (yani onların yüzüne bakamaz) oldu
Ezo Şitto İle Evleniyor
Derler ya; "İnsan sarayda olmamalı Saray insanda olmalı…" Şitto'nun doğru-dürüst evi bile yoktu; ama, yüreğinde Ezo geziniyordu Eşin-dostun araya girmesiyle, Ezo Şitto'ya çatıldı "Ele gelin gelir, bize kalın gelir" demişler Bu evlenmede Şitto'ya kalın (başlık) da gelmeyecekti Çünkü Şitto, Ezo'yu almasına karşılık; Ezo'nun ağabeyi Zeynel'e halası Hazik'i verecekti Alan râzı, veren râzı…
Güzün ortanca ayında, iki düğün birden kuruldu Şitto'yla Ezo'nun düğünü Beledin köyünde; Zeynel'le Hazik'in düğünü Uruş'ta kuruldu Zurna öttü davul vuruldu… Alındı, verildi; iki köyde, gerdeğe girildi Sen sağ, ben selamet Bu demektir ki iki köyde iki mutlu yuva kuruldu
Şitto ile Ezo, sizlere lâyık mutlu bir yaşamı sürdürüyordu Ağızlarının tadı yerindeydi yani Gel gelelim, mutlulukları göze geldi
Daha doğrusu aralarına arabozucular girdi Yemediler, içmediler, dedikodu yaptılar Atalarımız; "Söz taşıma, taş taşı " demiş ama, bazı kendini bilmezler söz taşıdılar Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler…
Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo Şitto, öykülerini bir cümlede özetler
"Kötü talih; geç buldum, tez yitirdim…"
Şitto Ezo'yu boşayınca "değişik" töresince halası Hazik de geri döndü
Ezo'nun İkinci Evliliği
Efsanesel güzel Ezo, Şitto Hanefi'den ayrıldıktan sonra altı yıl dul kaldı Yörenin ağızbirliği etmişçesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre boyunca daha bir serpildi, daha bir güzelleşti Öyle ki, görenin gözü kalırdı Nasıl anlatmalı: O bir ışıktı da, tüm erkekler, onun çevresinde pervane kesilmişlerdi
Genç-yaşlı, zengin-fakir, nice tâlibi çıktı Ezo'nun Her tâlibi, tek-tüy isteyen; Hz Süleyman'ın önünde tüm tüylerini döküverdiği söylenen yarasa örneği, neyi var, neyi yoksa önüne seriyorlardı Ezo'nun Ezo, tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri tâlip olan teyze oğlu Memey'le evlenmeye râzı oldu Türkmen oymağından olan Memey Suriye'nin, Calabrus ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş köyünde oturuyordu Ezo 1936 yılının güzünde Uruş'tan Kozbaş'a gelin gitti Bu evliliği de değişik töresine göre olmuş; onu alan Memey, bacısı Selvi'yi, Ezo'nun ağabeyi Zeynel Bozgedik'e vermişti
Öykünün Sonu
Ezo'yla Memey'in iki kızları oldu İlki fazla yaşamadan öldü "Celile" adlı ikinci kızları halen sağdır ve Suriye'de yaşamaktadır
Ezo'nun ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi Ne var ki "gurbet" denilen bir ateş yüreğini yakıyordu da Türk köylüsü "Çalının ardı gurbet" der Ezo da, Kozbaş'tan Türkiye'yi, Uruş'u görüyordu Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu; ama, bunlar özlemini azaltmıyor; pekiştiriyor, dayanılmaz hale getiriyordu Yakınları, onun "Vara öleyim, tek yurdumda kalayım " dediğini anlatırlar
Ezo bir de "Göreceksiniz, bu gurbetlik beni öldürecek " der ve öldüğünde, hiç olmazsa Türkiye'yi görecek bir yere gömülmesini dilerdi
Dediği de oldu Suriye'ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde, Ezo, yatağa düştü Hastalığının ince hastalık (verem) olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu Ezo, kızı Celile'yi yatağının başından ayırmak istemiyordu Ecelle kavil gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile'de buluyordu
Ve Ezo Gelin, güz yağmurlarının düştüğü bir Cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu
Eşi ve yakınları, vasiyetini dikkate alarak, onu; ara sıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye'yi seyrettiği Bozhöyük'ün en yüksek noktasına gömdüler "Mezarı oradadır şimdi o kumlar ülkesinde…"
|