07-14-2012
|
#1
|
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Osman Gazi Han'ın Rüyası
Ebdal Kumral, tefekkür halindedir  Birden yanında Hızır aleyhisselâm beliriverir! Osman Gaziyi kastederek O yiğidin istikbali çok parlak der, Var bul onu ve müjdeyi ver!
-Nasıl bir müjde?
-Yakında rüyasını görür! 
Ebdal Kumral, dergâha koşar Vardığında sohbet başlamıştır Bir köşeye sokulur, diz çöker Bakın şu işe ki Osman Gazi de oradadır Genç mücahid kelimesini kaçırmadan şeyhini dinlemektedir  
Toprağa bağlanın!
Edebâlî Hazretleri Toprağa bağlanın der, Su kullanın, ağaç dikin, bahçelerinizi elden geçirin (Bunlar bu coğrafyada kalıcı olduklarına dair işaretlerdir) Fukaraya sahip çıkın, âlimlere hürmet edin  
Gecenin ilerleyen saatlerinde Osman Gazi el öper, müsaade ister Edebâlî hazretleri gözlerini kısar, geceyi dinler Sonra nedendir bilinmez Sabah ola hayrola der, gelin kalın burada! 
Bu diyarda ona itiraz ne mümkündür Başüstüne der, baş eğerler
Gece, vakit hayli ilerleyince istirahat etmek üzere odasına çekilmişti Fakat yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kuran-ı Kerime saygısından dolayı yatamadı Uyuyamadı Kuranı alıp okumaya başladı
O gece sabaha kadar Kuran okudu Tam 6 saat Hikmet-i İlahi, Osman Gazi Hanın Kurana olan bu saygısından dolayı her okuduğu saate 1 asır lutf edilmiş, hanedanı 6 asır hükümran olmuştur 7 cihana
Vakit sabah ezanlarına yaklaşmışken, yorgunluk ve uyku da bir hayli bastırmışken, Kuran elinde, yaşlandığı yerde, tatlı bir uykuya daldı Sultan Osman Han
Uyurken bir rüya gördü Rüyasında kendisi Şeyh Edebalinin yanında yatıyordu Edebalinin göğsünden bir hilal doğdu Hilal biraz yükseldikten sonra büyüdü, büyüdü ve dolunay haline gelince kendisinin göğsüne girdi Daha sonra göğsünden bir ağaç bitip büyümeye, yükselmeye başladı Bir çınar ağacıydı bu Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı, dünyanın her tarafından insanlar grup grup gelip bu çınarın gölgesine giriyorlardı, çok mutlu ve neşeliydiler
Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü Ağacın yanında ise dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu Bu nehirde koca koca gemiler yüzüyordu Tarlalar ekin doluydu Ağaçlar meyve dolu Dağların tepeleri ormanlarla örtülüydü Ruy-i Zemin yemyeşil, asuman masmaviydi Vadilerde şehirler vardı Şehirlerde camiler arz-i didar ediyordu Bunların hepsinin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyorlardı Ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu Bir ara ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı Derken bir rüzgar çıkıp bu yaprakları İstanbula doğru çevirdi Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu İstanbul
Ve nihayet Osman Gazi Han bu yüzüğü parmağına takıyorken uyanır
Osman gazi rüyanın heyecanıyla kendine geldiğinde  Müezzinin yanık sesi odayı dolduruyordur Mescide geçerler Osman gazi rüyanın tesirindedir hâlâ Ebdal Kumral sorar Ne oldu sana?
-Bir rüya gördüm hocam Garip bir rüya!
-İyi ya, işte fırsat Şeyhimize arzeyle! 
Doğru söylüyorsun!
Osman Gazi, mahcup mahcup rüyasını anlatır Edebâlî Hazretleri kısa bir tefekkürün ardından Ey oğul Sana müjdeler olsun! der, Göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ Hatun) Seni kuşatması evleneceğinize işarettir  Ağaca gelince: Sen büyük bir devlet kuracaksın Evlatların adaletle hükmedecekler Allahü teâlâ seni ve neslini insanların İslâmla şereflenmesine vesile edecek  
Ebdal Kumral heyecanlıdır Vallahi doğru söylüyorsun! der: Hızır aleyhisselamın bildirdiği müjde bu olmalı!
|
|
|
|