Prof. Dr. Sinsi
|
Atatürk’Ün Koruma Polisi Nakşibendi Ahmet Rasih Tayşi
Atatürk’ün koruma polisi Nakşibendi Ahmet Rasih Tayşi
Soner Yalçın Atatürk'ün koruma polisliğini yapan Ahmet Rasih Tayşi'yi kaleme aldı
Hürriyet gazetesi yazarı Soner Yalçın bugünkü köşesine emniyetteki teşkilatlanmayı taşıdı Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile yaptığı görüşmeyi kaleme alan Yalçın, 1930-38 yılları arasında Atatürk’ün koruma polisliğini yapan Ahmet Rasih Tayşi'yi kaleme aldı
Atatürk’ün koruma polisi Nakşibendi’ydi
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül telefonla aradı Emniyet teşkilatındaki tasfiyeler konusunda bazı bilgiler verdi Telefonu kapattıktan sonra aklıma iki emniyet görevlisi geldi: Biri Nakşibendi’ydi, diğeri ise Yahudi  En iyisi birbirine hiç benzemez gibi görünen bu olaylar dizisini baştan anlatayım  
BU hafta bu sayfada, liberallerin çok sevdiği, feyz aldığı senarist-yazar Ayn Rand hakkında bir yazı kaleme alacaktım
Tam yazıya oturacaktım ki, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül telefonla aradı
Arama sebebi, “Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor” kitabımdaki bir yorumumla ilgiliydi
12 Eylül 1980 darbesinin, emniyet teşkilatındaki solcu personeli emekli ettiğini, meslekten el çektirdiğini yazmıştım Sonra eklemiştim, solcu polisler teşkilattan atılırken, sağcı polisler önemli koltuklara oturtuldu
Bu iddiamı 12 Eylül’den önce hazırlanan İçişleri Bakanlığı personelini fişleyen/andıçlayan bir rapora dayandırmıştım
Gizli rapordaki “menfiler” tasfiye edilmiş, “müspetler” yükseltilmişti
Menfiler solcuydu
Bakan Vecdi Gönül’ün buna itirazı vardı
Bilinenin aksine 12 Eylül 1980’den sonra solculardan daha çok sağcı personelin tasfiye edildiğini söyledi Rakamlar verdi
Kendi kişisel görüşünü söyledi, devlet idaresinde insanların görüşlerinden çok vasıflarına/liyakatına bakılmalıydı Bunca yıllık devlet hizmetinde hep buna önem verdiğini vurguladı
Herkes konuşuyor
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “kişilerin gelip geçici olduğunu, kalıcı olanın devlet olduğunu” söyleyince araya girdim Konuyu değiştirdim Biliyordum ki Bakan Bey, hoşgörüsüyle, güler yüzüyle tanınan demokrat bir siyasetçiydi
“Sayın Bakanım” dedim, “devletin soruşturmadan, incelemeden her hassas olayı kamuoyunun gündemine getirmesi, halkın önünde tartışması; insanlarda kurumlara karşı güvensizlik yaratmıyor mu? Toplumu, kurumları, siyaseti bu kadar gerginleştirmenin kime yararı var? Buradan uzlaşma çıkmaz Ne çıkacağını bunca yıllık devlet, siyaset birikimiyle herkesten çok iyi bilirsiniz ”
Bakan Gönül her zamanki hoşgörüsüyle dinledi
Ben de fırsattan yararlanıp devam ettim: “Sağduyulu siyasetçilerin kamuoyunun önüne çıkması gerekiyor; lütfen televizyonlara çıkın, konuşun  ”
Bakan Gönül kibarlığıyla araya girip, “O kadar çok konuşan var ki” dedi
“Bakınız Genelkurmay Başkanımız bile ne kadar az konuşuyor artık; biz siyasetçilerin de hassas konularda çok az demeçler vermesi gerekiyor” diye ekledi
Devlet ciddiyetinden bahsetti
Rahmetli Cemil Meriç’i, Nurettin Topçu’yu konuştuk
Baş davası ahlak olan bizim güzel insanlarımızı hatırladık
Sonra iyi niyetli temenniler ile telefonu kapattık
Telefonu kapattık ama benim aklımdaki Ayn Rand yazısı da uçup gitmişti!
Türkiye’de insanları, kurumları geren kamplaşma üzerinde düşünmeye başladım
İlginçtir!
Ayn Rand yerine aklıma bu yıl yaz ayında okuduğum, “Ali Emiri’nin İzinde” kitabı geliverdi!
Neden mi? 
Ali Emiri’nin İzinde
Ali Emiri Efendi İstanbul’daki Millet Kütüphanesi’nin kurucusuydu
Mehmet Serhan Tayşi de uzun yıllar aynı kütüphanede görev yaptı Hayatını anlattığı kitabına bu nedenle, “Ali Emiri’nin İzinde” adını verdi
600 sayfalık bu hatıratta ilgimi çeken çok konu oldu Ama en çok da M Serhan Tayşi’nin babasının hayatı çarpıcı geldi bana
Ahmet Rasih Tayşi polisti
Ahmet Rasih Tayşi
1930-38 yılları arasında Atatürk’ün koruma polisliğini yaptı
Sekiz kişilik yakın koruma grubu içindeydi
Bu korumalar özel seçilmişti Hepsi yakın dövüş ustasıydı Keskin nişancılardı Bu özel ekibe İngiltere’den sağa-sola çekmeyen özel yapım tabancalar getirtilmişti
Atatürk İstanbul’a geldiğinde onlar da Dolmabahçe Sarayı’nda kalıyordu
Yani devlet Atatürk’ün hayatını bu sekiz polise emanet etmişti
Kitaptan öğrendiğimize göre, amaçları Atatürk’ü öldürmek olan iki Ermeni terörist vücutlarına sardıkları bombalarla Dolmabahçe Sarayı’na giderken yakalanmışlardı
Yakalayan ise Ahmet Rasih Tayşi idi Beşiktaş Deryakil durağına giden Şair Nedim Caddesi üzerinde yakalamıştı Atatürk bu olaydan sonra kendisine özel bir takdir belgesi vermişti
Neyse uzatmayalım, sanıyorum polis memuru Tayşi hakkında biraz bilgi sahibi oldunuz
Şimdi çok şaşıracağınız bir bilgiyi yazacağım
Buna ne demeliyiz
Koruma polisi Ahmet Rasih Tayşi, Atatürk’ün korumalığını yaparken sık sık kime gidiyormuş biliyor musunuz?
Melami Şeyhi Kemali Efendi!
Sadece ona değil
Eyüp’te Abdulhâkim Arvasi’yi de ziyaret ediyormuş Bu ziyaret daha ilginç aslında Çünkü Arvasi 1930’daki Menemen Olayı’nda da yargılanmıştı
Gerçi beraat etmişti ama yine de Atatürk’ün özel koruması Abdulhâkim Arvasi’yi ziyaret etmekte bir sakınca görmüyordu
Benzer şekilde Nakşibendi, Kadiri, Melami hocalarıyla görüşüyordu
Hatta Ahmet Rasih Efendi daha sonra Üstadı Ömer Efendi’den aldığı Melami hilafetiyle “şeyh” bile olacaktı
İşte bu konu önemlidir
Tüm bunlara rağmen Tayşi’nin Atatürk’ün özel güvenlik ekibi içinde olmasında bir sakınca görülmemişti
Polis memuru Tayşi ne zaman sakıncalı görülmüş biliyor musunuz?
Demokrat Parti döneminde!
Halk Partili olduğu için “kızak” göreve alınıvermişti! 
Emniyet Amiri Samuel İzisel
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile telefonu kapattıktan sonra Ahmet Rasih Tayşi’yi düşündüm
Bugün Atatürk aleyhinde neler neler yazıyorlar
Müslüman Tayşi’nin ardından aklıma gelen ikinci isim Samuel İzisel oldu
Samuel İzisel Yahudi’ydi
1877’de Alanya’da doğdu
Fransa’da Alyans Mektebi’nde okudu Burada İttihatçılarla tanıştı
İstanbul’da Darülfünun Mektebi’nde hukuk okudu
Serez ve Selanik mahkemelerinde görev yaptı
1909’da Beyoğlu Emniyet Amirliği’ne tayin edildi
1913’te Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’yı vuran suikastçıların yakalanmalarında aktif olarak görev aldı Bacağından vuruldu ve bu olaydan sonra ömür boyu topal kaldı Devlet tarafından kahramanlık ödülü verildi
Ödülüyle gurur duydu ama ayağındaki sakatlık nedeniyle pasif göreve alınmak zorunda kaldı
Amirleriyle anlaşamayan Samuel İzisel çok sevdiği polislik görevini bırakmak zorunda kaldı Yıl 1923’tü
Ancak mesleğinden kopmadı 1937’de açılan Ankara Polis Enstitüsü’nde öğretmen olarak hizmet verdi
II Dünya Savaşı’nda Emniyet Müdürlüğü’nün baş tercümanlığını yaptı
Devlette bu gizli görevi yapan Samuel İzisel aynı zamanda Yahudi cemaati mütevelli heyetindeydi
Buna rağmen kimse ona kuşkuyla bakmamıştı Kimsenin aklına “acaba” sorusu gelmemişti
Samuel İzisel Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı
O bir emniyet görevlisiydi
Ölene kadar mesleğini sevdi
Öyle ki  
1948’de Polis Emeklileri ve Mensupları Sosyal Yardım Derneği kurucuları arasında yer aldı
Ve ne yazık ki bir yıl sonra hayata veda etti
Şimdi lütfen düşünür müsünüz?
Emniyet Teşkilatı tarihinde Müslüman Ahmet Rasih Tayşi de var, Musevi Samuel İzisel de
Peki sonra ne oldu?
Oyun içinde oyun
Ne oldu biliyor musunuz?
Emniyet teşkilatı çokpartili siyasi yaşamın başlamasıyla birlikte siyasetin aracı haline getirildi Siyasetin emrine sokuldu
Ve gelen hükümetler kendinden olmayanları tasfiye etti
Ve yıl 2009
Türkiye “Emniyet teşkilatı içinde cemaatçiler ve cemaatçi olmayanlar arasında çatışma varmış” tartışmasını yapıyor
İçiniz yanmıyor mu? Ne hale geldik/getirildik?
Herkes birbirini suçluyor İnsanların kurumlara güveni sarsılıyor
Hepimiz kuşkuyu paranoyaya çevirdik Sahi yoksa amaç bu mu?
Amaç devletin-toplumun aklını kaybetmesini mi sağlamak?
Ayakları bu topraklara basanlar bilmelidir ki, bu “siyasal depremin” altında hepimiz kalırız
Bu oyun bozulmalı  
Osmanlı’da ‘dinlemeyi’ Böcekçibaşı yapardı
BİLİYORUZ ki, polisler uzun yıllar askeri teşkilat kadrosunda yer aldı
Modern devletle birlikte polisin görev alanı büyüdükçe, toplum ve devlet ilişkileri arttıkça emniyet teşkilatları bağımsız şekilde kurumsallaştırıldı
Yani dolaylı yönetiminden doğrudan yönetime geçildi
Modern toplumun kurumlaşmasıyla birlikte, devletin silahlı güçlerinde işbölümüne gidildi
İşte bu nedenle güvenlik “iç” ve “dış” olmak üzere ikiye bölündü Dış güvenlikten ordu, iç güvenlikten polis sorumlu tutuldu
Polisin tarihsel sürecine bakıldığında, gelişmesinde 1789 Fransız İhtilali ve 1848 Avrupa devrimlerinin büyük etkisi görülür
Polislik Fransız Devrimi’yle kökten değişikliğe uğradı Zaten bu devrim aslında bir kamu idaresi devrimiydi İnsanlık tarihinde ilk kez köylere kadar doğrudan idareyi uygulayan bir devlet yaratıldı
Yine ilk kez “kır polisliği” ve “kent polisliği” örgütlenmesine gidildi İç güvenlik meselesi profesyonel görevlilere teslim edildi
Fransız Devrimi’nin rüzgârıyla doğan 1848 Avrupa devrimleri de polisliğin nüfuz olarak büyümesine sebep oldu
Ayrıca sayısal olarak güçleri ve ekipmanları artırıldı
Bunun temel nedeni, yoksulların, işçilerin, devrimcilerin devletleri tehdit eder hale gelmesiydi Devlet kendini/sınıfını koruyabilmek için polisliği geliştirdi-büyüttü Çatışmada kazanan taraf olmak istiyordu
Uzatmayalım  
Bu genel bilgilerden sonra gelelim bizim polis tarihine  
Bizim polisin tarihi
Kolluk güçlerinin bizim tarihimizdeki adı kimi zaman “yarkan” oldu, kimi zaman “şad”, “tudun”, “subaşı” ya da “serasker”  
Bazen görev alanları farklılaştı:
Cebecibaşı ve Cebeciler; Ayasofya, Kocapaşa ve Ahırkapı taraflarının; Kaptanpaşa; Kasımpaşa ve Galata semtinin; Bostancıbaşı ve Bostancılar; Üsküdar, Eyüp, Kağıthane, Boğaziçi, Kadıköy, Adalar ve Ayastefanos’un; Topçubaşı ve Topçular; Tophane semti ile Beyoğlu’nun kamu düzen ve güvenliğini sağladı
Böcekçibaşılar ise, suçluları izleme ve yakalama işleriyle uğraştı
Yani bugünün gizli dinleme yapanları gibi
Bilir misiniz bilmem, küçük dinleme araçlarına da “böcek” adı verilmektedir
Ayrıca başkentte sadrazamın, illerde de valilerin emrinde “Baştebdil” adı verilen istihbaratçılar vardı
Güvenlik makamları; Sadrazam, Yeniçeri Ağası, Falakacı, Cebecibaşı ve Cebeciler, Kaptanpaşa, Topçubaşı ve Topçular, Bostancıbaşılar, Kadı ve Böcekçibaşı’ndan oluşurdu
Taşrada ise, Kapıkulu ve Eyalet askerleri iç düzen ve güvenliğin sağlanmasından sorumluydu
Şehir ve kasabalarda Kollukçular, Yasakçılar, Bekçiler; Edirne Şehri ve çevresinde Bostancı Ocağı; Halep ve çevresinde Çöl Beyleri görevliydi
İç güvenlikten de sorumlu olan Yeniçeri Ağası, suç işleyenleri falakacılarına dövdürürdü Falakacılar, Yeniçeri Ağası’nın emri altında çalışan acemi oğlanlardan meydana gelirdi
Kullukçular, “karakulhane” adı verilen bugün “karakol” olarak isimlendirilen binalarda hizmetlerini yürütürlerdi
Polis Bayramı
Her yıl 10 Nisan’da Polis Haftası kutlamalarının yapıldığını biliyorsunuz
Bunun nedeni polis teşkilatının 10 Nisan 1845’te kurulmasıdır
10 Nisan 1845 tarihinde yayınlanan ve İstanbul’daki yabancı misyonlara da “Tezkere-i Umumiye” tarafından gönderilen “Polis Nizamnamesi” ile, ilk defa “polis” adı verilen bir zabıta teşkilatı kuruldu
Bunun da kökeninde 19’uncu yüzyılda başlayan “yenileşme” hareketi Tanzimat yatıyordu
Yeniçeriliğin kaldırılması; yeni ordunun kurulması da iç güvenlik meselesinin yeniden ele alınmasına neden oldu
Fransa’daki polis sistemi aynen alındı
Cumhuriyet döneminde 1922’de İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü lağvedilerek yerine Ankara’daki “Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü”ne bağlı il teşkilatları kuruldu
Fakat bu yıllarda polis teşkilatının kuruluş kanunu yoktu, gelişim bütçe kanunlarına bağlanmıştı
Uzun yıllar 1908 yılında çıkarılan “Polis Nizamnamesi”nin verdiği görev ve yetkilerle hizmet yürütüldü
Nihayet 1934 yılında, hâlâ kullanılan 2559 sayılı “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu” ve 1937 yılında 3201 sayılı “Emniyet Teşkilatı Kanunu” çıkarıldı
Günümüzde polis teşkilatı gerek kadro gerekse teçhizat konusunda Avrupa polisiyle boy ölçüşecek duruma geldi
Ah bir de her fırsatta biber gazı sıkmasalar!
|