Prof. Dr. Sinsi
|
Laz Bakkal
Tutkulu insanım
Kendimi bildim bileli böyleyim
1980 Ankara'sında, 5 aydır en büyük tutkum sigara
Yıllar önce, günde iki paket içerdim Bir gün bıraktım Beş yıl hiç içmedim Derken, geçen temmuz sıcaklarında bir gün balkonda bir sigara yaktım O an beynim döndü, yüreğimin çarpıntısı hızlandı
Anladım ki bende sigara yeniden başlıyor
Garip, tehlikeli bir sevdaya düşmezden önceki bir tedirginlik, ürkeklik vardı ilkin içimde
Kendi kendime:
“Bir sigara yakmakla başlamaz bu iş  korkma,” diyordum
Korktuğum başıma geldi
Gene eskisi gibi her an, gece uyandığımda bile arar oldum onu  İşin kötüsü zaman değişmişti Ben bu sigara içme işine beş yıl ara verdiğimden, günlük sigara piyasasını bilmiyordum
Eskiden herhangi bir büfeden, bakkaldan kolaylıkla bulabilirdim sigaramı
Dediğim gibi, zaman değişmişti Şu gün aradığımda, sigara her yerde bitmiş oluyor; dört dönüyor, ne yapacağımı bilmiyordum Hafta sonları, bayram günleri en sorunlu zamanlar oluyordu
Yeniden kanıma girmişti sigara İçmeden duramıyordum
Oturduğum evin karşısında bir laz bakkal vardı Her sabah Tekelden sigara dağıtıldığında koşuyordum ona; bir paket sigaramı alıyordum
Çoğunluk bir paket de yetmiyordu bana Derin derin bakıyordum Iaz bakkalın gözlerine  Israr ediyordum
Gizlice iki paket veriyordu bana  
Sigaralarımı alır almaz fırlıyordum dükkandan dışarıya Sabahın ilk sigarasını oracıkta yakıyordum Tüm bedenim şöyle bir titriyordu; kafamda binbir çeşit düşünce, başlıyordum günüme  
Bu laz bakkal, elli-ellibeş yaşlarında vardı Gür kır saçları arkaya taranmış olurdu; gri bir bakkal önlüğü giyer, düşük gözlüklerinin ardından işbilir gözleri parlardı
Evli barklı adamdı İki büyük oğlu, arada dükkanda dolanırlar, babalarına yardım ederlerdi En küçük, başı kabak oğlu askerdi Bayramlarda görüyordum onu
Laz bakkalın dükkanı genişti Her ceşit mal satıyordu Kapısının önünde arabası vardı Yaşamı iyi bilen bir kimseydi besbelli; oldukça varlıklıydı ama bu dış görünüşünden pek belli olmazdı; konuşması kuş dili gibi güç anlaşılıyordu
Bana sigarayı veren adamdı  
Her sabah dükkanındaydım Bazen, oğlu Tekel'den gelmemişse, orada bekliyor, sigaralar gelene değin çevreye bakıp oyalanıyordum
Laz bakkal tutkumu anlamıştı
Sigara paketini verirken bana, bazen oyun yapıyor, paketi birden geri çekiveriyor, kuş sesi ile cilveli cilveli gülüyordu  Ağırbaşlı bir adamdı, Her sabah dükkana girdiğimde, neşelenmeye başlamıştı  
“Beklemek zor” dedi birgün
“Evet,” dedim
Az konuşurduk
Nedense aklıma hiç başka bir bakkaldan sigara aramak gelmiyordu
Zaten hiç bir bakkal yabancıya sigara vermiyor; ya da sabahleyin, sigara gelir gelmez gerçekten bitiveriyordu
Laz bakkal, bir süre sonra, sanki giyimine özen göstermeye başladı, sanki saçları daha bir iyi taranmış oluyordu  
Kolluklarını çıkartmıştı Ben dükkana girdiğimde, hemen tenekelerin arasından dimdik beliriveriyor, gözlerimin içine bakıyordu
Artık, iki paket birden vermez olmuştu sigarayı bana Her gün bir paket veriyordu Belki de ertesi sabah erkenden gelmemi istiyordu Bir sabah, paketimi bana uzatırken:
“Seviyorsun sigarayı,” dedi
“Evet,” dedim
Sigarayı elime verirken, eski nasırlı elini de elime değdirivermişti  
O gün, hiç dikkatimi çekmedi bu olay
Mutluydum
Şu günlerde kimseler sigara bulamazken, ben her sabah bir paket sigaramı alıyordum  
Saçlarıma güneş ışığının vurduğu bir başka sabah, Iaz bakkal dükkanının derinliklerinde, anlaşılması güç bir sesle:
“Sen daha iyi sigaralar içmelisin,” dedi
Hiç ses çıkartmadım Aldım sigaramı, çıktım dükkandan
Bir süre sonra, bir başka olay dikkatimi çekti: Laz bakkal kasanın altındaki bir paket sigaramı bana vermezden önce, zaman geçiriyor, konuşmak istiyordu benimle
Laz bakkala hiç bir duygu duymuyordum Benim tutkum sigaraydı  
Bir bayram sabahı; sigarasız kalmış, evin içinde fırdönerken kapı calındı
“Bayram misafiridir,” diye kapıyı açtığımda, karşımda laz bakkalı gördüm
Siyah takım bir elbise giymişti; saçları ve ayakkabıları parlatılmıştı, boynunda tilki grisi bir kravat vardı
Kolonya sürünmüştü
Baktım
Elinde bir paket sigara tutuyordu
Elimi sıktı, içeriye girdi
Ben de ardından girdim; o gitti, salonda başköşeye oturdu
Paketi açıp, ona bir sigara ikram ettim
Teşekkür etti:
“Ben kullanmıyorum,” dedi
Ben, paketten bir sigara yaktım, Iaz bakkalın karşısına oturdum Tam nasıl davranacağımı kestiremiyordum Karşımdaki adam, bakkal kılığından çıkmış, devlet dairesinde bir şef filan gibi bir kılığa girmiş, bacak bacak üstüne atmış oturuyor, evimi gözden geçiriyordu
İyice bir baktım da, adeta bir müdür havası bile vardı onda Gaga burnu, beyaz bıyıklarının üstünde güçlü güçlü duruyor, daha önce pek dikkat etmediğim ak favorileri parlıyordu Az konuşuyordu, hep bana bakıyordu
Ona kahve yaptım Şeker sundum Tedirginlikten ne yapacağımı bilemiyordum
O, çok rahattı
“Seni arada görmek istiyorum,” dedi bana
Şaşırdım
“Her gün görüyorsunuz ya,” dedim
“Öyle görmek değil,” dedi o; aynı sakin sesi ile
“Beraber biryerlere gitmemizi, gezmemizi istiyorum  Sen benim verdiğim o sigaraları içerken neler düşünüyorsun; neler yaşıyorsun, onları bilmek istiyorum,” dedi
“Olamaz!” dedim
Ağzımdan öyle çıktı birden
“Niçin?” dedi o
Bu bir soru değildi
“Niçin olmasın?” diye devam etti “Varlıklıyım, istediğin her an sana sigara bulacak güçteyim Eğer istersen olmayan daha pek çok şeyi bulabilecek gücüm var Arabam kapıda Olgun bir erkeğim Çılgınca sigara içen bir genç kadına, biçilmiş kaftan görüyorum kendimi,” dedi
“Sen bakkalsın yahu, köşedeki bakkalsın Ben varlıklının kızıyım,” diyemedim
Deseydim de, çok anlamsız ve gülünç olurdu bu  Karşımda oturan adam; hem zengin, hem güçlü, hem de kendinden emindi Pes etmiştim doğrusu! Laz bakkalla garip ilişkim böyle başladı Sigara yüzünden  Tekel yüzünden  O garip tutkum yüzünden “Olur,” dedim ona, o bayram günü “Belirli akşamlar, operaya, konsere, galalara, sinemaya ve de tiyatroya gidebilirim sizinle  ” “Tamam,” dedi o Laz bakkalı, tüm bu eğitimi, bilgisi ve sınıfı dışında olan yerler hiç tedirgin etmemişti “Ben biletleri ayırtırım, size haber veririm Siz akşam vakti gelir, beni evden arabanızla alırsınız,” dedim
“Olur,” dedi o
Kibarca elimi sıktı Çıktı gitti
İki gün sonra, Devlet Konser Salonu'nda bir konser vardı, Şef Macardı Biletleri ayırttım Laz bakkala haber verdim Gitmiş, almış biletleri; o akşam saat yedi buçukta arabası ile aldı kapının önünden beni Gene şık giyinmişti Cebinde ak bir mendil, kravatında bir iğne vardı Ben beyazlar giymiştim Konser Salonunda, ön sıralardaki yerimize oturduk O, yıllardır her hafta konsere gidermişçesine rahattı O gece, Bach, Sibelius, Motzart dinledik Ara olunca çıktık Sigaramı yaktı Görkemli bir biçimde yanımda dimdik durdu Çevreyi süzdü Ertesi gün, o akşam beni konser salonunda gören birkaç arkadaş sordular:
“Yahu, o kont gibi adamı nereden buldun? Milyoner mi? Senatöre benziyor  İzmir'li mi?” filan diye sordular
“Eski bir dost,” dedim Fazla konuşmadım
Üç-dört gün sonra, Amerikalı yönetmen Francis Ford Coppolla'nın bir filmi gelmişti Laz bakkala haber verdim O geceye bilet almış, beni evden aldı, gittik  Filimdeki şiddeti ve duyguyu dikkatle izledi Vietnam savaşı ile ilgili sahneleri başını yana eğerek seyretti Arada çıktık Sigaramı yaktı Çevreyi süzdü
“Başroldeki çocuğu beğeniyor musun?” diye sordu
“Hayır,” dedim
Her seferinde yaptığı gibi, akşam kapımda bıraktı beni Gene bizi görenler olmuş
“O naip kılıklı bey kimdi yanındaki? O ne ağırbaşlı, soylu adam  Burjuva değil, aristokrat besbelli  Nereden buldun? Nasıl tanıştın?” diye sordular
“Eski bir dost ” dedim
Herkes merak eder olmuştu Kimdi bu benim yanımdaki, iyi giyimli, kır saçlı, sessiz, değişik adam? Bir gece tiyatroya gittik Laz bakkal bej takım elbise giymişti İbsen'in bir oyununu baştan sona ilgi ile izledi
Çıkarken paltomu tuttu
Bana arabanın kapısını açarken görmüşler
“Yahu, fabrikatör mü, Hariciyeci mi, hoş adam  Çok hoş adam,” dediler
Bir başka gece, operada hemen hemen en ön sıralardaydık Galaya bilet almıştı Yakasında beyaz karanfili ile Carmen'i dikkatle izledi Ben arada yelpazeleniyordum Kürküm sırtımdan kaydıkça, usulca omzuma yerleştiriyordu Vestiyerden şemsiyesini aldı, çıktık
Eve bıraktı beni
Birkaç arkadaş:
“Sessiz, büyülü, güclü bir adam  Belli dışarıda uzun yıllar kalmış  Kim bu beyefendi?” dediler
Birkaç kişi de, “Galiba Sorbonne'dan bir profesör,” diyorlarmış
Kulağıma geldi Hiç sesimi çıkartmadım
Laz bakkal çok az konuşuyor, her şeyi izliyordu Her seferinde değişik giysiler, yeni, gıcır gıcır pabuçlar giyiyordu
Terzi Milaslı'ya bir de gala geceleri için kuyruklu frak diktirmişti
Yavaş yavaş anlıyordum ki, Motzart'ı seviyor, kovboy filimlerinde çocuksulaşıyor, gittiğimiz Rock konserlerinde basbayağı gülümsüyordu
Bir tek cazz'ı sevemedi Şikago Cazz Beşlisi'nin konserinden çıkarken anladım bunu
<<Beni biraz yordu bu,>> dedi
Fransız Kültür'ün ve İtalyan Kültür'ün sinema kulüplerine de üyelik kartı çıkartmıştık Laz bakkalla birlikte, çok değişik filimler izlemek olanağını bulabilmiştik böylece  
Roberto Rossellini'nin “Stromboli”si ikimizi de çok etkiledi Bundan başka Visconti'nin görkemli filmi “Leopar”ı izlemek olanağı bulduk Fakat Iaz bakkal sanırım en çok Vittorio de Sica'nın “Bisiklet Hırsızları”nı beğendi
Öyle anladım
Antonioni'nin “La Notte” adlı unutulmaz yapıtını izlediğimizde, laz bakkal filimdeki o garip bunalımı sanırım tam bağrında duydu
Alain Resnais'nin “Hiroşima Sevgilim” filmini izlerken de elini bir süre şakağına koydu
Sanırım Fellini'yi de seviyordu
Saygısı ve ilgisi sonsuzdu bana Zaten artık gündüzleri görmez olmuştum onu
Bir iki kez sergi acılışlarında da gittik
O, soylu görünümü ve sessizliği ile herkesi büyülüyordu
Bir gece, Brecht seyrederken çok heyecanlandı Sonra gene o derin, düşünen sessizliğine büründü
Kokteyllerde geçkince kadınların elini zarif bir hareketle öperdi
Yavaş yavaş anlıyordum ki, para önemli değildi onun için  
Onu benim elimden almaya calışan kadınlar da oldu Ona yanaşıyorlar, cilveli cilveli konuşuyorlar, onu etkilemeye calışıyorlardı O, hiç bakmazdı bile onlara Nazik nazik söylenenleri dinler; sonra gelirdi yanıma, beraberce çıkardık bulunduğumuz yerden
Kış gelmişti
Laz bakkal geceleri siyah bir şapka ve beyaz eldivenler giyiyordu artık
Herkes parmak ısırır olmuştu, bu ince, esrarengiz, kültürlü adama
Kimdi bu? Neyin nesiydi?
Gözleri değişikti; Kırımlı bir bey miydi?
Acaba Beyaz Rus muydu?
Ben susuyordum
Hep yanımda olup, bu hiç bilmediği, duymadığı, görmediği olayları büyük bir dikkatle, içercesine izlemek mutlu ediyordu onu
Benimle de az konuşurdu
Bazı zaman düşünürdüm de, sanki sürgünden dönmüş eski bir soylu gibiydi gerçekten Yavaş yavaş anlıyordum  O da benim gibi,tutkuları, özlemleri olan bir adamdı Bunca olaydan sonra, her an onun ruhunda bir patlama bekler olmuştum Hissediyordum bunu
Yanılmamışım
Kuğulu Parkta, puslu bir sabah zamanı yalnız başıma dolaşırken, bir sigara karaborsacısı yaklaştı yanıma
Kıvırcık saçlı, çok genç bir delikanlıydı bu Tuttum, bir paket sigara aldım ondan
Sigaram vardı ya, laf olsun diye; elimde bolca bulunsun diye aldım bir paket Ertesi gece Iaz bakkalla Ankara Palas'da akşam yemeği yiyorduk O Şatobrian ısmarlamıştı, ben Böf Strogonoff  Yemeğimizi bitirdik Ben bir Peşmelba istedim O tatlı yemedi Tam Peşmelbayı yerken ben; bir gün önce, parkta karaborsacıdan nasıl sigara aldığımı gülerek anlattım ona
Bir an yüzü karardı
Çok kızdığını hemen anladım
O sırada şef garson yanımıza gelmiş, başka bir arzumuz olup olmadığını soruyordu O an masadaki mumun alevi titredi Laz bakkal hesabı ödedi Yüklü bir bahşiş bıraktı Kalktık Sessizdi Hiç konuşmuyordu Ben, kırmızılar giyinmiştim Yüksek topuklarımın üzerinde zor yürüyordum O siyahlar içindeydi Kolumdan tutuyordu Tüm yemek yiyenler, ilgiyle baktılar ardımızdan, biz çıkarken  Hiç ses etmedi diye canım sıkılmıştı
O gece suskun suskun bıraktı beni eve
Ertesi sabah gene Kuğulu Parka gittim Tam gölü seyrediyordum ki, o bir gün önceki karaborsacı çocuk çıkıverdi meydana Bu kez Amerikan sigarası getirmiş Alacaktım, parayı çıkarıyordum; birden bir silah sesi duyuldu Karaborsacı çocuk kanlar içinde yere yuvarlandı Parkın en kuytu bir köşesindeydik Kimseler yoktu çevrede Sislerin arasından, bir ağacın ardında gördüm laz bakkalı Eski yapı tabancasından sanki duman çıkıyordu  
Gözleri taş gibiydi
İşte o sabah vakti Kuğulu Parkta bir Vagner müziğinin sertliğini, bir Bunuel filminin garip çarpıklığını, bir Visconti'nin görkemini hissediverdim
Parkın ayrı kapılarından koşarak çıktık
Demek kıskanmıştı beni
  Üç gece sonra, Tosca operasını izlerken, elindeki beyaz eldiveninin teki ile oynadı
“Bak, tüm kuralları biliyorum “
Tıpkı bir soylu gibi
Şerefim var
Aldatma beni
“Çünkü seni seviyorum,” dedi
Sonra gözlüklerini düzeltip, salona girenleri izledi Yelpazemin ardından:
“Peki,” dedim ona
Oyun bitince, kürkümü tuttu Beraberce bindik arabaya Sigaramı yaktı
Tüm eş dost sorup duruyordu:
“Kim bu Hiro Hito'ya benzeyen adam? Bir diplomat mı? Danıştaydan mı? Yoksa orkestra şefi mi? Kim bu?”
“Eski bir dost,” dedim
“Sizler gibi  ”
Nazlı Eray
|