|
Prof. Dr. Sinsi
|
Ben Üzerine

Ben Üzerine! 
Ben! Sadece ve yalnız “ben”!
Her şey ona göre ve her şey onun kölesi  Davranış ve hareketler hep onun direktifleriyle  Ötesinde hiçbir şey yok  Öyle mi?! 
Bence hastalık bu  Belki de asrın en korkunç ve tehlikeli hastalığı  Üstelik gizli ve sinsi  Hem de bulaşıcı  
Bir eğitimci şöyle der 
“Hakikaten, insanda en tehlikeli damar, benliktir Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler Şu asırda ehl-i dalâlet eneye binÂ*miş, dalâlet vadilerinde koşuyor Ehl-i hak, bilmecburiye beni terk etmekle hakka hizmet edebilir ‘Ben’ demeyiniz, ‘biz’ deyiniz Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyedir ”
Evet, “ben”i olması gereken istikamete yönelten bu ışık düstura gönülden alkış tutarak diyoruz ki, insanın onca noksanı diz boyu olÂ*muşken ve ruhunda da bir o kadar yama varÂ*ken, “ben” diye tutturması pek garip ve güÂ*lünç doğrusu  Ama bizler kendi kendimizin yalancı şahidi olmuşsak, bu pek âlâ mümkünÂ*dür de  
“Ben”imiz kafestir bizim için Kendi prangamızı, kendi zincirimizi kendimiz takarız Sonra, gel de kurtulabilirsen kurtul bu esaretÂ*ten!
Ben yaptım  Ben çattım  Ben bulÂ*dum  Ben yazdım  Ben çizdim  Ben olmasaydım !
Ben, ben, ben  
Aşılmaz bir duvardır artık; onulmaz bir yara, silinmesi güç bir kara  Evet, kara ben  
Niye, “ben kusurluyum, ben hatalıyım, gerçek suçlu benim, bu yolun günahkâr benÂ*desi ben!” eksenli “ben” olmayız, bilmem ki?!
Gerçekte bu “ben”in, yani kendimizin biÂ*le sahibi değilken, onun adına âlemi sahiplenmek ne garip!?
Sadece söylemeyi becerebiliyoruz işte! Yoksa, başkaca gücümüz yok Ne elimiz, ne gözümüz, ne de aklımız bizimdir! Bilmekte, faÂ*kat zaman zaman gafletle unutmaktayız ki, bunlar bize, belli fonksiyonları yerine getirebilÂ*mek için verilmiş birer emanetten başka bir şey değildirler  
Kendimizi bildik bileli “ben” diyoruz “Ben” diyebilmek, yani insan olmak gibi essiz bir zenginliğe sahip olduğumuz halde, gerçekÂ*te acaba kendimizi hakkıyla tanıyabilmekte miyiz?! O halde, peki ne diye ve ne hakla hâlâ ben!?
Bizim olmadığı açık seçik ortada  EmaÂ*neten verilmiş bir ölçü, bir mikyas bu ben  Meçhulleri keşfetmek, denklemleri çözmek için ve sırlan açmak için bir şifre  
Hep düşünmek, fikretmek gerek!
Ve düşünüyorum  Buncacık gücüm, bilÂ*gim ve sanatımla ancak bu kadarını yapabiliyoÂ*rum  Oysa ki, arkada öyle muazzam eserler var ki, benim yaptıklarım onların yanında çoÂ*cuk oyuncağı bile değil 
Peki ya ötesi?! Ya diğer göz kamaştırıcı sanat harikaları?!
Evet, basit bir taştan menekşeye, kelebeÂ*ğe ve insana uzanan çizgide sonsuz sayıda ve güzellikte sanat eserleri  
Görüldüğü gibi, bu muhteşem sergide “ben” de bir sanat Onun diğerlerinden tek farkı ise, bazı şeyleri düşünecek, akledecek ve yapacak kadar şuur ve kabiliyete sahip olmaÂ*sı  Yani onun yapabildikleri de, kendi SahiÂ*bi’ nin eseri
Şu halde, yapılacak en önemli iş sahipÂ*lenmek değil, kendimizin ve de her şeyin gerÂ*çek Sahibi’ni tanımak  
“Ben-kondu”yu yıkıp “biz” çatısını çatÂ*mak “Ben” buz tanelerini “biz” havuzunda eritmek  
Elhâsıl; sahte benlik davasını bırakarak, “ben” kafesinden kurtulup hürriyete kavuşmak  Ve bu emanetin, en büyük gerçeği tanıÂ*yıp bulma yolunda insana verilmiş mukaddes bir armağan olduğunu unutmayarak  
Ziya Aydın
|