07-11-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Ve Tuz Adamların Devri
Kış akşamlarından biriydi  
Ağaçlar, dağlar ve nehirler beyaza boyalı haliyle sanki yorganı başına çekip de derin bir uykunun kollarında yatan yoksul bir adam gibiydi  
Konaklarda misafirin eksik olmadığı günleri dün gibi hatırlamaktaydı  Yemekler, cömertlik duygusuyla ikram edilirdi  
Her akşam ayrı bir konakta toplananlar açlık, kıtlık, savaş ve memlekete dair sohbet eder ve kıssadan hikayeler anlatırdı  
Dedikodu, gıybet ve iftiraya yer yoktu  
Ayıp ve günah denilirdi  
Küçük çocuklar gece yarısında üşüdüklerinde, büyükler yataklarından kalkar ve kuzineye odun atardı  
Ve büyüklerinin anlattıkları hikâyeleri düşünerek uykuya dalan çocuklar hallerine şükür ederdi  
Karlı dağların eteklerindeki mağaralarda açlıktan uluyan kurtların sesi konağa kadar gelirdi Sabah ezanı okununca, seccadeye kapanan büyükler kurda ve kuşa bile dua ederdi  
Sarıkamış‘ın soğuğunda donup da şehit düşen doksan bin askerimizin, yani o buz adamların hikâyesi anlatılırken küçüklere;
“Tuz adam olmayın!” diyerek nasihat edilirdi  Ve her defasında; “Allah bir daha o günleri göstermesin!” diyerek dua edilirdi  
Büyükler birer birer gitmekteydi  Küçükler ise istikametsiz, pusulasız, kılavuzsuz büyümekteydi  Kırk yılda bir buluşanlar da hikâyeye nereden başlayacağını bilemiyordu  
Dünyadaki savaşlar; gel-git dalgalarına ne de çok benziyordu Biri geliyor, diğeri gidiyordu Hayat dalgalar arasındaki boşlukta yaşanıyordu  
Dünya kıyamete doğru hızla yol alıyordu  
Asr-ı Saadet gitmiş, ahir zaman günleri yaşanırken, artık iftira ayıp ve günahtan sayılmıyor, kurda kuşa dua edilmiyor ve buz adamların hikâyelerine gözyaşı dökülmüyordu  
Devir; buz adamların değil, tuz adamların devriydi
Mehmet Soysal
|
|
|