Prof. Dr. Sinsi
|
Bir Hüzünlü Veda
Fakültede rakiptik, isimlendiremezdim içimdeki duyguyu; öfke, kızgınlık, nefret ya da kıskançlık Hepsi sandığım da olurdu Ya o birinciydi ya ben Kendi notumdan önce ona bakardım Belki de bu okulda tek önemli eğlencemizdi, fakirdim, fakirdi, fakirdik Çoğu derste olduğu gibi Dil Bilgisinde de iyiydik
Her şeyde rekabet vardı ya, önce o öyküler yazdı, sonra ben Önce ben şiirler yazdım, sonra o Gizlice okurdum onun şiirlerini, öykülerini Okudukça görürdüm; bir hüzünlü hava, geliştikçe gelişen bir tarz
Bakışlarında hep hüzün, bir kırılganlık, bir naz
Tam da sınav zamanıydı, iki sene önceydi Memlekete gitti, dönmedi, birkaç sınava girmedi Önce sevinmiştim, sonra duydum; ‘Fakirlikten gelemedi’
İçimde soğuk rüzğarlar esti, kalbim kendime küstü Çankırı’da, bir soğuk köyde babası ölmüştü
Anası kalakalmış, üç işsiz çocukla, dul Ne bir çalışan, ne para-pul Yol parası bile bulamamış, yok yok içinde, bırakıp gelememiş Tel tel zülüflerinde baharlar solmuş
Sonra duydum, onu seven bir öğretmen burs bulmuş
Ah! Gözleri hançer, yüreği pamuk Zülfiye o gün mü başladım seni sevmiye, yoksa o, anladığım gün müydü sade
Silip tüm rekabeti ve soğukluğu, “Hoş geldin” demiştim, başım eğik, suçlu suçlu
O sene uğraşıp, didinip toparlamış, geçmişti Son sınıfa da başı dik girmişti
Son sınıfta, içimde konuşma umudu, uğraşıp durmuştum Yiyip kendi kendimi, kendimi yormuştum
Anlamıştım, baharlar gülüşünde gizlenmişti Tüm güzellikler, gözlerinde dinlenmişti Günlerin gelip-geçtiğini farketmeden, mutluydum yanında Onunla güzeldi kış, onunla güzeldi yaz, en güzelini onunla yaşadım baharın da
Heyhat, baktığı her gençte, içimde büyüyen korku; Başkasını mı seviyordu ! Yığıldı durdu,yığıldı, her ümidin ardında bir korku, bir sıkıntı
Korkularla ve yersiz ümitlerle geçivermişti koskoca aylar, geçivermişti bir anda Söyleyememiştim, kalmıştı sevgim, gönlümün yalnızlığında
Son sene de Zülfiye olmuştu birinci O sevinirken paylaştım sevinci İçime ayrılığın acısı düşmeden önce Vedalaşırken de, saklayıp elemi, toplayıp cesareti, söyleyememiştim, onu ne çok sevdiğimi
Bir arkadaştan duydum, hemen başvuracakmış öğretmenliğe, “işe ihtiyacım var ” diye
Bir daha görebilirim diye uğraştım, durdum Sonunda değiştirip bütün planlarımı, ben de öğretmenliğe başvurdum
İki ay kadar sonraydı, açıklanmıştı sonuçlar Asılı kağıtlarda şehir yazmıyordu, gidip, öğrendim kendiminkini Çıkıp bekledim aynı şehir olsun diye dua ederek onun ilk tayinini
Gelmişti sonunda, yine yüzünde bir hüzün, yine hançer bakışları Ceylan gibi ürkek adım atışları Merhabalaştım, kaçamak baktım evraklarına Başka başka şehirler alıp götürüyordu onu benden, gönlümün içine, gözümün ise çok uzaklarına
Gidiyordu işte, içimden kızgın nehirler akıp geçiyordu Karşılıksız sevdalar oynuyordu kalbimdeki her filmde
Bir kenara bırakıp nice nice korkularımı, toplayıp birikmiş cesaretimi, söyledim sonunda, onu ne çok sevdiğimi, ayrılığın ilk, umudun son gününde
Biliyordum oysa karşılıksızdı sevdam, belliydi… belliydi her halinde Yine de fısıldadım; “Seni seviyorum” diye
Görür gibi baktı, görülmeyen ufuklara Susup cevap vermedi sevda ilanıma Hiç duymamış gibi davranıp gülümsedi; “-Özleyeceğim Ankara’yı” dedi usulca
Sustuk, dakikalar mıydı geçen, asırlar mıydı ? Bilemedik, sustuk
İnceden bir yağmur yağıyordu O benim konuşmamı bekliyordu, ben konuşmaktan
korkuyordum Yağmur gözlerimize iniyordu, belli etmeden siliyordum Gözleri, gözlerime değince yanmaktan korkuyor, kaçırıyordum
Önce bulutla kapandı üzerimiz ve bulutlar benden önce başladı, ağlamaya halimize
-Yağmur yağıyor , dedi usulca
-Evet , diye fısıldadım
Yıllardır herkes biliyor gibiydi, sevgimi, ama yıllardır o anlayacak diye korkuyordum Oysa, onun da yıllardır bildiğini de şimdi anlıyordum Kimsesiz bir aşkı yaşamıştım, yanıbaşında sessizce
Bir yağmur yağıyordu inceden ince Şimşekler çakacak gibi geliyordu, gözlerimiz birbirine değince Sustuk, konuşmak isterken delice
Gökkuşağını gördü ,
-Ne güzel , dedi usulca
-Evet , dedim yine
İnceden bir yağmur yağıyordu gözlerimize Bir şey söylemek ister gibiydi, vazgeçti sanki Bir soğuk rüzgarla titredik Fakirdim, fakirdi, fakirdik
“Acaba” dedim, seviyor da korkuyor mu geçimden Ah, neler söylemek geçiyordu, neler içimden Başlamadan biten bir şarkı, ayrılıktan bir fasıl
Fısıldadı yine usul usul; “Gitmem lazım, otobüs saati yakın ”
Ah, canım, ne çok yakışır saçlarına, güller takın Ben özlerken seni uzak memleketlerde, gül, Ki yakışır güzelliğine Gülümsedi, güldü gül yüzü
-Bir gün döneceğim
Bir umut yakalamış gibi çırpınırken kalbim, dudaklarımdan umutsuzluk döküldü; “Belki ! “
-Döneceğim
Sustuk, dakikalar mıydı geçen, asırlar mıydı ? Bilemedik, sustuk
İnceden bir yağmur yağıyordu gözlerimize
Elini uzattı, bu eli ilk defa tutmayı istemedim, tuttum Bir an bütün hüzünleri unuttum
-Görüşürüz , dedi “Belki” bile diyemedim
Gözlerindeki yağmurları gördüm Döndü gitti Önce gökkuşağı kayboldu, sonra yağmur durdu Yanaklarım hâlâ ıslanıyordu
Uzak diyarlarda özledim durdum onu Bir umut verse koşardım belki Sonra, …sonra dayanamayıp mektuplar yazdım, mektuplar ki hep cevapsız
Mektuplar yazdım ona, hiç mi sevmedi beni diye ağladım, bakıp bakıp uzaklara, sessizce, usulca Cesaretime şaşmıştım oysa, söylerken aşkımı veda anında
Yıllarca rakip olmuştuk, ne zaman başladı sevdam, ne zaman başladı yangınım, bilemedim Ondan sonra kimseyi böylesine sevemedim
Sana bu son mektubum
Sana bu son mektubum olacak bir dahakine kadar Hep öyle olmuyor mu!
"Bu son "diyerek kaç mektubu bitirdim Kalemi bırakırken bulduğum
kişiliğimi, hasret uzadıkça yitirdim
"Bu son, bu son " Neyin sonu, mektubun mu, ağlayışların mı, vefasızlığının
mı ? " Bu son " yazdığımda içimden geçen ince bir sızı hatırlatıyor, ne son
mektubum olduğunu, ne de cevapsızlığının son olduğunu
Burda akşam erken iniyor, dağlardan süzülerek Uyku geç giriyor gözlerime
Uykusuz kalıyorum gecelerce, gözlerin gözlerimden gidene dek Uykularım baykuşlarınkine denk
Gözlerim ufukta, Ilgaz’a doğru dalıyorum ‘Sen yaşadın’ diye, Seni görecekmiş gibi
Memleketine Çankırı’ya bakıyorum
Dağlardan gelen kurt ulumaları bölüyor uykumu sonra Sonra, sonra yine yalnızlığım yanıbaşımda ve gözlerimde sen, veda edişinle Ankara
Sabahlar erken oluyor burada Kuş sesleri, köpek havlaması ve horoz sesi
delicesine uyandırıyor beni Bakıyorum, hüzün kollarımda, sen uzaklarda
Memuriyetimin kaçıncı yılı burada, bilemiyorum Çünkü, senden ayrı olunca,
yalan söylüyor takvimler, yalan söylüyor saatler Asırlar geçiyor beş dakkada
Gönlümde nice kış yaşanıyor bahar günü Biliyor ağaçlar, çiçekler, kuşlar seni
düşündüğümü, baharı bensiz yaşıyor Ben de tufanlar, kar, boran, fırtına Bende
gün hep kış günü
Güvensem sana, alıp başımı düşeceğim yollarına Bahar demeden kış demeden
Yolların uzak, demeden, dereden-tepeden Korkuyorum kî, sen hayâlimdeki kadar
bile bakmayacaksın yüzüme, uzanmayacaksın uzanan ellerime Bu satırları yazma
hakkım bile kalmayacak Gözlerin beni yine yakacak, bu kez sönmemecesine Ve
korkuyorum sana gelmekle, taş yüreğine kibirler taşırım diye
Bitiriyorum sözümü yine sitemle, yine gözlerim hayâlinde ve ezikliği
umutsuzluğun, yüreğimde Ama unutma, duygularım büyüyecek Bir gün
vefasızları unutmayı öğreneceğim; sen koşsan bana yıllar sonra, ben döneceğim,
sen gelsen ben gideceğim Elbet, elbet gün olacak sensiz de güleceğim, şimdi
inanamasam da
öyle bir gurbetteyim kî
sen yoksun
Bu şehirde rüzğarlar eser
senin kokunu getirmez
Kızlar dolaşır caddelerinde
hiçbiri sana benzemez
İçim burkulur, baktıklarımda
seni göremedikçe
Birikir birikir, kaçar
yaşlar gözlerimde
Anlamam lazım diye düşündüm, anlamam; ‘karşılıksız sevda’ dan Son mektubumu gönderip, kestim ümidimi postadan
Günler kovaladı günleri, bahar bitti yaz bitti Ne haber, ne mektup gönderdi gönlümün güzeli, gönlümün dilberi Her akşam posta yolu gözleyi gözleyi, umutlarım tükendi gitti
Yolum bir gün Ankara’ya düştü, rastladım bir eski arkadaşa Dayanamayıp sordum tek tek, sıra geldi ona; ”-Duymadın mı?” dedi toplayıp acıları bakışlarına Kötü haber, müjdecisi gibi, uzaklarda bir baykuş öttü “-Aylar oluyor, aylar!” dedi, “Eğitim askeri gibiydi, şehit düştü”
Göç etti gönlümden ümitler bir anda, son bakışı canlandı karşımda, küçük çocukların başını okşar gibiydi yine, yine mum gibi ışıtıp çevresini eriyordu işte Çölde açan bir güldü, Önce ailesi için yaşadı, sonra çocuklar için öldü
Orda da fedakarmış Bir yaramaz yakmış, soba parlamış Kurtarmış çocuğu ama , ağır yanmış yanağından Ölünce, ağıtlar yakmış talebeleri ardından, tabutu görünmemiş güllerden
“Niçin?” diye sordum, olmalıymış gibi bir sebep Önce mırıldandı; “-Zalim zalimdir hep, zalim zalimdir hep ” Sonra anlattı usulca, suçu öğretmen olmakmış doğuda
Bir sabah vaktiymiş, sehpada bir Kuran, bir şiir kitabı yatakta ve gönlünde büyük ümitler, ümitler ki, şimdi çok uzakta Bir teröristin hain kurşunuyla, vurulmuş işte Bir göz soğuk lojmanındaymış, tam da uzanmış, alnı secde de Koynunda annesinin resmi, masada kalemler ve ABC
Ahmet Ünal Çam
|