Prof. Dr. Sinsi
|
Orman
ormanla ilgili hikaye - ormana dair hikaye - yaşamdan hikayeler
Orman
Öykü Yüzer
Sandığımdan da az  öyle az ki 
“ Bastığım yerleri görmem gerekir mi acaba?
Çukurlara, oyuklara düşer miyim görmezsem?
Solucan, sümüklüböcek ve bir sürü orman kaçkınını eziyor isem şimdi bilmeden,
Kimse kızmasın, gücenmesin bana 
Ormandayım, orman perileri dallardan sarkıp sarkıp saçlarımı çekiştiriyorlar
Daha cesur olanları var, yoluma çıkıyorlar, bacaklarıma sarılanlar oluyor hatta,
Yürüyemiyorum, çelme bile takıyorlar 
Tam konuşacakken ben, ağzımı kapıyor mesela bir tanesi  minicik eli var
Tuhaf da bir kokusu 
Ne gibi? Dil peyniri, yasemin  tuhaf demiştim ya 
Gerçeğe daha 3 kilometre var 
Havanın kararmasına ise çok az 
Yağmurun iyiden iyiye bastırmasına da az 
Senin gitmene?
Sandığımdan da az  öyle az ki 
Son 3 kilometre 
Ya da bu yol hiç biter mi dersin? ”
Bir Kasım ayıydı
Termosa çay demlettiren, ceplere minik bayram çikolataları dolduran, çikolata kokmayan pipo tütününü pipoya özenle yerleştirten  sırta kırmızı bir çantanın asıldığı, hiç de umutsuz hissettirmeyen bir Kasım ayıydı O Kasım ayı çok güzel genç bir erkekti Güzellik ona güzelce sinmişti Gözlerine özellikle badem badem ve ellerine özellikle güçlü güçlü 
Bir ormandı
Eskilerden kalan bir ormandı Çocuklukta mutlaka birkaç kez gidilmiş, filmlere, resimlere konu edilmiş, karanlık basmadan içine girilip ve gene karanlık basmadan içinden çıkılması tercih edilen ormanlardan biriydi Koşmak için de gidilebilirdi, piknik için de   şehrin acımasızlığından kurtulmak için de  için de 
Biz, yani senle ben, bildiğin ikimiz işte ya  bu Kasımda, bu ormanda, hüzünlerin, yarım kalmış aşkların gölgesinde, Ağrı’ da geçen ağrılı bir çocukluğu ve Ağrı’da geçmeyen ama gene de ağrılı bir başka çocukluğu elele tutuşturduk hem de dokunmadan birbirimize Sıradan ve büyüsüz olan tek detay yoktu o günde ve yerde Birleştik dokunmadan
Çok konuştuk  oturduğumuz, soluklanmak istediğimiz o bankta biz çok fazla konuştuk Haddini çok aştı, sınırları çok geçti konuşmalarımız
Bir metal dolaptan bahsettin bana Önünde durup ağlamıştın, küçücüktün o zaman sen Dolabı işaret edip ağlamıştın Nihayet çekip bakmışlardı dolabın arkasına Oradaydı  bütün ahlar, vahlar, küfürler ve kem gözler  sen ağladıkça dayanamadılar, yok oldular  kurtuldun sen, kurtuldu annen
Ya biz? Biz de kurtulabilecek miyiz?
Bir umuttu, evet
Ben bekliyordum Güzel günleri, güzel bir arkadaşı, güzel bir duyguyu bekliyordum, onun eliyle yakalamayı bir yaşamı Sıcacık 
Sen bekliyordun Geçmesini kendiliğinden, bitmesini; sen bitirmeden Gitmesini; sen yollamadan Bir sabah kalktıpında başka türlü kalkmayı bekliyordun Acıkmış olarak 
Bekliyorduk   bulunur muydu?
Ve 
Gün bitti
Hani bir 3 kilometre daha var demiştim ya yürünecek  bitti
Yağmurun iyiden iyiye bastırmasına az var demiştim ya  öyle olmadı işte Sadece çiseledi
Karanlık çöktü tam dediğim gibi ve biz ormanı bitirdik
Bir de, senin gitmene az vardı demiştim ya  gittin
Benim gözlerim doldu
Senin için acıdı, kabukların çatladı değişime doğru
Benim bütün anılarım birer birer depreştiler, sonra kasılarak öldüler Acılarım dindi Kanım pıhtılaştı
Senin yaraların ise şimdi şimdi açıldılar  açıldıkça onlar, sen kanamaya başladın
Kanadıkça daha çok  heryere bulaşıyordun artık Korktun çok önce Korkma, durur dedim bu kan Duyamazdın beni, kendi çığlığın benim sesimi bastırıyordu
Kan gölünde bıraktım seni Çünkü öyle istedin
Şimdi 
Biz varız,
Orman yok, aylardan Kasım değil 
Biz var olmaya devam ediyoruz 
Varız,
Ayrı ayrı
Yanyanayken ayrı
Ayrıyken yanyana
Varız
|