Yalnız Mesajı Göster

Suikastler Tarihi

Eski 06-27-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Suikastler Tarihi




Hz Ömer Suikastı


Bizans İmparatoru Heraclius (Ermeni asıllı ve Heraclius Hanedanının kurucusu olan I Heraclius; 610-641 yıllan arasında Bizans imparatorluğu tahtında oturmuştur) yüz çizgileri gerilmiş, sinirden titriyor, karşısında süklüm püklüm duran Prens Tomas'a bağırıyordu:

"Anlamıyorum Tomas, ne oluyor? Urfa, İskenderun ve Antakya'yı verdik, fakat bu da yetmedi Şimdi de Suriye elden gidiyor! Senden en küçük bir başarı ve karşı koyma haberi yok Şam kalesi bile düştü düşecek! Şimdi de sıra Kudüs'e mi geldi? Bütün bu yenilgilerinizin gerçek nedenlerini anlayamıyorum"

Prens Tomas, üzgünlüğünü belirten bir sesle imparatora şöyle karşılık verdi:

"Haklısınız efendimiz Ama son bir kozum daha var Eğer izin verirseniz bunu da denemek istiyorum Belki de bu davranışımı iyi karşılamayacaksınız Çünkü planımın içinde Kutsal Kitapların da rolü olacak"

İmparator Heraclius:

"Söyleyin bakalım Prens Tomas Oyununuzu ben de merak ettim" dedi

Prens Tomas, savaşta uygulayacağı planını anlatmaya başladı:

"Ellerine kutsal kitapları almış rahipleri, askerlerimin önünde yürüteceğim İslâm kuvvetleriyle hiç cenge çıkmamış ve maneviyatları bozulmamış genç kumandanları da savaşa sürdüreceğim"

İmparator elini Prens Tomas'ın omzuna koydu ve bu savaş planını beğendiğini belirterek:

"Güzel güzel Sonucunda başarı elde edilebilecek bir düşünce bu Niçin bunu daha önce uygulama yoluna gitmedin? Tanrı yardımcın olsun"

Ne var ki, bu gülünç savaş oyunu gerekli sonucu sağlamamış, Hıristiyanlık dünyasının kutsal şehri Kudüs de, her an İslâm ordularının eline düşmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı (Tarihler, Kudüs'ü kuşatan İslâm ordularının komutanı konusunda değişik adlar ileri sürmektedirler Değişik kaynaklar, Halid bin Velid, Amr Ibnül As, Ubu Ubeyde ve Halid bin Sabit'i Kudüs'ü kuşatan birliklerin başında gösterirler Bu karışıklığın, Kudüs'ün savaş yapmadan ele geçirilmesinden doğduğu ileri sürülebilir)

Kudüs halkının tek umudu Patrik Sofronius'a bağlanmıştı Onun çevresinde toplanmış, çıkar yolun ne olduğu konusunda kendisinden bilgi istiyorlardı Sofronius'a:

"Muhterem Patrik Hazretleri, biz kutsal dinimizin başkentini vermek istemiyoruz Bunun için elimizden gelen son çarede birleştik Bu kutsal kenti teslim etmektense, düşmanla çarpışa çarpışa Kudüs'ü yerle bir eder ve İslâm ordularına bir yıkıntı halinde bırakırız Sizin bu konudaki düşüncenizi öğrenmek istiyoruz" dediler

Patrik, kendilerine şu karşılığı verdi: "Ben, sizden çok ayrı düşünmekteyim Bana bu gücü veren de, elimde Halife'nin kendi eliyle yazdığı ahitnamenin (Anlaşma şartlarını kapsayan belge ya da resmi kâğıt) bulunmasıdır Bu bana güven veriyor Halife, bu ahitnamede cana, mala ve ırza dokunmayacağına dair, Tanrı katında yemin etmektedir Hem de, dini inanışlarımıza ve kiliseye gitmemize engel olmayacağını da bildirmektedir"

Uzun görüşme ve tartışmalar sonunda, Patrik Sofronius'un da etkisiyle, Kudüs halkı şu karara vardı; Halife Hz Ömer gelirse, şehri ona teslim edeceklerdi

Halife Hz Ömer, Kudüs'ü teslim almak üzere Medine'den yola çıkmıştı Develere binmiş bedeviler de arkası sıra geliyorlardı Geçtikleri yol üzerindeki köy, kasaba ve kent halkları, Halife'ye büyük sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı

Yol boyunca karşılamaya çıkanlar, gelecek Halife birliklerinin göz kamaştırıcı ve olağanüstü görünümlerini düşlerken, giyim ve kuşamları birbirine benzeyen iki kişinin, yanlarındaki bir deveyle önlerinden geçtiklerini gördüler Yoksul görünüşlü bu iki kişi, deveye nöbetleşe binerek yol alıyorlardı

Yol boyunca birikenler, bu yoksul kılıklı iki kişinin kimliklerini öğrendiklerinde, şaşırıp kaldılar Çünkü bunlardan biri Hazret-i Ömer bin Hattab, ötekiyse kölesiydi

Kudüs surları görününce, kumandanlarından Ebu Ubeyde, Halife Hz Ömer'in yanına gelerek:

"Ya Ömer-ül Faruk(Faruk: Arapça, "doğruyu eğriden ayıran" anlamına) Elbiseleriniz biraz eski ve yamalı Kudüs'e girmek için seçtiğiniz binek hayvanınız da cins değil Bunları değiştirip, size ve Halife'ye yaraşır elbiseler giyseniz nasıl olur?"

Hz Ömer, bu sözler üzerine kaşlarını çatıp, ağır ağır şu karşılığı verdi:

"Bilirsin ki, bizde ad, ün, onur ve mevkiden yana ne varsa, tümü de İslama aittir Kişiliğimize gelince; ona sadelik daha çok yaraşır! Elbiselerin kişiye ün ve onur kazandırdığını nerede gördün? Eğer öyle olsaydı; şu karşımızdaki süslu ve gösterişli elbiseler içindeki kumandanlar, çıplak ayaklarımızın karşısında emir kulu bulunmazlardı!"

Kale kapısı açılmış, Kudüs şehrinin içine doğru uzanan anayolda, Hıristiyan dininin ileri gelenleri, başlarında Patrik Sofronius olmak üzere, Hz Ömer'i karşılamak için sıralanmışlardı

Önde üç atlı ilerliyordu Ortadakinde sade ve yamalı elbiseler içinde Halife Hz Ömer, sağ ve solunda kumandanları Halid bin Velid'le Ebu Ubeyde vardı Onların arkasında da Amr Ibnül As, Şurabil ve Bilâl-i Habeşi geliyordu En arkada da askerler düzenli sıralar halinde yürüyorlardı

Ömer, bir ara Bilâl-i Habeşi'nin yanına giderek: "Ya Bilâl! Tanrı'mızın bize lütfuna, ihsanına ölçü yok! Bu kutsal şehre girdiğimiz şu sıra, namaz vaktidir Mübarek ezan-ı Muhammedi'yi senden dinlesek nasıl olur?"

Bilâl-i Habeşi, Süleyman mabedinin karşısına düşen yüksek kale burcuna çıktı ve az sonra da, Kudüs'te ilk olarak ezan sesi işitildi

Namaz çağrısı işitilince, Patrik Sofronius cemaati "Bâsübâdelmevt / ölümden sonra diriliş" adlı kiliseye götürerek, ibadetlerini burada yapabileceklerini söyledi

Kiliseye giren Halife Hz Ömer, içerisinin tapınmakta olan Hıristiyanlarla dolu olduğunu görünce, Patrik Sofronius'a dönerek:

"Görüyorsunuz ki, biz cemaat halinde namaz kılarsak bunların ibadetine engel olacağız Sonra, kumandanlarım ve askerlerim kilisenin camiye çevrildiğini sanırlar Buraya bir cami gözüyle bakarlar Bu da ahitnamemize aykırı düşer! Biz namazımızı kilise dışında da kılabiliriz İlginize teşekkür ederiz" dedi

Kudüs 637 yılında, böylece Müslümanların eline geçmiş oldu (Kudüs'ün Müslümanların eline geçtiği tarih konusunda birlik yoktur Bazı kaynaklar Kudüs'ün Fethini MS 638 olarak gösterirler Taberi'ye göre Kudüs 637'de alınmıştır

Aradan yedi yıl geçmişti 644 yılında Hz Ömer, Medine'de mescitte sabah namazını kıldırıyordu Tam bu sırada Ebu Lülüe Feyruz adında bir köle, elinde bir hançerle cemaat içine daldı ve Halife Hz Ömer'i secdedeyken altı yerinden yaralayarak yere serdi Kaçmasını önlemek isteyen altı kişiyi daha yaralayıp mescitten dışarı çıktı

Dışarıda nöbet beklemekte olan Beni Esed kabilesinden bir cenkçi, Ebu Lülüe Feyruz'un arkasından okunu fırlattı Ok, suikastçının tam başına saplandı Zehirli okun girmesiyle de Ebu Lülüe Feyruz olduğu yere yığılıp can verdi

Hz Ömer'i vuran Ebu Lülüe Feyruz'un dini ve ırkı konusu da karışıktır Bir söylentiye göre, Halid bin Velid'in Yahudiden dönme kölesiydi Başka kaynaklar da onu Hıristiyan ya da Zerdüşt dinine bağlı olarak gösterirler Suikast konusundaki söylentilerden biri şudur: Küfe Valisi Mugayre ibni Sa'be, Ebu Lülüe Feyruz'un kızını kaçırtmış ve bedevi şeyhlerinden birisine armağan etmişti Ebu Lülüe, bu durumu bildirmek ve kızını geri almak için Hz Ömer'e baş vurmuş, fakat gereken ilgiyi görmemişti Bunun üzerine bir sabah namazında onu, daha sonra ölümüne yol açacak biçimde hançerle ağır yaralamıştı

Hazreti Ömer'i hemen evine taşıdılar Aceleyle bulunan bir cerrah, karnındaki yaraları dikti Yaraların iyileşmesi için Hz Ömer'in hiç kıpırdamadan yatması gerekiyordu

Halife Ömer, oğlu Abdullah'ı yanına çağırttı ve ona vasiyetini bildirdi:

"Cenaze namazını kılındıktan sonra, Hz Ayşe'ye (Hz Muhammet'in üçüncü eşi) git, benim Revza-i Mutahhara'ya (Hz Muhammet'in Medine'deki mezarına verilen ad) gömülmem için izin al!" dedi ve sonra cerraha dönerek:

"Şimdi namaz vakti yaklaşıyor, Abdest almaya kalksam ne olur?" diye sordu Cerrah büyük bir kaygı ve telâşla karşılık verdi:

"Ya Emir-ül Müminin! Sakın böyle bir davranışta bulunmayınız, yerinizden kımıldarsanız, dikişler hemen sökülür, Tanrı korusun büyük felâket olur!"

Hz Ömer gülümseyerek:

"Namazımı bırakmaktansa, karnım yarılsın daha iyi" dedi ve yattığı yerden doğrulmak istedi

Acı bir haykırış duyuldu Hepsi o kadar

Babasının soğuyan ellerini, avuçlarında ısıtmaya çalışan Abdullah, göz yaşlarını tutamadı Bir sahabi (Hz Muhammet'in görüp konuştuğu, yakınları Çoğulu Sahabe’dir) onu kıyıya çekerek, şu ayet-i kerimeyi söyledi:

"İnna Lillâhi ve inna ileyhi raciûn "



II Abdülhamit Suikastı


1905 yılının 21 temmuzuydu Padişah II Abdülhamit'e Yıldız camisindeki cuma selâmlığından çıkmış, arabasına doğru ilerliyordu Her zamanki gibi, caminin merdivenlerinden inecek ve dört yüz metre ileride bekleyen arabasına binecekti Fakat bu sefer ufak bir gecikme olmuştu Şeyhülislâm Cemalettin Efendi, Abdülhamit’in yolunu kesmiş, bazı konularda bilgi istemişti

Padişah II Abdülhamit'le Şeyhülislâm Cemalettin Efendi arasındaki konuşma oldukça uzamıştı Tam bu sırada korkunç bir patlama duyulmuş, arkasından araba parçaları ve insan kol ve bacakları dört bir yana savrulmaya başlamıştı Padişahın yanında bulunanlar korkuyla kaçışıyor, canlarını kurtarmak için sığınacak yer arıyorlardı O kadar kalabalığın arasında kılını kıpırdatmayan, yüzünde en ufak bir heyecan ve korku izi görülmeyen tek bir kişi vardı: Kuruntu ve kuşkusu herkes tarafından bilinen II Abdülhamit

Ortada heykel gibi kıpırdamadan duruyordu Yaverlerinden Miralay Sadık Bey korku ve telâştan kılıcını yere düşürmüş Miralay Süleyman Şefik Bey de apoletini kaybetmişti Çevresindekilerin can kaygısına düşüp çil yavrusu gibi dağılmaları, II Abdülhamit’i çok kızdırmış ve olaydan sonra yaveri için :

"Kılıcını düşüren yaveri maiyetimde görmek istemem, Trablus'a sürgün gidecek!" emrini vermişti Tehlike savuştuktan sonra, sığındıkları yerlerden çıkanlara Padişah şunları söylemişti:

"Arabamı çekiniz, burayı kordon altına alınız, sorumluları tutuklayınız!" Bu sırada, muhafız kıtalarının tüfeklerine mermi sürdüklerini görünce, töreni yöneten subaya :

"Selâm emrini verdir, ne duruyorsun!" diye bağırmıştı Muhafız kıtası hazır ol durumuna geçince, cami kapısına getirilen arabaya binen Abdülhamit, âdeti olmadığı halde ayakta durmuş, dizginleri kendi kullanarak Çit köşküne varmıştı

Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni Komitacıları karşılarında en büyük engel olarak gördükleri Padişah II Sultan Abdülhamit'i öldürmek istemişlerdi Kendileri bu işte yeteri kadar tecrübeli olmadıklarından, Avrupa ve Rusya'daki uluslararası anarşistlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamit'in öldürülmesi konusunda yardım ve destek sağlamışlardı

Bu iş için özel olarak İstanbul’a gelenlerden biri de Belçikalı ünlü anarşist Edvard Jorris'ti O dönemde anarşizm bütün dünyayı sarmış, suikasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaşkanı hemen hemen kalmamıştı Şimdi sıra II Abdülhamit'teydi Edvard Jorris, göze çarpmamak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Padişah'ın cuma selâmlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı Abdülhamit, cuma günleri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu Birkaç cuma selâmlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini Padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü

Suikastı hazırlayan örgüt oldukça genişti Jorris'ten başka, Rusya'dan gelen Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Hacı Nişan Minasyan, Mıgırdıç Serkis Garibyan, Karabet Ohanesyan, Vahram Sabun Kendiryan, Silviyoriçi, Sari Torkom, Trase Yuvanoviç bu örgütün belli başlı üyeleriydiler

Hazırlanan plana göre, Yıldız camisi önünde bomba çatlatılıp II Abdülhamit öldürüldükten sonra, Galata Köprüsü, Tünel, yabancı banka ve kurumlar havaya uçurulacak, yabancı devletlerin işe karışmaları sağlanacaktı Filibe şehrinde Ermeni Komitacıları büyük bir toplantı yapmışlar, bu toplantıya Slav ve Siyonist örgütleri de katılmıştı Pro Armenia gazetesi başyazarı Pirkiyar da bu toplantıda bulunanlar arasındaydı Yapılan görüşmeler sonunda plan hazırlanmış ve II Abdülhamit'in Yıldız camisinden çıkarken öldürülmesi kararlaştırılmıştı

Gerçek adı Kristofor Mikaelyan olan fakat Samuel Fayn takma adiyle dolaşan Rus Ermenisi, Viyana'da Neseldorfer Wagenbefcu Fabriks Geselschaft firmasına bir fayton yaptırmış ve bunu parça parça Türkiye'ye sokmuşlardı Deniz yoluyla gelen faytonun parçalarını İstanbul’da komitenin adamı Silviyoriçi alıyor, muayenesiz geçmesi için de gümrük memurlarına para yediriyordu

İçine patlayıcı madde yerleştirilecek biçimde yaptırılan bu araba, bir araya getirildikten sonra, Şişli dışında denenmiş, amaca uygun bulunmuştu Faytona 80 kilo patlayıcı maddeyle 20 kilo demir parçası konmuş, arabaya koşulacak atlar da, o dönemin ünlü tiyatrocularından "Kel" Hasan Efendi’den satın alınmıştı "Machine İnfernale-Cehennem Makinesi" adı verilen ve bombayı istenilen zamanda patlatacak olan araç, Fransa'dan getirtilmişti Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 cuma günü fayton, Abdülhamit'in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, Padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı

Abdülhamit, caminin kapısında görününce Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Cehennem Makinesini çalıştırarak, bomba 1 dakika 42 saniye sonra patlayacak duruma getirilmişti Fakat Padişah, kapı önünde Şeyhülislâm Cemalettin Efendi'yle konuşmaya dalınca, süre dolmuş, Abdülhamit ölümden kurtulmuştu Suikast amacını gerçekleştirememişti ama, tam 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı Ayrıca, 17 arabayla 20 at da parçalanmıştı Cehennem Makinesi'ni çalıştırdıktan sonra kaçamayan Kristifor Mikaelyan da ölüler arasındaydı

Suikastçılardan birçoğu yabancı pasaport taşıdıklarından yurt dışına kaçmışlardı Fakat Edvard Jorris yakalanmıştı Arabanın parçaları arasında bulunan Neseldorfer kelimesiyle 11123 rakamı, olayın aydınlanmasını sağlamış, konuşmamakta direnen Edvard Jorris de her şeyin ortaya çıktığını görünce, bütün bildiklerini anlatmıştı Suikastçılardan Hacı Nişan Minasyan, sorgusu sırasında gittiği yüznumarada, teneke ibrikle bilek damarlarını ve karnını yırtarak intihar etmiş, geri kalanlar idam cezasına çarptırılmışlardı

Abdülhamit, Edvard Jorris'i bağışlamış, ayrıca kendisine 500 altın vermişti Jorris, daha sonraları Avrupa'da Abdülhamit'in bir ajanı olarak çatışmış, saraya önemli raporlar göndermiştir

Abdülhamit'in Ermeni Komitacıları tarafından öldürülememesi, nedense Tevfik Fikret'i pek üzmüş ve bu üzüntüsünü "Bir Lâhza-i Ta'ahhur - Bir anlık duraklama" adlı şiirinde şu mısralarla belirtmişti :

"Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın"



II Aleksandr Suikastı


Akşam yemeği için sofrayı son defa gözden geçiren saray teşrifatçısı kapıda görünmüş ve tam:

"Haşmetmeab!" diye söze başladığı sırada, birden korkunç bir patlama duyulmuştu Sarayın yemek salonu bu patlama sonunda çökmüş, 11 askerin ölümüne 40 askerin de yaralanmasına yol açmıştı

Bomba yemek salonuna gizlice yerleştirilmişti Fakat, istenilen zamanda patlatılmamış, daha doğrusu, Rus Çarı II Aleksandr bir yakınıyla konuşmaya daldığından biraz gecikmiş ve bu gecikme de onun hayatını kurtarmıştı

Başsavcı'nın sıkı kovuşturması sonucu, suikastı Stefan Kalturin adındaki marangozun düzenlediği anlaşıldı Marangoz, Çar'ın yemek masasının altına yirmi kilo patlayıcı madde yerleştirmiş ve II Aleksandr’ın yemek salonuna geleceği sırada fitili ateşleyip kaçmıştı Bu Çar'a yapılan ne ilk ne de son suikasttı

Zincirleme suikastları doğuran olay, 1876 yılında Petersburg'daki kışlık sarayın tam karşısındaki Piyer ve Pol kalesinde geçti Bu tarihte kale siyasi mahkûmlarla ağız ağıza dolmuştu Bagolyubov adlı genç öğrenci de bu mahkûmlardan biriydi Genç, bir gün hücresine götürülürken, Petersburg Polis Şefi General Trepov'la karşılaşmıştı Trepov, Bagolyubov'a şapkasını çıkartmasını söyledi Fakat Bagolyubov bu emre uyacağı yerde, şapkasını başına daha da sıkı olarak geçirdi Onun bu davranışına kızan Petersburg Polis Şefi, dayak cezasının kaldırılmış olmasına rağmen, öğrenciye yüz kamçı attırdı Bu hem öteki suçluların, hem de serbest bulunan Çar aleyhtarlarının arasında büyük bir kızgınlık yarattı

Bu kızgınlığı en çok duyanlardan biri de, Vera İvanovna Zasuliç adında bir kadındı Bagolyubov'un öcünü almaya karar veren Zasuliç, bir gün Polis Şefi Trepov'un odasına bir iş bahanesiyle girmiş ve cebinden çıkardığı tabancayla onu kanlar içinde yere sermişti Trepov'u ağır yaralayan Zasuliç, elinden tabancayı yere atarak polislerin gelip kendisini tutuklamalarını büyük bir soğukkanlılık içinde beklemişti

Suikast, Çar aleyhtarı çevrelerde büyük şaşkınlık yarattı ama, asıl şaşkınlık Vera Zasuliç'in yargılanması sonucu mahkemeden beraat etmesiyle meydana geldi Bu, beraat, Çarlık Hükümeti çevrelerini öfkeden çılgına döndürmüştü Polisler, Vera Zasuliç'i mahkeme salonundan çıkarken yeniden tutuklamak istediler Fakat kapıda bekleyen atlı bir araba kadını onların bulamayacağı güvenlikli bir yere kaçırdı Vera bir anda Rusya'da acı çeken halkın kahramanı haline gelmişti, ülkede serbestçe dolaşması artık imkânsız hale geldiğinden İsviçre’ye kaçtı

Vera'nın yargılandığı günlerde, Piyer ve Pol kalesinde bulunan 193 ihtilâlcinin de duruşması vardı Mahkûmların arasında pek çok da kadın bulunmaktaydı Bunlardan biri de beş yıldır yargılanmasını bekleyen ve daha sonraları "Devrim'in Büyükannesi" adı verilecek olan Kievli Katerin Breşkovskaya'ydı Her zaman Breşkovskaya'nın yanında bulunan ve davranışlarından iyi bir aileden geldiği anlaşılan kızıl saçlı bir genç kız dikkatleri üzerine çekiyordu Sofia Prevskaya adındaki bu kız, Petersburg Valisinin öz kızı ve Eğitim Bakanı'nın yeğeniydi Babasının zalimliği genç kızı halkın yanına itmişti Sofia Prevskaya birkaç yıl sonra serbest bırakılacak ve Çar II Aleksandr'a sayısız ve başarısız suikastlardan birini düzenleyecekti

Vera'nın beraat etmesinden sonra suikast olayları daha da artmış, bütün Rusya'ya yayılmıştı 21 şubat 1879'da Prens Kropotkin öldürüldü Yine aynı günlerde Petersburg'da General Mezentçev bir tedhişçi tarafından vuruldu Suikastçı bir atla kaçmayı başardı 23 mart 1879'da General Deretlen de başka bir tedhişçinin saldırısına uğradı

Tedhişçiler hükümet ileri gelenlerinden sonra, kendilerine hedef olarak Çar II Aleksandr'ı seçmişlerdi 14 Nisan 1879 tarihinde Car'a ilk suikast yapıldı Bir gezinti sırasında, Soloviev adındaki suikastçı, Çar'a beş el ateş ettiyse de tutturamadı ve yakalanarak idam edildi, ikinci suikast 1 Aralık 1879'da, o sıralarda serbest bırakılmış olan Sofia Prevskaya'nın başkanı bulunduğu bir grup tarafından Kırım'da Çar'ın geçeceği tren yoluna bomba konularak yapıldı Bomba patlayınca birçok vagon devrilmiş fakat II Aleksandr bir önceki trenle geçtiğinden bu suikast da sonuçsuz kalmıştı

Suikastçıların inatla kendisini öldürmeye, çalıştıklarını en sonunda anlayabilen Çar, canını kurtarmak için bir Millet Meclisinin kurulmasını kabul etmek zorunda kaldı, Halkın devlet işlerine karışmasını sağlayacak olan bu kararı Çar II Aleksandr 1 Mart 1881'de imzalamıştı Ertesi gün yayınlanarak halka yeni bir düzenin kurulduğu bildirilecekti Fakat Çar çok geç kalmıştı Bu kararı grandüklerine ve bakanlarına haber verdikten sonra askeri bir törene gitti

Dönüşte, Katerina kanalının yanından geçerken Çar'ın kapalı arabasına, onun aldığı karardan haberleri olmayan suikastçılar tarafından havluya sarılmış bir bomba atıldı Patlayan bomba birkaç muhafızını öldürdü, kendisine bir şey olmadı II Aleksandr arabadan çıkarak, kanlar içinde yatan, muhafızlarının yanına gitmişti Arabacısının:

"Durmayalım Çar Hazretleri! Tehlike henüz geçmedi, hemen saraya gidelim!" demesine aldırmıyordu bile

Birkaç saniye sonra, II Aleksandr'ın ayakları dibinde patlayan ikinci bomba, ara******n ne kadar haklı olduğunu göstermişti!

Şimdiye kadar birçok suikasttan kurtulan II Aleksandr, bu sefer ölüm derecesinde yaralanmıştı Aceleyle saraya götürülüp çalışma odasındaki divana yatırıldığında gözleri kapanmıştı Bir ayağı kopmuş, öteki de parçalanmıştı Üç doktor başucunda ellerinden geleni yaptılar ama II Aleksandr'ı ölümden döndüremediler Bir saat kadar sonra doktorlar, yandaki odada bekleyen çember sakallı ve son derece iriyarı Veliaht III Aleksandr'a babasının artık hayatta olmadığını bildiriyorlardı


Alıntı Yaparak Cevapla