Yalnız Mesajı Göster

Suikastler Tarihi

Eski 06-27-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Suikastler Tarihi




Orlando Letelier Suikastı


"Orlando Letelier'in karısı mısınız?" diye sordu telefondaki meçhul ses "Evet" diye yanıtladı "Hayır" dedi telefondaki, "Siz Orlando Letelier'in dul karışısınız"

Bir hafta sonra 21 Eylül 1976'da, CIA destekli Pinochet rejiminin önde gelen muhaliflerinden sürgündeki Şilili diplomat Orlando Letelier, Washington'un bir sokağında otomobiline konan bir bombayla paramparça edildi Patlamada, Letelier'in Amerikalı yardımcısı Ronni Moffıt de öldü Moffıt'in kurtulan kocası, parçalanan otomobilden çıkar çıkmaz vahşetin sorumlusunun Şilili faşistler olduğunu haykırmaya başladı

Moffıt'in kocası haklıydı; ancak, o faşistlerin Washington'da güçlü dostları vardı Bir FBI muhbiri suikast komplosunu önceden bildirmişti; ancak FBI Letelier'i korumak için hiçbir şey yapmadı Bombalamadan sonra, CIA Başkanı George Bush FBI'ya, Şilililerin hiçbir şekilde olaya bulaşmadığını bildirdi "CIA bundan emin" dedi Bush, "Çünkü Şili gizli polisi DINA içinde CIA'nın çok sayıda güvenilir kaynağı var"

Gerçekte CIA, DINA vurucu timinin ABD'de olduğunu ve Washington'a yöneldiğini biliyordu CIA, bombalamadan sonra suikastçılara ait kendi fotoğraf dosyalarını imha etti

Arkasından CIA ve DINA, Letelier'in, kendisini şehit ilan etmek isteyen solcularca öldürüldüğü yolunda hikâyelerin basında yer etmesi çalışmasına başladılar

FBI, bir iki hafta içinde Letelier'in katillerini belirledi, ancak birkaç yıl sonra CIA'nın örtüsü kalkıncaya kadar onları resmen suçlamadı Örtü, suikasttan bir ay sonra, bir Küba uçağı bombalandığı ve içindeki 73 yolcusu öldürüldüğünde aralanmaya başladı Uçağı bombalama eylemi, Domuzlar Körfezi olayı ve JFK suikastıyla ilişkisi olan, aynı zamanda CIA ile bağlantılı aşırı şiddet yanlısı Kübalı mültecilerce gerçekleştirmişti Bu grup, El Salvador ve Nikaragua'da da benzer eylemler yapmıştı

Küba uçağı bombalanmasını soruşturanlar, bu eylemle Letelier/Moffıt suikastının, aynı toplantıda planlandığını saptadılar Başka FBI ve CIA mensuplarının da katıldığı toplantıyı, CIA ile uzun süredir bağlantısı olan bir kişi düzenlemişti

CIA savunucuları, Letelier'i öldürmekten hükümlü "eski" CIA ajanı Michael Townley ile iki Kübalı göçmenin CIA'nın emirleri doğrultusunda hareket ettiklerinin hiç kimse tarafından kanıtlanamayacağını iddia ederler Ancak durum öyle idiyse, CIA neden alelacele onları perdelemeye başladı?

Bu olay öylesine karmaşık bir hal aldı ki, Şili Yüksek Mahkemesi, Pinochet'den sonra 1991'de George Bush'a başvurarak, mahkemede ifade vermeyi düşünüp düşünmediğini sordu Tabii, Bush'un bu daveti reddettiği konusunda bahse girebilirsiniz




Robert Kennedy Suikastı


JFK suikastında komplo olup olmadığı hakkında yüzlerce kitap yazıldı Kardeşi Senatör Robert Kennedy'nin öldürülmesindeki komplo tek cümlede özetlenebilir: Los Angeles Adli Tıbbı'nın raporu, RFK'nin arkadan açılan yaylım ateşle öldürüldüğünü belirtiyor Oysa, suikastla suçlanan Sirhan Sirhan'ın Kennedy'nin en az bir buçuk metre önünde olduğunda herkes hemfikir

RFK cinayetine CIA'nın karıştığına ilişkin çok sayıda kanıt bulunuyor Bir kere, ikinci bir tetikçinin kesinlikle var olduğu açık olmasına karşın, Los Angeles Emniyeti'nin özel görev ekibi, soruşturmayı Sirhan'ın tek katil olduğunu kanıtlayacak şekilde yürüttü Tanıkların aklı karıştırıldı, kanıtlar yok edildi, mantıken şüpheli olan kişiler sorgulanmadı

Özel görev ekibinin iki üyesinin, CIA'yla uzun süreden beri bağlantısı vardı ve olayın komplo olduğunu ileri süren tanıkların gözünü korkutmakta oldukça gayretliydiler Tanıklardan herhangi biri, ifadesinde, cinayet yerinden "Onu vurduk" diye bağırarak kaçarken görülen iri puanlı elbise giymiş ünlü kıza geldiğinde, bu ikisi küplere biniyordu Tanık ifadelerindeki bu kıza ilişkin sözlerin yok edilmesini kesin olarak sağladılar

Üstünkörü sorgulanan bir başka aşikâr şüpheli de, cinayetten önceki günlerde Sirhan'la birlikte görülen Rahip Jerry Owen'di Owen, JFK suikastına kansan mafya kuryesi Edgar Bradley'yi tanıdığını kabul etti Dealey Plaza'da yakalanan, fakat herhangi bir suçlama yöneltilmeden serbest bırakılan Bradley'in, JFK davasının önemli isimleriyle bağlantısı olduğu anlaşıldı

Bir de, CIA'nın beyin kontrol deneylerinde yer alan hipnoz uzmanı Dr William Bryan, Jr var Bryan, hipnoza aşırı ölçüde duyarlı Sirhan'ın da aralarında bulunduğu ünlü denekler üzerinde çalıştığını övünerek anlatmaktan hoşlanıyordu Bryan'ın bir başka ünlü hastası olan "Boston Canavarı" da, anlaşılmaz bir şekilde Sirhan'ın günlüğünde yer alıyordu

Sirhan, günlüğünde RFK'ye ateş ettiğini hatırlamadığını kaydediyor ki, gerçeği söylüyor gibi görünüyor Görgü tanıkları, cinayet sırasında Sirhan'ın bir tür trans durumunda olduğunu belirtiyorlar

RFK'nin tam arkasında durduğunu ve silahını çektiğini kabul eden koruma görevlisi Thane Cesar'a da çok dikkat çekmek gerekiyor Cesar'ın hem aşırı sağcı gruplarla, hem mafyayla ve hem de CIA ile bağlantıları vardı

Son olarak, bir zamanlar CIA görevlisi olan Robert Morrow, yazdığı kitapta, İran gizli servisi SAVAK'ın bir ajanının RFK'yi öldürmek için parayla tutulduğunu iddia ediyor




Saraybosna Suikastı


Avusturya-Macaristan orduları, 1914 haziranında Bosna-Hersek bölgesinde manevra yapıyordu Veliaht Arşidük Franz Ferdinand’ın karısı Hohenberg Düşesiyle birlikte izlediği bu manevralar için, doğrusu zamanın ve yerin iyi seçildiği söylenemezdi

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından ilhak edilen ve Sırbistan Krallığı dışında kalan Bosna-Hersek bölgesi halkı, Habsburg Hanedanından ve onların yönetiminden nefret ediyorlardı Yetmiş bin kişilik ordu, manevraları sürdürürken, Veliaht Arşidük Franz Ferdinand, karısı Hohenberg Düşesi'yle birlikte, Bosna-Hersek'in merkezi olan Saraybosna'yı 28 Haziran 1914 günü ziyaret etmeye karar verdi Bu haber, Bosna-Hersek'te yaşayan halk, özellikle Sırplar arasında kızgınlık ve nefreti daha da artırdı

Çünkü, Bosna-Hersek'te yaşayan Sırplar için 28 Haziran gününün çok büyük bir anlamı vardı 1389 yılının 28 Haziranında yapılan Kosova Meydan Savaşı'nda, Sırplar, Osmanlı ordusuna yenilerek bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi Bu savaşta, kendi kralları Lazar ölmüş, fakat Miloş Kabloviç adlı bir soylu da, Osmanlı Padişahı Murat Hüdâvendigâr'ı hançerleyerek şehit etmişti Sırplar 1389 yılından beri, her 28 Haziranda, Miloş Kabloviç'in Osmanlı Padişahı I Murat'ı öldürmesini "Aziz Vitus Günü" adı altında, en büyük bayramları olarak kutluyorlar

27 Haziran günü, şehrin dışında istasyona yakın temiz bir otelde geceyi geçiren Veliaht ve eşi, ertesi gün kalabalık bir otomobil kafilesiyle saat 10'da Saraybosna'ya doğru yola çıkmışlardı Aziz Vitus bayramı dolayısıyla köy ve kasabalardan gelenlerle, şehirde olağanüstü bir kalabalık vardı Bu büyük kalabalık karşısında alman güvenlik tedbirleri, hemen hemen yok denecek kadar azdı Arşidük ve karısı, Saraybosna sokaklarında üstü açık bir araba içinde ilerlerken, yedi suikastçı, ayrı ayrı noktalarda, Arşidük Franz Ferdinand'ı öldürmek için hazır bekliyorlardı

Bu, yaşları 20’yi geçmeyen suikastçılar, Bosna-Hersek'i Sırbistan Krallığına bağlamak ve Avusturya-Macaristan egemenliğine son vermek isteyen "Genç Bosna" örgütünün üyeleriydiler

Habsburg soyluları ve Veliaht Arşidük Ferdinand'ı taşıyan altı otomobillik kafile, Saraybosna sokaklarında boy gösterdiğinde, güvenliği sağlamakla görevli polisler heyecandan ne yapacaklarını şaşırmış durumdaydılar, Suikastçılardan Nedeljko Çabrinoviç, yanında duran polise, büyük bir soğukkanlılık içinde şu soruyu sormuştu:

"Arşidük hangi arabada?"

Polis, büyük bir saflık içinde, altı arabadan birini Çabrinoviç'e gösterdi Suikastçı, birkaç saniye sonra, elindeki bombayı Arşidük'ün bulunduğu otomobile fırlatıyordu Bomba, Franz Ferdinand'ın arabasının çamurluğuna çarparak sıçramış, arkadan gelen yaverlerin otomobilinin önünde patlamıştı Yol kıyısına birikmiş kalabalıktan 17, konvoydan da 3 kişinin yaralanmasına sebep olmuş, fakat Veliaht'a bir şey olmamıştı Yaralananlardan biri, Arşidük Ferdinand'ın emir subayı Üsteğmen Merizzi'ydi

Veliaht, büyük bir tedbirsizlik içinde, emir subayının yanına gitmiş, bir otomobille hastaneye kaldırılıncaya kadar başında beklemişti Arşidük Franz Ferdinand, bu sırada şehrin Askeri Valisi General Potiorek'e şöyle bağırdığı duyuldu :

"Bombalar ne olacak? Yine atılacak mı?"

General Potiorek, Veliaht’ın bu azarlamasına verdiği karşılık, tam bir şaşkınlık örneğiydi:

"Ekselans, yolunuza gönül rahatlığıyla devam edebilirsiniz Sorumluluğu ben yükleniyorum"

Bunun üzerine Arşidük otomobiline binmiş ve "Doğru Belediye Dairesine" emrini vermişti Belediye dairesinin mermer merdivenlerine yol halıları serilmiş, başındaki sarığıyla müftü efendi bile, Veliaht'ı karşılayıp "hoş geldiniz" demek için karşılayıcılar arasında yer alınıştı Daha önceden kararlaştırılan ziyafet nedeniyle zengin bir sofra hazırlanmıştı Fakat Arşidük Ferdinand kızgınlığından yeninde duramıyordu Yemeğe oturmadan General Potiorek'e, hastaneye gidip emir subayı üsteğmen Merizzi'yi ziyaret etmek istediğini söyledi

Saraybosna Askeri Valisi Potiorek şaşkınlık içindeydi Veliaht'a:

"Arşidük Hazretleri, gerçekten gitmek istiyor musunuz?" diye sordu

"Elbette, elbette Merizzi'yle konuşmalıyım!"

Veliaht Franz Ferdinand, karısını Belediye Dairesinde bırakarak yalnız başına hastaneye gitmek istiyordu Fakat Hohenberg Düşes'i, hastaneye kocasıyla birlikte gitmek için direndi Öndeki iki arabada detektifler ve şehrin ileri gelenleri gidiyorlardı Veliaht, karısı ve general Potiorek, Çek asıllı bir şoförün kullandığı üçüncü arabadaydı Tam bir yol ayrımına geldiklerinde Veliaht'ın otomobilini kullanan şoför, direksiyonu sola kırmıştı Birden General Potiorek'in kızgınlıkla ayağa kalktığı ve şoföre:

"Ne oluyor? Dur! Yanlış yola saptın, doğru yola gir!" diye bağırdığı duyuldu

Şoför bu uyarı üzerine frene basmış ve otomobili, kalabalık kaldırımın yanında, bir dükkânın önünde durdurmuştu Suikastçıların ikincisi Gavrilo Princip de orada duruyor, iki kız arkadaşıyla konuşuyordu Otomobilin önünde durduğunu görünce, kız arkadaşlarından ayrılmış, arabanın basamağına fırlayarak tabancasıyla üç el Veliahta iki el Hohenberg düşesine, bir kurşun da Askeri Vali Potiorek'e sıkmıştı

Keskin bir nişancı olan Gavrilo Princip'in bütün kurşunları yerini bulmuştu, ilk ölen Hohenberg Düşesi oldu Korsesini delip geçen bir kurşun, sağ böğrüne saplanmıştı Arşidük Franz Ferdinand, karısından birkaç saniye daha fazla yaşadı Boynundaki toplar damarı parçalayan ve bel kemiğine saplanan kurşunlarla Veliaht da karısının yanına cansız olarak serilmişti Vali'ninyarası önemsizdi

19 yaşındaki Sırp yurtseveri Gavrilo Princip, jandarma ve polisler tarafından hemen, yakalandı Hiç kimse o anda, bu suikastın I Dünya Savaşı'na yol açacağını ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olacağını elbette ki düşünemezdi

Veliaht'ın, 1914 yılı 28 Haziranında, saat 11,30'da bıyıkları yeni terlemeye başlayan Gavrilo Princıp adlı öğrenci tarafından öldürülmesi, Viyana'daki savaş taraftarları için bulunmaz bir fırsat oldu Bunların kışkırtmaları sonucu, 28 Temmuz 1914 sabahı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan'a savaş açtı

Önce iki devlet arasında başlayan savaşa, az sonra, hemen hemen bütün ülkeler katılacak ve I Dünya Savaşı dört yıl boyunca kan ve ölüm saçacaktı

Mahkeme önüne çıkarılan Princip, çekinmeden şunları söyledi:

"Veliaht'ı ben vurdum Çünkü o Güney Slavlarının birleşmesini önleyen tek kişiydi!"

Ünlü tarihçi Emil Ludwig, çok sonraları bu konuda şöyle yazacaktı:

"Gavrilo Princip, prensip müjdecisi demekti Bu genç acaba dünyaya hangi prensibi müjdeliyordu? Evet, bu genç dünyaya 10 milyon kişinin hayatına, 15 milyonunun sakatlığına ve bir o kadarının da öksüz kalmasına, binlerce şehrin harap olmasına ve uygarlığımızın birkaç yüz yıl geri gitmesine sebep olan bir felâketi, korkunç bir çatışmayı müjdeliyordu Eğer bunun müjdelenecek bir yanıt var idiyse!"




Talat Paşa Suikastı


"Talat Paşa! Talât Paşa!"

İttihat ve Terakki'nin eski Başvekili Talat Paşa, kendisine seslenen adamı görmek için geriye döndü Dönmesiyle ateşlenen bir tabancadan çıkan kurşunun alnına saplanması ve kaldırımların üzerine yığılması bir olmuştu

Bir zamanlar, Osmanlı İmparatorluğunun kaderini elinde tutan Talat Paşa, İran'ın Selmas şehrinde doğan Salomon Taleyran adlı bir Ermeni Komitacısının kurşunuyla böylece can vermişti

Olay Berlin'de geçiyor, takvimler 15 mart 1921'i gösteriyordu

Eşi Hayriye hanım, kocasının ölümünden yıllar sonra, Talat Paşa'nın öldürülmesi konusunda şunları söylüyordu:

"Çok cesurdu Tehlike nedir bilmezdi Etrafında kimbilir, ne maksatla kimler dolaşıyor, dikkat et, dedikleri zamanlarda bile aldırmaz, çantasını koluna alınca, fırlar tek başına giderdi Berlin'de -en sonunda kanına giren- katil daha önce iki kere karşısına çıkmış, Paşa'yla göz göze gelmiş Fakat Paşa o kadar pervasız, sakin, hatta gülümseyerek bakıyormuş ki, adam avuçladığı silahını çıkarmaya cesaret edememiş ve nihayet: Ben Talat Paşa'ya baka baka silahımı çekemeyeceğim, ancak arkasından vurabilirim, demiş"

Talat Paşa Berlin'deyken, bir dostuna yurt hasreti içinde şunları söylemişti:

"Selanik'teyken ikide bir sürgün cezasına çarpılan Bulgar komitacılarıyla karşılaşırdık Bunlar vatanlarından ayrılmadan evvel, jandarma nezaretinde bulundukları halde merasimle rıhtımın üzerinde toplanır ve içlerinden birisinin verdiği işaretle hep birden eğilip toprağı öperlerdi

Bu, onlar için vatana dönüş umudunun bir ifadesiydi: Öptüğümüz toprak bizimdir, buraya yine geleceğiz demek istiyorlardı Bir gün ben de vatana dönersem, bilir misiniz ne yapacağım?"

Dostu: "Her halde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz" deyince, Talat Paşa ağlayarak şu karşılığı vermişti:

"Ne dersin sen? Ne dersin sen? Ben öpmekle doyamam ki Yiyeceğim vatan toprağını, yiyeceğim"

Talat Paşa, 1874 yılının 17 Ağustosunda Edirne'de doğmuştu Yoksul bir ailenin çocuğu olarak ilk ve orta öğrenimini bitirdikten sonra Alyans İsrail okulunda iki yıl Fransızca okudu Zeki, çalışkan bir gençti Okul yöneticileri, kendisine bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği görevini vermişlerdi

Mehmet Talat, Edirne'de çok durmadı Selanik’e giderek Telgrafhaneye maaşsız memur adayı olarak girdi Hukuk Mektebi'ne kaydoldu Bir yıl sonra Telgrafhane "Mukayyid"i (Kayıt memuru) olarak maaşa geçti ve yirmi yaşının içindeyken politikayla ilgilenmeye başladı Jön-Türklerle haberleşirken yakalandığından üç yıl sürgün cezası yedi, Hukuk Mektebini de ikinci sınıfında bırakmak zorunda kaldı

Cezası iki yıl sonra bağışlandı ve 1898'de Selanik'le Manastır arasında "gezici posta memuru" oldu Bu görevi, İttihat ve Terakki örgütünün bu dolaylardaki haberleşmesini, güvenlik içinde yapabilmesi amacıyla kabul etmişti 1893 yılında Posta Telgraf Başmüdürlüğü kâtipliğine, 1903'te de başkâtipliğine getirildi 1907 yılındaysa, İttihat ve Terakki'nin "İhtilâl Komitası" sivil kadrosunun basında olduğu anlaşılarak, görevinden çıkarıldı ve tutuklandı

1908'de, İttihat ve Terakki'nin önde gelen kişilerinden biri olarak Mehmet Talat, İkinci Meşrutiyet Meclisine, Edirne mebusu seçildi Önce Meclis Reis Vekilliğine getirildi, 1909 Temmuzundan başlayarak sırasıyla Dahiliye Nazırı, Meclis'te İttihat ve Terakki Fırkası Reisi, Posta Telgraf Nazırı ve yine Dahiliye Nazırı oldu

1916 yılında, Sadrazam Sait Halim Paşa'nın istifasıyla onun yerine getirildi Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğunun yenilmesi ve Mondros Mütareke'sinin imzalanması üzerine, Enver ve Cemal Paşalarla birlikte yurtdışına kaçmak zorunda kaldı

31 Temmuz 1918'de Mondros Mütarekesi uyarınca, Osmanlı İmparatorluğu orduları silahlarını bırakmış, yenilgiyi kabul etmişti, İttihat ve Terakki'nin üç büyükleri, Talat, Enver ve Cemal Paşaların, savaş suçlusu olarak yargılanmaları kesindi Bu nedenle, üç büyükler yurtdışına kaçmaya karar verdiler,

Talat Paşa, yurt dışına çıkmadan önce, yerine getirilen Başvekil İzzet Paşa'ya şu mektubu göndermişti:

"Pek muhterem ve mübarek tanıdığım İzzet Paşa Hazretlerine,

Memleketin bir müddet ecnebi nüfuz ve tesiri altında kalacağını anladım Buna rağmen memlekette kalmak ve millet muvacehesinde muhakeme olmak fikrinde idim Bütün dostlarım bunu atiye talik etmek için ısrar ettiler Zat-ı fahimtaneleriyle istişare edemedim Müşkül mevkide kalacağınızdan çok düşündükten sonra sarfı nazar ettim Bütün hayat-ı siyasiyemde hedefim, memleket namuskârane ve fedakârane hizmet etmek idi Şahsen buna muvaffak oldum Bütün servetim, zat-ı şahanenin ihsan ettiği otomobil esmanıyla (değer, kıymet) her ay artırdığım yirmişer liradan müterakim bin altı yüz liralık istikraz-ı dahili bedelinden ve bir de dört arkadaşımla birlikte isticar (kiralamak) ettiğimiz çiftliğin devri icarından hasıl olan paradan ibarettir Bunun bir kısmını aileme terk ederek bir kısmını yanıma aldım Bundan başka bir nesneye malik değilim Millete karşı hesap vermek ve muhakeme olarak tayin edilecek cezayı kemal-i cesaretle çekmek isterim, işte zat-ı fahimanelerine söz veriyorum Memleketim ecnebi nüfuz ve tesirinden azade kaldığı gün, ilk telgrafınıza itaat edeceğim Baki kemal-i hürmetle ellerinizden öperim muhterem Paşa Hazretleri

2 Teşrinisani 1334 (2 Kasım 1918)
Mehmet Talat"


2 Kasım 1918 cumartesi gecesi, saat 11'e yaklaştığı sırada, karanlıklar arasında iki kişi hızlı hızlı rıhtıma doğru yürüyordu Bunlardan biri Talat Paşa, öteki de İhsan Namık Bey'di Rıhtıma yaklaştıklarında üç kişinin daha orada beklediğini gördüler Talat Paşa, İhsan Bey'e dönerek:

"Bir kadınla iki erkek dolaşıyor, bunlar kimdir İhsan?" diye sordu

"Belki de pokerden dönüyorlardır Paşam"

Bekleyen üç kişiden biri onlara doğru ilerleyince, tanımakta gecikmediler: Bu Enver Paşa'ydı

Eski Harbiye Nazırı Talat Paşa'nın elini sıktıktan sonra:

"Tam zamanıdır, motor da neredeyse gelir" dedi

Gerçekten de az sonra, burnunda cansız bir ışıkla yol alan bir motor Amerikan Koleji yönünden gelerek rıhtıma yanaştı Enver Paşa, kendisini uğurlamaya gelen kız kardeşini kucakladıktan sonra motora atladı Onu ötekiler izlediler Biraz sonra bütün yolcularını alan motor, açıkta kendilerini bekleyen Alman torpitobotuna yanaşıyordu

Talat Paşa Berlin'e yerleşmişti Anılarını yazıyor, karısıyla birlikte yoksul sayılabilecek bir hayat yaşıyordu Sık sık karısı Hayriye hanıma:


"Beni bir gün sokakta vuracaklar Alnımdan kanlar akarak yere serileceğim Yatakta ölmek nasip olmayacak Ama ziyanı yok, varsın vursunlar, vatan benim ölümümle bir şey kaybetmez Bir Talat gider, bin Talat gelir!" derdi

Bir gün ya Ermeni Komitacılarının ya da bir başka düşmanının kurşunlarıyla can vereceğini biliyordu Özellikle Ermeni Komitacılarının

Ermeniler, 1878 Türk-Rus savaşından sonra Doğu illerimizde bağımsız bir devlet kurmak istiyorlardı Çarlık Rusyası ve İngiltere, Ermenileri sürekli olarak kışkırtıyor, Amerikan misyonerleri de aynı yönde çalışmalar yapıyorlardı Aya-Stefanos Anlaşması (Yeşilköy'ün eski adı) yapılırken, Avrupa Devletlerinin Berlin Kongresi'ndeki yetkili delegelerine bu amaçla baş vurmuşlar fakat, diplomatik yollardan yaptıkları bu baş vurmanın sonuçsuz kalmasıyla birtakım anarşist örgütler kurarak, sabotaj ve ayaklanma eylemlerine girişmişlerdi Hınçak ve Taşnak adlı bu gizli örgütler, her eylemlerinde karşılarında Osmanlı Hükümetini buluyor, yabancıların işe karışmasını sağlamak için, "Türkler, Ermenileri kesiyor!" şeklinde propaganda yaparak, Avrupa'yı birbirine katıyorlardı

Ermeni Komitacılar, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra, Ermenilerin Doğu illerimizden göç ettirilmelerinde İttihat ve Terakki'nin, dolayısıyla bu örgütün önderleri durumundaki Enver, Talat ve Cemal Paşaların parmağını görüyor, intikam için fırsat kolluyorlardı

15 Mart 1921 günü Talat Paşa, her zamanki gibi erkenden kalkmış saat ona kadar çalıştıktan sonra, eşine dönerek:

"Haydi Hayriye, seninle biraz dolaşalım Hava almış olursun" demişti

Fakat mutfakta yemek pişirmekte olan karısı:

"Ben çıkmayayım Hem yorgunum, hem de ateşte yemek var" diye karşılık verdi

Talât Paşa Hardenberg Strasse'deki evinden çıkıp tek başına yürümeye başlamıştı Daldın ve düşünceli bir şekilde Kurfüstendam caddesine saptı Daha birkaç adım atmamıştı ki, arkasından birinin:

"Talat Paşa! Talat Paşa!" diye bağırdığını duydu Geriye döndü ve

Rumeli'de başlayan, fırtınalar içinde geçen bir hayat, Kurfüstendam caddesinin kaldırımları üzerinde sona ermişti Katil Salomon Taleyran, 24 yaşında üniversite öğrencisi gözü dönmüş bir Taşnak Komitacısıydı

Alman mahkemesi, kendi toprakları üzerinde işlenen bu cinayetin suçlusuna hiç bir ceza vermeyerek, Taleyran’ı beraat ettirdi Yıllarca dost bildiği, Birinci Dünya Savaşı'nda kader birliği ettiği Almanya, onun anısına ve kanlı ölüsüne bile saygı göstermemişti

TalatPaşa'nın cesedi, aradan 22 yıl geçtikten sonra 25 Şubat 1943'te yurda getirilerek Hürriyet-i Ebediye tepesindeki şehitliğe gömülmüştür Talat Paşa, dostuna söylediği biçimde yurdunun toprağını yiyememiş, ancak bir torba kemik olarak yurt topraklarında sonsuz uykusuna dalmıştır




Troçki Suikastı


1940 yılının 25 Mayıs sabahında, Meksika'nın başkenti Mexico'da ortalık daha yarı karanlıkken, Gizli Polis Şefi Albay Sanchez Salazar aldığı bir haber üzerine, apar topar arabasına binmiş Morelos caddesine doğru yol almaya başlamıştı Telefonla kendisine, Leon Troçki'ye suikast yapıldığı haberi verilmişti!

Albay Salazar, otomobilinin camlarından ıssız sokakları seyrederken, Rus Devrimi'nin ünlü kişilerinden Leon Davidoviç Troçki'nin, Meksika'ya gelişinden beri geçen olayları kafasından geçiriyordu Troçki ve yanındakiler gelmeden önce, onu böyle gece yarısı sokağa düşürecek olaylar öylesine az olurdu ki Ama bu Ruslar geleli beri, başkent Mexico'da çok şey değişmişti

Troçki'nin, Morelos caddesi üzerindeki evi, şehrin dışındaydı Evi dışardan görenler, eski çağlardan kalma bir şato olduğu yargısına kolayca varabilirlerdi Troçki ve yakınları, evi satın aldıktan sonra, onu tam bir kale durumuna getirmişlerdi Alçak bahçe duvarları yükseltilmiş, kapıya kurşun işlemez kalın bir zırh geçirilmiş, üstelik her yana alarm zilleri takılmıştı

Mexico halkı, bu güvenlik tedbirlerini çoğu zaman alaya alıyor, "Don Leon" dedikleri Troçki'ye ölüm korkusunun yerleştiğini söylüyordu İşin doğrusunda, Gizli Polis Şefi Salazar da, halktan ayrı düşünmüyordu bu konuda

Morelos caddesi bilimindeki eve geldiğinde Salazar görevlilerden ilk bilgileri aldı; suikast sonuçsuz kalmış, Troçki'ye hiç bir şey olmamıştı, ilk kapı, arkasından ikinci bira kapı daha geçildi Salazar şimdi, Meksika iklimine özgü çiçeklerle süslü bir bahçedeydi Burada, başta Troçki'nin sekreteri olmak üzere, öbür koruyucu polisler, ellerinde tabancalarıyla, halâ üzerlerinden atamadıkları bir heyecan içinde Gizli Polis Şefini karşıladılar

Troçki de bu kalabalığın arasındaydı Soğukkanlı görünüyordu Yalnız, gözlüklerinin ardındaki mavi gözleri, bir garip ışıltıyla parlamaktaydı Karısı yanıbaşında duruyordu Kadın oldukça heyecanlıydı Troçki'nin Sieva adındaki torunu, ayağından hafifçe yaralandığı için topallayarak yürüyordu

Hep birlikte Troçki'lerin yatak odasına girdiler Keskin bir barut ve yanık kokusu kaplamıştı odayı Duvarlar ve yatakların üzerleri, atılan kurşunlarla delik deşik olmuştu Odanın döşemesi ve yatak örtüleri de yanmıştı Taban tahtalarından hâlâ duman tütüyordu Odanın makineli tüfekle tarandığını anlamak için, Gizli Polis Şefi olmak gerekli değildi!

Yapılan incelemeden sonra, Troçki'nin karısı Nathalia, olayı Salazar'a şöyle anlatıyordu:

"Gecenin yarısını bulmuştuk Çok yakından gelen silah sesleriyle uyandım Leon da uyanmış, uyku sersemliğiyle bana bakıyordu Kulağına eğildim; "Odaya ateş ediliyor!" dedim Birlikte yataktan döşeme üzerine kaydık O sırada, bahçe, evin içi ve oda, sanki birbiri arkasına yıldırım düşüyormuşçasına aydınlanıyordu Kapının eşiğinde duran üniforma giyinmiş bir adam, durmadan içeriye ateş ediyordu Bir ara, Leon'u kurşunlardan korumak düşüncesiyle yerimden doğrulmak istedim Fakat hızla beni yanına çekti Adamın elindeki makineli tüfeğin parıltısı ve gürültüsü, bir süre daha devam etti Sonra birden, bütün sesler kesildi Torunumuz kaçırıldı, yakınlarımız öldürüldü, diye düşündüm Şimdi de, Leon'u yeniden öldürmeye gelecekler kaygısı içinde, korkunç bir umutsuzluğa kapıldım"

Evin önündeki çimenlik, suikastçilerin attıkları bir yangın bombasıyla kavrulmuştu Troçki, eliyle çimenliği göstererek:

"Anlaşılan, gelenler yalnızca beni öldürmek değil, aynı zamanda evi de yakmak istiyorlarmış" dedi

Albay Salazar sordu:

"Suç delillerini yok etmek için mi?"

"O da akla gelebilir Ama, arşivimi ve bende kalan gizli belgeleri yok etmek için de bu saldırıya girişmiş olabilirler GPU (Sovyet Gizli Polis Örgütü) şu sıra sürdürdüğüm çalışmaların konusunu öğrenmiş olabilir Daha önce de, Norveç'teyken, evde olmadığımız bir sırada bazı kimseler içeri girmek istemişlerdi Fransa'da da, buna benzer bir şey oldu; Sosyal Tarih Enstitüsüne belgeler vermiştim Bir gece, kimlikleri bilinmeyen kişiler, Enstitünün demir kapısını kaynakla eriterek içeri girmişler, 66 kilo ağırlığındaki belgeleri çalmışlardı"

Bütün tunları kuşkusuz Stalin düzenliyordu O Rusya'da egemen olabilmek için en yakınlarını bile ortadan kaldırmaktan çekinmiyordu Elbette sıra bir gün, Troçki'ye de gelecekti Belirtileri de ortadaydı Troçki'nin adı Sovyet devrim tarihlerinden, devrimi yansıtan tablolardan, hatta belgesel filmlerden, şarkı ve marşlardan çıkartılmamış mıydı? Önce Rusya'dan sürülmüştü Şimdi de Troçki'yi öldürterek, bu sorunu çözümlemiş olacaktı Ayrıca elini çabuk tutması da gerekiyordu; çünkü Troçki, kendi hayat hikâyesini yazmaya başlamıştı Hem de tarihi belgelere dayanarak Bunu önlemeliydi

Yarım kalan bu suikastın üzerinden aşağı yukarı 3 ay geçmişti 1940 yılının 20 Ağustos günü gelip çattı Oldukça sıcak ve güneşli bir gün başlıyordu Troçki, çalışma odasına geçmek üzereydi Karısı Nathalia, kurşun geçirmez ceketini giymesini istedi Troçki, her zaman olduğu gibi direnmiş ve kurşun geçirmez ceketi, tehlikeye daha yakın gördüğü koruyucusuna giydirmişti

Onun kendine göre bir hayat görüşü vardı "Kişinin kendisini süresiz olarak ölüme karşı savunması imkânsızdır Yoksa, yaşamanın değeri kalmaz!" derdi Kendisini ölüme götürecek olan ikinci suikastın yapılacağı 20 Ağustos günü işte böyle başlamıştı

Sonradan, karısının anlattığına göre, Troçki bütün gününü çalışma odasında geçirmişti Akşama doğru dışarı çıkmış, bahçedeki tavşanlarını beslemişti Yanıbaşında birisi vardı; hem de havanın açık olmasına rağmen, kolunda yağmurluğu, başına iyice geçirilmiş şapkasıyla Jackson duruyordu Jackson her günkünden daha sinirli ve kuşkulu görünüyordu Bu adam, çevresinde de sevilmeyen birisiydi Komünist geçinmesine rağmen, bu konuda bilgisi hemen hemen hiç yoktu Yalnız, Troçki'nin en güvendiği sekreterlerinden birinin kızıyla nişanlı olması, Troçki'nin yanına girebilme olanağını ona sağlıyordu Nişanlısıyla birlikte gelirdi daima, ilk olarak 18 Ağustos günü yalnız gelmişti Bu gün de ikinci kere Troçki'nin evine tek başına geliyordu

Bir ara Troçki karısına:

"Jackson burada, nişanlısı Sylvia'yı bekliyor Bu gece New York'a gideceklermiş" dedi

Jackson da, bayan Nathalia'ya şunları söylemek gereğini duydu:

"Onu, burada bulamayınca şaşırdım! Oysa daha önce gelmesi gerekiyordu"

Sonra Troçki'ye dönerek:

"Onu beklerken, son yazdığım yazıyı da bir gözden geçirelim" dedi

Troçki'nin bu teklif karşısında biraz canı sıkılır gibi oldu Fakat olgun kimselere özgü hoşgörüsüyle, bu teklifi kabul etti Birlikte çalışma odasına girdiler

Olayın bundan sonrasını bayan Nathalia şöyle anlatmıştır:

"En çok iki üç dakika geçmişti ki, korkunç bir bağırma işittim Baktım; Leon, eşik üzerinde gözüktü Düşmemek için de arkasını kapıya dayadı Zorlukla ayakta durmaya çalışıyordu Yüzü kan içindeydi Gözlüksüzdü ve gözleri dehşetle açılmıştı!

"Ne oldu, ne oldu?" diye bağırarak onu kollarımın arasına aldım O, yalnızca:

"Jackson"

diyebildi Her şeye rağmen soğukkanlı bir görünüş içindeydi Birlikte birkaç adım atabildik Sonra onu yavaşça yere bıraktım O zaman işitilmesi güç bir sesle:

"Seni seviyorum Nathalia!" dedi Başıyla çalışma odasını göstererek:

"Biliyor musun orada Ne yapacağını anladım Bir kere daha vurmak istedi, fakat kaçtım!"

Durumu öğrenen evdeki koruyucular, dışarıdaki polislere haber salarken, süre kaybetmeden Jackson'ın üzerine atılmışlardı Umutsuzca direnen katilin şapkası başından fırlamış, odanın bir köşesine yuvarlanmıştı Elindeki suç aracı olan keser de, boğuşma sırasında yere düşmüştü Kâğıtlar, gazete ve dergiler ortalığa saçılmıştı Troçki'nin üzerinde büyük bir özenle çalıştığı Stalin'in hayatıyla ilgili eserin birçok sayfası kan içindeydi! Öfke içindeki koruyucular, tabancalarının kabzalarıyla, durmadan Jackson'a vuruyorlardı

Jackson ise, dehşet ve acı içinde bağırıyordu:

"Onların zoruyla yaptım bunu! Öldürün beni! Annemi hapsettiler Beni tehdit ediyorlardı"

Bu sırada, yığıldığı yerden Troçki'nin sesi duyuldu: "Öldürmeyin onu! Konuşması gerekiyor!, öldürmeyin onu!"

Hastaneye kaldırılan Troçki'nin yarasını doktorlar çok derin buldular Aynı zamanda sürekli kan kaybediyordu Kafatası çökmüş, beyni zedelenmişti Kurtulma umudu yok denecek ölçüde azdı Yapılan ameliyat bir sonuç vermedi Troçki uzun bir süre can çekiştikten sonra, 1940 yılının 21 Ağustos sabahında, ortalık ağarmaya başlarken oldu


Alıntı Yaparak Cevapla