Prof. Dr. Sinsi
|
Seyid Ali Reis'in Anıları!
HİNDİSTAN MACERALARIM
AHMEDÂBÂD yakınlarında Çerkeş'e gittik Şeyh Ahmed Mağrıbî'nin merkadini ziyaret ettik Bir gün Ahmedâbâd'’da Gucarat sultanlığının Sadrâzamı Imâdülmülk'ün sarayındayken Portekiz elçisi geldi Benim kendilerine teslim edilmem imasında bulununca îmâdülmülk:
— Biz pâdşâh-ı Rûm (1) olan Sultan Süleyman'a muhtacız, diye elçinin konuşmasını kesti Gemilerimizi limanlarına kabul etmezse, bizim halimiz harap olur Bu bir yana, İslâm padişahıdır, halîfedir Onun kapdanını bizden istemek yakışık almaz
Bu muhavereden çok kızdım ve elçiye dönüp:
— Bre kâfir, dedim; bizi bozgun donanma ile buldunuz İnşâ'Allahü'r - Rahman en yakın zamanda padşâh-ı cihan olan Sultan Süleyman Han'ın devletinde Hürmüz değil, Diu limanı bile size kalmaz!
Deniz yüzünde yürürüz
Düşmanı arar buluruz
Öcümüz komaz alırız
Bize «Hayreddin'li» derler (2)
(1) “Roma İmparatoru” ve “Türkiye İmparatoru” manalarına gelen bu sıfat, Osmanoğulları'nın unvanlarından biridir
(2) Seydi - Ali Reis'in hece vezniyle halk şiiri tarzında yazdığı bu «semaî» herhalde o zamanlar Türkü şeklinde levendlerin dilinden düşmüyordu «Hayreddin'li» kelimesiyle Barbaros ocağına bağlılık ifade ediliyor
Portekiz elçisi: «Şimdiden sonra Hind limanlarından kuş uçurmayız» deyip beni eninde sonunda yakalayacaklarını anlatmak istedi
— Deryadan gitmek lâzım değil, dedim; inşâ'Allah, Hakk-ı Taâlâ nasîb ederse karadan varmak bana daha kolaydır Karadan dönebileceğimi Portekiz elçisi aklına bile getirmemişti Bu cevabım üzerine nutka kaadir olamayıp meclisten def olup gitti Birkaç gün sonra Gucarat Sultanı Ahmed Şah, bana büyük bir tahsisatla Burûc valiliğini teklif etti Teşekkür ettim Fakat dönmek kararında olduğumu bildirdim «Külliyen Gucarat'ı verseniz durmak muhaldir» dedim
RAÇPUT TEHLİKESİ
Doğru karar verip vermemek endişesiyle o gece uykuya daldım Rüyamda Hz Ali'yi gördüm “Havf çekme, Hazret-i Hak seninle biledir!” buyurdular Müsterih olarak, inşirah içinde uyandım Vakıayı levendlerime anlattım Cümlesi sevindiler Tekrar padişahın huzuruna varıp hareket için ruhsatını rica ettim Sultan Süleyman Han Hazretleri'ne hürmetlerini söylememi isteyip izin verdi
Şimale doğru yapacağımız seyahatte en büyük tehlike Raçputlar'dı Hindu olan bu kavim, süvari ve gayetle muharip ve çapulcuydu Bu taraflarda “bat” denen bir Hindu kastı vardı ki, gayetle itibarlı bir sınıftı Hindu dininden olanlar, bu sınıfa hürmet ve riayete mecburdu Raçput ülkelerinden geçen yolcular, bu bat’ların sayesinde sağ salim yollarına devam edebilirlerdi Batlar, muayyen bir para karşılığında yolculara ve kervanlara kılavuzluk ederlerdi Raçputlar yolcuların veya kervanın yolunu kesse, bat’lar, hançerlerini çıkarıp göğüslerine dayarlar: “Biz kefil olmuşken kervana zarar ederseniz kendimizi helak ederiz” derlerdi Bir bat'ın ölümüne sebep olma Hindular nazarında azîm günah olduğu için, Raçput atlıları çekilip giderlerdi Hattâ Raçput çapulcularına söz geçiremeyen bir kaç bat, hakikaten intihar etmiş Zira böyle yapmazlarsa bir daha zerrece itibarları kalmazmış Bir bat'ın ölümüne sebebiyet veren Raçput, kadınları ve kızları dahil bütün ailesiyle beraber, Raçput beyleri tarafından yok edilirmiş
Ben de yanıma iki tane bat aldım 15 safer günü Ahmedâbâd'dan ayrıldım Bu, kara yoluyla Anadolu'ya seyahatin ilk merhalesiydi 5 günde Peten şehrine geldik Şeyh Nizâm'ın türbesini ziyaret ettik Peten'de Şîr Han ile Musa Han, Râdnapûr valisi Belûc Han'a karşı sefere hazırlanıyorlardı Bizim de kendileriyle cenge gitmemizi teklif ettiler “Biz kimseye muavenet için gelmedik, kendi yolumuza gideriz; elimizde padişahınızın fermanı vardır” deyip teklifini reddettim (3)
Peten'den çıktığımız beşinci günü Râdnapûr'a geldik Mahmud Han ile görüştüm O şehirde kalmamız için ısrar etti Reddettim Fakat büyük vaatlerle üç levendimi ayarttı ve hizmetine aldı Rahat yolculuk edebilmemiz için elimize senetler verdi Bir deve kervanı kiralayıp Raçputistan'ın kenarından geçtim Burada Gucarat sultanlığının hududu bitiyordu Hindistan'ın Sind ülkesine erişmek üzereydik
VİLÂYET-İ SİND'DE VÂKI' OLAN SERGÜZEŞTİ BEYÂN EDER
Râdnapûr'dan rebîülevvel'in ilk günü ayrılmıştık Aynı ayın 10 günü Pârger şehrine geldik Refakatimizdeki iki bat'ı azad edip yollamıştım Burası bir Raçput şehriydi Onun için emniyette değildik Bir miktar hediye verip tehlikeyi atlattım Hemen ertesi gün şehri terk ettim Ancak uzakta sayılarını bin kadar tahmin ettiğim bir Raçput atlı alayı vardı Hemen develeri çökerttim Derhal tüfek ateşi açtırdım Hindu kâfiri tüfek bilmediği için korktu Taarruza geçmekten vazgeçti Levendlerimden birini gönderdim: “Biz ceng için gelmedik” dedirttim Bir miktar bac verip yolumuza revân olduk Çöl başlıyordu On beş günde Tar çölünü geçtik Vânke şehrine vardık Burası, Sind'in Raçput serhaddinde ilk şehriydi Beş günde Cûna ve sonra Bağ-ı Feth şehirlerine geldik
Sind ülkesi, Agra'da oturan Timoruğlu Hümâyûn Şah'a tâbidir Ülkenin merkezi Tette şehridir Valisi Muhammed İsa Bey Tarhan'dır Ancak ülkenin bir kısmı, Mirza Mahmud Bey Kökeltaş'ın (4) elindeydi Kökeltaş'ın merkezi Bekker şehriydi Kökeltaş, İsa Bey Tarhan'dan önceki Sind valisi Şah-Hüseyin Argun Bey'in adamıydı Hüseyin Bey'le, İsa Bey'in arası açıktı Biz Sind'e varır varmaz Hüseyin Bey beni davet etti Rebîülâhır'ın ilk günü buluşup görüştük Çok ikram etti Hümâyun Şah'ın hizmetine girmemi, Şâh'a rica edip, Lâhür eyaletini benim için isteyeceğini söyledi Lûtfuna teşekkür ettim Fakat Sultan Süleyman Han'ın hizmetinde olduğumu, kabul edemeyeceğimi bildirdim Bunun üzerine Sultan Süleyman'a bir mektup yazıp İstanbul'a dönünce vermemi rica etti Sind'in büyük şeyhlerinden Şeyh Abdülvehhâb'ı ziyaret edip görüştüm Duasını aldım
Şeyh Mîrek'in ve Şeyh Cemal'in kabirlerini de ziyaret ettim, İsa Bey Tarhan'la Hüseyin Bey Argun'un arasını bulup barıştırdım Ancak bu arada Cemâziyelevvel'in onuncu günü ihtiyar Hüseyin Bey öldü Halk, hatunu tarafından zehirlendiği rivayetine inandı
Er isen avratâ inanma ahi
Avrat âl atdı enbiyâya dahi (5)
Hüseyin Bey, Argun hanedanının (6) son ferdiydi Bir kızı vardı ki, Hümâyûn Şah'ın kardeşiyle evliydi Oğlu yoktu Mahmud Bey Kökeltaş, merhumun servetini üç müsavi kısma ayırdı Birini dul hatununa, birini hocasına verdi; birini de İsa Bey'e gönderdi Ben de önce Sind nehri üzerinden gemiyle, sonra karadan Tette'den Bekker'e gitmek istedim Ancak Kökeltaş'la Tarhanlar arasında ceng vardı; yollar kapalıydı, İsa Bey Tarhan, Kökeltaş'ın üzerine 10 000 asker ve 80 pare gemi göndermişti Bu vaziyette fazla gidemedim ve gerisin geriye dönmeyi evlâ gördüm Başka bir yolu tecrübe ettim Nihayet İsa Bey'i buldum ve kendisiyle görüştüm Çok ikram etti Kökeltaş'la cenge nihayet vermesini rica ettim Sulh yapıldı Isa Bey Tarhan dedi ki:
— Bir kaç gün burada misafirim olarak kalın Oğlum Salih Bey'i bu yakınlarda Hümâyûn Şâh'a göndereceğim Beraber gidersiniz
(3) Burada Seydi-Ali Reis, Çağatay lehçesiyle yazdığı 5 beyitli bir gazeli dercetmis Bilgin amiralin Türkçe'nin Osmanlı (Türkiye) lehçesinden sonra gelen en mühim lehçesi olan Çağatay şivesini de çok iyi bildiğini ileride göreceğiz Hindistan Türkleri, Orta Asya'dan geldikleri için, bu lehçe ile konuşurlardı Ancak Hindistan'da, Anadolu'dan gelmiş ve yüksek mevkiler işgal eden bir kaç bin Osmanlı Türkü de vardı
(4) «Gönüldaş» kelimesinin Çağatay Türkçesi’ndeki telâffuzu
(5) Akşemseddin - zade Hamdullah Hamdi Çelebî'nin Yûsuf-u Züleyhâ'sından
(6) Argunlar, İlhanlılar'ın bir dalıdır Şah Hüseyin Argun Bey, Cengiz'in 22 ve Olcaytu İlhan'ın 17 kuşaktan torunudur Argunlar, Timuroğulları'na tâbi olarak 47 yıl Kandehâr'da ve 77 yıl Sind'de hüküm sürmüşlerdir
Kabul etmedim Hemen hareket etmek istediğimi söyledim Zira İsa Bey, Mahmud Bey'in hizmetine girerim diye korkuyor, diğer taraftan da beni razı edip hizmetine almak istiyordu Agra'ya gideceğimi ve sadakatini Hümâyûn Şâh'a bildireceğimi söyleyince, bana yedi pare nehir gemisi tahsis etti Sultan Süleyman Han Hazretleri'ne sunulmak üzere bir de nâme verdi Bu minval üzere yola koyulduk
Sind nehri üzerinden şimale doğru ilerlemeye başladık Vahşî bir nehirdi Kıyılarında parslar dolaşıyordu Seyâvân - Pâtri - Dübele yoluyla Bekker'e vardık Mahmud Kökeltaş ve merhum Hüseyin Bey'in veziri Molla Yârî ile görüştüm Mahmud Bey de Hümâyûn Şâh'a sadakatini bildirmemi rica etti Bir kaç gün kaldım Mahmud Bey'in ziyafetlerinde bulundum Çağatay lehçesiyle iki gazel yazıp Mahmud Bey'e verdim, gayetle zevk buldu (7) Şah - Hüseyin'in ölümü için de bir tarih kıt'ası söyledim Mahmud Bey Kökeltaş'tan da Sultan Süleyman için bir nâme alıp veda ettim Giderken bana dedi ki:
— Hemen şimale gitmeyiniz Kandehâr yolunda Özbek emirlerinden Haydar Sultan oğlu Bahâdır Sultan nice bin adamıyla yolları kesmiştir Şimdiki halde ol canibe gidilmez Size bir miktar adam koşup Lâhûr yoluna gönderelim
KORKUNÇ ÇÖL!
Bu minval üzre bir ay Bekker'de kalmıştık Hareketimden önce validemi rüyamda gördüm Bana “Hazret-i Fâtıma'yı düşümde gördüm; senin sıhhatle gelmeni bana müjde kıldı” dedi Yolculuğumuz rahat başladı Mahmud Kökeltaş bana bir yahşi at, bir katar deve, bir çadır, bir şâmyâne yani sâyebân ve yol harçlığı vermişti Yanımıza da 250 nefer süvari koşmuştu ki, yolda başımız belâya girmesin Hümâyûn Padişah'a yazdığı nâme de bendeydi Böylece şabânın ortasında yola koyulduk Sultanpur yoluyla beş günde Mav kalesine geldik Cengelistandan geçerek yolu kısaltmak mümkündü ama, cengeller içinde vahşî bir Hindu kavmi olan Cetler vardı Çöl yolunu tercih ettik Fakat suyumuz bitti Kuyulara vardıksa da, hepsi kuruydu Sam yeli de esiyordu Bazı adamlar samdan ve susuzluktan ölüm hâline vardılar Bunun üzerine çöl yolundan vazgeçtim Gerisin geri dönüp çölden çıktık Gayet belâlı bir çöldü Serçe büyüklüğünde karıncalar geziyordu Mav kalesine avdet ettik Ancak yanımdaki 250 Sindli asker, cengellerden geçmeye korkuyorlardı Kendilerine müessir söz söyledim Yanımızda tüfek olduğunu, Hindûlar'ın tüfek ateşine karşı koyamayacaklarını anlattım Bin belâ ile cengelistandan geçmeye razı oldular 10 günde cengelleri geçtik Uç şehrine geldik Şeyh İbrahim ile konuştum Şeyh Cemâlî ve Şeyh Celâlî'nin makamlarını ziyaret ettim Mübarek ramazanın ilk günü şehirden ayrıldım
Sind ülkesini bitirip Pencâb'a yaklaşırken, 250 Sindli'ye ruhsat verdim Gene levendlerimle baş başa kaldım Artarda bir çok ırmakları sal üzerinde geçtik Bir yerde 500 kadar Cet'e tesadüf ettik Tüfek ateşi açınca havf edip çekildiler Ramazan'ın 15 günü Multân şehrine vardık
DlYAR-I HİNDÛSTÂN'DA VAKI OLAN SERGÜZEŞTİ BEYAN EDER
Multân'da, Şeyh Bahâüddin Zekerîya Şeyh Rüknüddin, Şeyh Sadrüddin'in makamlarını ziyaret ettim Şeyh Muhammed Râcû ile görüşüp duasını aldım Multân beylerbeyisi Mirza Hasan'ın sarayına gittim Kendisiyle görüştüm, iznini aldım Şimâl-i şarkîye doğru Lâhûr yolunu tuttum Lâhûr'da Şeyh Hâmid'le görüştüm Şevvâl'in başıydı Şehirde bir ay kadar kaldım Ahval karışıktı Eskiden bu taraflara hâkim olan Afganlarla onların yerine geçen Türkler arasında rekabet vardı; zaman zaman ceng ediyorlardı
Sultanpur yoluyla Fîrûzşâh'a geldim Lâhûr-Delhi yolunu 20 günde aldım Zulkaade ayı sonunda Delhi'ye vardım Delhi, eskiden beri Hindistan'ın taht şehriydi Ancak Hümâyûn Şah ve babası Bâbur Şah çok defa daha cenupta Agra şehrinde oturuyorlardı Ben geldiğimde Hümâyûn Padişah, Delhi'deydi Gelişim derhal kendisine bildirilmiş Büyük bir merasimle karşılandım Böyle bir şeyi ümit etmiyordum Hümâyûn Şah, beni Sultan Süleyman Han Hazretleri'nin elçisi addediyordu Binlerce asker, 400 fil, birçok mirza ve emir, başta sadrâzam olmak üzere beni karşıladılar Altıma süslü bir at çekip sırtıma üst üste iki hıl'at geçirdiler O akşam Sadrâzam'ın (Cool büyük ziyafetinde bulundum Bir çok hediyeler aldım Birkaç gün sonra Hümâyûn Şâh'ın (9) huzuruna çıktım
(7) Beşer beyitli bu iki gazeli Seydi - Ali, eserine dercetmiştir
(Cool Büyük asker ve devlet adamı Bayram Han Karakoyunlu ki, Türkçe şiir divanıyla aynı zamanda mühim bir şair sayılır
(9) Timur'un 6 kuşaktan torunu ve Bâbur Şah'ın oğludur
Hümâyûn Padişah beni uzun müddet , alıkoydu Kendisine Çağatay Türkçesi ile yazdığım 3 beyitli bir tarih kıt'ası ile beşer beyitli iki gazel sundum (10) Kendisi de şairdi (11) Gayetle hazzetti Seyahat için ruhsat talep ettim Rıza göstermedi Hârçe pergenesinin gelirini bana tahsis etti Levendlerimden her birine yılda 100 000 akça gelirli tımarlar verdi (12) Bu ihsanları kabul etmeye mecbur oldum Hiç olmazsa bir yıl kalmaklığım için o kadar ısrar etti ki, reddedemezdim Dedim ki:
— Saâdetlü Padişah'ın emr-i şerifi ile deryaya çıkıp küffâr-ı hâksâr ile ceng edip ve tufan ile diyâr-ı Hind'e düşüp benim der-i devlete varmam lâzımdır ki, küffâr-ı hâksânn ahvâli Devletlû Padi-şah'a malûm olsun Mercûdur ki Vilâyet-i Gucarât küffar elinden halâs ola!
Hümâyun Şah:
— Padişah Hazretleri'ne elçi irsal edip senin özrün arz olunur, şeklinde cevap verdi
— Bunu ihtiyar etmek ihtimal değildir; zira ankastin bu vilâyete gelip elçi göndertmiş olurum
— Bir yıl dahi bunda bizimle ol! Zaten üç ay yağmur vaktidir Yollar geçilmek mümkün değildir
Öyle oldu Delhi'de kaldım Padişahla edebî ve ilmî bir çok mübahasede bulundum Riyaziye ve heyete de meraklıydı Bu mevzularda görüştük Bir çok şiir söyledim Sind'den getirdiğim nâmeleri sundum Ora ahvali hakkında şifahen de malûmat arz ettim Ayrıca şahsen, Sind'in bir kısmını elinde tutan Mahmud Bey Kökeltaş'tan iltifatını esirgememesini rica ettim Hümâyûn Şah, Mahmud Bey'in valiliğini tanıdığına dair perçe vurulmuş bir nâme gönderdi Gerek Mahmud Beyden, gerek veziri Molla yârî'den aldığım teşekkür mektuplarından, tavassutumun çok makbule geçmiş olduğunu anladım (13)
EN BÜYÜK PADÎŞAH: SULTAN SÜLEYMAN
Hümâyûn Şâh'a Çağatayca yazılmış bir gazel daha sundum Türlü istihsanlar etti Bana “ İkinci Mîr Ali Şîr Nevâî ” diye hitap buyurup iltifatlar eyledi Bunun üzerine iki gazel daha sundum (14) Hep “ Kâtibî ” mahlasını kullanıyordum Az zamanda şair olduğum duyuldu Bir kat daha itibar kazandım Devletin büyükleri davet eder, ziyaretime gelirlerdi Hümâyûn Şâh'ın yakınlarından Abdurrahman Bey adlı şair bir genç vardı Onunla karşılıklı şiir söylerdik Bu münasebetle iki Çağatayca gazel daha yazdım (14)
Hümâyûn Şah ile görüşmediğim hemen hiç bir gün yoktu Bir gün Şah, çetin bir sual sordu:
— Hindistan mı büyüktür, Vilâyet-i Rûm mu?
— Padişahım, «Rûm» dan maksat yalnız Anadolu ise, Hindistan çok daha büyüktür Amma maksadınız Sultân-ı Rûm olan Süleyman Han Hazretleri'nin bütün ülkeleri ise, Hindistan bu ülkelerin onda birinden küçüktür
— Maksadım padişahına tâbi olan cümle memleketlerdir
— Padişahıma ait olan ülkelere hiç bir devirde hiç bir hükümdar sahip olamamıştır, İskender'in devleti bile daha küçüktü Zaten İskender'in devleti, kendi fütuhatıdır Bilirsiniz ki çok genç yaşta ölmüştür O kadar kısa seneler içinde zaten dünyanın her tarafına gidemezdi Zira arzın tulü 180 derece ve hatt-ı üstüvâdan arzı 66 derecedir Mesahası dört bin kere 668,670 fersahtır Bir tek kişinin bütün rub'ı meskûna hâkim olması muhaldir Onun için İskender'in dünyayı ele geçirdiği bir efsaneden ibarettir
— Padişahının yedi iklimde de topraklan var mıdır?
— Belî sultanım, vardır Birinci iklimden Yemen'e, ikinciden Mekke'ye, üçüncüden Mısır'a, dördüncüden Haleb'e, beşinciden İstanbul'a, altıncıdan Kırım'a, yedinciden Budin'e, hâkimdir (15) Yedi iklimin her birinde padişahımın beylerbeyileri ve kadıları vardır Mekke ve Medine Sultanı (16) sıfatıyla padişahımın adı, hâkimiyeti altında bulunmayan memleketlerde bile hutbelerde anılır Çin Müslümanları cuma namazı hutbesini Sultan Süleyman'ın adına okurlar Çin Fağfuru bile, cihan'ın en büyük hükümdarının Sultan Süleyman olduğunu bilir
(10) Bu şiirler esere dercedilmiştir
(11) Türkçe şiir divanı vardır
(12) Sayıları bir kaç yüz bin, en iyimser tahminle bir milyonu geçmeyen bir Türk kitlesi, yüz milyonluk Hindistan kıt'asını IX yüzyıldan beri ellerinde tutuyorlardı Orta Asya'dan ve arada bir Anadolu'dan gelen Türklere çok büyük ihtiyaç vardı
(13) Burada Seydî - Ali Reis, Çağatay Türkçesi ile yazılmış her iki mektubun suretini dercetmistir
(14) Bütün bu gazeller esere dercedilmiştir
(15) O zamanın coğrafyasında dünya, güneyden kuzeye doğru «iklim» denen 7 kuşağa ayrılırdı
(16) Halife
— Kırım ülkesi Sultan Süleyman'ın mıdır?
— Belî padişahım, onundur Kırım Han'ına saltanatı saâdetlû padişah verir
— Kırım Hanı'nı hutbe sahibi hükümdar diye bilirdim
— Padişahım, Sultan Süleyman'ın Kırım Hanı gibi sâhib-i hutbe ve sâhib-i sikke nice hükümdar kulları vardır
Hümâyûn Şah, padişahım hakkındaki bu sözlerime kızmadı (17); bilâkis padişahıma bağlılığımı beğendi ve Sultan Süleyman'a dualar etti Bir gün kendisiyle Delhi'yi geziyorduk Şeyh Kutbüddin Pîr-i Delhi, Şeyh Nizâm Velî, Şeyh Ferîd ve Mir Husrev Dehlevî'nin makamlarını ziyaret ettik Emîr Husrev'in mezarı başında Hümâyûn Şah'la şiir bahsine daldık Emîr Husrev, en büyük şairlerdendi Birçok şiirini padişahla karşılıklı okuduk ve onun şiirlerine benzetilerek söylenmiş beyitleri andık Ben de o anda irticalen Husrev'in bir matla'ına nazire şeklinde Farsça bir beyit söyledim Gerçi Husrev' in bir matla'ına nazîre söylemek benim için küstahlık sayılabilirdi Ancak, beyit, hemen içime doğmuştu ve şüphesiz büyük şairin ruhaniyetinin verdiği ilhamın eseriydi Hümâyûn Şah da beğendi
17) Hümâyûn Şah, Osmanlı ve Safevî hükümdarlarından sonra dünyanın üçüncü büyük devlet başkanıydı
Böylece aylar geçti Padişah sohbetiyle gerçi hoş günler yaşıyordum Ama aklım memleketimdeydi Hümâyûn Şah'a doğrudan doğruya gitmek istediğimi bildiremedim O derece iltifat ediyordu ki, ayıp olurdu Yakınlarından Şahin Bey'e padişahtan gitmem için izin istemesi hakkında tavassutunu rica ettim Vatan hasretini dile getiren iki Çağatayca gazel de yazıp padişaha gönderdim Hümâyûn Şah, gazellerden maksadımı anladı Fakat hemen izin vermedi Çok rica ettiysem de daha bir müddet kalmamı istedi Nihayet bir gün iki Çağatayca gazel daha yazıp padişaha takdim ettim ve vatan hasretinin son dereceyi bulduğunu anlatmaya çalıştım
HÜMÂYÛN ŞAH'IN ÖLÜMÜ
Hümâyûn Şah, halime merhamet ve şefkat etti Ruhsat, inayet eyledi At, hıl'at ve elime bir ferman verdi Harekete hazırlanıyordum ki, cuma günü akşam namazı vaktinde veda etmek için huzurlarına çıktım Ezan okunmaya başlayınca, âdetleri üzere hürmeten diz çöküp zemine oturdular Sonra bir kitap bulmak için kütüphanelerinin merdivenlerine çıkarlarken başları döndü, merdivenden düştüler Mübarek başları yaralandı ve kol kemikleri kırıldı Alem birbirine girdi Haber hızla şehre ve memlekete yayıldı, îleri gelenler “padişah elhamdülillah hoş-hâldir” diye tebliğ neşrettilerse de tesiri olmadı Fakirlere sadakalar dağıtıldı Ancak kazanın üçüncü günü Hümâyûn Şah, dâr-ı fenâ'dan dâr-ı bakaa'ya intikal buyurdular (1Cool
Veliahd olan Ekber Mirza, Sadrâzam Bayram Han'la beraber Delhi dışında bulunuyordu Saraydan Eşik Ağası hemen yola çıkarıldı
(1Cool 26 Ocak 1556 Babası Bâbur gibi 48 yaşında ölmüştür
Delhi Sarayı'nda büyük telâş oldu Herkes “ahvâlimiz nice olur?” diyordu Zira Ekber Şah, henüz çocuktu Hümâyûn Şâh'ın ölümü henüz ilân edilmemişti, ileri gelenlere dedim ki:
— Merhum ve mağfur Sultan Selim Han aleyhi'r'rahmeti ve'l-gufrân Hazretleri irtihâl ettikte marhum vezîr-i âzam Pîrî Paşa envâ-i tedbirler edip padişahın vefatını halka duyurmadı Sultan Süleyman gelinceye kadar halk vaziyete agâh olmadı Siz dahi bir tedarik edin ki, Hümâyûn Şâh'ın oğluna haber varıncaya kadar kimse ahvâle vâkıf olmıya!
Dediğim gibi yaptılar Padişah hayattaymış gibi divan şöleni tertip edildi Emirlere hassa ölüşü dağıtıldı Âdet üzre mansıblar tevcih edildi “Padişah Çâr-Bâğ'a gider!” deyü at hazırlandı Sonra “hava hoş olmadı” denilip güya padişah gitmekten vazgeçti Ertesi gün halka «görünüş'tür» diye ilân edildi Güya Hümâyûn Şah divan yapacaktı Müneccimler «sâat-i hûb değildir!» deyip görünüşü tehir ettiler (19) Ancak asker sabırsızlanıyor ve tereddüt ediyordu Sarayda Hümâyûn Şâh'a benzer bir Molla Bîkesî vardı Ama boyu biraz kısaydı Onu padişah gibi giydirip tahta oturttular Yüzünü gözünü de biraz sardılar, «padişah yaralanmıştır» dediler Taht, nehre karşıydı Halk, akın akın nehrin ötesinden geçip padişahı taht üzre gördü Mehter vuruldu Tabibe, güya padişahı tedavi ettiği için hıl'at giydirildi
Ertesi gün, sarayda ileri gelenlere veda ettim Rebîülevvelin ortasında Delhi'den Lâhûr'a geldim Panipat yoluyla Kurnâl'e vardım Geçtiğim her yerde soranlara: «Padişah sağdır» diyordum Serhind - Maçura - Bâcvâre yoluyla Sultanpur'a vardım Nehri geçtim Rebîülâhır'ın evvelinde (20) tekrar Lâhûr'a döndüm Zira Celâleddin Ekber Mirza, Lâhûr yakınlarında padişah ilân olunmuştu Lâhûr beylerbeyisi hareketimi önledi; “padişahtan emir geldi, bir ferd Kandehar'a gidemez!” dedi
EKBER ŞÂH'IN HUZURUNDA
Ekber Şâh'ın Sadrâzam Bayram Han' la beraber bulunduğunu Mânkût kalesine gidip huzura çıktım Genç padişahı tebrik ettim Bayram Han: “Fetret zamanıdır, bir kaç gün burada bizimle kalın; isterseniz büsbütün kalın, Hindistan'ın hangi vilâyetini isterseniz size vereyim” dedi Gene yoldan alıkonulmak ihtimaliyle korktum Merhum Hümâyûn Şâh'ın, hareketime izin veren fermanını çıkarıp gösterdim Bir Çağatayca gazelle bir kıt'a yazıp Bayram Han'a sundum; hâlimi arz ettim Ekber Şâh'ın huzuruna da çıktım Babasının fermanını görünce hareketime rıza gösterdi Lâhûr'a geldim
Rebîülâhır ortasında Lâhûr'dan hareket ettim Nihayet Sind nehrini de geçip Pencâb'tan çıktık
19) Hindistan Timuroğulları'nın divanda halka ve ileri gelenlere görünmesine «görünüş» denir
(20) 13 şubat 1556
|