Prof. Dr. Sinsi
|
Seyid Ali Reis'in Anıları!
İSTANBUL'A DÖNÜŞ
RÜYASINDA Şeyh'in: “Dua edelim ki Mîr Seydî - Ali yoldaşları ile sağ ve salim vatanına vara” dediğini anlattı Dâmgan'da imam - zade Cafer'in türbesi ziyaret olundu Sonra Semnân'a geldik Şeyh Alâüddevle Semnânî'nin türbesini ziyaret ettik Ertesi gün alesseher göçüldü Yolda levendlerime dedim ki:
— Hergiz bir kimse sizden ziyade sefer etmiş değildir
Bu minval üzere konuşarak yolumuza devam ediyorduk Levendlerime sabır nasihat ediyordum Zira Şiiler’in tasallutundan ve bed muamelesinden sıkılıyorlardı Bîr hadise çıkartmaksızın Safevî ülkesinden çıkıp gitmek lâzımdı Ben bu ülkedeki kadar mezheplerine taassupla bağlı insanlar görmedim Hep Şîî mezhebinin üstünlüğünden lâf açıp bizi kışkırtmak istiyorlardı
Nihayet bir gün Rey (1) şehrine geldik İmam Abdülazîm'i, Hazret-i Hüseyin’in zevcesi Bîbî Şehribân'ı ziyaret ettik Şah’ın oğlu Muhammed Hudâbende Mirza (2) ve Kurçıbaşı Sevindik Âğa ile görüştüm Şah, evvelce oğlu İsmail Mirza'yı Kazvin’den Horasan'a göndermiş Horasan'da bulunan Hudâbende Mirza'yı da Kazvîn'e çağırmış Zira İsmail Mirza'nın Horasanda Şâh'ın hoşuna gitmeyen hareketleri zâhir olmuş Bu işte görülen emirlerden biri de Şâh'ın emriyle Horasan'da katledilmiş Ben Muhammed Hudâbende Mirza'yı, Horasan'da Herât'a hareket etmek üzereyken gördüm Hakkımda çok lûtufkâr davrandı; Sultan Süleyman'a tazimlerini bildirdi ve bir miktar rencide olan hatırımı okşadı Mirza ile görüştüğümün ertesi günü Rey'den hareket ettik Horasan'da: hareketimizden bir buçuk ay geçmişti ki safer ayının son günü, Safevî devletimi taht şehri olan Kazvîn'e vardık
İRAN ŞAHIYLA BERABER
Geldiğimiz, Şah Tahmasb'a (3) arz olundu Şah, benim ve maiyetimden hiç kimsenin şehre girmesine müsaade etmedi
(1) Şimdi Tahran'ın bir banliyösüdür
(2) 1577-87 arasında Safeviler’den 4 İran şahı olarak saltanat sürmüştür Büyük Şah Abbas’ın babasıdır
(3) Bu sırada Kanunî'den sonra dünyanın en kudretli hükümdarıdır
Kazvîn civarında “Sebzegirân” demekle mâruf bir yere gönderdi Vezîr-i âzam Masum Bey'in divan beyi Mahmud Bey'e, bize nezaret etmek vazifesi verildi Şâh'ın eşik ağası geldi Teker teker isimlerimizi, sıfatlarımızı, hattâ atlarımızın sayısını yazıp gitti Şah, bu kadarla da kalmadı Horasan'daki vekili olan Gökçe Halife ile muavini Mir Münşî'yi: “Bunları niçün mukaddema bana arzetmeden gönderdiniz?” deyü azletti Bütün bu belâları fırsat bilen Ali Bey adında bir Safevî emîri, bana Yasavul Pîr-Ali'yi gönderip, bizi kurtarmak için rüşvet istedi “Bu miktar zaman gurbet çeken kişilerde nakdiye olmaz!” diyerek geri gönderdim Kur'an'dan bir âyet okuyup Cenâb-ı Hakk'ın inayetine sığındım
Bu sırada Şah, üzerimde bulunan muhtelif hükümdarlara ait mektupları mütalâa etmiş Hattâ yanımda taşıdığım kitaplara bakmış Bizimle Horasan'dan gelen Şâh'ın hatunu ile Behrâm Mirza'nın hatunu da bizim için: “Mazlumlardır, cümlesinin yollarda ahvâline vâkıf olduk” deyü şehadet etmişler Ben de 6 kıt'alı bir murabba yazıp Şâh'a gönderdim Şah, şiirimi okuyunca, vezîr-i âzami Masum Han'a: “Yarın sen davet edip ziyafet eyle, öbür gün biz ziyafet edelim ve müjde haberin ver; hangi yolu maksûd ediniyorsa gönderelim,” demiş
Filvaki ertesi gün serbest bırakıldık ve Masum Han'ın sarayına gittik Mükellefi bir ziyafet ve ruhsat haberini verdi:
— İstanbul'a elçimiz gitmek üzeredir, dedi; eğer Azerbaycan, yani Tebriz ve Van yoluyla gitmek caiz olursa ankarîb gidilmek mukarrerdir
— Kış günleridir, dedim; ol yol takat getirmez Bağdad yolun ihsan edin!
— Talebiniz Şâh'a arz olunur, deyü cevap verdi
Ertesi gün Şâh'ın huzuruna çıktım Ziyafete alıkoydu Hayli konuştuk Bilhassa şiir üzerinde mübahase ettik Hilemiz ve hud'amız olmadığına, memleketimize gitmekten başka bir emel peşinde koşmadığımıza iyiden iyiye inandı Bizi Horasan' dan Kazvîn'e yolladığı için azlettiği İbrahim Mirza'nın vekili Gökçe Halife ile Mîr Münşî'yi mansıblarına iade eyledi Bana bir at ve iki hıl'at ve bir çadır ve birçok elbise ihsan etti Levendlerimnden ikisine ikişer hıl'at ve beş yoldaşıma da birer hıl’at verdi Saâdetlû Pâdşâh-ı Alempenâh Hazretleri'ne nihayet derece ıhlâs ve muhabbet ar zetti Kemal mertebe sulha inkıyâd üzre olduğunu bildirmemi istedi
PADİŞAHLARIN HAZİNESİ SİLAHTIR
Birkaç gün sonra Şah Tahmasb, beni bir ziyafete daha davet etti Bu defa ki ziyafet saltanat çadırındaydı Sırf ihtişamıyla aklınca gözlerimi kamaştırmak ve zenginlik derecesini Sultan Süleyman'a söylemem için tertip edilmişti Filhakika her taraf en âlâ kumaşlarla döşenmişti Yerlere altın iplikle işlenmiş halılar yayılmıştı Ziyafette yanımda oturan Şâh'ın musahibi Hasan Bey: “Bütün bunlar bir küllî hazinedir” dedi Ben:
— Padişahlarda hazine, altın ve gümüşle silâhtır; bu makuuleler hazine değildir! dedim Mebhût olup cevaba kaadir olmadı
Daha bir ay hareketime ruhsat verilmedi Şah Tahmasb daha birkaç defa davet etti Bir keresinde:
— Padişahınız Barak Han'a muavenet için Türkistan'a 300 zabit göndermiş, deyip içini döktü Ben hakıyr dahi:
— Onlar Barak Han'a size karşı muavenet için irsal olunmuş değildir Şahım, dedim; eğer muavenet için irsal olunmuş olsalar 300 miktarı gönderilmez, ordu sevk edilirdi!
Zahiren sözüme inanmış göründü Bir defasında mecliste Şâh'ın büyük ulemâsından Mir İbrahim vardı Bu zat bana dedi ki:
— Ulemânızın bizi tekfir etmesine bâis nedir?
— Peygamberimizin ashabına küfredilir diye işitiriz, deyü cevâb eyledim; muteber kitaplarda, ashaba küfredenin kâfir olduğu yazılıdır
— İmâm-ı âzam Ebû - Hanîfe'ye göre söylediğiniz gibidir Ancak imam Şafiî'ye göre ashaba küfreden kâfir olmaz, sadece günaha girer
— Diyelim ki İmam Şafiî'ye göre ashaba küfretmek dinden çıkmak değildir Fakat biz, Hazret-i Aişe'ye bile küfredildiğini duyarız Hazret-i Aişe söylediğiniz gibi ahlâksız olsa, Hazret-i Peygamber onu hoş gördüğü için, doğrudan doğruya Peygamber'e küfredilmiş olur Peygamber'e küfreden kavim de, açıkça dinden sapıtmıştır, mürteddir, Müslüman değildir, katilleri helâl, malları gazilere mubahtır
— Her kim Hazret-i Aişe'ye ahlâksızlık isnad etse, bizim katımızda dahi kâfirdir Amma Aişe'ye mahabbetimiz yoktur Zira Hazret-i Ali'ye muhalefet etmiştir!
EN GÜZEL ŞEHİR: İSTANBUL
Bu minval üzre hayli konuştuk Şah da mükâlemeye karışıp:
— Cihanım, birçok yerine seyahat kıldın, dedi; gördüğün memleketlerde en çok hangi şehri beğendin?
Gezip seyreyledim her şehrini gerçi bu dünyânın
Nazirin görmedim hergiz Sitanbûl-û Kalâtâ'nın
beytiyle cevap verdim Şah:
— İstanbul gerçekten güzel şehirmiş derler, dedi; Osmanlı memâlikinde beylerbeyilerin ve sancak beylerinin dirlikleri ne miktardır?
— Her beylerbeyinin ve sancak beyinin dirliği, idare ettiği vilâyetin ehemmiyetine göredir Mısır ve Budin ve Rumeli ve Anadolu ve Diyâr-ı Bekr ve Bağdad ve Yemen ve Cezayir beylerbeyilerinin dirlikleri çoktur Bu beylerbeyilerin herbirinin hükmettiği leşker, bir devletin askeri miktarıncadır Diğer beylerbeyilerin ve sancak beylerinin dirlikleri de, askerlerinin adedine göredir Osmanlı devletinin diğer Müslüman devletlerden farkı şudur ki, leşkerin hepsi, padişahın askeridir En büyük beylerbeyinin dahi şahsına mahsus bir tek askeri yoktur Halbuki diğer Müslüman memleketlerde şehzadelerin ve emirlerin şahıslarına bağlı askerler, hattâ ordular vardır (4) Bir beylerbeyinin Saâdetlü Padişah'ın emr-i şeriflerinden zerre miktar ayrılmasına imkân ve ihtimal yoktur
Bu sohbetten sonra Şâh'a:
Â'şık isen hûn-i gam yemekten ey dil lezzet al
Â'rif isen câm-ı mey nuş? eyleyip bir halet al
Bî-bakaadır mâl-i dünyâya gönül meyleyleme
Kıssa-î Kaarûn'u var gûf eyle andan ibret al
Almağa can nakdini minnet mi eylersin bana
Kıl tekellüm bir nefes benden anî bî-minnet al
Ruhm edip ben nâ-tüvânâ girdi gamzen zahmına
Ey tabîbim bari gel nakd-î hayatî ücret al
Gezme Mecnun gibi dağlarda abes ey kûhken
Aşk vadisinde sâkird ol bana bir san'at al
Yâri görsem ölmeden kâr etdi hasret canıma
Cehd edip ey haste-dil dest-i ecelden mühlet al
Şübhe yok hubbü'l-vatan îmândandır Kâtibi
Hâlini arz eyleyip Şâh-î keremden ruhsat al
gazelimi okuyup izin istedim Şah, gayet hazzedip hoş-hâl olup ruhsat verdi Saâdetlü Padişah Hazretleri'nin Cenâb-ı Celâlet - meâbları'na kitabet yazdı Kemal mertebe arz-ı ihlâs etti Hayli muhabbetler gösterdi Hasan Bey’le biraderi Nazar Bey'i bir miktar adamla yanıma koştu Tekrar hıl'at verdi Kazvîn'de mübarek makamlar da ziyaret edildi Rebîülâhırın ilk günlerinde Kazvîn'den ayrıldık (5)
Sultaniye yakınlarında Ebher şehrine geldik Burada Ahî Evrân'ın oğlu Pîr-Hasan'ın türbesini ziyaret ettik Oradan Dergüzin'e ve andan Hemedân'a vardık Burada Aynülkuzât-ı Hemedânî'yi, Pîr Ebu'lAlâyı, Hazret-i Peygamber'in sancakdârını ziyaret edip ruhlarına fatihalar okuduk Sâdâbâd'a geldik Burada Safevîler'in serhad beylerinden Peykoğlu Hasan Bey’le görüştüm Beni bir ziyafete davet etti
Nihâvend şehrine gelerek Lûristan'a ayak bastık Bîsütûn dağına vardık Burada imam Kasım'ı ziyaret ettik Oradan “Veyselkaranî” denen kasabaya ulaştık Kasr-ı Şîrîn yoluyla Malum Yapılanma vilâyetine eristik Kal'a-i Zencîr'e vardığımızda hava gayet muhalifti Halk, “hümâ” denen kuşun göründüğünü iddia ediyor, kimi bunun uğurundan, kimi uğursuzluğundan bahsediyordu Bu kuş hakkında türlü türlü şeyler anlatıyorlardı
(4) Seydî - Ali Reis, diğer Müslüman devletlerin feodal bünyesiyle Osmanlı devletinin merkeziyetçiliğini mukayese ederek, Osmanlı sisteminin üstünlüğünün en mühim noktalarından birine parmak basmaktadır
(5) 1557 şubatı ortaları
Burada maiyetime tayin olunan Nazar Bey'e ruhsat verdim, gitti Ertesi sabah güneş doğarken hareket ettik “Dokuz ölüm” dedikleri nehirden geçtik Şehribân yoluyla Bağdad'a yaklaştık Bağdad'da beylerbeyi Hızır Paşa ile görüştüm Bu kadar sergüzeştten sonra Osmanlı memleketlerine ayak bastığım için beni tebrik etti ve envai riâyetler gösterdi
BAKIYYE-İ AHVALİ BEYAN EDER
Cemâziyelevvelin ilk günlerinde (6) Bağdad'dan ayrıldık Dicle'yi sallarla geçtik, Hindistan yolculuğumun başında Bağdad'a uğrarken ziyaret ettiğim din ve tarihi makamları tekrar gördüm Tekrît yoluyla Musul'a geldim Cizre'den Nusaybin'e vasıl oldum Mardin'e uğrayıp Diyâr-ı Bekr'in merkezi Amid şehrine ulaştım Beylerbeyi İskender Paşa'yla görüştüm Vâkı' olan sergüzeştimi hayretle dinleyip taaccüb etti:
— Size olan hâdise kimseye olmamıştır, dedi; sizin gördüğünüz memleketleri ve acayiplikleri, kimse düşünde bile görmemiştir
Gezdiğim ülkelerin hükümdarları ve askerî kuvvetleri hakkında malumat rica etti Ne anlatsam daha fazla tafsilât istiyordu Sonunda:
— Anlaşılır ki, dedi; rûy-i zeminde ne Osmanlı devletine muadil bir devlet, ne Pâdşâh-ı Alempenâh Hazretleri'ne adil olur bir padişah vardır!
Pâdşâh-î Rûm'a nisbet şâh olanlar Hak budur
Bir kişi belkî hababdâ pâdşâh olmakdürür
beytimi okuyarak cevap verdim Osmanlı askeri hakkında da:
Mağrib-û Maşrık'da Rûm'un leşkerî meşhurdur
Kande azm eylerse onlar daima mansûndur
beytini söyledim Hemen Cenâb-ı Hak, Kıyâmet gününe kadar devletimizi mâmur ve askerimizi mansûr-u muzaffer eylesin! Âdâsı mahkûr ve zâr-ü hakıyr-übî-mıkdâr ola! Âmîn, bi-hürmeti Seyyidi'l-Mürselîn!
İskender Paşa, benim öldüğüm haberinin bütün Osmanlı ülkelerinde yayıldığını da bildirdi Hattâ Mısır kapdanlığına Rodos sancağı beyi Kurdoğlu'nu tayin etmişler, İskender Paşa'ya son yazdığım şu muhammes'i okuyarak sohbete son verdim:
Rağbet eder mi â'şık olanlar bu haneye
Sayd olma dama ey gönül aldanma daneye
Sahm-î kaza bilirsin erişir nişaneye
Çekmek belâ vü mihneti â'lemde yâ neye
Gördün zamane uymadı uy sen zamaneye
Baş eğme dehre izzet içün olma mübtezel
Elvermese zamane sakın eyleme cedel
Pendim kabul eyle benim sözüm esle gel
Bir kişiye nasîb gelir bûdürür mesel
Gördün zamane uymadı uy sen zamaneye
Ney gibi inlesen n'ola her dem edip figan
Kaanûn edindi kaddini çeng etmeyi cihan
Güç eylemi usûle gözet dâiren hemân
Gördün senin teranene raks eylemez zaman
Gördün zamane uymadı uy sen zamaneye
Dünyâ senin imiş tutalım n'eylesen gerek
Â'kıl odur ki yok yere hare etmiye emek
Sanma muradın üzre döner dâima felek
Gûş et nasihatim hele benden sana demek
Gördün zamane uymadı uy sen zamaneye
Yazmış ne kim mukarrer ise levha çün kalem
Elbette başa gelse gerek yazılan rakam
Şad olma izzet île fena gelse çekme gam
Ey Kâtibi cihanda nedir çektiğin elem
Gördün zamane uymadı, uy sen zamaneye
Gucarât'ı Osmanlı devletine ilhak etmek arzusu hatırımdan asla çıkmıyor, Lâmiî'nin şu kıt'asını kendi kendime tekrarlıyordum:
Senin gitmez başından bu havalar
Dimağın cümle toprak dolmayınca
Bu sergerdanlığın pâyânı yokdur
Vücûdun serteser hâk olmayınca
SULTAN SÜLEYMAN HAN’IN HUZURUNDA
Amid'den Ergani'ye geldim Zülkifl Nebî'nin makamını ziyaret ettim Harput yoluyla Malatya'ya vardım Seydî - Gazi'nin makamına yüz sürdüm Sivas'a geldim Beylerbeyi Âli Paşa ile görüştüm Abdülvehhab Gazi'nin makamım gezdim Türbedarı olan Ali Baba ile sohbet ettim, duasını aldım Hacıbektaş kasabasına vardım Hacı Bektaş Velî ve Balım Sultan'ın türbelerini ziyaret ettim Kırşehir'de Ahî Evrân ve Aşık Paşa'nın makamlarında fatiha okudum Kızılırmak'ı Çâşnigîr Köprüsü'nden geçtim Ankara'ya vasıl oldum Hacı Bayram Veli'yi ziyaret ettim Anadolu Beylerbeyisi Cenabi Paşa buradaydı Onunla da görüştüm Beypazarı yoluyla Bolu'ya ve oradan Mudurnu'ya geldim Göynük'te Şeyh Akşemseddin Hazretlerini ziyaret ettim Taraklı Yenicesi'nden Geyve'ye burada bir köprüden Sakarya’ya geçtim Ağaçdenizi ve Sapanca yoluyla İzmit'e vasıl oldum Burada, Hindistan'dan beri ilk defa deniz görüp şad oldum Nebî Hâce'yi ziyaret ettim
(6) 1557 mart ortaları
Üsküdar'a gelip Boğaz'ı geçtim Pây-i Taht-ı Cihan olan Mahrûsa-i İstanbul'a vardım Selâmetle seyahatimi tamamladığım için Cenâb-ı Hakk'a şükürler ettim Mihnetler, elemler ve maceralar son bulmuştu 964 recebinin başlarında (7) Galata'daki konağıma indim Padişah Hazretleri'nin Edirne'de olduklarını haber aldım Hemen ertesi günü hareket ettim Edirne'ye geldim Sultan Süleyman Han Hazretleri, geldiğimi öğrenir öğrenmez beni huzûr-ı saadetlerine kabul buyurdular Mübarek ellerini öptüm Artık Çağatay Türkçesi'ne iyiden iyiye alıştığım için hemen o lehçede 5 beyitli bir gazel söyledim
Saâdetlü Pâdşâh-ı Alempenâh Hazretleri'nin inayetlerine ve ihsanlarına mazhar oldum Vezirlerle de teker teker görüştüm Ve hepsinin iltifatlarıyla sevindim Bilhassa Vezîr-i âzam Rüstem Paşa Hazretleri çok lütfettiler Çektiğim meşakkate binaen günde 80 akça (Cool maaş ihsan olundu Benimle bunca cefa çeken zabitlerimin maaşlarına günde 8'er akça zam yapıldı Sair levendlerime günde 6'şar akça terakki verildi Hepimizin 4 yıllık güzeşte maaşlarımız def’aten ödendi
Receb ayının son günlerinde Sultan Süleyman Han Hazretleri, saadetle Edirne'den İstanbul'u teşrif buyurdular
Yâ İlâhi cümlemizi eyledin dünyâda şâd
Âhıret'de dâhi eyle rahmetinle ber-murâd
beytini söyleyerek İstanbul'a geldim
Bu kıssadan ashâb-ı ibrete ve erbâb-ı hıbrete hisse oldur ki, kişi olmaz havalara ve uzun sevdalara yeltenmeyip “el-kanâ’atü kenzi lâ-yefnâ” (9) mefhûmu ile â'mil olup sükûn üzre ola İttifak takdîr-i Rabbani ve hükm-i bî-tagayyür-i Sübhânî birle, diyâr-ı gurbete düşüp vatandan dür ve meskenden mehcûr olup deryây-ı meşakkatte zâr-ü hayran ve girdâb-ı belâda bî-hânmân olup vâdî-i mihnetde sergerdân ve bevâdî-i gurbetde nâlân-u giryân iken “hubbü'l-vatan mine'1-îmân” (10) muktezâsınca ârzûy-i vatan edip kendü diyarına azm-ü Pâdşâh-ı İslâm'ın nî'meti hakkın bilip âstâne-i sa'âdetine yüz sürmeye kasd-ü cezm eylese, bilâcerem ol kimsene yanında kalmayıp, maksûdu Hak - Sübhânehu ve Ta'alâ katında hâsıl ve az müddetde pek çok makaasıdına vâsıl olup, dünyâ vü âhıret'de yüz aklılıkların tahsil edip beyne'n-nâs makbul ve memdûh vü ebvâb-ı makaasıdı meftûh olmak mukarrerdir (11) Bu kitaba, Galata beldesinde 964 senesi şehr-i şâbânü'l-muazzamının ilk günlerinde (12) başlandı ve 965 saferi ortalarında (13) tamamlandı
(7) 1557 mayısının ilk günleri
(Cool Bugünkü satın alma gücü aşağı yukarı 960 TL kadardır
(9) “Kanaat, tükenmez bir hazinedir”
(10) “Vatan sevgisi, imandan gelir” (yani imanı olmayanlarda vatan sevgin bulunmaz)
(11) Son paragrafı, amiralin nesir üslûbundan örnek vermek için aynen aldık
(12) 1557 haziranının ilk günleri
(13) Takriben 7 aralık 1557, Seydi - Ali Reis'in bu eserini 6 ayda kaleme aldığı anlaşılır
Bugünkü dile nakleden ve notlar ekleyen:
YILMAZ ÖZTUNA
Kaynak : Hayat Tarih Mecmuası Sayı : 8 - 11 (1966)
|