Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)
Yıldırım Bayezid (Beyazıt I)
Osmanlı pâdişâhlarının dördüncüsü Babası Murâd-ı Hüdâvendigâr, annesi Gülçiçek Hâtundur 1360’ta doğdu Küçük yaştan îtibâren zamânın en mümtaz âlimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil etti Değerli kumandanlardan sevk ve idâre dersleri aldı 1381 yılında devlet idâresini öğrenmesi için Kütahya’ya vâli tâyin edildi 1389’da yapılan Birinci Kosova Savaşına katılarak büyük kahramanlık gösterdi Savaş sonunda babası Sultan Murâd’ın şehâdeti üzerine tahta çıktı Cesâret ve gözü pekliğiyle ün yaptığından kendisine “Yıldırım” lakabı verilmiştir
Tahta geçtikten sonra ilk olarak Sırbistan işlerini düzene koydu Bu sırada saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Karamanoğulları ve diğer Anadolu beyliklerinin Osmanlılara âit yerleri tahribe başlamaları üzerine, Yıldırım Bayezid güçlü bir orduyla 1389 kışında harekete geçti Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyanoğulları, Menteşe ve Hamid beylikleri topraklarını ülkesine kattı Bundan sonra adına yaraşır bir hızla Karaman ülkesine girdi ve Konya’yı muhâsara etti Karamanoğlu, Çarşamba Suyu sınır olmak şartıyla, anlaşmak zorunda kaldı Denizciliğe de önem veren Yıldırım Bayezid Han, 1390 sonbaharında Sakız ve Eğriboz adalarıyle Ege Denizindeki Venedik kıyılarına seferler düzenledi
Yıldırım Bayezid Anadolu’dayken Eflak Kralı Mirça, Osmanlı sınırını geçerek Karinâbâd’a kadar olan bölgede yağmalama hareketinde bulunmuştu Sefer dönüşünde, hemen Rumeli’ye geçen Pâdişâh, Edirne’de kuvvetlerini toparladı ve Niğbolu ile Silistre’den Eflak içlerine akıncılar gönderdi Bu kuvvetler Mirça’yı yakalayarak Bursa’ya gönderdiler Mirça, her sene Osmanlı hazînesine 3000 duka altın vermek ve Macarlar üzerine yapılacak seferlerde Osmanlı ordusuna yardım etmek kaydıyla serbest bırakıldı Yıldırım Bayezid, bundan sonra Macarlarla ittifak kurmaya çalışan Bizanslılar üzerine yürüdü ve 1391’de İstanbul’u muhâsara altına aldı Yedi aylık bir kuşatmadan sonra şehirde bir Türk mahallesi kurulması, bir câmi yapılması ve yıllık verginin arttırılması şartlarıyla antlaşma imzâlandı
Yıldırım Bayezid 1392’de yeniden Anadolu üzerine yürüdü Bu harekât sırasında Candaroğullarının Kastamonu şûbesi, 1392 ilkbaharında ele geçti Bu arada Bayezid’in oğullarından Şehzâde Çelebi Mehmed Amasya’yı; Süleymân Çelebi ise Tırnova, Silistre, Niğbolu ve Vidin’i zaptettiler
1394’te Selânik ve Yenişehir’i (Mora) de alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk’a kadar ilerlediler Bayezid Han, İstanbul’un birinci muhâsarasından sonra imparatorun şehirde bir Müslüman mahallesi tesisi, bir câmi inşâsı ve bir kadı bulundurulması husûsundaki vaadini yerine getirmemesi üzerine, şehri ikinci defâ kuşattı 1395 yılındaki bu kuşatma, yaz boyunca devâm etti Bu sırada Yunanistan’dan Tırhala, Domasia ve Patros şehirleri alındı İstanbul Muhâsarası, Balkanlarda büyük bir Haçlı ordusu hazırlandığı haberi üzerine kaldırıldı Macar kralının propagandası ve papanın tahrikleri netîcesinde bir Haçlı ordusu kuruldu Mevcûdu 100 000’den fazla olan bu Haçlı ordusu, Tuna’yı geçerek Vidin, Orsova ve Rahova şehirlerini ele geçirerek, Doğan Beyin müdâfaa ettiği Niğbolu’yu muhâsara etti Ancak Edirne’den yola çıkarak süratle gelen Sultan Bayezid, Haçlı ordusunu,Niğbolu Kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396) Esir edilen ve fidye karşılığı serbest bırakıldıktan sonra, Pâdişâh’a karşı bir daha savaşmamaya yemin eden Avrupalı asilzâdeler ve şövalyelere Yıldırım Bayezid Han, şöyle diyordu:
“Ettiğiniz yeminleri size iâde ediyorum Gidiniz, ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz Bana bir kere daha zafer kazanma imkânı sağlamış olursunuz Zîrâ ben, Allahü teâlânın dînini yaymak ve O’nun rızâsına kavuşmak için dünyâya gelmişim ”
Niğbolu Zaferinden sonra, Bayezid, İstanbul Boğazının en dar yerinde Anadolu tarafında “Güzelcehisarı” (Anadolu Hisarı) inşâ ettirdi İstanbul 1397’de yeniden muhâsara edildi ve muhâsara sırasında Yunanistan ve Anadolu üzerine seferler yapıldı Teselya ve Yenişehir’i aldıktan sonra hiçbir mukâvemetle karşılaşmadan Orta Yunanistan’a giren Yıldırım Bayezid bölgedeki bâzı dükalıkları fethederek geri döndü Turhan Beyi Mora içlerine akınlar yapmakla görevlendirdi Bunun neticesinde Yunan Despotu Teodoros, eskisi gibi Osmanlı hâkimiyetini tanımayı ve vergi vermeyi kabul etti
Diğer taraftan Niğbolu Savaşı esnâsında Karamanoğulları Ankara’yı basıp, Sarı Timurtaş’ı esir almışlardı Bu sebeple Bayezid Han, Yunan meselesini hallettikten sonra Karaman ülkesi üzerine sefere çıktı 1397’de Akçay Ovasında yapılan savaşta Karaman kuvvetleri büyük bir bozguna uğradı Konya ve Lârende (Karaman), Osmanlılar eline geçti
Yıldırım Bayezid, 1398 ilkbaharında Samsun üzerine yürüdü ve Müslüman Samsun’u aldı Böylece Osmanlı sınırı Karadeniz havâlisinde Trabzon İmparatorluğu sınırına dayandı 1398 sonlarında Kadı Burhâneddîn, Akkoyunlu hükümdârı Karayülük Osman’a mağlup olmuştu Bunun üzerine Bayezid, şehzâdelerinden birini Sivas’a göndererek burayı zaptettirdi Böylece Tokat, Kayseri, Niksar, Şarkikarahisar, Kırşehir ve Aksaray şehirleri Osmanlı ülkesine katıldı Bayezid, Dulkadiroğullarından Elbistan’ı aldıktan sonra Memlûkların elindeki Malatya, Divriği ve Besni gibi şehirleri de sınırları içine kattı Böylece,Osmanlı sınırı, Fırat kıyılarına kadar dayandı
Bu arada Bizanslılar, Hıristiyan devletlerden yardım istemişler ve Türklere baskı yapmaya başlamışlardı Boğaziçi ve İzmit Körfezi kıyılarını vurmaları üzerine Bayezid, 1400 baharında İstanbul’u dördüncü defâ kuşattı Bu kuşatma diğer kuşatmalardan daha şiddetliydi Ancak Doğu’da Timur tehlikesi ortaya çıkınca, kuşatmaya son verilmek zorunda kalındı (1402)
Bayezid’in hükümdârlıklarına son verdiği beyler Timur’un yanına giderek, Bayezid aleyhine propaganda yapmaktaydılar Bu sırada Timur Han'dan kaçan Karakoyunlu ve Celâyir beyleri de Yıldırım Bayezid’i, Timur’a karşı tahrik ediyorlardı Bu tahrikler ve Timur’un, Osmanlılara âit Sivas’ı zaptetmesi, netîcede iki büyük Türk hâkânını Ankara’da karşı karşıya getirdi Çubuk Ovasında yapılan ve çok şiddetli geçen muhârebe sonunda, Osmanlı ordusu, mağlûbiyete uğrarken, Yıldırım Bayezid de esir düştü (28 Temmuz 1402) Esâret zilletini çekemeyen Yıldırım Bayezid Han, yedi ay kadar sonra kederinden ve nefes darlığından kırk dört yaşında vefât etti (1403) Timur Han, ölüm haberini alınca; “Yazık oldu, büyük bir mücâhidi kaybettik” demekten kendini alamadı
Yıldırım Bayezid, çevik, atılgan, cesûr, zamânının hâdiselerini kavramış iyi bir kumandan ve iyi bir sultandı Âni olaylar karşısında soğukkanlılığını muhâfaza ederek karârını verir ve ordusunu süratle istediği yere sevk ederdi Bu yüzden düşmanları çok ihtiyatlı davranırlardı Ömrünü cepheden cepheye koşmakla geçirmiş, Türklüğün ve İslâmiyetin, Rumeli’de yerleşmesini sağlamıştır
Adâleti çok meşhurdu Her gün belirli bir zamanda herkesin kendisini görebileceği bir yere gelir ve dört bir yandan gelen tebaasının şikâyet ve arzûlarını dinler, haksızlığa uğrayanların haklarını derhal iâde ederdi Kadıların hükümlerine kesinlikle karışmaz ve kimseyi de karıştırmazdı Âlimlerin sohbetlerinde bulunur, onların Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini canla başla kabul ederdi Evliyâya çok hürmette bulunurdu Osmanlı topraklarının her tarafında ilim yuvaları kurdu Memleketin her tarafında câmi, mescit, dârüşşifâ, medrese, imâret ve misâfirhâneler yaptırdı Bunlardan en meşhuru Bursa’da yaptırdığı Ulu Câmidir Ayrıca bütün bu imâretler için geniş vakıflar kurdu
Yakup Han Bâdevlet
Türkistan’ın Kâşgar emirlerinden Muhammed Yâkub Bey de denir 1826’da Taşkent’te doğdu İyi bir eğitim ve öğretim gördü Eniştesi Nur Muhammed’in himâye ve yardımlarıyla askerî makamlarda yükseldi Binbaşıyken 1849’da Akmescid hâkimliğine tâyin edildi 1864 yılı sonunda, Cihangir Türe’nin oğlu Buzurk Han Töre başkanlığındaki heyetle Kâşgar’a gitti Buzurk Han Töre,Kaşgar’da idareyi ele alınca, Yâkub Bey, idârede önemli vazifeler aldı Yâkub Bey, Buzurk Han Töre’nin idâredeki alâkasızlığından faydalanarak, askerî ve mülkî kadrolara hâkim oldu Askerî faaliyetleri arttırıp, ordu kurdu 1866’da Yenihisar, Yarkend ve Hotan’ı zaptetti 1867’de Kaşgar’a bütünüyle hâkim oldu Çinliler ve Döngenlerle mücâdele etti Hudutlarını, doğuda Börköl, Urumçi ve Kumul’a, batıda Pamir ve Isıkgöl havâlisine, kuzeyde Balkaş Gölü ve Altay Dağlarına, güneyde Karanlık Dağ ve Karakurum Dağlarına kadar genişletti Buhara emiri Muzafferüddîn, Yâkub Beye “Atalık Gâzi” unvânını verdi
Yâkub Han, Doğu Türkistan’da istiklâlini îlân ettikten sonra müttefik ve destek aradı 1872’de Osmanlı sultanı ve İslâm âleminin lideri Sultan Abdülaziz Hana, yeğeni Seyid Yâkub Han Töre başkanlığında bir heyet gönderdi Osmanlı Devletinden destek, yardım, harp levâzımatı ve askerî mütehassıslar istedi Talepleri kabul edildi Sultan Abdülazîz Han (1861-1876), beş askerî uzman ve çok miktarda silâh ve harp levâzımatını Kaşgar’a gönderdi Yâkub Hana “Emirü’l-müslimin” unvanı verildi Yâkub Han, Sultan Abdülaziz Han adına hutbe okutup, bastırdığı altın ve gümüş sikkelerde Osmanlı Sultanının ve halîfesinin adını yazdırdı Rus Çarlığı ile 8 Haziran 1872’de beş maddelik ticâret antlaşması imzâlandı Hindistan’daki İngiliz koloni idâresiyle de 2 Şubat 1874’te on iki maddelik antlaşma imzâlandı
Yâkub Hanın içte ve dışta kuvvetlenmesi, doğu komşusu Çinlileri çok telaşlandırdı Tedbir almaya sevk etti Çin’in Mançu hükümeti, 1877 baharında General Tso Tsung-t’ang ve General Liu Chin-t’ang kumandalarında büyük bir ordu gönderdi Çinliler, doğuda Kumul ve Urumçi’yi 1877 Nisanında işgâl edip, Kâşgar’a doğru ilerlemeye başladılar Yâkub Han, Mançu hükümetiyle antlaşma yapmak istedi General Tso Tsung-t’ang’a elçilik heyeti gönderip, antlaşma isteğini bildirdi Fakat, teklifi kabul edilmeden, suikasta uğradı
Hotan hâkimi Niyaz Hâkim Beyle yardımcısı Aşur Bey tarafından Yâkub Hana suikast tertiplendi Suikastçılar, Yâkub Hanın yâverine çok miktarda para vermek sûretiyle zehirlettiler Yâkub Beyin 1877’de şehit edilmesiyle Çinliler, Doğu Türkistan’a tekrar hâkim oldu
Yâkub Han, zekî, çalışkan ve faal bir şahsiyete sâhipti Ülkesini ittifak sistemiyle kuvvetlendirip, kültür ve îmar faaliyetlerini de arttırdı Adına altın ve gümüş sikke bastırdı Devrin en büyük İslâm devleti ve halîfelik merkezine karşı dâimâ hürmetkâr ve dostâne hareket etti Kâşgar’da 1872’de İdgâh Camiini yaptırdı
Yavuz Sultan Selim (Selim Han I)
Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslâm halifelerinin yetmiş dördüncüsü Sultan İkinci Bayezid Hanın oğlu olup, annesi Dulkadirli âilesinden Âişe Hâtundur 1470 yılında Amasya’da doğdu Şehzâdeliğinde, devrin âlimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi Askerî sevk ve idâre ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, şehzâdeliğinde Trabzon Vâliliğine gönderildi
Trabzon’da başlayan devlet idâreciliğinde, pehlivan yapılı vücûdu, devrin silâhlarını kullanmadaki mahâreti, Müslümanlara hayranlık ve rahatlık, düşmanlara korku ve dehşet verdi İdâreciliğini, Trabzon dışına da taşırarak, Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapan âsileri tâkip ettirdi Trabzonluları rahat bırakmayan Gürcüler üzerine, üç sefer yaptı 1508 Kütayis Seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeriyle on beş mahalli fethederek Osmanlı topraklarına kattı Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi Müslüman oldu Diğer taraftan Şah İsmâil’in Doğu Anadolu’da artan ve Akdeniz sâhilleriyle İç Anadolu içlerine ve Rumeli’ye kadar varan propagandasına karşı, gâyet şiddetli tedbirler aldı Şah İsmâil’in gâyesi ve propagandasının neticesini iyi tespit ettiğinden, daha köklü tedbirler alınması gerektiğini teşhis etti Vâlilik yetkisiyle bütün ülkede, Şâh İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçilemeyeceğini bildiğinden, şehzâdeler meselesinden faydalanarak, Osmanlı tahtına namzed oldu Babası İkinci Bayezid Han hayatta olmasına rağmen, Şehzâde Ahmed ve Korkut, Osmanlı Sultanı olmak için faaliyetlerde bulunduğundan, Şehzâde Selim de harekete geçti Uzun mücâdelelerden sonra, 24 Nisan 1512 târihinde, Osmanlı Sultanı olup, babası İkinci Bayezid Hanı, yılda iki milyon akçe tahsisatla Dimetoka’ya, büyük hürmet göstererek maiyetiyle berâber yolcu etti Babası 26 Mayıs 1512 târihinde yolda vefât edince, cenâzesini İstanbul’a getirtti Bayezid Câmii yanına türbe yaptırıp, buraya defnettirdi
Sultan Selim Han, tahta geçtikten sonra 1512 ve 1513 yıllarında iç meseleleri halletti Ülke içinde hâdise çıkartan ve ilerisi için büyük tehlike olabilecek Râfizi faaliyetlerin teşvikçisi, doğudaki Sâfevî devletine karşı sefere çıkmadan batı, kuzeybatı ve güney hudutlarını emniyete aldı Eflâk, Boğdan, Macar, Venedik ve Mısır elçileriyle sulhun devâmını teyid eden antlaşmalar imzâladı
Bu sırada Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran, Âzerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab ve İran’ı ele geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hududunu genişleten Şah İsmail, Sünnî Özbekleri de yendikten sonra, Anadolu’ya yönelmişti Gönderdiği dâî ve halifeleri vâsıtasıyla Osmanlı hudutları içinde yaşayan Şiîleri kendisine bağlıyor ve fırsat buldukça da isyanlar çıkartıyordu
Şah İsmail’in bu tehlikeli teşebbüslerini önlemenin tek çıkar yolunun, Anadolu’da Şiîliğin gelişmesini önlemek, hattâ kökünü kazımak olduğunu biliyordu Bunun için, İran’da kurulan Şiî devletlerin ikide bir Osmanlı Devletini tehdit etmesine ve batıya karşı açılan her seferde Osmanlıyı arkadan vurmasına son vermek emelindeydi Bu sebeple daha önceki Osmanlı sultanlarının Avrupa fütuhatını doğuya çevirdi Bu sâyede İslâm âlemini birleştirmek, Anadolu Türklüğü ile Orta Asya’yı birbirine yaklaştırmakla, Asya ve Afrika’daki devletlerin Osmanlı hâkimiyetine girmesi mümkün olacaktı Yavuz Sultan Selim Han, topladığı olağanüstü dîvânda, Şah İsmail’in yaptığı saldırıları bir bir anlattı Dîvânda yapılan uzun müzâkerelerden sonra, İran’a sefere karar verildi
Sefer hazırlığı esnâsında, şehzâdeliğinden beri tespit ettirdiği bozguncuları, memleket aleyhinde çalışanları sürgün, hapis ve gerekli olan cezâlarla cezâlandırdı Sultan Selim Hanın, âsi, hâin ve ahlaksızları Anadolu ve Rumeli’den temizlemesi, Türkiye’nin birlik ve berâberliği, ülke bütünlüğü için çok yerinde, isâbetli bir karar oldu Bu arada sefer hazırlıklarını tamamlayan Yavuz, 20 Nisan 1514’te Üsküdar’a geçerek, ordu-yu hümâyun ile İran Seferine çıktı Anadolu’dan takviye kuvvetler alınarak ilerlendi Şah İsmail, yiğitlik harcı olan er meydanına dâvet edildi Meydana çıkmayınca, Sâfevî topraklarına girildi Şahın, Sultan Selim Hana karşı ülkesini müdâfaa etmemesi üzerine, ikinci bir nâme gönderildi Bu nâmede; Osmanlı ordusunun uzun bir yoldan gelip epeyden beri muhârebe için ordu aramasına rağmen meydana çıkan olmadığı, pâdişâhların ellerindeki memleketlerin nikâhlıları olduğu, erkek ve yiğit olanın onu nâmahreme dokundurtmayacağından bahsedilerek, miğfer yerine yaşmak, zırh yerine çarşaf giymesi tavsiye edildi Kadın elbiselerinden hırka, şal ve çarşaf gönderildi Osmanlı ordusunun aylardır yolda bulunması, sefer güzergâhını Sâfevîler çekilirken tahrip etmesi, Şah İsmâil’in ajanlarının faaliyetleri, Yeniçeriler arasında hoşnutsuzlukların çıkmasına sebep oldu Sultan Selim Han, sefer bozguncularına, meselenin gâyet hassas olduğu bu safhasında aldığı kesin ve kararlı tedbirle mâni oldu Çadırına ok atacak kadar ileri gidildiğinde, askere verdiği nutuk, harp psikolojisinin şaheserlerindendir Bu nutukla; hedefe daha varılmadığını, seferden aslâ dönülmeyeceğini, cihad için çıkılan bu seferden hâtunlarını düşünenlerin dönebileceğini, yiğit olanın gelmesini isteyip, tek başına da olsa gideceğini, bütün heybet ve azametini göstererek, gür sesiyle söyledi Sultan Selim Hanın nutku, asker arasında çok tesirli oldu ve ordu onu tâkip etti Bu arada, Sâfevî ordusunun, Çaldıran Ovasında olduğu haberi alındı Çaldıran’da mevzi alındı Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu ile İran Şahı İsmail-i Sâfevî kumandasındaki Sâfevî ordusu, 23 Temmuz 1514 târihinde Çaldıran Ovasında muhârebeye tutuştu Çaldıran Ovasında yapılan meydan muhârebesi, Osmanlı zaferiyle neticelendi Şah İsmâil-i Sâfevî tahtını, tacını ve hanımını muhârebe meydanında bırakarak, kaçtı (Bkz Çaldıran Muhârebesi) Sâfevî başşehri Tebriz’e kadar ilerlendi Şah İsmâil, İran içlerine kaçtı Sultan Selim Han, Tebriz’e girip, şehirde kaldı Tebriz’de Cumâ selâmlığı yapıp, hutbeyi aslına uygun olarak, dört halîfeyi zikrettirerek, adına okuttu Tebriz’deki âlim, sanat erbâbı, tüccar âilelerini İstanbul’a gönderdi
Sultan Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için, kışı Âzerbaycan’daki Karabağ’da geçirmek istedi Başşehirden çok uzakta bulunulması bâzı devlet adamları ve askerlerin hoşnutsuzluğuna sebep olunca, Amasya’ya hareket etti Amasya’da fesatçıları cezâlandırdı Doğu ve güney hudutlarının emniyet altına alınması gerekiyordu Çaldıran’da gayret gösteren Bıyıklı Mehmed Ağaya Bayburt, Erzincan ile Kiğı’nın beylerbeyliği verilip, âsilerin elindeki Kemah Kalesini muhâsara etmekle vazifelendirdi Sultan Selim Han da, 1515 Mayıs ayında Kemah’a geldi Pâdişâhın da muhâsaraya katılmasıyla, Kemah muhâfızı 19 Mayıs 1515 târihinde, kaleyi Osmanlılara teslim etmek zorunda kaldı
Mısır Memlûkları ve İran Sâfevîleri ile Osmanlıya karşı münâsebetleri tespit edilen Dulkadiroğulları Beyliğinin de Anadolu’nun birlik ve berâberliği için Osmanlı ülkesine katılması gerekiyordu Sultan Selim Han, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşayı, 49 000 kişilik kuvvetle Dulkadirli ülkesinin zaptına gönderdi Osmanlı kuvvetleri, Göksun Muhârebesi ve Turna (Nurhak) Dağı harekâtında Dulkadirli Alâüddevle ve ordusunu mağlup etti Alâüddevle ve oğulları öldürülerek, ordusu bozuldu Dulkadirli ülkesi, bütünüyle fethedildi Dulkadir memleketi, başta Maraş ve Elbistan olmak üzere bir sancak hâline getirilerek Şehsuvaroğlu Ali Beye verildi Bu savaşta büyük hizmetleri görülen Hadım Sinan Paşa da veziriâzamlığa tâyin edildi Dulkadirli topraklarının Osmanlıya katılmasıyla, Mısır Memlûkları ile hudut komşusu olması Osmanlı-Memlûk münâsebetlerini gerginleştirdi Doğu ve güneydeki fetihlere devam edilerek Çaldıran Zaferinden sonra Osmanlı hizmetine giren; Doğu Anadolu’da çok hürmet edilen meşhur âlim, târihçi ve yazarlardan İdris-i Bitlisî, Osmanlı nüfûzunu bölgede hâkim kılmak için çalışmaya başladı Bıyıklı Mehmed Paşa, Diyarbekir’i zapt etmekle vazifelendirildi Diyarbekir, bölgenin merkezi durumunda büyük bir şehir olup, müstahkem kalesi vardı Şehir ve suru ile muhâfazasında bulundurulan kuvvet miktarı, Sâfevîlerin batı hududunda set vazifesi görmekteydi Bıyıklı Mehmed Paşa, 1515’te Diyarbekir’e karşı harekete geçerek, şehri muhâsara altına aldı Sâfevîli muhâfız Karahan, Osmanlının şiddetli muhâsarasına dayanamayıp, şehri terk ederek, Mardin tarafına çekildi 19 eylül 1515 târihinde, Diyarbekir’in merkezi olan Âmid kalesi fethedildi Mardin’e sığınan Sâfevîli kuvvetler de, meşhur âlim İdris-i Bitlisi’nin nüfûzuyla bölgeden atıldı Safevîli Karahan, Ekim ayında Koçhisar mevkiinde yapılan muhârebede öldürüldü Osmanlının askerî kuvveti, İdris-i Bitlisî’nin mânevî tesiriyle, beylerinin çoğu Sünnî olan bölge, Osmanlı hâkimiyetini tanıdı Çaldıran Zaferi sonrasında, Doğu ve Güney harekâtıyla; Harput, Silvan, Bitlis, Hısnkeyfâ, Diyarbekir, Urfa, Mardin, Cezîre’den Rakkâ’ya kadar olan Kuzeydoğu bölgeleri ile Musul havâlisi Osmanlı idâresine alındı
Sultan Selim Han, 1514 baharında çıktığı İran Seferinden 1515 yazında döndü Sefer dönüşünde İstanbul’da devletin idârî, siyâsî, askerî, sosyal, iktisâdî ve ticârî meselelerinin halline başladı Sefer esnâsında meydana gelen hâdiseleri bütünüyle tetkik ve tahkik ettirdi Devlet adamlarını tek tek huzûruna çağırıp, hâdiselerin sebep ve suçlularını tespit etti Yeniçeriler, suçlarını anlayıp, “Hepimiz günâhkarız!” diyerek, pâdişâhtan af istediler Hâdiseleri kökünden hâlletmeye azimli olan pâdişâh, tahkikâtı derinleştirerek suçluları tespit etti Hâdiselerden, Kazasker Tâcizâde Câfer Çelebi, İkinci Vezir İskender Paşa ve Ocaktan Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa suçlu bulunarak, huzûra çağrıldı Bizzat Câfer Çelebi’ye:
“İslâm askerini itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezâsı nedir?” diye fetvâ istedi
O da:
“Eğer sâbit olursa cezâsı îdâmdır” deyince:
“Senin fesadın, bence gerek lâhikan ve gerek sâbıkan sâbittir ve kendi hakkındaki fetvâyı kendin verdin” diyerek suçluları Dîvân-ı hümâyûn önünde îdâm ettirdi
Pîrî Mehmed Paşayı, yeni bir donanma ve tersâne inşâ ettirmekle vazifelendirdi Sultan Selim Han, istikâmetini gizli tuttuğu sefer için ordu ve donanma hazırlattı Seferin tekrar İran’a olduğu tahmin edilmekteyse de, donanmanın hazırlanışından denizde kıyısı olan Mısır Memlûkları ihtimâlini kuvvetlendirmekteydi Osmanlı-Memlûk münâsebetleri Şah İsmail ve Dulkadirli meselesinden çıktı Sultan Selim Hanın, buna rağmen, ikinci Sünnî devletin, Haçlılara ve İran Sâfevîlerine karşı ortak mücâdele etmesi gerektiğini belirten temasları oluyordu Sultan Selim Han, 1516 baharında veziriâzam Sinan Paşayı, 40 000 kişilik bir kuvvetle Maraş üzerinden Fırat tarafına sevk etti Veziriâzam Sinan Paşa, Fırat Nehrini geçip, Diyarbekir’e gitmeye memur olduğunu huduttaki Memlûk beylerine bildirdi Fırat Nehrini geçmek için izin istedi Memlûklar, Suriye hudûdunda kuvvet bulundurduklarından, Osmanlı talebini reddettiler Sultan Selim Hana durum bildirildi Sinan Paşanın, Memlûk hudûduna gelmesi üzerine, Mısır Sultanı Kansu Gûri (Gavri) de 50 000 kişilik bir kuvvetle Şam’a geldi Mısır Sultanının durumu, Sultan Selim Hana arz edildi Kansu Gûri’nin, Şah İsmâil-i Sâfevî ile ittifakı ihtimâline karşı, güney hudûdundan ve gerisinden daha da emin olmak için, Mısır Seferine karar verildi
Müslümanlara işkence ve eziyet edip, Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i sünnet âlimlerini kötüleyenlere karşı sefere giderken, buna mâni olmak isteyen bir İslâm hükümdarına karşı ne yapmak lâzım geldiğini âlimlere sordu Âlimler, sefer açılabileceğini bildirdiler Hilâfeti de himâye eden Memlûklara karşı sefer için fetvâ alınıp, harp etmek meşrulaşınca, kendi kumandasındaki kuvvetlerin Kayseri’de toplanmasını emretti Ayrıca, Rumeli Kazaskeri Zeyrekzâde Rükneddîn ile ümerâdan Karaca Paşayı, Kansu Gûri’ye elçi gönderdi Osmanlı elçisi, Mısır Memlûk Sultanından, İran üzerine hareketle oraları bozgunculardan temizleyeceğini ve kendisine hayır duâ edilmesini istiyordu Kansu Gûri, Osmanlıların Dulkadirli topraklarının zaptını uygun karşılamadığından, elçileri önce hapsettirdiyse de, sonra serbest bırakıp, Sultan Selim Hana yüz kantar şeker ve büyük kutularla helva gönderdi Sultan Selim Han, 1516 Haziranında Mısır Seferine çıkıp, Osmanlı Donanması da Suriye sâhillerine gönderildi Sultan Selim Han, Mısır elçisi Moğolbay’ı ülkesine geri gönderirken:
“Efendine söyle, Mercidâbık’ta karşıma çıksın” dedi
Memlûk Sultanı Kansu Gûri, yanında Abbâsî Halîfesi Üçüncü Mütevekkil olduğu halde Mercidâbık’a geldi Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu da, Mercidâbık’a gelip, Kansu Gûri kumandasındaki Memlûk ordusu ile, 24 Ağustos 1516 târihinde muhârebeye tutuştular (Bkz Mercidâbık Meydan Muhârebesi) Muhârebe Osmanlıların üstün harp gücü ve teknik imkânlarıyla zaferle sonuçlandı Son Abbâsî Halîfesi Üçüncü Mütevekkil Sultan Selim Hanın yanına getirilip, çok hürmet gösterildi
Suriye, Osmanlı hâkimiyetine geçti Suriyeliler, Osmanlı adâlet ve Müsâmahalarını iyi takdir ettiklerinden halk ve kale muhâfızları şehirlerin anahtarlarını Sultan Selim Hana kolayca teslim ettiler Sultan Selim Han; Halep, Hama, Humus ve Şam şehirlerine girdi Üç ay kadar Şam’da kaldı Memlûk Sultanı Kansu Gûri, Mercidâbık Muhârebesi sonrasında vefât ettiğinden, Mısır Kölemenleri de Tomanbay’ı sultanlığa getirmişlerdi Sultan Selim Han, Tomanbay’a Osmanlı hâkimiyetini tanıması şartıyla, antlaşma teklifi için iki elçi gönderdi Osmanlı elçileri, Sultan Tomanbay’ın arzusu dışında, Kölemenlerce öldürüldü Sultan Selim Han, Osmanlı elçilerinin katledilmesini harp sebebi saydı
15 Aralık 1516 târihinde, Şam’dan Mısır Seferine çıktı Mısır’ın merkezi Kâhire’ye ulaşmak için Sina Çölünü geçmek gerekiyordu Eski fâtihlerin bütün teşebbüslerine rağmen, kurak ve çorak çölün geçilmesi imkânsız gibi olduğundan, vezir Hüseyin Paşa başta olmak üzere, Mısır Seferine îtiraz edildi Sultan Selim Han îtirazları susturmak, ordu bozanlığın önüne geçmek için, Vezir Hüseyin Paşayı, îdâm ettirdi Osmanlı ordusu, Sina Çölü'nü günde ortalama otuz kilometre yürüyüşle bir haftada geçerek, harp târihinde rekor yaptı Sina Çölünü geçerken olduğu rivayet edilen şu vaka o târihten beri menkıbe olarak anlatılır:
Sina Çölünde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş çoraklık, ıssızlık ve kum fırtınası vardı Pâdişâh, devlet adamları ve süvâriler ata binmiş hâlde çölde ilerlerken Sultan Selim Han, bir ara atından iner Sultanın piyâde yürüyüşüne geçmesiyle, bütün devlet adamları ve süvâriler, attan inerler Başta Sultan Selim Han ve bütün ordu, kurak ve çorak Sina Çölünde piyâde yürüyüşü yaparlar Ordu harap ve bîtab bir hâle gelir Fakat, Sultan Selim Han, büyük bir edeb ve hûşu içinde yürümektedir Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azametinden sıyrılıp, sâkin ve edeple buyurur ki:
“Önümüzde, fahri kâinat Resûlullah efendimiz hazret-i Muhammed yürümükteyken, at üstünde gitmekten hayâ ederim ”
Sina Çölünü geçerken yağmur da yağıp, kolayca Mısır’a ulaşırlar
21 Ocak 1517 târihinde, Kahire’ye çok yakın Birk-ül-Hac mevkiinde konaklandı 22 Ocak 1517 günü Kâhire yakınlarındaki Ridâniye’de Osmanlı-Memlûk muhârebesi başladı Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu, Tomanbay kumandasındaki Memlûk ordusuna karşı Ridâniye’de zafer kazandı (Bkz Ridâniye Meydan Muhârebesi) Memlûk Sultanı Tomanbay, Kahire’den çekildi Sultan Selim Han, Kahire’ye 15 Şubat 1517 târihinde parlak bir merâsimle girdi 20 Şubat Cumâ günü Melik Müeyyed Câmiinde okunan hutbede kendisi için söylenen “Hâkim-ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn” unvânını kabul etmedi Mübârek makamlara hürmeten unvânındaki “Hâkim” kelimesi yerine hizmetçi mânâsındaki “Hâdim”i getirtip, “Hâdim-ül-Haremeyn-iş-Şerîfeyn” (Mekke ve Medîne’nin Hizmetçisi) unvânını aldı Bunu belirtmek için de sarığının üstüne süpürge biçiminde sorguç taktı
Sultan Selim Han, 1516 Ağustosundan beri yanında bulunan son Abbâsî Halifesi, Üçüncü Abdülazîz el-Mütevekkil-al-Allah Muhammed’in rızâsı, Kâhire’den Osmanlı merkezine gönderilen Câmi’ül-Ezher Medresesi âlimleri ve İstanbul’daki âlimlerin meclisinde ittifakla varılan kararla, Osmanlı pâdişâhlarına Sultanlık unvânı ile berâber, İslâm âleminin etrâfında toplandığı “Hilâfet” makâmı da verildi
Sultan Selim Hanın kazandığı Ridâniye Zaferi ile; Mısır, Arabistan Yarımadası Osmanlı hâkimiyetine geçti Kızıldeniz’e ve Hind Okyanusuna inilip, Kuzey Afrika hâkimiyet yolu açılarak, Osmanlı hududu, Atlas Okyanusuna dayandırıldı Venedikliler, Memlûklara verdikleri, Kıbrıs Adasının haracını, Osmanlılara göndermeye başladılar Hicaz ve Orta Doğudaki mübârek makamlar, Osmanlı hizmetine açıldı Mukaddes emânetler İstanbul’a getirtilerek, İstanbul şereflendi Buralar, nâdide eserlerle süslendi Sultan Selim Han, 4 Haziran 1516’da çıktığı Mısır Seferinden, 10 Eylül 1517’de Kahire’den hareket ederek, 25 Temmuz 1518’de İstanbul’a döndü İstanbul dönüşü Şam’a uğrayıp, kabrini yaptırdığı büyük İslâm âlimi, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbe ve câmiini merâsimle açtı Muhyiddîn-i Arabî’nin türbedarı, ferâsetle, Sultan Selim Hanın çok yaşamayacağını da söyledi
Sultan Selim Han, Mısır Seferi dönüşü, İstanbul’dan Edirne’ye geldi Avrupa devletlerinden Macaristan ve Venedik, eski sulh antlaşmalarını yenilemek, İspanya da Osmanlı Devletiyle dostâne münâsebetlerde bulunmak istediler Sultan Selim Han, Osmanlı Devleti, bütün İslâm âlemi için büyük tehlike arz eden Sâfevîli Şah İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçmek için, Avrupa devletleriyle antlaşmaları yeniledi
Safevîli Şah İsmâil’in kumandasındaki İran ordusu, Osmanlılar ile meydan muhârebesi yapmak cesâreti gösteremiyordu Böyle olmasına rağmen Sâfevîli propagandacılar, Osmanlı ülkesinde faaliyet göstererek, âsi taraftarlar bulup, bunları isyana hazırladılar Bunlardan Bozoklu Şeyh Celâl, Kalender kıyâfetinde Turhal’a gidip bir mağarada riyâkârca münzevî hayat yaşadı Çevresinde propaganda yapıp, câhil kimseleri etrâfında topladı Yakında Mehdî yâhut Mesih geleceğini söyleyip, kendini Mehdî îlân etti Mehdîliği îlânıyla berâber, etrâfında toplanan 20 000 süvâri ve piyâdeden meydana gelen silâhlı kuvvet kurdu “Şâh Velî” unvânı alıp, saltanatını îlân ederek, çevrede istilâ hareketine başladı Bozoklu Celâl, Turhal’dan Ankara’ya yürüdü Sultan Selim Han, isyânın üzerinde hassâsiyetle durup, müdâhale ettirdi Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa ve Maraş Vâlisi Şehsuvar oğlu Ali Bey isyanı bastırmakla vazifelendirildi Şehsuvaroğlu, âcilen âsiler üzerine kuvvet sevk etti Âsi Celâl, üzerine kuvvet sevk edilmesi üzerine, Şah İsmâil tarafına kaçarken, Erzincan Akşehiri’nde yakalanıp, taraftarları ile birlikte öldürüldü Bundan sonra, Râfizî isyanlarına “Celâlî Vakası” denildi
On altıncı yüzyılda Osmanlı kara ordusu, dünyânın en büyük ordusuydu Sultan Selim Han, kara askerine verdiği önemi donanmaya da verdi İstanbul’da ilk tersânenin yapımını 1515 yılında başlatıp, 1516’da bitirdi Gelibolu’daki büyük tersâne, Sultan Selim Han devrinde önemini korudu Mısır’dayken, Memlûklar zamânında Kızıldeniz’de donanma kumandanı olan Selman Reis, huzûra gelince, Osmanlı hizmetine alındı Cezayir hâkimi Barbaros Hayreddin de, Sultan Selim Hana elçi gönderip, yardım istedi Barbaros’un Osmanlı hizmetine girmesiyle, Akdeniz Türk Gölü olma yoluna girdi Donanma faaliyetini tamamlayan Yavuz, devrin büyük âlimi Kemâl Paşazâde’ye niyetinin feth-i Efrenciye, yâni Avrupa olduğunu bildirmişti Ancak, yüce Hakan’ın yine Eyüp Sultan Türbesini ziyâretle başladığı bu seferine, yakalandığı amansız şirpençe hastalığı mâni oldu
Çorlu’da başhekim nezâretinde tedâvi gördü İki ay hasta yatıp, 22 Eylül 1520 târihinde Cumâ akşamı Osmanlı karargâhının bulunduğu Çorlu’nun Sırt Köyünde vefât etti Vefât etmeden bir müddet önce yanında bulunan Hasan Can; “Sultanım, Allah’ı hatırlamak zamânıdır” deyince, Yavuz Sultan Selim Han:
“Lala, Lala bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun? Cenâb-ı Hakk’a teveccühümüzde bir kusur mu gördün?” buyurmuş ve Yâsin-i şerîf okumasını istemişti
Kendisi de onunla birlikte okurken, rûhunu teslim etmiştir
Cenâzesi, İstanbul’a getirilip inşaatını başlattığı Sultan Selim Câmii yanına defnedildi Yerine Osmanlı Sultanı olan oğlu Sultan Süleyman Han tarafından câmi tamamlanıp, kabri üstüne türbe de yapıldı
Sultan Selim Hanın sandukasının üstünde, büyük âlim Ahmed ibni Kemâl Paşanın kaftanı örtülüdür Örtünün konması meşhur rivâyette şöyle anlatılır: Sultan Selim Han, Mısır Seferini tamamlayıp, Kahire’den Şam’a dönerken, yolda, o sırada Anadolu Kazaskerliği vazifesini yapan Ahmed ibni Kemâl Paşazâde'yi yanına çağırdı Sohbet ederek giderlerken, İbn-i Kemâl’in atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan Selim Hanın üstü başı ıslanıp, kaftanı çamur oldu İbn-i Kemâl Paşa telâşa düşünce, azametiyle meşhur olan Sultan Selim Han; “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın üstüne koysunlar!” deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı
Doğu Anadolu, Kuzey Irak, Lübnan, Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz’ın fethiyle Osmanlı Hânedanına Halifelik makâmını ve mübârek emânetleri kazandıran Sultan Selim Han, sekiz buçuk yılda, devleti iki kat büyüttü
Sultan Selim Han, devrin meşhur âlimlerinden, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ile ilmî sohbet edip, ona hürmet gösterirdi Sofiyye-i âliyyenin büyük âlimi Muhyiddîn-i Arabî’nin Şam’daki kabr-i şerîfini tespit ettirip yanına câmi, türbe, imâret yaptırdı Seferlerinde evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin türbesini ziyâret ederdi Ehl-i sünnete çok hizmet edip, İslâm âlemi için büyük tehlike olan Sâfevîli Şah İsmail’in ideolojisinin yayılmasını önleyerek İran’da mahsur bıraktı Çok heybetli olup, azametinden çevresindekiler titrediği hâlde, âlimlere, halkına karşı tevâzu sâhibiydi Devamlı; “Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş” buyururdu Çok mütevâzı olup, sâde giyinirdi Muhteşem Osmanlı Devletinin ve İslâm âleminin lideri olmasına rağmen, Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklandığından, debdebe ve şaşaadan uzak hayat sürerdi Bir defâsında oğlu Şehzâde Süleyman, çok süslü bir elbiseyle huzûruna girince; “Süleyman, annen ne giysin!” diyerek sitem etmişti Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilip, edebiyat, târih ve coğrafyaya da meraklıydı Farsça ve Türkçe şiirleri olup, Farsça Dîvân’ı Almanya’da yayınlanmıştır
|