Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)
Selahaddin Eyyubî
Eyyûbîler Devletinin kurucusu Künyesi, Melik Nâsır Ebû Muzaffer Yûsuf bin Eyyûb bin Şâdî’dir 1137’de Tekrit’te doğdu Babası Necmeddîn Eyyûb; Âzerbaycan’da Erivan’ın Devin kasabasındaki Hazbânî kabîlesine mensup olup, Büyük Selçuklu Sultânı Mesud Şâhın Tekrit muhâfızıydı
Selâhaddîn Eyyûbî’nin çocukluğu, babasının muhâfızlığını yaptığı Tekrit ve Baalbek’te geçti Tekrit, Baalbek ve Şam’da yetişip, iyi bir tahsil ve terbiye gördü Baalbek ve Şam’dayken, babasıyla berâber, Selçuklu atabeklerinden Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin yanında Haçlılara karşı yapılan muhârebelere katıldı Muhârebelerde cesâret ve yiğitliğiyle dikkat çekti On yedi yaşındayken, Atabek Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin sarayına alındı Böylece devlet teşkilâtı ve idâresini de mükemmel bir şekilde öğrendi Bu sırada, babası Necmeddîn, Şam, amcası Şirkûh da Humus vâliliğine getirilmişti
Nûreddîn Zengî, 1162’de Mısır’la ilgilenmeye başladı Komutanı Şirkûh’u Haçlılara karşı savaşması için Fâtımî halifesi El-Adid’in hizmetine verdi Selâhaddîn’i de yardımcısı olarak onun yanına kattı Sirkûh emrindeki askerler ve yeğeni Selâhaddîn’in yardımıyla Mısır’da kısa sürede sükûneti sağladı, isyan eden birlikleri bastırdı ve idâreyi eline geçirdi 18 Ocak 1169 târihinde îdâm edilen vezir Şaver’in yerine Şirkûh Mısır-Fâtimî vezîri oldu Ancak Şirkûh’un da çok geçmeden vefât etmesi üzerine Selâhaddîn Eyyûbî, 26 Mart 1169’da, Halîfe El-Adid tarafından amcasının yerine vezîr tâyin edildi Böylece Selâhaddîn Eyyûbî, bir taraftan Nûreddîn Zengî’nin ordu kumandanı, diğer taraftan Fâtımî vezîri oluyordu Onun gerçekte emir aldığı makam ise Nûreddîn’di ve Fâtımî halifesine sâdece şeklen bağlıydı
Selâhaddîn Eyyûbî, bundan sonra icrâatlarında gâyet siyâsî hareket edip, devlet kadrolarına iş bilir ve kâbiliyetli memurlar tâyin etti Saray, halk, kumandanlar, komşu ve İslâm devletleriyle münâsebetlerini gâyet iyi tutmaya çalıştı Selâhaddîn Eyyûbî’nin icrâatları Mısırlı ve Sûdanlı Şiî askerlerin isyânına sebep olduysa da bastırıldı Böylece Fâtımî sarayında idâreye tam mânâsıyla hâkim oldu
Selâhaddîn Eyyûbî’nin Mısır’daki icrâatları, başta Papalık olmak üzere, Haçlıları telaşlandırdı Selâhaddîn Eyyûbî’nin Fâtımî veziri olmasıyla, Müslümanlara karşı ittifâk sistemi bozulan Kudüs’teki Frank Haçlıları, Ortadoğu hâkimiyetlerini tehlikede gördüler Selâhaddîn Eyyûbî’yi ortadan kaldırmak üzere Kudüs’teki Haçlılara Avrupa’dan ve Bizans’tan takviye kuvvetler geldi Selâhaddîn Eyyûbî ise, Frank ve Haçlılarla âsî Mısırlılara karşı Selçuklu Atabeği Nûreddîn Mahmûd Zengî’den yardım istedi 1170 yılında Mısır’a saldıran Haçlılara şiddetle karşı koyup, geri çekilmeye mecbur bıraktı 1171’de, Kızıldeniz sâhilindeki liman şehri Eyle’yi fethetti
Atabeg Nûreddîn Zengî’nin isteğiyle 1171’de, Cumâ Hutbesini, hasta Şiî Fâtımî Halîfesi Âbid adına değil de Bağdat’taki Abbâsî Halîfesi adına okuttu Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Mısır’da Abbâsî Halîfesi adına hutbe okutması, Müslümanları çok sevindirdi 1171’de, Fâtımî Halîfesi Âbid öldü Bundan sonra Selâhaddîn Eyyûbî, Mısır’da idâreyi bütünüyle ele aldı
Abbâsî halîfesi, Atabeg Nûreddîn Zengî’ye kumandanlarından Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin muzafferiyetleri üzerine kıymetli hil’atler gönderdi Nûreddîn Zengî de, hil’atleri halîfenin elçilik heyetiyle berâber, Selâhaddîn Eyyûbî’ye gönderdi
Mısır’daki iktidâr değişikliği, Haçlıların tekrar harekete geçmesine sebep oldu 1173’te Sicilyalı Normanlar, kuvvetli bir donanmayla, İskenderiyye’ye çıkarma yaptılar Selâhaddîn Eyyûbî, Norman çıkarmasına karşı, üç gün devâm eden şiddetli kara muhârebesi yaptı Sâhile çıkan bütün Normanlar, öldürülüp, pek çok ganîmet alındı
1174 yılında, Sultan Nûreddîn vefât etti ve Suriye’de iç karışıklıklar başladı Bu durumdan istifâde etmek isteyen Kudüs Kralı, Humus’u kuşattı Selâhaddîn, derhâl Humus önlerine geldiyse de, Haçlılar şehri zaptetmişlerdi Selâhaddîn Eyyûbî’nin başarılarını gören Abbâsî Halîfesi, 1175’te saltanatını tasdik etti Böylece, 1169’da Fâtımî vezîri, 1171’de Mısır Hâkimi, 1175’te de istiklâlini îlân ederek, Sultan unvânını alan Selâhaddîn Eyyûbî, 1176’da Şiî Fâtımîlerin bölgedeki son izlerini de ortadan kaldırdı
Fâtımîlerin hâkim oldukları topraklarda, kuvvetli bir idâre kurdu Devlet teşkilâtı, memleket îmârı, mektep ve medrese tahsilinin üzerinde durarak, teşvik ve tatbikâtını yaptırdı Sapık fikirleri kaldırıp, hak ve orta yol olan Sünnîliği yaymaya başladı İcraatlarında muvaffak oldu Fâtımîlerin, bölgeye yaydığı fikirlerin önüne geçip, Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasına hizmet etti Kâhire Kalesinin inşâsını başlattı
1177 Kasımında, Haçlılara karşı, Filistin Seferine çıktı Gazze ve Askalan’ın askerî mevkilerini tahrip etti Eyyûbî askerleri, ganîmet için dağılınca, Haçlılar fırsatı değerlendirdiler Kerek Kontu Renaud kumandasında toplanıp, Eyyûbî ordusuna büyük bir darbe vurup, Selâhaddîn Eyyûbî’yi öldürmek istediler Selâhaddîn Eyyûbî, Haçlıların niyetini anlayıp, ordusunu topladı 25 Ekim 1177 târihinde Remle’de, Haçlılara kesin darbeyi indirdi Ancak, çok istediği hâlde Kudüs’ü alamadı 1178 ve 1179’da, Haçlılar üzerine harekâtını şiddetlendirdi Eyyûbî kumandanları, pek çok Haçlı reisini esir aldılar Selâhaddîn Eyyûbî, 1179 yazında Şeria Nehri kıyısında, Yâkub Köprüsü yanındaki, Haçlıların Yâkub Geçidi Kalesini fethetti 1180’de Haçlılar, iki yıllığına mütâreke istedi Kabul etti Haçlılar mütârekeye uymadılar Mısır’a giden kervanlara saldırdılar Mısır’ın İslâm ülkeleriyle olan ticâretini engelleyip, Eyyûbîleri iktisâdî yönden çökertmek istediler
Selâhaddîn Eyyûbî, Suriye’de de hâkimiyet kurmak için, 1183 yazında Halep’i zaptetti Elcezire’yi aldı Eyyûbîlerin Suriye harekâtı, Haçlıları telâşlandırdı Eyyûbî hâkimiyeti sâhasında sıkışıp kalmak tehlikesinin önüne geçmek istediler Trablus Kontu III Raymond’un dört yıllık antlaşma isteğiyle mütâreke yapıldı Haçlılar, antlaşmaya yine uymadılar Kerek Kalesi yakınından geçen büyük bir ticâret kervanına saldırdılar Selâhaddîn Eyyûbî, Haçlılardan bu tecâvüzün ziyânını karşılamalarını ve tazminat vermelerini istedi Kabûl etmemeleri üzerine, sefere çıkıp, 1180 Şubatında Kerek bölgesini zaptetti Ticârî kervan tecâvüzünü, Haçlılara fazlasıyla ödettirdi
Selâhaddîn Eyyûbî, Ortadoğu’da çıbanbaşı olan Haçlıları bölgeden atmak için, 1180’de büyük bir faaliyet içine girdi Mısır’dan kuvvet topladı Suriye’den de asker toplanmasını istedi Haçlılar, meselenin ciddiyetini anlayıp, büyük ordu topladılar Kudüs Kralı Guy, yirmi bin kişilik, diğer Haçlı kral, prens, kont ve kumandanları, toplayabildikleri kuvvetleriyle, Sefûriye’de mevzi aldılar Selâhaddîn Eyyûbî, 1187 yazında Taberiye Gölü sâhiline geldi 1187 Temmuz başında, Taberiye şehrini fethetti Kale’deki Haçlı kuvvetleri, karşı koyup Eyyûbîleri susuz bırakarak, güç duruma düşürmek istediler Trablus Kralı Raymond’un, kalede müdâfaa isteği, diğer Haçlılar tarafından Eyyûbîlerle ittifak etmekle suçlanmasına sebep oldu Haçlılar, Selâhaddîn Eyyûbî’ye hücum etme kararı aldılar Selâhaddîn Eyyûbî, Hattin’e gelen Haçlıları, büyük bir bozguna uğrattı Haçlı kral ve ileri gelen reislerinin çoğunu esir aldı Yıllardan beri Müslümanlara çok zulüm eden Haçlı kumandanlarını cezâlandırdı Hattin Zaferi sonunda Akka, Nâsıra, Nablus, Hayfa, Cinin ve Arsuf şehirleri ele geçirildi Bunları Tıbnîn, Sayda Cübeyl ve Beyrut’un fetihleri tâkip etti
Selâhaddîn Eyyûbî, 1187 Temmuzunda kazandığı Hattin zaferi sonunda, Filistin’deki fetihlere rağmen durmadı İleri harekâta devam etti Birinci Haçlı Seferinden (1096-1099) beri Haçlıların işgâlindeki Kudüs şehrini hedef tâyin ederek, yola çıktı 1187 Eylülünde Beytullah, Asariya ve Zeytindağı’nı zaptetti Kudüs’e gelip, şehrin batısında karargâh kurdu Haçlılar, müdâfaayı bu istikâmette kuvvetlendirince, Kudüs’ün kuzeyinden de muhâsarayı başlattı Mancınık kullandı Eyyûbîlerin muhâsarasına dayanamayan Haçlılar, 1187 Eylül ayı sonunda teslim oldu Selâhaddîn Eyyûbî, Kudüs şehrini teslim alınca; Birinci Haçlı Seferi sonunda, Haçlıların, Müslümanları câmilerde genç, ihtiyar, çocuk, kadın, erkek ayırt etmeksizin öldürüp, sokaklardan akan kan, atların karnına yükseldiği gibi, hunharca katliam yaptırmadı Zengin Haçlıları ve Hıristiyanları, kurtuluş akçesiyle serbest bırakıp, fakirlerini affetti Kudüs’te kalmak isteyenlere de, cizye ödemek şartıyla müsâade etti Kudüs’ün, 89 yıl sonra tekrar Müslümanların eline geçmesi, İslâm âlemini çok sevindirdi Selâhaddîn Eyyûbî’nin, zaferine İslâm memleketlerinde şükran ifâdesi olarak dînî merâsimler yapıldı Bütün Müslümanların gönlünde taht kurdu Haçlıların tahrip ettiği şehri, yeniden îmâr etmeye başladı Kudüs’ün mübârek makamları, evler ve Mescid-i Aksâ ile Kubbetü’s-Sahra’yı tâmir ettirdi Şehirde hastane, mektep ve medreseyle sosyal tesisler yaptırdı Eyyûbî emirleri de Kudüs’te pek çok sosyal tesisler ve nâdide binâlar inşâ ettirip, şehri îmâr ettiler Haçlı katliam ve tahribatının izlerini silmeye çalıştılar 1188 yazında Lâzkiye, Cebele ve Busra’yı zaptetti Antakya’yı kuşattıysa da, kralı mütâreke istedi Mütârekeyi kabul ederek, 1189 yılının Ocak ayı ortasına kadar Safed, Kevkeb, Kerek ve Şevbek’i fethetti
Selâhaddîn Eyyûbî’nin Haçlılara karşı mücâdelesi sonunda, Kudüs elden çıkınca, Papalığın propagandasıyla Avrupa kıtası ve Hıristiyan âleminde, Müslümanlar üzerine sefer hazırlığı başlandı Papa III Clemens’in teşvikiyle Fransa, İngiltere kralları ile Almanya imparatoru kumandasında Eyyûbîler üzerine Üçüncü Haçlı Seferi (1189-1192) yapıldı Fransa Kralı Filip Ogüst ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar, deniz yoluyla Filistin’e sâhilden gelip, Sur’da karaya çıktılar Selâhaddîn Eyyûbî’nin Kudüs fethinden sonra, serbest bıraktığı Haçlı kumandanları ihânet etti Fransa ve İngiliz kralının kumandasındaki Haçlı kuvvetlerine kılavuzluk ederek, devrin en meşhur askerî harekâtlarından olan Akka Muhâsarasını başlattılar Akka Muhâsarası, karadan ve denizden devam etti Eyyûbîler, karadan Haçlıları çok zor durumlara düşürüyorlarsa da, deniz yoluyla Avrupa’dan devamlı yardım almaları onların dayanmalarını uzatıyordu Akka Muhâsarası, 1191 yazına kadar devam etti Antlaşma müzakereleri devam ederken, Haçlılar, üç bin kişi katlettiler Kudüs’ün teslimini istediler Selâhaddîn Eyyûbî’nin cesurâne ve kahramanca mücâdelesi, Haçlıları akıl almaz icraatların içine düşürdü İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar, kızını Kudüs Hâkimi Âdil’e, onun oğlu Melik Kâmil’e de şövalyelik pâyesi verdi Selâhaddîn Eyyûbî, bütün Avrupa’nın ve Hıristiyan âlemin seferber edilerek toplandığı orduya, 1192 Kasımına kadar devam eden uzun muhârebelerle karşı koydu İngiliz Kralı Arslan Yürekli Rişar, Eyyûbîlere esir düştü Selâhaddîn Eyyûbî, Hıristiyanlara karşı büyük bir âlicenaplık gösterdi Arslan Yürekli Rişar’ı serbest bıraktı Hıristiyanların mübârek makamları ziyâretine müsâade etti Hıristiyan âlemin bütün imkânlarını seferber ederek hazırladığı Üçüncü Haçlı Seferi, dördüncü yılın sonunda, hezimetle neticelenip, geri döndüler Selâhaddîn Eyyûbî, Üçüncü Haçlı Seferi sonunda, Filistin’deki hâkimiyetini kuvvetlendirdi Kudüs’ü tahkim ettirip, Suriye’ye gitti
Selâhaddîn Eyyûbî, 1193 kışı Şubatında hastalandı On dört gün hasta yattı 4 Mart 1193 târihinde, 56 yaşında- Şam’da vefât etti Kabri Şam’da Medresetü’l-Aziziye’dedir
Yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayâtı, hep İslâmiyete hizmetle geçmiştir Târihte pek nâdir yetişen şahsiyetlerden biriydi
Sultan Selâhaddîn, ilme çok değer verir, âlimleri himâye ederdi Yüksek insânî meziyetlere sâhip, iyi huylu, cömert, âdil, kültürlü ve müsâmahakâr bir hükümdârdı Ülkesine her taraftan, ilim sâhipleri gelir, verdikleri derslerle insanlara hizmet ederlerdi Onun zamânında, Şam medreselerinde ders veren altı yüzden fazla fakih (fıkıh, din, ilimleri üstâdı) vardı Tabipler, edebiyâtçılar, şâirler, matematikçiler, kimyâgerler, mîmârlar ve diğer ilim sâhipleri memleketin gelişmesi için canla başla çalışırlardı
Selâhaddîn Eyyûbî, komutan ve memurlarıyla bir arkadaş gibi samîmî olarak konuşur, yumuşaklıkla muâmele ederdi Bundan dolayı herkes, fikrini ve arzusunu çekinmeden söylerdi Zamânında yetişen âlimlerden İmâdüddîn el-Kâtib onun hakkında şöyle demektedir:
“Sultan ile oturan bir kimse, onunla oturduğunun farkına varmaz, bir arkadaşıyla oturuyor zannederdi Anlayışlı, dînine bağlı, temiz, hatâları affeder, kusûrları görmezlikten gelir ve kızmazdı Asık suratlı durmaz, dâimâ tebessüm eder vaziyette olurdu Bir şey isteyeni, boş çevirdiği görülmezdi Herkese çok nâzik davranır, kimseye kaba hareketlerde bulunmazdı Söz verdiği zaman yerine getirirdi ”
Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin de onun hakkındaki sözleri şöyledir: “Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi heybetli bir kimse olarak gördüm Sözleri, kalplere tesir ediciydi Yanına ilk girdiğim gece, meclisini âlimlerle dolu gördüm Her biri çeşitli ilimlerden konuşuyorlardı Sultan’ın yakınları, onu kendilerine örnek alıyorlar, iyilikte yarış ediyorlardı Müslüman olsun, kafir olsun herkes Sultan’ı çok seviyordu Onun ölümüyle, insanlar hakîkî bir babayı kaybettiler, ölümüne üzülmeyen kimse kalmadı ”
Selâhaddîn-i Eyyûbî, düşmana karşı da, İslâmiyetin adâlet ve ihsân kurallarından hiçbir zaman ayrılmazdı Haçlılar, esir Müslümanları kılıçtan geçirdiği zaman, elindeki Hıristiyan esirlere, İslâmiyetin emrettiği şekilde güzel muâmelede bulundu Hiçbir zaman onlar gibi yapmadı
Ilık su istediği hizmetçisinin önce kaynar, sonra da buz gibi soğuk su getirmesi karşısında bile onu azarlamayıp; “Sübhânallah! İstediğimiz gibi bir su dahi içemeyeceğiz” demekle yetindi
Mısır ve Kudüs’ü fethedip, hazînelere sâhip olduğu hâlde, ömrü boyunca bir asker gibi yaşadı Lüzumsuz hiçbir şeye harcama yapmayıp, parayı zarûrî ihtiyaçlara ve askerî malzemelere sarf etti Öldüğü zaman, cebinden bir altın ile birkaç gümüş para çıktı Çok cömertti Akka Muhâsarası için geldiğinde, on binden ziyâde atını askerlerine dağıttı ve binecek bir ata muhtâç kaldı
Çok cesûrdu Baştan başa çelik zırhlarla kaplı olan Haçlıları, göğsü açık, îmânlı bir grup askeriyle perişan ederdi Hattâ bir defâsında da; “Et iken demirle çarpışıyoruz, yüz olursak, karşımıza bin düşman çıkıyor, kaleler ateş saçıyor, denizler düşman kusuyor” demekten kendini alamadı Yaptığı bütün harplerde, askerlerinin sayısı, düşmandan dâimâ azdı Bütün muhârebelerini, İslâmiyeti yüceltmek ve Müslümanları, Haçlıların zulmünden korumak, devletini düşman çizmesinden muhâfaza etmek için yaptı
İlme ve ilim sâhiplerine çok ehemmiyet veren Selâhaddîn Eyyûbî, Mısır Sultânı olunca, Şâfiî, Mâlikî, Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre tedrisat yapan medreseler yaptırdı Kâhire, Şam, İskenderiye gibi şehirler, birer ilim merkezi oldu Kendisinden önce yapılan pek çok câmiyi tâmir ettirdi Haçlılar tarafından saray hâline getirilen Mescid-i Aksâ’yı yeniden câmi hâline getirdi Mihrâbını ve birçok kısımlarını, mermer ve mozaiklerle kaplattı Sultan Nûreddîn’in Halep’te inşâ ettirdiği, meşhur Âgah Minberini de getirtip, câmiye yerleştirdi
Selim Han II
Osmanlı pâdişâhlarının on birincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş altıncısı Kânûnî Sultan Süleyman Hanın oğlu olup, 28 Mayıs 1524 senesinde, Hürrem Haseki Sultandan doğdu Şehzâdeliğinde, mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü Devlet idâresi ve teşkilâtını iyice öğrenmesi için, Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinde sancak beyliği yaptı Vâlilik yıllarında tahsile devâm edip, bilgi ve kültürünü arttırdı Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sâhip oldu İlim ve sohbet meclislerinde çok bulunurdu
Sultan Süleyman Han (1520-1566), Macaristan seferine çıkıp, Zigetvar Kalesinin fethi öncesinde vefât edince, Pâdişâhın ölümünü gizli tutan Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa, veliaht Selim’e haber göndererek saltanata dâvet etti Bu sırada Kütahya Sancakbeyliğinde bulunan Selim Han, süratle İstanbul’a gelerek, 30 Eylül 1566 târihinde tahta çıktı
Sultan Selim Han, Osmanlı pâdişâhı olmasıyla, devlet idâresine ve orduya ehil devlet adamları ve kumandanlar tâyin edip, eskilerden bir kısmını da yerinde bıraktı Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşayı vazîfesinde bırakması, devlet idâresi ve îmâr faâliyetlerinin devâmında isâbetli oldu
22 Haziran 1567’de Edirne’ye geçen Selim Han, burada çeşitli devletlerin elçilerini kabul etti Bu elçilerden özellikle zamânın kudretli devletleri sayılan ve çok değerli hediyelerle gelen Avusturya ve Almanya elçileri, dikkat çekiyordu Çünkü Osmanlı Devleti, Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde, devamlı bu iki devletle mücâdele hâlinde bulunmuş ve her iki devlet de, Osmanlı Devletinin askerî kuvvet ve kudreti karşısında kaybolup ezilmişti Şimdiyse yeni bir hükümdar tahta geçiyordu İki devletin en büyük endişesi ve merâkı, yeni hükümdârın güdeceği siyâsetti Dedesi Yavuz Selim Han gibi, bir doğu siyâseti tâkip ederek İran üzerine mi, yoksa babası gibi Avrupa yakasına mı yüklenecekti? Her iki devlet de, en azından yeni Sultanın siyâseti belli oluncaya kadar, Türk ordularını kendi ülkelerinden uzaklaştırmak için, Osmanlı Devletiyle derhâl bir sulh akdine, büyük ehemmiyet vermekteydi Selim Han, uzun görüşmelerden sonra, Avusturya ile sekiz yıllığına antlaşma imzâladı (17 Şubat 1567) Buna göre, Kânûnî’nin Zigetvar Seferinde fethettiği yerler, Osmanlı Devletinde kalacak, Avusturya İmparatoru her sene,Osmanlı Devletine 30 000 Macar altını vergi verecekti Ayrıca, iki devlet de birbirlerinin haklarına riâyet edecekler ve sınır boylarına saldırılarda bulunmayacaklardı Bu arada iki devlet arasında çıkması muhtemel hudut anlaşmazlıkları, Osmanlı Devletinin Budin, Avusturya’nın da Macaristan vâlisi arasında görüşülüp hâlledilecekti Avusturya ile antlaşma imzâlayan Selim Han, birkaç gün sonra da İran elçisi Şahkulu Hanın, Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde imzâlanan Amasya Sulhünün yenilenmesi ricâlarını kabul etti
Bu sırada Yemen’de, Zeydî İmâmı Topal Mutahhar’ın ayaklanması ortaya çıktı Kısa zamanda bu ülkenin hemen tamâmı isyâncıların eline geçti Topal Mutahhar, sâhile kadar inip Muhâ’yı aldı Osmanlı kuvvetleri Zebîd’de zorlukla tutundular İmâm Mutahhar, Zebîd’i de sıkıştırmaya başlayınca, Osmanlı birlikleri, çok kötü bir vaziyete düştüler Bu durum üzerine, Yemen’e önce Özdemiroğlu Osman Paşa ve ordudan Koca Sinân Paşayı serdâr olarak gönderen Selim Han, Yemen’in yeniden devlete bağlılığını sağladı
Yemen meselesi çıktığı yıllarda, Büyük Okyanus ile Hind Okyanusu arasında bulunan Sumatra adası, Malaka Yarımadası ve bir takım küçük adalara hâkim olan Müslüman Açe Sultanlığından bir elçi gelmişti Uzun yıllardan beri Hind Denizinde faaliyette bulunan Portekizliler, çok zengin tabiî kaynaklara sâhip olan bu adalara göz dikmişler ve Açe Müslüman Sultanlığının istiklâlini tehdit etmeye başlamışlardı Açe Sultanı Alâeddîn Şâh, devrin cihân devleti ve bütün Müslümanların hâmisi durumunda olan Osmanlı Devletinden top, topçu, silâh ve askerî mütehassıslar ve bilhassa istihkâm mühendisleri istiyordu Fakat, bu sırada Yemen İsyânı çıktığından, yardım geciktirilmişti Selim Han, 1569’da bu uzak sefer için, Kızıldeniz Kaptanı Kurdoğlu Hayreddin Hızır Reis’i memur etti Bu değerli amirâl, Zeydîlerin eline geçen Aden’i kurtardıktan sonra, 22 gemilik bir filoyla hareket etti Berâberinde muhtelif usta, birçok top, asker, silâh, mühimmat ve yüzlerce gönüllü levend ve topçuyu Açe Sultânına teslim etti Gelen Türkler buraya yerleştiler Bunların kurduğu donanma ile Açeliler, mühim fütuhatta bulundular Açeliler, Türk toplarını ve bayraklarını zamânımıza kadar kutsal bir hâtıra olarak sakladılar Bu sûretle Osmanlı Devletinin tesir alanı, Uzakdoğu’ya, Güneydoğu Asya ve Endonezya’ya dayandı
1569’da, Rusya’nın, Hazar kıyılarındaki ilerlemelerinin önünü almak, Astırhan’ı kurtarmak, ayrıca İran üzerine yapılacak seferlerde Hazar Denizi vâsıtasıyla askere kısa zamanda zahîre ve harp malzemesi yetiştirebilmeyi sağlamak gâyesiyle, Volga Nehri ile Don Nehirlerinin birbirlerine çok yaklaştıkları bir noktada kanal açma teşebbüsüne girişildi Ancak kış mevsiminin gelmesi üzerine çalışmalar tamamlanamadı Ertesi yıl da İran ile Rusya’nın Kırım Hânını kandırmaları yüzünden, tekrar işbaşı yapılamadığından, bu büyük teşebbüs gerçekleştirilemedi
1569 Haziran ayında, İskenderiye yakınlarında Nil teknelerinin yolunu kesen Venedik korsanlarının, Müslümanları esir alıp, Kıbrıs’ta satmaları olayına çok hiddetlenen Selim Han, derhâl Venedik’e bir elçi göndererek Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine terkini istedi Bu isteğin Venedik tarafından reddi üzerine, sefer hazırlıklarına başlandı
Aslında, Kıbrıs’ın Osmanlı Devletince fethini mecbûrî kılan birçok sebep vardı Osmanlı Devletini, hâkimiyeti altındaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine ulaştıran kara yollarının, uzun, yorucu ve yetersiz olmasına karşılık, Kıbrıs üzerinden, bu ülkelere, her türlü lojistik destekler daha çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaştırılabilirdi Ancak, Kıbrıs’ın, büyük deniz gücüne sâhip Venedik Cumhûriyetinin elinde bulunması, bu imkânı ortadan kaldırmaktaydı Ayrıca, Kıbrıs veya yakınlarından geçen Osmanlı ticâret ve hacıları taşıyan yolcu gemileri, Akdeniz’de Hıristiyan korsanları tarafından vurularak soyuluyor, Venedik de bu korsanları himâye ediyordu
İkinci Selim Han, hazırlıkları bitirdikten sonra, Kıbrıs serdârlığına Lala Mustafa Paşayı tâyin etti ve 15 Mayıs 1570’te donanma İstanbul’dan ayrıldı Lala Mustafa Paşa, bütün Avrupa devletlerinin Venedik’e yardım etmelerine rağmen, şiddetli çarpışmalar sonunda, 8 Eylül 1570’te Lefkoşe’yi, 1 Ağustos 1571’de de Magosa’yı alarak, Kıbrıs’ın fethini tamamladı
Osmanlı askerinin Kıbrıs’a çıkması sırasında, Venedik, bütün Avrupa devletlerinden yardım istedi Bunun üzerine Papa V Piyer’in yoğun faaliyetleri netîcesinde, İspanya Kralı II Filip ve Malta Şövalyeleriyle Venedik arasında bir ittifak kuruldu Bu ittifaka, Toskana, Ceneviz, Savoia ve Ferrara gibi küçük Hıristiyan devletçikleri de katıldı İspanyol Kralı Filip’in kardeşi Don Juan’ın komutasındaki 206 gemiden meydana gelen Haçlı donanması, 6 Ekim 1571’de İnebahtı önlerinde görüldü Osmanlı harp meclisinde Kılıç Ali Paşanın şiddetli muhâlefetine rağmen, Kapdân-ı deryâ Müezzinzâde Ali Paşa, donanmada cenkçi ve kürekçi noksanlığını göz önünde bulundurmadan, düşmana saldırılması yönünde karar aldı 7 Ekim’de başlayan muhârebe sonunda, Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı Sâdece sağ kanada komuta eden Kılıç Ali Paşa, Düşmanın sol kanadındaki Malta donanmasını yok edip, kayıp vermeden bölgeden çekildi
Bu başarı, Hıristiyanlara hiçbir kâr getirmedi Hıristiyanlar, kazandıkları bu zaferin şerefine heykeller dikmekle meşgûlken, bizzat Selim Hanın emriyle hummalı bir çalışma içine giren Osmanlı tersâneleri, 1571-72 kışı içinde İnebahtı’da kaybettiğinden daha büyük bir donanma vücûda getirdi Müezzinzâde’nin eliyle kaptan-ı deryâlığa getirilen Kılıç Ali Paşa, 13 Haziran 1572’de, büyük bir donanmayla İstanbul’dan ayrıldı İnebahtı’da gâlip gelmelerine rağmen, donanmaları çok yıpranmış ve bir hayli de asker kaybetmiş olan müttefikler, kendilerini toparlayıp galibiyetin meyvelerini toplamak niyetindeyken, bu müthiş Osmanlı donanmasının Akdeniz’de görünmesi, büyük bir şaşkınlıkla karşılandı Müttefik donanması, Osmanlı donanmasının karşısına çıkmaya cesâret edemedi İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa aracılığıyla barış istedi 7 Mart 1573’te imzâladığı antlaşma ile, Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine âit olduğunu kabul etti Kânûnî devrinden beri vermekte olduğu yıllık 500 duka haraç, 1500 dukaya çıkarıldı Ayrıca Kıbrıs Seferinin tazminâtı olarak, üç senede ödenmek üzere, üç yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti
Kıbrıs’ın fethinden sonra, Kırım Hanına bir miktar asker ve top gönderen Selim Han, 1569’da Astrahan Seferi başarısızlığını telâfi etmek ve daha fazla genişlememeleri için gözdağı vermek üzere, Rusya içlerine bir sefer düzenlenmesini emretti Nitekim, 1571 baharında harekete geçen Devlet Giray Han, 120 000 kişilik süvârîden meydana gelen ordusu ile Rusya üzerine yürüdü Çok süratli hareket eden Devlet Giray, yaptığı muhârebelerde Rus ordularını on binlerce zâyiât verdirerek dağıttı ve Moskova’ya girdi 150 000 esirle Kırım’a dönen Devlet Giray Han, bu zaferi üzerine, Taht-alan lakabıyla anıldı Ertesi yıl tekrar sefere çıkan Devlet Giray Han, Oka Nehrine kadar uzandı Bu başarıları üzerine İkinci Selim Han, murassâ kılıç, hil’at ve nâme-i hümâyûn göndererek Devlet Giray’ı tebrik etti Çar, Osmanlı Devletine bağlı Kırım Hanlığıyla, yılda 60 000 altın vergi vermeyi kabûl ederek barış yaptı
1574 yılında, Boğdan Voyvodası Loan cel Cumplit isyân ederek, Lehistan’ın da yardımıyla Tuna’nın batı kıyısındaki İbrâil, Dinyester’in güney kıyısındaki Bender ve Dinyester boyundaki Akkerman gibi mühim kaleleri ele geçirdi Üzerine gönderilen ve küçük Türk birlikleriyle desteklenmiş olan Eflak Voyvodasını yendi Bunun üzerine Selim Han, Üçüncü Vezir Ahmed Paşa ve Kırım Hanı Âdil Giray’ı, isyânı bastırmakla görevlendirdi Kısa zamanda bölgeye giden Ahmed Paşa ve Âdil Giray Han, Tuna’nın güneyinde üç gün süren kanlı muhârebeler sonunda, âsîleri ve onlara yardım eden Lehistan kuvvetlerini imhâ ettiler (9 Haziran 1574) Âsi Voyvoda da yakalanarak cezâlandırıldı ve yerine Petru Şiopul tâyin edildi
İkinci Selim Hanın ilgilendiği işlerden biri de, Tunus meselesiydi İspanya’nın Tunus’tan bir türlü elini çekmemesi, bu devletle harp hâlinin devâm etmesine sebep oluyordu Osmanlı donanması, Kıbrıs Seferine çıktığı sırada, Cezâyir beylerbeyi olan Uluç (Kılıç) Ali Paşa da Tunus üzerine yürümüş ve 30 000 kişilik kuvvetle karşısına çıkan Hafsî Sultânı Mevlây Hamîd’i yenip, ikinci defâ fethetmişti Fakat, kendi yanında fazla bir kuvvet bulunmadığı gibi, bu arada Kıbrıs Seferine katılma emri de aldığından, Tunus’a Ramazan Beyi bırakarak, donanmasıyla birlikte Kıbrıs Seferine katılmıştı
Kaptan-ı deryânın bölgeden uzaklaşmasından sonra, İspanya Kralı Don Juan büyük bir donanmayla Tunus üzerine yürüdü Direndiği takdirde, İspanyolların sivil halka karşı katliâma girişeceklerini anlayan Ramazan Bey, Kayrevân’a çekildi ve bu sûretle Tunus bir kere daha İspanyolların eline geçmiş oldu (Ekim 1573) Don Juan, Tunus hükümdârlığını kendi taraftârı Mevlây Muhammed’e verip, bir miktar da asker bırakıp İspanya’ya döndü
Cezâyir ve Trablusgarb Osmanlı Devletinin elinde olduğu hâlde, ikisinin ortasında bulunan ve stratejik ehemmiyeti büyük olan Tunus’un, İspanyol hâkimiyeti altında, halka zulüm eden kukla bir hükümet elinde olması, Akdeniz’de hâkimiyeti elinde bulunduran Türk donanması için tehlikeydi Bu sebeple, İkinci Selim Han, Tunus işinin, kökünden hâlledilmesi için emir verdi Kapdân-ı deryâ Kılıç Ali Paşa, yanında kara ordusu serdârı Koca Sinan Paşa olduğu halde Tunus’a hareket etti (15 Mayıs 1574) Navarin üzerinden Sicilya sularına geçen donanma, Messina havâlisini de vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü İki yüz ellinin üzerinde harp gemisi ve kırk-elli bin civârında askerden meydana gelen muhteşem Osmanlı donanması, Tunus önlerine gelir gelmez derhâl Halk-ul-Vâd Kalesi yakınına çıkarma yaptı Koca Sinân Paşa, kendisi Halk-ul-Vâd’ı kuşatırken, Trablusgarb Beylerbeyi Mustafa Paşa ile eski Tunus Beylerbeyi Haydar Paşayı, Tunus Gölü ile şehir arasında bulunan Bastion Kalesini fethe memur etti
Tunus’un yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilerek hiçbir sûretle zaptedilemez diye öğündükleri Halk-ul-Vâd, Osmanlı ordusuna ancak otuz üç gün mukâvemet etti 24 Ağustosta kale fethedilip Mevlây Muhammed’le kale komutanı Don Pietro Cerrera, esir edilerek İstanbul’a gönderildi
13 Eylülde Bastion Kalesinin de fethiyle Tunus tamâmen ele geçti Tunus, aynen Cezâyir ve Trablusgarb gibi bir eyâlet hâline getirildi ve beylerbeyliğine Ramazan Paşa tâyin edildi Böylece Tunus’ta üç asırdan fazla sürecek olan Osmanlı idâresi başladı
Tunus meselesinin halledilmesinden yaklaşık bir ay sonra; Osmanlı Devletiyle Almanya arasında Zigetvar Seferinden sonra, 17 Şubat 1568’de yapılan antlaşma, 4 Aralık 1574’te yenilenerek, sekiz sene uzatıldı Bu antlaşmadan hemen sonra rahatsızlanan İkinci Selim Han, 15 Aralık 1574’te vefât etti Mîmar Sinân’a, Ayasofya Câmii avlusunda yaptırdığı türbeye defnedildi
İkinci Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, elâ gözlü ve sarışındı Avcılık ve yay çekmede fevkalâde mahâretli olup, zamânında ondan daha kuvvetli yay çeken yoktu Babası Kânûnî Sultan Süleymân devrinde birçok savaşa katılmakla berâber, tahta geçtikten sonra sefere çıkmadı Çünkü, devrindeki seferler, umûmiyetle büyük deniz seferleri olup, bu seferlere de pâdişâhın kumanda etmesi âdet değildi Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmed Paşayı, hükümet işlerinde tamâmen serbest bırakmakla berâber, lüzumlu gördüğü birkaç meselede duruma müdâhale etmiştir Âlimlere büyük hürmet göstermiş, çok sevdiği büyük âlim Ebüssuud Efendiyi, vefâtına kadar meşîhat (şeyhülislâmlık) makâmında tutmuştur Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defâ İkinci Selim Han çıkarmıştır
İkinci Selim, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bütün şehzâdeleri gibi, çok iyi tahsil görmüştü Dîvân sâhibi değerli bir şâirdi Selim ve Selîmî mahlaslarıyla yazdığı şiirler çok beğenilmektedir Yahyâ Kemâl’in; “Bir beyti, bir de câmi-i mâmûru var” diye övdüğü;
Biz bülbül-i muhrık dem-i şekvâ-yı firâkiz
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
beyti, bütün Türk şiirinin en güzel beyitlerinden biri sayılmaktadır
İkinci Selim, aynı zamanda îmârcı bir pâdişâhtır Kısa süren saltanat döneminde, Türk ve dünyâ sanatının şâheseri sayılan Edirne Selimiye Câmii’ni inşâ ettirmiştir Tâmire muhtaç olan Ayasofya Câmiini, yaptırdığı istinat duvarlarıyla tahkim ettirerek, günümüze kadar gelmesini sağladığı gibi, iki minâre eklemiş, yanına iki de medrese yaptırarak külliye hâline getirmiştir Bunlardan başka, Mekke-i mükerremenin su yollarının tâmiri, Mescid-i Harâm’ın mermer kubbelerle tezyini, Lefkoşe Selimiye Câmii, Azîz Efendi tekkesi, Navarin limanına hâkim bir mevkie yaptırdığı kule, hayrâtı arasındadır
Selim Han III
Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi, İslâm halifelerinin doksan üçüncüsü Sultan Üçüncü Mustafa Hanın oğlu olup, annesi Mihrişah Sultandır İstanbul’da, 24 Aralık 1761 târihinde, Topkapı Sarayında doğdu Şehzâde Selim’in doğumunda yedi gün, yedi gece “Şehrâyîn”, üç gece de Deniz Donanmasında tertiplenen merâsimlerle büyük şenlikler yapıldı Şehzâdeliğinde, sarayda mükemmel bir eğitim, öğretim gösterilip, terbiye edilerek yetiştirildi Yüksek din ve fen ilimleri, Arapça ve Farsça öğrendi
Veliahd Selim, devam etmekte olan Osmanlı-Avusturya-Rus Harbinde, cephelerden gelen acı haberlere dayanamayan amcası Birinci Abdülhamid Hanın vefâtıyla, 7 Nisan 1789 târihinde Osmanlı Sultanı oldu İçte ve dıştaki meseleleri halletmek için, 16 Mayıs 1789 târihinde, yüksek devlet memurlarının katıldığı, büyük bir dîvân toplantısı yaptı
Dîvânda devlet meselelerinin halli için herkesin fikirlerini söylemesini istedi Dîvândan sonra idârî, mâlî, siyâsî ve askerî meselelerin halli için tâlimat verdi Avusturya ve Rusya ile harplerin devâmına karar verildi Mâliyenin düzelmesi için, sarayda bulunan altın ve gümüş eşyânın büyük bir kısmı paraya çevrilmek üzere, darphâneye gönderildi Merkez ve eyâletlerdeki halk da, Sultan Selim Hana yardımcı olmak ve saraya uymak için, altın ve gümüşlerini devlete teslim etti Saray ve halkın yardımlarıyla cepheler takviye edildi Fransa ve İspanya sefirleri sulh; Prusya, Kırım’ın kurtarılması için antlaşma; İsveç ise Rusya’ya karşı, yardım talebiyle harp teklif ettiler
Sultan Selim Han, cephelerdeki harbin devâmını istedi İsveç ile, Rusya’ya karşı, 11 Temmuz 1789 târihinde Beykoz İttifak Antlaşması imzâlandı 1788 yılından beri devam eden Osmanlı-Avusturya harplerinde, Serasker Kemankeş Mustafa Paşa, takviye kuvvetlerle Yaş’tan Rus ordusuna karşı sefere giderken, Foksan’da Avusturya ordusunun âni taarruzuna uğradı Arnavutların ihânetiyle Osmanlı ordusu, 1 Ağustos 1789 târihinde Foksan’da bozuldu Avusturyalılar, Belgrat’a kadar ilerleyip, 8 Ekimde şehir düştü 31 Ocak 1790’da, Prusya ile Avusturya ve Rusya’ya karşı ittifak anlaşması imzâlandı Prusya’nın arabuluculuğuyla, Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaştırıldı Fransız İhtilâlinin Avrupa’da sebep olduğu hâdiseler üzerine, İngiltere ve Prusya’nın müdâhalesiyle, Rusya da antlaşmaya taraftar hâle getirildi Avusturya ile 4 Ağustos 1791 târihinde Ziştovi Antlaşması imzâlandı Antlaşmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldığı yerleri Osmanlı Devletine geri verecekti Rusya ile 1787’den beri Kafkasya ve Balkanlar’da devam eden harp, 9 Aralık 1792 târihli Yaş Antlaşmasıyla neticelendi Osmanlı Devleti, Rusya ile Avrupa’da Dinyester Turla Nehri, Kafkasya’da Kuban Nehri hudut kesildi Osmanlı Devleti, Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla, en az kayıpla harbe son verip, büyük mâlî külfetlerden kurtulmuştur Avusturya-Rus harplerinin antlaşmalarla halli sonrasında; Avrupa devletlerinin 1789 Fransız İhtilâli’nin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hâdiselerle uğraşması, Osmanlı Devletini geçici bir sulh devrine soktu
Sultan Selim Han, devletin dışta sulh devrine girmesiyle; veliahtlığından beri düşündüğü ıslâhatların icraatına geçti Osmanlı Devleti için lüzumlu askerî, idârî, iktisâdî, ticârî ve sosyal ıslâhatları Nizâm-ı Cedid adıyla tatbikat safhasına koydu (Bkz Nizâm-ı Cedid) Son sefer ve harplerdeki mağlûbiyet ve kesin netîce alınamaması, askeriyenin ıslâhını daha fazla gerektiriyordu Sultan Selim Han, devlet adamlarından aldığı lâyihalarla, 24 Şubat 1793 târihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizâm-ı Cedid adıyla kurdu
Nizâm-ı Cedid ordusunun masraflarının karşılanabilmesi için İrâd-ı Cedîd Defterdarlığı kurulup, eski sadâret kethüdâlarından Mustafa Reşîd Efendi de bu işle vazifelendirildi Levent çiftliğinde kışla kurulup, yeni ordu hemen tâlime başlatıldı Nizam-ı Cedîd ordusuna getirilen yenilik ve tâlimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi Ancak Yeniçeriler, yenilik ve tâlimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eğitimi terk ettiler Ordunun teknik sınıfları takviye edilerek; humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kânunlar yapıldı 1794’te, Teknik Üniversite mâhiyetinde, Sütlüce’de, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu Okulun öğretim üyesi, kitap, ders âlet ve edevatı, yurtiçi ve dışından bütünüyle karşılandı Nizâm-ı Cedîd ordusu yetiştirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konya’da teşkilât kurulup, askerin mevcudu artırılmaya çalışıldı
Mülkî ıslâhat da yapılıp, Anadolu ve Rumeli toprakları, yirmi sekiz eyâlete ayrıldı Âyanların eskiden olduğu gibi halk tarafından seçilmesi, kânun hâline getirildi Resmî dâirelere tâlimat gönderilerek, yazışmalara, kullanılan dile, tâbirlere dikkat edilmesi ve halkın işlerinin süratle tâkibi ve yerine getirilmesi istendi İlmiye ricâli (ileri gelen devlet adamları) için, yeni nizâmnâme yayınlandı İlmî eserler yazılıp, pek çok kitap tercüme edilerek, yayınlandı Ticârî ve iktisâdî sahada yenilik yapılıp, Zahire Nazırlığı kuruldu Tecdid-i Kânun-i Tımar ve Zeamet kânunuyla, harbe katılmayan tımar ve zeâmet sâhiplerinden, topraklarının geri alınması esâsı getirildi
Gayrimüslim esnaf ve tüccardan bâzıları, vergi ve yurt dışına para kaçırıyor ve Osmanlı ülkesinde oturduğu halde, yabancı devlet tebaasına giriyorlardı Bu durum ve paranın dışarıya çıkarılmasına karşı tedbir alındı Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak, 1793’te ilk tâyinler yapıldı Avusturya, Fransa, İngiltere ve Prusya merkezlerine gönderilen elçiler; bulundukları memleketlerin yalnız siyâseti ve diğer devletlerle olan münâsebetleri hakkında bilgiler toplamakla kalmadılar Aynı zamanda, oraların kültürleri, her türlü ilerleme ve gelişmeleri hakkında bilgiler toplayıp, rapor hâlinde İstanbul’a gönderdiler
Avrupalılar ve Rusya’nın kışkırtmasıyla Balkan kavimleri, İngilizlerin teşvikleriyle Arabistan’da Vehhâbi Bedevîler, Ortadoğu’da Dürzî ve Marunîler, Kölemen Beyleri, Rumeli’de kânun kaçaklarından meydana gelen eşkıyânın koruyucusu Kırcalılar da denilen Dağlı Eşkıyası, devlete âsi olup, isyan çıkardılar Bu meselelerin halli için teşebbüs edildiyse de, Fransa’nın Balkanlar, Akdeniz, Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye’deki faaliyetleri ardından Napolyon Bonapart’ın, 1798’de âni harekâtla Mısır’a asker çıkarması sebebiyle, bütünüyle tam bir hal çâresi bulunamadı
Sultan Selim Hanın hükümdarlığının üçüncü ayında çıkan Fransız İhtilali’yle, Avrupa devletleri, Fransa’ya cephe almasına rağmen, Osmanlı Devleti, meseleye karışmadığı gibi münâsebetlerini de dostâne devam ettirdi Nizam-ı Cedid için, Fransa’dan teknik ve yetişmiş eleman getirildi Fransa’nın müstakbel imparatoru General Napolyon Bonapart, memleketinde görevden alınınca, Sultan Selim Hanın dâveti üzerine, Nizâm-ı Cedid Ordusunda vazife kabul etmişti Osmanlı Devleti; ihtilâlle değişen yeni Fransız idâresini tanıyan ilk devletlerdendi Fakat, Fransa’nın 1795 Basel Antlaşmasıyla, Venediklilerden Dalmaçya kıyılarını almasıyla, Balkanlarda başlattığı istiklâl (bağımsızlık) fikri propagandası, tâkip edilen siyâsetin değişmesine sebep oldu Adâlet-Eşitlik-Hürriyet fikriyle yapılan Fransız İhtilâli, çıkış gâyesinden uzaklaşarak, Fransa’nın yayılma siyâsetine döndü Hırvat, Rum ve Sırplar arasında, ihtilâl fikirlerini yaydılar; Yahûdîleri Filistin’de istiklale dâvet ettiler Fransa, bununla da kalmayarak, sömürgecilik zihniyetiyle; İngiltere’yi Akdeniz’den çıkarıp, Uzakdoğu’daki İngiliz sömürgelerini ele geçirmek için Hind’e giden yolların en kısası olan Mısır’a sâhip olmak idealiyle, Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü bozmaya çalıştı Napolyon Bonapart, beş yüze yakın gemiye aldığı Fransız ordusuyla Akdeniz’e açılıp, Malta’yı işgâl ettikten sonra, 2 Temmuz 1798 târihinde İskenderiye’den, Mısır’a çıkarma yaptı Fransa’nın beklenmedik harp îlânı ve Mısır’a çıkarma yapması, İngiltere’nin menfaatlerine ters düştüğünden, Akdeniz’deki İngiliz Amirali Nelson harekete geçti Amiral Nelson, 1 Ağustos 1798 târihinde, Fransız Donanmasını Ebûkîr’de mağlup etti Fransız donanmasının Ebûkîr’de imhâsıyla, Napolyon’un ve Mısır’daki Fransız ordusunun, anavatanla irtibatı kesildi Rusya, ihtilâlin tesirinden çarlığı korumak için Fransa’ya karşı Osmanlı Devletiyle ittifak kurdu Karadeniz’den Akdeniz’e geçirilen Rus filosu, Osmanlı donanmasıyla birlikte hareket etti Arnavut sâhillerinin muhâfazası ve Venediklilerden Fransa’ya geçen yerlerin alınmasıyla vazifelendirilen Tepedelenli Ali Paşa, Preveze’de Fransızları mağlup etti Osmanlı-Rus donanması Zenta ve Kefalonya adaları sâhilindeki Fransız gemilerini mağlup edip, bir kısmını da zaptetti Bu muvaffakiyetler üzerine, İngiltere ve Rusya ile antlaşma imzâlanarak, ittifaklar resmîlik kazandı
Fransız donanması imhâ edildiğinden, Napolyon Bonapart ve ordusunun deniz yolu, Akdeniz’de Osmanlı-İngiliz-Rus donanmasınca kapatıldığından, Osmanlı ülkesinde mahsur kalmıştı Sultan Selim Han, Fransa’ya karşı ordu sevk etmek için tâyinlerde bulundu Sayda Vâlisi Cezzâr Ahmed Paşa, Mısır Seraskerliğine tâyin edildi Tırhala Mutasarrıfı Köse Mustafa Paşa da, deniz yoluyla Mısır’a gönderildi Napolyon Bonapart, Mısır’dan çıkış yolu bulmak ve Suriye’ye hâkim olmak için, Akka’yı kuşattı Akka Kalesi, Mısır Seraskeri Cezzar Ahmed Paşa kumandasındaki Nizâm-ı Cedid askerince, Fransızlara karşı kahramanca müdâfaa edildi Napolyon Bonapart’ın inatla taarruzu, Fransızların çeşitli hîle ve vaatleri Akka’da neticesiz kaldı Cezzar Ahmed Paşa ve Nizam-ı Cedid askerlerinin destânî müdâfaası karşısında, kuşatmanın altmış dördüncü günü, Napolyon Bonapart; “Akka olmasaydı, Doğu İmparatoru olurdum” diyerek, büyük hayallerle kendisine bağlanan Fransız ordusunu, vebâ salgını, sefâlet ve mağlubiyetle önce Kahire'ye çekip, sonra da yüzüstü bırakarak, 1799 yazında gizlice Fransa’ya kaçtı Mısır’da kalan Fransızlar, Osmanlılara mukâvemet ettilerse de, üst üste mağlubiyete uğradılar 27 Haziran 1801 târihinde imzâlanan tahliye mukâvelesiyle Fransızlar, Mısır’ı boşalttı 25 Haziran 1802 târihli Osmanlı-Fransız anlaşması, Fransa ile harp hâline son verdi Mısır Vâliliğine, 1805’te Kavalalı Mehmed Ali Paşa tâyin edildi Napolyon Bonapart’ın İstanbul şehri ve Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını almak istemesi üzerine 24 Eylül 1805’te Osmanlı-Rus ittifâkı yenilendi Napolyon Bonapart tehlikesine karşı, İngiltere ve diğer Avrupa devletleri, Osmanlılara yardım talebinde bulundular Fakat, Rusya ile ittifak ve İngiltere ile dostluk uzun sürmedi
Arabistan Yarımadasındaki Vehhâbiler, Avrupalılardan gördükleri yardımlarla, çeşitli batı dillerinde birçok yayınlarda da bulunup, 18 Şubat 1803’te Tâif’i muhâsara ettiler Sultan Selim Han, Arabistan’daki hâdiselere esaslı tedbirler almayı planladıysa da; İngiltere ve Rusya, Balkanlar meselesinden Bâbıâli’ye baskı yapmak istemeleri, muvaffak olamayınca, Rusya’nın harp îlân dahi etmeden Osmanlı hududunu ihlâli sebebiyle gerçekleştiremedi Sâdece, Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, sultandan aldığı emirle Vehhâbi isyanını bastırıp, Arabistan ve Mısır’da kısmen huzur ve asayişi temin etti
Sultan Üçüncü Selim Han zamânında, İngiltere’nin Ortadoğu’da; Rusya ve Avusturya’nın Balkanlarda, Osmanlı Devletinin iç işlerine karışıp, müdâhaleci bir siyâset tâkip etmeleri, bu devletlerle harp hâlinde bulunan Fransa’ya yakınlaşmaya sebep oldu Osmanlı Devletine tâbi Eflâk Beyi Konstantin İpsilanti ile Boğdan beyi Aleksandr Moruzzi, Rus yanlısı olduklarından azledilince, İngiltere ve Rusya’nın müdâhalesiyle karşılaşıldı Rusya, harp îlân etmeden, General Michelson komutasındaki altmış bin mevcutlu Rus Ordusuyla, Eflâk ve Boğdan’ı işgâle başladı Vezir-i âzam İbrâhim Hilmi Paşa, sefer için Serdar-ı ekrem tâyin edildi
Rusya’nın Balkanlara girmesiyle, İngiltere’de on altı gemiden meydana gelen bir İngiliz filosunu İstanbul önlerine gönderdi İstanbul önlerine kadar gelen İngiliz donanması, Fransa ile münâsebetlerin kesilmesini, Osmanlı-İngiliz ittifakının yenilenmesini teklif ettiler Kabul edilmeyince, teklifi daha da ağırlaştırdılar Eflâk ve Boğdan’ın Rusya’ya, Çanakkale Boğazının da İngiltere’ye teslimini teklif ettiler İngiltere’nin teklifleri, kabullenilmenin ötesinde, akıl ve hayâle sığmayacak derecede olduğundan, İngilizler, müzâkerelerle oyalanılarak, boğaz sâhillerinin iki yakası, askerlerin ve ahâlinin gayretleriyle, kısa zamanda tahkim edildi Boğaz sâhillerine birkaç gün içinde bin iki yüzden fazla top yerleştirildi İngiliz donanması, Osmanlı Devletinin ve ahâlinin kuvvetli tepkisini görünce, çekildi Bunun üzerine İngiltere hükümeti, Akdeniz’deki İngiliz donanmasını Mısır’ın zaptıyla vazifelendirdi
İngilizler, Osmanlıya âsi Kölemenlerle anlaşıp, 20 Mart 1807 târihinde İskenderiye’ye çıkarma yaparak teslim aldılar Balkanlarda; İbrâhim Hilmi Paşa, Rus Cephesine sefere çıkınca, İstanbul’da türeyen âsiler harekete geçti Sultan Selim Hanın, Osmanlı Devleti lehine icraatlarına karşı, iç ve dış düşmanların aleyhine propagandasıyla muhâlefet başladı
1806 Edirne Vakasına sebep olan, Nizâm-ı Cedid aleyhtarlığıyla başlayan muhâlefet, âsilerden Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde büyük hâdiselere sebep oldu (Bkz Kabakçı Mustafa İsyanı) Yeniçeri zorbaları, 25 Mayıs 1807 Kabakçı Vakasından sonra; asıl niyetlerini ortaya koyarak, 29 Mayısta Sultan Üçüncü Selim Hanı hal' edip, tahttan indirdiler Âsiler, Sultan Selim Hanın amcasının oğlu Veliaht Mustafa’yı, Osmanlı tahtına geçirdiler Sultan Selim Han, on dört ay Topkapı Sarayında nezâret altında yaşadı Kendisine sâdık devlet adamları ve âsilerin hükümetteki icraatlarını beğenmeyen taraftarları, tekrar tahta geçirmek için faaliyet gösterdiler Sultan Selim Han taraftarları, Rusçuk’taki Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanıp, harekete geçtiler Alemdar Mustafa Paşa, Sultan Selim Hanı tekrar tahta geçirmek için, Rumeli’deki maiyetiyle İstanbul’a geldi 28 temmuz 1807’de Bâbıâli ve Topkapı Sarayını basıp, Sultan Selim Hanı tahta geçirmek istediyse de muvaffak olamadı Sultan Selim Han, 28 Temmuz 1808 târihinde Harem Dairesinde şehit edildi 29 Temmuzda, kalabalık bir cenâze merâsimiyle, Lâleli Câmii yanında babası Üçüncü Mustafa Hanın türbesine defnedildi
Sultan Selim Han, yaratılışında halim, selîm ve çok zekîydi Hayırsever olup, pek çok hayır müessesesi ve eserler yaptırdı Üsküdar’da Selimiye Câmiini ve Çiçekçi Câmiini yaptı Eyüp Câmiini büyüterek yeniden yaptırdı Karaca Ahmed’de, Miskinler Tekkesi denilen Dedeler Mescidini yaptırıp, Küçükmustafapaşa’da Gül Câmiini kiliseden çevirdi Üsküdar’da hâlâ kullanılan meşhur Selimiye Kışlasını, Heybeliada’da Deniz Harp Okulu olan Bahriye Mektebini, Halıcıoğlu’nda, Teknik Üniversite mâhiyetindeki Mühendis ve Topçu mekteplerini yaptırıp yeni bölükler kurdu Saltanatı müddetince içte ve dışta büyük düşmanlarla mücâdele etmesine rağmen, ülke îmâr edilip, fazla toprak kaybı olmadı Tam ıslâhata başlayacağı zaman şehit edilmesi, düşündüğü büyük hizmetlerin yerine getirilmesine engel oldu
Selçuk Bey
Selçuklu Devleti'ne adını veren Selçuk Bey, Aral Gölü ile Hazar Denizi arasına hakim olan Oğuz Devleti'nin komutanlarından Dukak Subaşı'nın oğludur Babası ölünce, yerine, 18 yaşındaki Selçuk Bey, subaşı oldu Genç yaşına rağmen, yüksek mevkilere ulaşan Selçuk Bey'in giderek artan itibarı, Oğuz Devleti'nin Yabgusu ve eşini rahatsız edince; Selçuk Bey, kendisine bağlı aşiretiyle birlikte Oğuz Yabgu Devleti topraklarını terk etti Selçuk Bey ve maiyetindekiler, 985 ve takip eden yıllarda güneye giderek, Seyhun Irmağı kenarındaki Cend şehrine geldi Yerleştikleri bölge, dönemin İslam ülkeleriyle sınır durumundaydı
Selçuk Bey yönetimindeki Oğuz Türkleri, kısa zamanda İslamiyeti kabul etti Bu durum, Selçuk Bey ile Yabgu'nun arasını iyice açtı Selçuk Bey, "Müslümanlar, gayrimüslimlere haraç vermez' diyerek, Yabgu'nun haraç memurlarını kovdu ve bağımsızlığını ilan etti Ardından, çevresindeki gayrimüslimlere karşı cihada başladı Selçuk Bey'in istiklalini ilan etmesi, Yabgu'ya karşı direnmesi ve cihada girişmesi, bölgede itibarını giderek artırdı ve Yabgu'ya karşı olan Türk beyleri, kendisinin etrafında toplanmaya başladı Böylece, Maveraünnehir'de üstünlük sağlayan Selçuk Bey, Müslüman olan Samanilerle anlaşarak, Buhara yakınlarındaki Nur kasabasına yerleşti
Mikâil, Arslan, İsrail, Yusuf ve Musa adındaki oğullarıyla birlikte, Büyük Selçuklu Devleti'nin temellerini atan Selçuk Bey, yüz yaşında vefat etti
Sultan Sencer
Büyük Selçuklu Sultânı Melikşah’ın oğludur Babasının bir seferi sırasında, 1086 yılında Sincar’da doğdu Küçük yaşından îtibâren ilim öğrenmiş, devlet idâresinde tecrübe kazanmış ve ağabeyi Sultan Berkyaruk’a devlet işlerinde yardımcı olmuştur
Sencer, gerek ağabeyi Berkyaruk’un, gerekse diğer ağabeyi Muhammed Tapar’ın saltanatları zamânında, devlet hizmetinde bulunarak millî birliğin temini için elinden gelen yardımı yaptı Doğuda ortaya çıkan isyânları bastırdı Bu esnâda gösterdiği başarılar sebebiyle Horasan melikliğine tâyin edilen Sencer, taht mücâdeleleri dolayısıyla Selçuklu Devletinin içinde bulunduğu durumdan istifâde ederek, Selçuklu topraklarına saldıran Şarkî Karahanlı Hükümdârı Kadir Hanın saldırılarını bertaraf etti (Haziran 1102) Gazneliler Devletini tâbi duruma soktu Gazne’de hutbe, sıra ile; halîfe, sultan, sonra Melik Sencer ve nihâyet Gazne sultânı Behramşah adına okundu (1118)
Sencer, ağabeyi Berkyaruk’un vefâtından sonra sultan olan diğer ağabeyi Muhammed Tapar ile de samîmî ve gösterişsiz münâsebetlerini devam ettirdi O, doğu bölgelerinde siyâsetini icrâ ederken, Sultan Muhammed batı ile ilgileniyordu Yâni Sultanla müstakbel sultan birbirini tamamlıyorlardı
Babası Melikşâh’ın siyâsetini tâkip eden Sencer, Horasan’dan îtibâren, devletin doğusunda Selçuklu düzenini yeniden kurdu Böylece Selçuklu Devleti, doğudan emin olarak batıda mücâdelelerine devâm etti
Muhammed Tapar’ın ölümü üzerine (18 Nisan 1118), henüz küçük yaşta bulunan oğlu Mahmud, devlet erkânı tarafından, Büyük Selçuklu Devleti tahtına çıkarıldı Diğer taraftan Sencer de Horasan’da kendisini sultan îlân etti (14 Haziran 1118) ve sultanlığını halîfeye tasdik ettirdi Sencer’in tek başına Büyük Selçuklu Sultânı olabilmesi için, tahta çıkarılan Mahmud’un bertaraf edilmesi lâzımdı 14 Ağustos 1119’da Save’de amca-yeğen arasında yapılan savaş, Sencer’in gâlibiyetiyle netîcelenince Sencer, Büyük Selçuklu sultânı oldu Devletin merkezi, Irak-ı Acem’den Horasan’a nakledildi
Mahmud’la yapılan anlaşmaya göre, Rey, Sencer’de kalmak üzere, imparatorluğun batı tarafları Mahmud’a verilecekti Ancak Mahmud, hem sultan unvânını koruyacak, hem de Sencer’e tâbi olacaktı Böylece Irak Selçukluları Devleti kurulmuş oldu (Bkz Irak Selçukluları)
Sencer, 1113’te Semerkant’a, 1114’te Gazne ve Gurlular üzerine sefer yaparak, bölgede hâkimiyetini kurdu Ayrıca Irak, Âzerbaycan, Taberistan, İran, Sistan, Kirman, Harezm, Afganistan, Kaşgar ve Mâverâünnehir’de hakimiyet kurdu Uzun zaman saltanat mücâdeleleri geçiren devleti, yeniden tanzim etti Âdeta, devleti yeniden kuran Sencer, idâreci kadroyu da yeniden tâyin etti Irak-ı Acem’in yarısı ile Gilân bölgesini Şehzâde Tuğrul’a; Fars eyâletiyle, İsfehan ve Huzistan’ın yarısını ise Selçuk Şâha verdi Kendisi de Sultan-ül-a’zam unvânını aldı Diğerleri ona tâbi oldular
Bu birlik bir müddet böyle devâm etti Fakat Halife Müsterşît ile bir ittifak kuran Mahmud, amcasına isyân hazırlıklarına başladı Bunu haber alan Sencer, Mahmud’un üzerine yürüdü 26 Mayıs 1132’de yapılan Dînever Savaşı, Sencer’in gâlibiyetiyle netîcelendi Sencer, yanında getirdiği diğer yeğeni (Mahmud’un küçük kardeşi) Tuğrul’u, Irak Selçukluları tahtına çıkardı ve ona bâzı tenbihlerde bulunarak geri döndü
Daha sonra Karahanlıların isyânını bastıran Sencer, 1136’da Gazneliler ve 1141’de Harezm’in isyânını bastırdı 1141’de gayrimüslim Karahitayların, Karahanlılara hücûmuna mâni olmak isterken, Semerkant yakınlarındaki Katavan sahrasında Karahitaylara mağlup olması, uzun süren saltanatının dönüm noktası oldu ve onu son derece telâşa düşürdü Belh’i kaybetti
Sencer’in bu mağlûbiyeti, gerek Müslüman, gerekse Hıristiyan dünyâsında büyük akisler yaptı Mağlûbiyeti fırsat bilen Harezmşâh Atsız, Horasan ve Sencer’in pâyitahtı Merv’i istilâ etti ve hazîneleri alıp götürdü Sencer’in, Harezm’e sefer yapacağını öğrenen Atsız, ona karşı meydan muhârebesi vermeyi göze alamadı, tekrar itâatini arz edince affedilerek hazîneleri iâde etti Bu uzlaşma, hiçbir şeyi halletmedi ve Sencer, Atsız’ı iknâ etmek üzere meşhûr şâir Edib Sâbir’i elçi gönderdi Atsız, tertip ettiği bir suikastla Edib Sâbir’i öldürtünce, Sencer, üçüncü defâ Harezm’e sefer yapmaya mecbur oldu (1147) Sencer, pâyitaht kapılarına dayanınca, Atsız af dilemek üzere elçi gönderdi Sultan yine affetti
Bu esnâda, Sencer’in kumandanlarından Kumac, bağımsızlık îlân eden Gur Sultânı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz’a yenilmişti Sultan Sencer, Gurlulara karşı sefer hazırlıkları yaparken, Gurlular, Gaznelilerle savaşa tutuştu Netîcede Gazneliler, kesin yenilgiye uğradı ve Behramşâh Hindistan’a kaçtı Gaznelilerin başkenti, Gur hükümdârı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz tarafından yerle bir edildiği sırada, Sultan Sencer de, Gurlulara haddini bildirmek için yola çıkmıştı Haziran 1152’de yapılan savaşta Gurlular mağlup ve hükümdârları da esir edildi Gur idâresi, tekrar Alâeddîn Cihansuz’a verildi Sencer, Katavan sahrasındaki yenilgiden beri, ilk defâ büyük bir zafer kazanmış ve tekrar îtibârını yükseltmişti
Fakat, bu defa Oğuzlarla, Selçuklu emirleri arasındaki ayrılık büyüdü ve bir kısım emîrlerin ısrârı üzerine, Oğuzlarla Belh vilâyeti içinde savaşa mecbur oldu (Mart ve Nisan 1153) Savaş, Selçuklu ordusunun mağlup olmasıyla sonuçlandı Sultan esir düştü Tâbi bulundukları Selçuklu Devletinin büyük sultânını esir alan Oğuzlar, beklemedikleri bu netîceden sonra, birden bire kendilerini devletin başında buldular Esir Sultan’ı Tahta oturtuyor, gereken saygıyı gösteriyor; fakat gece de demir bir kafese koyuyorlardı Her ne kadar Sencer, aralarında esir sıfatıyla bulunmuşsa da, kendilerinden birini sultan yapmayarak, esir hükümdârı tahta oturtup saygı göstermeleri; Oğuzların, Büyük Selçuklu Devletini devam ettirmek istediklerini gösteriyordu Fakat Büyük Sultan, Oğuzların elinde esâret altında hükümdâr olmaktansa, tahtı terk etmeyi tercih etti Merv hânkâhına kapandı Yine esâret devâm ediyordu Üç yıl süren esirlik hayâtında çok sıkıntılar çekti Kumandanlarından Kumac’ın torunu Mueyyed Ayaba tarafından, Oğuz muhâfızları kandırılarak, Nisan 1156’da kurtarıldı
Ancak kurtuluşundan bir yıl sonra, 29 Nisan 1157 senesinde vefât ederek, Merv’de kendi yaptırdığı türbesine defnedildi Vefâtında, 91 yaşındaydı
Kırk yıl süren saltanatı boyunca Sencer, doğu ve batı olmak üzere iki cepheli bir siyâset tâkip etmiştir Fakat siyâsetinin ağırlık noktasını hep doğu teşkil etmiştir Önce batıyı tanzime uğraşan Sencer, burada bir türlü istediğini yapamamıştır Çünkü hâdiseler onu doğuya çekerken, batı tamâmen ihmâl edilmiştir En ufak bir bahâneyle hep doğuya hareket eden Sultan’ın, bunda ne kadar haklı olduğunu, Katavan Savaşı ve Oğuz isyânının doğuda patlak vermesi göstermiştir
Sencer zamânında halk refah içindeydi Mevcut nizamı bozmak için ortaya çıkan Bâtınîlik ve İsmâilîlik cereyânı, devlet tarafından alınan bütün tedbirlere rağmen, câhiller arasında yayılmaya devâm etmiş, kaleden kaleye sıçrayarak, bir taraftan Sûriye’ye, diğer taraftan devletin belkemiği olan Horasan’a doğru yayılmıştı Her tarafta bir tedhiş hareketi almış başını gidiyordu Fakat Sultan, saltanat mücâdeleleri, iç karışıklıklar ve doğudan gelen saldırılar sebebiyle, onlarla yeteri kadar ilgilenemedi
Sencer devrinin en büyük âlimi, İmâm-ı Gazâlî hazretleridir
Babası Melikşâh devrinde de bulunmuş olan İmam-ı Gazâlî hazretleriyle Sencer’in münâsebetleri meşhurdur Ahmed Nâmık-i Câmî ile de münâsebeti olan Sencer, âlim ve şâirleri sarayından eksik etmezdi Bunun netîcesi olarak, uzun süren saltanatı zamânında Sultanın teveccühüne mazhar olan pek çok âlim, sanatkâr, tabip yetişmiştir Allah adamlarının yanında bulunmaktan hoşlanan Sultan Sencer, onların nasîhatlerini can kulağıyla dinler, hatâ yaptığında îkâz etmelerini ricâ ederdi Kim olursa olsun kendisine yapılan şikâyeti sabırla dinler, adâleti yerine getirirdi
Sultan Sencer’in teşvikleriyle Horasan, bütün İslâm dünyâsına ve bu arada Anadolu’ya devamlı şekilde din ve ilim adamı sevk eden bir merkez olmuştu Sencer zamânında Selçuklu devlet teşkilâtı da en sağlam hâlini almıştı
Sencer, daha sağlığında, babası Melikşâh kadar büyük bir hükümdâr sayılmıştır Ölümünden sonra da kaynaklarda yine Melikşâh ile birlikte, örnek hükümdâr olarak gösterilmiştir
Hadîs-i şerîf rivâyet edebilecek kadar ileri derecede ilim sâhibi olup, hadis âlimleri arasında sayılmıştır Farsça şiirler yazdığı da bilinmektedir
Daha hayattayken Merv’de yaptırdığı türbesi, büyük bir sanat eseri olup, devrinin medeniyeti hakkında fikir vermeye yeter
Sökmen Bey II
Ahlatşahlar da denilen Sökmenliler Devleti hükümdârı Babası İbrâhim Beydir Amcası Ahmed’in devlet idâresinde yetersizliği sebebiyle tahttan indirilmesi üzerine 1128’de başa geçti
Ahlatşahlar Beyliği, çocukluk dönemi hâriç, İkinci Sökmen Bey zamânında en iyi devresini yaşadı İkinci Sökmen bir ara Sasunlulara esir düştü ise de Artuklu Beyi Timurtaş’ın yardımıyla esâretten kurtuldu Musul Atabegi İmâdeddîn Zengi’nin ölümünden sonra, İkinci Sökmen, ona âit olan Hızan ve Mâden’i ele geçirdi Bu sırada Artuklu Beyi Kara Arslan, Malazgirt ve Tûtab şehirlerini Ahlatşâhlardan aldı Artuklulardan Necmeddîn Alp’in aracı olmasıyla, Kara Arslan ele geçirdiği yerleri geri verdi
1161 senesinde Gürcüler, Ani’yi ele geçirince, İkinci Sökmen, diğer Türk beyleriyle Gürcistan Seferine çıktı Bu seferde İkinci Sökmen, büyük bir hezîmete uğradı İki yıl sonra tekrar birleşen Türk beyleri, Gürcistan’a yeni bir sefer düzenlediler ve Gürcüleri yenilgiye uğrattılar İkinci Sökmen, Ahlat’ta parlak törenle karşılandı On iki yıl sonra Âzerbaycan Atabegi Şemseddîn İldeniz, İkinci Sökmen’i Gürcülere karşı yardıma çağırdı Nahcıvan’da toplanan Türk orduları Taryalis Ovasına kadar ilerledi Gürcü Kralı savaşmaya cesâret edemedi ve ormanlık bir bölgeye kaçtı Türk ordusu, pek çok ganîmet elde ederek geri döndü
Bu sırada Selâhaddîn-i Eyyûbî, 1174 senesinde bağımsızlığını îlân ederek, Eyyûbî Devletini kurdu Ülkesini genişleten Selâhaddîn Eyyûbî, Doğu Anadolu’yu da topraklarına katmak istiyordu Selâhaddîn Eyyûbî, Musul’u kuşatınca, Atabeg İzzeddîn Mes’ûd, diğer Türk beylerinden yardım istedi Halîfe Nâsır, İkinci Sökmen ve Atabeg Kızıl Arslan’ın aracı olmasıyla, Selâhaddîn Eyyûbî, Musul kuşatmasını kaldırdı
İkinci Sökmen, uzun yıllar hüküm sürdükten sonra, 1185 yılında yaklaşık 80 yaşlarındayken vefât etti Çevredeki bütün hükümdârlar, ona saygı gösterirlerdi Akıllı, ileri görüşlü ve güzel ahlâklı bir hükümdârdı Cesâreti ve Gürcülere karşı mücadelesi, halkın gönlünde taht kurmasına sebep olmuştu Ahlat, en parlak dönemine onun devrinde ulaştı
Süleyman Han II
Osmanlı sultanlarının yirmincisi, İslâm halîfelerinin seksen beşincisi Sultan İbrâhim Hanın oğlu olup, 15 Nisan 1624 târihinde İstanbul’da, Sâlihâ Dilâşub Sultandan doğdu Şehzâdeliğinde mükemmel tahsil ve terbiye gördü Kardeşi Sultan Dördüncü Mehmed Han (1648-1687) zamânında, sarayda, husûsî hocalardan ders aldı Hattât Tokatlı Ahmed Efendiden, sülüs ve nesîh hattını öğrendi Sultan Dördüncü Mehmed Handan sonra, 8 Kasım 1687’de Osmanlı sultanı oldu
Sultan İkinci Süleymân Han tahta çıktığı zaman, Osmanlı ordularında Viyana bozgunuyla başlayan çözülme ve toprak kaybı devâm ediyordu Venedik, Mora Yarımadasını işgâl etti Avusturya; Vişegrad, Uyvar ve Estergon’un ardından 160 yıllık Türk yurdu Budin’e girdi Macaristan’da ise Türk hâkimiyeti sona ermek üzere bulunuyordu Ayrıca bu mağlubiyetler, hazîne gelirleri üzerinde olumsuz tesirler yaptığı gibi, Anadolu’daki eşkıyâlık hareketlerini de körüklüyordu Avusturya cephesi serdârı Yeğen Osman Paşanın kendisi, bir âsi lideri gibi, Rumeli’de yolsuzluk yapıyor, zorla usulsüz vergiler topluyordu Bu sırada 8 Eylül 1688’de, Belgrad da düştü
Devlet içindeki karışıklıklar ve Macaristan’ın elden çıkarak, Belgrad’ın düşmesi, Sultan İkinci Süleymân Hanı çok üzdü Emir dinlemeyip, pek çok kalenin düşmesine sebep olan Osman Paşanın katline fetvâ verildi Avusturya cephesi serdârlığına Receb Paşa tâyin edildi Pâdişâh, sağlığının elvermemesine rağmen, askeri teşvik için ordunun başında Edirne’den Sofya’ya kadar geldi ve harekâtı bizzat buradan idâre etmeye başladı
1689’da Kırım’a saldıran Rus kuvvetlerini, Selim Giray Han, az bir kuvvetle dağıtarak perişan etti ve ağır kayıplar verdirdi Vidin Muhâfızı Sarı Hüseyin Paşa, Tuna kenarındaki Gladova ve Orsova kalelerini düşmandan geri aldı Vişegrad’ı muhâsara eden on iki bin kişilik Avusturya kuvveti, bozguna uğratıldı 1689 yılında Fâzıl Mustafa Paşanın sadârete getirilmesinin, ordu üzerindeki tesiri çok müspet oldu Mustafa Paşa, ilk iş olarak bir adâletnâme neşrederek, memleketin umûmî ahvâlini yoluna koydu Aldığı âcil tedbirlerle, hazineye yıllık 4000 kese fazla para sağladı Yeniçeri ocağı yoklanıp ulûfeye müstehak olmayanların isimlerini sildirdi Orduyu disiplinli ve intizamlı bir hâle getirdi Fâzıl Mustafa Paşa, 1690 yılında Edirne’den hareketle çıktığı Avusturya Seferinde düşman kuvvetlerini mağlup ederek, Şehirköy, Mûsâ palangası ve Niş şehrini aldı Osmanlı Devletinin batıda en önemli serhad kalesi olan Belgrad’ı, altı günlük bir kuşatmadan sonra fethetti Bu zaferler, Osmanlı ülkesinde büyük sevince vesîle oldu
Hastalığı sebebiyle Davudpaşa Kışlasına kadar arabayla gelen Süleymân Han, burada Fâzıl Mustafa Paşayı huzûruna kabul edip; “Hoş geldin Berhudâr ol, yüzün ak, kılıcın berrak, ekmeğin sana helâl olsun, arzûm üzere hizmet eyledin Seleflerinden birine böyle bir ulu gazâ müyesser olmadı” dedikten sonra, ordu erkânının önünde samur erkân kürkünü sadrâzama giydirdi Belinden çıkardığı hançeri beline ve bir kıt’a murassa pençe sorgucu da başına taktıktan sonra; “Ben mükâfat vermeye kadir değilim Allahü teâlâ iki cihânda yüzünü ak etsin” diye duâda bulundu
Bu sırada Mora Serdârı Koca Halil Paşa da Venediklilerin elinde bulunan Avlonya’yı otuz bir günlük bir muhâsaradan sonra ele geçirmişti 13 Mayıs 1691’de Sancak-ı şerîfi, tekrar Fâzıl Mustafa Paşaya vererek, Avusturya Seferine duâ ile yolcu eden İkinci Süleymân Han, bir müddet sonra İstanbul’a yakın Yoncaçeşme mevkiinde vefât etti (22 Haziran 1691) İki gün sonra Süleymâniye’ye getirilip, Kanunî Sultan Süleymân Hana âit kabrin sağ tarafına defnedildi
İkinci Süleymân Han; kadirşinas, halîm, cömert ve temkinli bir pâdişâhtı Fakir, muhtaç ve ihtiyâç sâhiplerine pek çok ihsânlarda bulunurdu Saltanat müddeti iç ve dış gâilelerle geçti Bilhassa, Avusturya karşısında alınan mağlubiyetler dolayısıyla, herkesin Rumeli elden çıkıyor, diye Anadolu’ya kaçtığı sırada, muktedir devlet adamı Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşayı iş başına getirerek, kaybedilen yerleri devlete tekrar kazandırdı Memleket içerisinde îmâr faâliyetleriyle de ilgilenen Süleymân Han, kendisi de Fener Kulesi ile İzmir’de bir câmi inşâ ettirdi
|