Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)
Orhan Gazi
Osmanlı sultanlarının ikincisi 1281 yılında Söğüt’te doğdu Babası Osmanlı Devleti ve hânedânının kurucusu Osman Gâzi, annesi Şeyh Edebâli’nin kızı Mal Hâtundur İslâm terbiyesiyle yetiştirildi İyi bir eğitim ve öğretim gösterilerek büyütüldü Gâzilerin gazâlarını ve meşhur İslâm mücâhidlerinin, âlimlerinin, evliyâların menkıbelerini dinleyerek şuurlandı Osman Gâzinin kumandanları ve arkadaşlarından silah tâlimi gördü Devrin silahlarını mahâretle kullanmasını ve muhârebe taktiklerini öğrendi Osmanlı Devletinin kuruluşunda hizmet aldı Küçük yaştan îtibâren devletin teşkilâtlanıp müesseseleşmesinde lâzım olan tecrübelere sâhip oldu
Orhan Gâzi, gençliğinden îtibâren Bizans tekfurlarıyla yapılan gazâlara katıldı Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetle babasının ve gâzilerin takdirini kazandı 1298’de Bizanslıların tertiplediği Osman Gâzinin de dâvet edildiği sûikast plânlı düğüne katıldı Tedbirli hareket eden Osman Bey, Yarhisar ve Bilecik’i fethederken Bilecik tekfurunun oğluna gelin gitmekte olan Yarhisar tekfurunun kızı Holofira’yı da esir aldı Holofira, İslâmiyeti kabul edip, Müslüman oldu Nilüfer adını aldı Orhan Bey, Nilüfer Hâtunla evlendi Babası Osman Gâzi, 1299 târihinde istiklâlini îlân edince, devleti idârî bölgelere ayırdı Orhan Gâzi 1301’de Sultanönü bölgesinin beyliğine tâyin edildi 1302’de Yenişehir ile İznik arasındaki Köprühisar’ın fethine gönderildi Köprühisar’ı fethedip, Çavdarlı aşiretinin Osmanlı hudûduna tecâvüzlerinin önüne geçti 1315’te Çavdar beyini esir alıp, Çavdarlı aşîretinin suçlularını cezâlandırdı 1317’de Karatekin, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerinin fetih harekâtına katıldı Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetle babası ve gâzilerin kendisine olan güvenini daha da arttırdı Osman Gâzi, 1320 yılından îtibâren, yaşının ilerlemesi ve romatizmasının şiddetlenmesiyle, oğlunun idâresini görmek istedi Orhan Gâziyi seferlerde kumandan tâyin etti 1321 Mudanya-Gemlik Seferinde, Mudanya’yı fethetti Bursa’nın denizle irtibâtını kesti 1325’te Bursa’nın güneyindeki Atranos’u fethedince, şehrin ablukasını daha da şiddetlendirdi 1326 yılında Bursa’nın Pınarbaşı mevkiine gelerek, karargâhını kurdu Şehrin kalesini kuşattı 1314 yılından beri abluka altındaki Bursa Kalesini kurtarmaktan ve yardımdan ümîdini kesmiş olan kale kumandanı, teslim şartlarını görüşmeye mecbur kaldı Orhan Bey, 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’yı teslim aldı Osman Gâzi Bursa’nın fethini işitince memnun olup, Orhan Beyi yerine vâris tâyin etti Diğer evlatlarının ve kumandanlarının Orhan Beye bîat edip, ona karşı itâatli olmalarını bildirdi Osman Beyin Bursa’nın fethinden önce, fetih sırasında veya fetihten sonra öldüğüne dâir kaynaklarda muhtelif rivâyetler mevcuttur Ancak bu kaynakların çoğuna göre Osman Bey, Bursa’nın fethinden hemen sonra vefât etmiş ve Gümüşlü Kümbete defnedilmiştir
Osmanlı Devletinin ikinci sultânı olarak tahta geçen Orhan Gâzi, Alâeddin Paşayı vezir tâyin etti Devlet Merkezi Yenişehir’den Bursa’ya nakledildi Askerî, idârî faâliyetlere ağırlık verilip, iktisâdî müesseseler kuruldu Aşîret kuvvetlerine ilâveten “yaya” denilen piyâde sınıfı orduya dâhil edildi Orhan Gâzi, 1327’de Bursa’da gümüş akçesini bastırdı Tâyinlerde bulunup, Akçakoca’ya Kandıra, Kara Mürsel’e İzmit Körfezinin güneyi ve Abdurrahmân Gâziye de yeni fethedilen Aydos ve Samandra’nın idâresi verildi Bu kumandanlar, bulundukları mevkilerde fetihlerle de vazîfeliydiler
Osmanlıların Boğaz sâhillerine kadar genişlemeleri Bizans’ı telâşlandırdı Türklerin Sakarya Irmağı sâhilinden Karadeniz istikâmetinde ilerlemesini durdurmak ve İznik kuşatmasını kaldırtmak için, Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos ordu hazırladı 1329 yılında İstanbul’un Anadolu yakasına geçti Floken’de karargâhını kurdu Orhan Gâzi, İznik kuşatmasına bir miktar asker bırakarak, sekiz bin kişilik kuvvetle Bizanslılara karşı harekete geçti Maltepe (Pelekanon) mevkiinde düşmanla karşılaştı 1329 Mayısında meydana gelen Osmanlı-Bizans muhârebesi, sabahtan akşama kadar sürdü Bizans İmparatoru bir günlük muhârebenin sonunda, büyük ümitlerle Rumeli’nden Anadolu’ya geçirdiği ordusunun, Osmanlılar karşısında dayanamayacağını anladı Gece karanlığından istifâde etmeyi düşünen İmparator, muhârebe meydanından karargâhına dönmek isterken Orhan Gâzi, fırsatı kaçırmadı Gece muhârebe şartlarını iyi bilen ordusuyla Bizanslıları tâkibe geçti
Bizans ordusu gece taarruzuna uğrayınca, paniğe kapılarak, birbirine girdi İmparator yaralı vaziyette canını kurtarabildiyse de, ordusu imhâ edildi Savaşı kazanan Orhan Gâzi, İznik şehrinin kuşatmasını şiddetlendirdi Bizanslıların İznik kumandanı, Pelekanon Muhârebesinin netîcesini öğrenince, artık kendisine yardım edilemeyeceğini kestirdiğinden, Osmanlıların adâletine sığınarak teslim oldu Kaleyi teslim alan Orhan Gâzi, ahâliden arzu edenlerin eşyâlarıyla birlikte gitmesine müsâade etti Ayrıca Osmanlı Devletinin tebaası olarak kalıp, yalnız cizye vermek şartıyla, âdet ve ananelerini muhâfaza edebileceklerini de îlân etti Halkın büyük çoğunluğu Osmanlı idâresini tercih etti Muhârebe ve kuşatmada eşleri ölen kadınlar, Orhan Gâziye mürâcaat edip, sâhipsiz kaldıklarını, Müslüman olup, Osmanlılardan isteyenlerle evlenebileceklerini bildirdiler Orhan Gâzi, İznik’in yerli kadınlarının arzularını îlân edip, isteyenlerin bunlarla evlenebileceklerini ve bunlarla evlenenlerin İznik muhâfazasında vazîfelendirileceğini açıkladı Ayrıca halktan İznik’te kalıp Müslüman olmayanlara, İslâmiyetin gayrimüslimlere olan hukûku tatbik edilip, vergilendirildi Osmanlı Devletinin merkezi, geçici olarak İznik’e taşındı Şehir îmâr edilip, İslâmî eserlerle süslendi Orhan Gâzi, İznik’in en büyük kilisesini câmiye çevirtip burada Cumâ namazını kıldı Manastırını da medreseye çevirtti İmâret yaptırdı Orhan Gâzinin hayırsever hanımı Nilüfer Hâtun, imâret; oğlu Süleymân Paşa medrese ve diğer hayır sâhipleri de şehirde pek çok sosyal tesis kurdular Bundan sonra, bölgenin ticârî bakımdan meşhur şehirlerinden olan İzmit’in kuşatılması şiddetlendirildi Bizans İmparatoru, deniz yoluyla İzmit’in yardımına geldi Orhan Gâzi Osmanlı Devletinin ilk sulh antlaşmasını, İzmit’in muhâsarası esnâsında, Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos ile yaparak kuşatmayı kaldırdı
1331’de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabaları Osmanlı ülkesine katıldı 1333’te Gemlik, 1336’da Kirmasti, Mihaliç ve Ulubad kasabaları fethedildi 1337’de şiddetli bir şekilde tekrar kuşatılan İzmit teslim olmak zorunda kaldı İzmit’in fethiyle Kocaeli Yarımadasının tamâmı Osmanlıların eline geçti Daha sonra Hereke, Yalova ve Armutlu’nun da fethedilmesiyle Osmanlı Devletinin hudûdu Boğaz sâhiline dayandı Bizans’ın Anadolu ile irtibatı sâdece Şile ve Boğaziçi’nde kaldı Orhan Gâzinin Bizans’ı iyice sıkıştırması, Üçüncü Andronikos’u antlaşmaya mecbur etti 1341 Osmanlı-Bizans Antlaşmasına göre Anadolu’daki Şile ve Üsküdar Orhan Gâzinin akıncılarından emin olmak şartı ile diğer yerler Osmanlı Devletine kaldı
Diğer taraftan Karesi beyinin ölümü üzerine, babasının yerine geçen Demirhan’a muhâlefet eden kardeşi Dursun Bey ölüm korkusu yüzünden Orhan Gâziye sığındı Dursun Bey, birâderlerinin yerine hükümdâr olmak için Orhan Gâziden yardım istedi Dursun Bey yardım edildiği takdirde Balıkesir ile berâber bâzı şehirleri Osmanlılara vermeyi vaad etmesi üzerine Orhan Gâzi, Karesi üzerine sefere çıktı Demirhan Bey, Orhan Gâzinin üzerine geldiğini duyunca, Balıkesir’den Bergama’ya kaçtı Bergama’nın muhâsarası sırasında Dursun Bey kaleden atılan okla öldü Teslim olmaya mecbur kalan Demirhan Bey, Bursa’ya getirildi Balıkesir, Manyas, Edincik, Kapıdağı ve havâlisi Osmanlı topraklarına katıldı Bu arada Bizans’taki saltanat mücâdelesinde taht iddiâcıları Orhan Gâzinin desteğini sağlamak istediler Altıncı Yuannis Kantakuzen, kızı Teodora’yı Orhan Gâziye verdi Orhan Gâzi, 5000 Osmanlı askerini Avrupa kıtasına geçirip Kantakuzen’e yardımcı gönderdi Yardım için Trakya’ya geçen Osmanlı askeri, bölgede keşif yaparak çevreyi tanıdı Orhan Gâzinin desteğiyle Bizans tahtına sâhip olan Altıncı Yuannis Kantakuzen, 1347’de damadını Üsküdar’a dâvet ederek görüştü Orhan Gâzi, Üsküdar’da üç gün misâfir kaldı Kantakuzen, Bizans tahtındaki yerini sağlamlaştırınca Papa’yla gizli irtibat kurdu ve Akdeniz, Ege, İstanbul ve Karadeniz’de koloni rekâbetindeki Venediklileri destekledi Buna karşılık Orhan Gâzi de Cenevizlilere yardım etti Ayrıca 1352’de Üsküdar ve Kadıköy ile Marmara adalarını fethettirdi Kantakuzen aleyhine Bulgarlar ve Sırplar batıdan harekete geçince Osmanlılara karşı Papalık ile ittifak içinde olmasına rağmen, Orhan Gâziden yardım istedi Orhan Gâzi, Bizanslılardan Gelibolu Yarımadasındaki kalelerden birinin verileceğine âit söz alınca, oğlu Vezir Süleymân Paşa kumandasında on bin kişilik bir Osmanlı kuvveti gönderdi Kantakuzen, Osmanlı askerinin yardımıyla Dimetoka’da Bulgar ve Sırplara karşı başarılı muhârebeler yaptı Orhan Gâzinin oğlu Süleymân Paşa Anadolu’ya dönerken Bizans İmparatorunun Gelibolu Yarımadasında Osmanlılara verdiği Çimpe Kalesinde asker bıraktı Osmanlıların 1353’te Çimpe Kalesine yerleşmeleriyle Rumeli’deki fetihler için üsse sâhip olmaları, bölgenin kontrolünü sağladı 1354’te Gelibolu’nun fethi ile Avrupa kıtasındaki Osmanlı toprakları devamlı genişledi Süleymân Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Bolayır ve Tekirdağ’ına kadar, bütün Marmara kıyılarına hâkim olmaları, Kantakuzen’i telaşlandırdı Osmanlıları bölgeden atma faâliyeti içine girdi Orhan Gâzi ile İzmit’te görüşüp, Çimpe Kalesini on bin altın karşılığı satın alabileceğini söyledi ve Osmanlı kuvvetlerinin Gelibolu’dan çıkmalarını istedi Orhan Gâzi, teklifleri kabul etmedi Kantakuzen, Balkan ve Hıristiyan devletleriyle ittifak kurmak istediyse de müttefik bulamadı Kantakuzen, 1355’te Bizans tahtından indirilince, yerine Yuannis Paleolog getirildi Yuannis, Osmanlıların Avrupa kıtasındaki hâkimiyetine karşı koyulamayacağını bildiğinden Orhan Gâzi ile iyi geçinme yolunu seçti Orhan Gâzinin oğlu Halil’i korsanlardan kurtarıp, on yaşındaki kızını Osmanlı şehzâdesine vermeyi kararlaştırdı Ancak daha sonra Papalık ile münâsebetlerde bulundu Hattâ Bizans’ın Ortodoksluğu bırakarak Katolikliğe geçmesini plânladı Böylece Lâtin devletlerinden daha çok yardım alacağını ümit ediyordu Buna karşılık Orhan Gâzi fetih hareketini hızlandırdı Süleymân Paşa, 1356 senesinde Doğu Trakya’ya geçerek Malkara ile Keşan ve Çorlu’yu aldı Bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini kuvvetlendirmek için Anadolu’dan Türk-İslâm nüfûsu getirilerek iskân edildi Rumeli fütûhatında, Osmanlıların yerli ahâliye iyi muâmelesi, din, mezhep, dil hoşgörüsü; can, mal, ırz, emniyeti sağlaması, bölgeye sulh, sükûn, huzur ve refâh getirdi
Trakya’da bu son fetihlere kardeşi Murâd Beyle devâm eden Süleymân Paşa, 1359 senesinde bir avı tâkibi sırasında düşerek kırk üç yaşında vefât etti Rumeli fethine, Gâzi Murâd Bey devam etti Oğlunun vefâtına ziyâdesiyle üzülen Orhan Gâzi rahatsızlandı Veliahtlığa getirdiği Murâd Beye şu nasîhatlarda bulundu:
“Oğul, saltanatına mağrûr olma Unutma ki, dünyâ, hazret-i Süleymân’a kalmamıştır Unutma ki, dünyâ saltanatı geçicidir, lâkin büyük bir fırsattır Allah yolunda hizmet ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) şefâatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir Dünyâya âhiret ölçüsüyle bakarsan ebedî saâdeti fedâ etmeye değmediğini göreceksin Oğul! Rumeli Hıristiyanları rahat durmayacaktır, sen o cânibe yürü Rumeli fethini tamamla Konstantiniye’yi ya fethet, yâhut fethe hazırla, civardaki Türk beyleriyle mesele çıkarmamaya çalış Ahâli her ne kadar bizi istese de başlarında bulunan beyler, beyliklerinden geçme taraftârı gözükmez Daha bir zaman idâre edecekler, lâkin sonunda olmuş meyve gibi avucuna düşecekler Anadolu’da gâile çıkmazsa Rumeli işini rahat halledersin Bu yüzden Anadolu’nun sessizliğini bozmamaya gayret et Cennetmekân babam Osman Gâzi Han, Söğüt ve Domaniç’ten ibâret bir avuç toprağı beylik yaptı Biz Allah’ın izniyle beyliği hanlığa çevirip sultanlığı ikmal ettik Sen daha da büyüğünü yapacaksın Osmanlıya iki kıta üstünde hükmetmek yetmez Zîrâ i’lâ-yı kelimetullah azmi dünyâya sığmayacak kadar yüce bir azimdir Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi Roma’nın vârisi de biziz Oğul, Kur’ân-ı kerîm’in hükmünden ayrılma Adâletle hükmet Gâzileri gözet Dîne hizmet edenlere hizmeti şeref say Fakirleri doyur Zâlimleri ise cezâlandırmakta tereddüt gösterme En kötü adâlet, geç tecellî eden adâlettir Sonunda hüküm isâbetli dahi olsa, geciken adâlet zulümdür Oğul, biz yolun sonuna geldik, sen daha başındasın Cenâb-ı Mevlâ saltanatını mübârek kılsın ”
1360’ta rahatsızlığı artarak vefât etti Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi
Şahsiyeti nesillere örnek mâhiyette olan Orhan Gâzi, halîm selîm olup, son derece merhametliydi Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi Askerlerini ve tebaasını kendisinden fazla korurdu Muhârebelerde zâyiât durumuna dikkat ederdi Zâyiâta sebep olacak yerlerin fethini kuşatmayla kolaylaştırıp, teslimini beklerdi Çok âdildi Dîni bütün bir Müslüman olup, ülkede İslâm hukûkunu tereddütsüz tatbik ettirirdi Orhan Gâzinin İslâm ahlâkına hayrân olup adâletine gıpta eden Hıristiyanlar, kendi soyundan ve dîninden hânedânların yerine, Osmanlı idâresini tercih ederlerdi İyi bir teşkilâtçı, cesur bir kumandan olduğu gibi mükemmel bir idâreciydi İlme, âlimlere ve gönül sultanı mânevî şahsiyetlere hürmetkârdı Âlimlerin sohbetinde bulunup, onlarla istişâre ederdi Îmâr ve iskân siyâsetine önem verip, devrinde fethedilen beldelere Türk-İslâm nüfûsu yerleştirirdi Osmanlı ülkesinin nüfûzunu arttırıp, devleti müesseseleştirdi
Devletin topraklarını altı misli büyüten Orhan Gâzinin vefâtı sırasında Osmanlı Devleti Bilecik, Bursa, Balıkesir, Bolu ve civârı, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Çanakkale, İstanbul’un birkaç kalesi hâriç Anadolu yakası, Ankara, Ayaş, Beypazarı, Nallıhan, Kızılcahamam, Haymana, Polatlı, Soma, Kırkağaç, Domaniç, Bergama, Dikili, Kınık, Marmara Adaları, Trakya’da Tekirdağ, Lüleburgaz, İpsala, Keşan gibi şehir ve kalelere hâkim bulunuyordu
Orhan Gâzi, Sultan olunca, devlet teşekküllerini kuvvetlendirdi ve yenilerini kurdu Saltanatının üçüncü yılında hükümdârlık alâmetinden olarak Bursa’da gümüşten akçe kestirdi Akçenin bir tarafında Kelime-i şehâdet ile Hulefâ-i Râşidîn’in (radıyallahü anhüm) isimleri yâni; Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Ali yazılı idi Diğer tarafında; Orhan bin Osman, basıldığı târih olan H 727 ve Osmanlıların mensup olduğu Kayı boyunun damgası vardı
Osmanlı Devletinde ilk fütûhatı yapanlar aşîret kuvvetleri olup, hepsi atlı idi Bu kuvvetler uzun süre muhâsara hizmetlerinde bulanamadıkları için muvaffakiyetler gecikiyordu Orhan Gâzi, bu yüzden Bursa’nın fethinden sonra, askerî teşkilâtta yenilikler yaptı Türk gençlerinden dâimî ve esaslı bir yaya ordusu kuruldu Askerî birliklerde onluk sistem tatbik edildi Piyâde askerler, onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldı On kişiye onbaşı ve yüz kişiye yüzbaşı zâbitler tâyin edildi Bin mevcutlu kuvvetlerin başındakilere de binbaşı rütbesinde subaylar tâyin edildi Müsellem denilen süvârî kuvvetinin otuz askeri, bir ocak kabûl edildi İlk plânda biner kişilik birlikler hâlinde kurulan yaya ve müsellem askerlerinin sayıları zamanla arttırıldı Günlük birer akçe olan ücretleri, iki akçeye çıkartıldı Ayrıca muhârebe dışında işleyebilecekleri arâziler de verildi Timar sisteminin tatbikiyle askerî hizmete tâyin edilenlerin miktârı, tertip edilen kadroyu çok geçtiğinden, bunların nöbetle sefere gitmeleri ve sefere gidenlere, gitmeyenlerin yardımcı olmaları kânun hâline getirildi Sefere gitmeyenlere “yamak” denildi Yamaklara yardım karşılığı ücret verilirdi
Osmanlı devlet teşkilâtı, ilk defâ Orhan Gâzi zamânında teşkil olundu İlk devlet teşkilâtında Anadolu Selçukluları ile İlhanlıların teşkilâtları örnek alınarak bir hükümet mekanizması kuruldu Bunun esâsı Beylik merkezindeki dîvândı Bu dîvâna devlet reisi olan pâdişâh başkanlık ettiği gibi îcâbında pâdişâh adına vezir de başkanlık yapabilirdi Osmanlı Devletinin ilk veziri Orhan Gâzinin tâyin ettiği Hacı Kemâleddîn oğlu Alâeddîn Paşa idi Vezirler “paşa” unvânını taşırlardı Devletin askerî ve idârî bütün işlerinde pâdişâha yardımcı olurlardı Şehir ve kazâlar kâdı ve subaşıların idâresindeydi Kadı, idârî ve adlî; subaşı da âsâyişle askerî işlere bakardı Orhan Gâzi devrinde en yüksek kadılık makâmı Bursa kadılığı olup, tâyinlere de bakardı
Orhan Gâzi devrinde fethedilen beldeler, ilmî, mîmârî ve sosyal tesislerle süslendi İznik fethedilince, manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu Yine İznik’te yaptırmış olduğu imâretin açılışında kendi eliyle fakirlere ve gâzilere aş dağıttı Ahâlisinden Müslim ve gayrimüslim hiç kimsenin aç ve açıkta kalmamasına gayret etti Bursa’da, câmi, imâret, tabhâne, yol, köprü ve hamamlar yaptırdı Hanımı Nilüfer Hâtun da; İznik’te bir imâret, Nilüfer Çayı üzerinde köprü ve çeşme gibi pek çok hayrât inşâ ettirdi İlk Osmanlı medresesi olan İznik Medresesinin müderrisliğine zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin âlim Dâvûd-i Kayserî tâyin edildi Dâvûd-i Kayserî, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Füsûs-ül-Hikem adlı eserini Matla-ı Husûs-il-Kelim fî Şerh-i Füsûs-ül-Hikem adıyla şerh edip, talebelerine okuttu Bu eser, güzel İslâm ahlâkının Osmanlı topraklarında yayılmasında rol oynadı
Orhan Gâzi, gâzilerin yetişmesinde, yeni fethedilen yerlerin İslâm beldesi olmasında, fetih öncesi hazırlıkların yapılmasında, gazâ esnâsında askerin şevke getirilmesinde büyük emekleri geçen âlimler ve dervişlere de hürmet edip onların barınmaları ve hizmetlerini kolayca îfâ edebilmeleri için, tekke ve zâviyeler yaptırdı Bu dervişlerden Geyikli Baba ve Derviş Murâd meşhurdur
Orhan Gâzi, vefât ettiği zaman; Murâd, İbrâhim ve Halil ismindeki üç oğlu hayatta idi Süleymân Paşa ve Kâsım isimlerindeki oğulları kendisinden önce vefât etmişlerdi Süleymân Paşa ile Murâd Bey, Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hâtun’dan, Halil Bey ve Kâsım Bey, Bizans kayseri Kantakuzen’in kızı Teodora’dan; İbrahim Bey ile Fatma Sultan, Rum prensesi olan Aspurça’dan doğmuştur Kendisinden sonra oğlu Sultan Birinci Murâd Han, Osmanlı sultânı oldu
Osman Gazi
Osmanlı sultanlarının ilki Dünyânın en uzun ömürlü hânedanının ve en büyük devletlerinden Osmanlı Devletinin kurucusu 1258 tarihinde Söğüt’te doğdu Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzinin oğludur Türk ve İslâm terbiyesiyle yetiştirildi İslâmî ilimler öğretildi Devrin örf ve âdetince mükemmel bir askerî tâlim ve terbiyeyle yetişti Ertuğrul Gâzinin silâh arkadaşı ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi öğrendi Onların gazâlarını dinledi Yaptıklarından ibret alarak, gençliğinden îtibâren gazalara katılıp, zaferler kazandı, kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi Bizans’ın hâkimiyetindeki Batı Anadolu gazâ memleketi olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pek çok kumandan mücâhid, derviş ve her biri birer gönül sultanı şeyh ve âlim bulunuyordu Osman Gâzi; Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından, ahîlerden, Şeyh Edebâli’nin sohbetlerine katılıp, mâneviyâtını yükseltti 1277 yılında, on dokuz yaşındayken bir gece rüyâsında; Şeyh Edebâli’nin böğründen bir ay çıkıp, göğsüne girdiğini, sonra göbeğinden, bütün âfâkı, gökyüzünü kaplayan bir ağacın çıktığını, yüksek dağ ve pınarlara gölge saldığını ve insanların ondan çok faydalandıklarını gördü Rüyâsını Şeyh Edebâlî hazretlerine anlattı Hocası; “Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına saltanat verdi Bütün dünyâ, evlâdının himâyesinde olacak, kızım Mâl Hâtun da sana eş olacak” diyerek rüyâsını tâbir etti On dokuz yaşındayken Şeyh Edebâli’nin kızı Mal Hâtun ile evlendi Edebâlî’nin kızının Bâlâ Hâtun olduğu da rivâyet edilmiştir Osman Gâzi cesâreti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve tatbikatı herkesçe takdir edildiğinden babası tarafından Kayı boyu beyliğine aday gösterildi Ertuğrul Gâzi, 1281 yılında vefât edince Kayı beyi oldu
Anadolu Selçuklu Devletinin Bizans hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arâzisine hâkimdiler Osman Gâzi, Kayı beyi olunca, hudut komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı Bunlar arasında en çok Bilecik Tekfuru ile anlaşıyordu Boyda, eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır eşyâları Bilecik Tekfuruna emânet etmek, buna karşılık tekfura bâzı hediyeler sunmak geleneği vardı Emânetin teslimi ve alınması, silahsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı Aşîretlerin yaylaya çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl Tekfuru yollarını keserek, onlara zarar veriyor, bu yüzden sık sık çarpışmalar oluyordu Osman Beyin kuvvet ve nüfûzunun devamlı arttığını gören İnegöl Tekfuru Nikola, komşularından tedbir alınmasını istedi İnegöl Tekfurunun Bizanslılara ittifak teklifi, Bilecik Tekfuru tarafından Osman Gâziye haber verildi Tekfur Nikola’nın, Pazarköy (Ermenibeli)de kuvvet topladığı tespit edilince, Osman Gâzi, Kayı ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdurrahman Gâzi, Aykut Alp, Konur Alp ve Turgut Alp ile görüşme yaparak, İnegöl’ün fethine karar verdi 1284’te Pazarköy’de meydana gelen muhârebede, Osman Gâzinin yeğeni Bay Hoca şehit düştü Muhârebe ardından Kulaca Kalesi fethedildi Mağlubiyet üzerine İnegöl Tekfuru ile Karacahisar Tekfuru birleştiler 1288 yılında Domaniç yakınında Erice (Ekizce)’de yapılan muhârebede, tekfurlar tekrar mağlup edildiler Bu muhârebede de Osman Gâzinin kardeşi Sarı Yatu (Sarı Batı) şehit oldu Osman Gâzinin Ekizce muvaffakiyeti, Anadolu Selçuklu Sultânı Gıyâseddîn Mesud Şah tarafından mükâfatlandırıldı Gönderilen bir fermanla, Söğüt, Osman Gâziye yurt olarak verildi
Sultandan aldığı duâ sonrasında gazâ akınlarını daha da hızlandıran Osman Gâzi, bir baskınla İnegöl Tekfurunu ve pek çok askerini öldürdü İnegöl’den pek çok ganîmet aldı İnegöl Tekfurunun öldürülmesi ve Osman Gâzinin devamlı genişlemesi, Bursa ve İznik tekfurlarını telâşlandırdı Osman Gâzinin, Bizans tekfurlarına karşı tâkip ettiği siyâset; Anadolu Selçuklu Sultanlığınca takdir edilip, tekrar mükâfatlandırıldı 1289’da bir fermanla, Söğüt’e ilâveten Eskişehir ve İnönü tarafları verilip, mîrî vergiden muaf tutuldukları gibi, Beylik alâmetlerinden alem, tuğ, kılıç ile gümüş takımlı at da gönderildi Selçuklu sultanının hediyeleri alınıp, fermanı okununca Osman Gâzinin gazâ akınları iyice hızlandı İznik’e akın tertiplendiyse de kale alınamadı, pek çok ganîmetle dönüldü Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular 1291’de Karacahisar fethedilince, alınan ganimetlerin beşte biri, Anadolu Selçuklu Devleti başşehri Konya’ya gönderilip, kalanlar muhârebeye katılan gâzilere dağıtıldı 1292’de Sakarya Irmağının kuzeyine akın yapıldı Bu akınlarda Sorgan Köyü, Göynük, Taraklı Yenicesi ve Mudurnu taraflarının askerî mevkileri tahrip edilip, pek çok ganîmet alındı Osman Gâzi, gazâlarda alınan ganîmetleri, hâlen kuruluş safhasında olan devletin ihtiyaçlarını tamamlamakta kullanıyor, kalanlarını muhârebelere katılan gâzilere dağıtıyordu Osman Gâzinin teşkilâtlanmaya verdiği ağırlık, 1298 yılına kadar devâm etti
Osman Gâzinin ileriye dönük faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telaşlandırdı Bilecik Tekfuru da Osman Gâzi aleyhine ittifak içine girdi Bizans-Rum tekfurları, Osman Gâziyi muhârebe meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, entrikaya başvurdular Yarhisar Tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik Tekfurunun düğününe dâvet edip, öldürmeyi plânladılar Osman Gâziye suikast tertibi, dostu Harmankaya Tekfuru Köse Mihal tarafından haber verildi Gerekli tedbirleri alan Osman Gâzi, Bizans tekfurları ile berâber dâvet edildiği düğüne, hediye olarak kuzu sürüsü gönderdi Düğün sonrası yaylaya çıkacağını bildirerek, eskiden olduğu gibi değerli eşyâlarının kadınlar vâsıtasıyla kaleye alınmasını istedi Bilecik Tekfuru, Bizans tekfurlarıyla ittifak hâlinde olduğundan, Osman Gâzinin teklifini kabul edip, düğün yeri olan Çakırpınarı’na gitti Osman Gâzi, aşîretin eşyâsı yerine atlara silâh yükletip, harp hîlesiyle, kırk kadar gâziyi kadın kılığında Bilecik’e gönderdi Aşîret kâfilesi, Bilecik’e gidip, şehri ele geçirdi Osman Gâzi de düğünden dönen tekfurları, kurduğu pusuyla yenilgiye uğratıp, düğüne katılanların ve askerlerinin çoğunu öldürttü Osman Gâziye karşı tertiplenen Bizans entrikası lehe çevrilip, gelin dâhil, düğüne katılanların bir kısmı esir alındı Geline Nilüfer adı verilip, Osman Gâzinin oğlu Orhan Gâziye nikâhlandı Fethe devam edilip, ertesi gün Yarhisar Kalesi kuşatıldı ve ele geçirildi Osman Gâzinin kumandanlarından Turgut Alp ve gâziler de İnegöl’ü fethettiler
Osman Gâzi, Batı Anadolu’da Bizans hududunda fetihlerde bulunurken, Moğol İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ ettiler İlhanlı Hükümdârı Gazan Han, Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddîn Şahı İran’a götürdü Bütün Türkiye Selçuklu Devletinin toprakları, İlhanlıların eline geçti İlhanlı zulmünden hicret eden birçok Anadolu Selçuklu emiri ve mâiyeti, Osman Gâzinin gazâlarına katılmak için hizmete geldi Böylece Osman Gâzi 1281 yılından beri arâzisini devamlı genişletip, gazâ niyetiyle hizmetine katılanlarla devamlı güçlendi Anadolu Selçuklu Sultanlığının fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanan Türk beyleri istiklâllerini îlân ettiler Osman Gâzi de iyice kuvvetlenmişti 1299’da istiklâlini îlân edip, tâbîlikten kurtuldu Osman Gâziye istiklâl âlâmetleri olan ferman, sancak, alem, tuğ, kılıç ve at ile takımı önceden verildiğinden, istiklâlini îlân etmesiyle, devlet teşkilâtının müesseselerini kurup, her kaleye subaşı, dizdar, kadı tâyin etti Köyler, timar olarak sipâhilere dağıtıldı Bu arada Yundhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi Osman Gâzi, yeni fethedilen Yenişehir’i merkez hâline getirdi Burada idârî, iktisâdî ve sosyal müesseseler inşâ ettirip, evler, dükkanlar, çarşı ve hamam yaptırdı Devleti beş idârî bölgeye ayırdı Her bölgenin idâresine güvendiği, kâbiliyetli ve âdil kumandanlar tâyin etti Oğlu Orhan Beye Sultanönü, Gündüz Alp’e Eskişehir, Aykut Alp’e İnönü, Hasan Alp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl bölgelerinin idâresini verdi
Netîcede, dört yüz çadırla Türkiye Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen Kayı Aşîreti, 1299’da Osman Gâzinin adına izâfeten Osmanlı hânedanı ve devletini kurmuş oldu Osman Gâzi, İslâm dîninin esaslarını, Türk örfünü, teşkilât ve müesseselerini safha safha yerleştirip, mükemmelleştiriyordu Teşkilât ve müessesesini kurarken, İslâm dîninin farzlarından cihat emrini de yapıyorlardı Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı tehlikesini, huduttaki tekfurlarla halledemeyeceğini anlayan Bizans Kayseri İkinci Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman Gâzi üzerine sefere gönderdi Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetleriyle Osman Gâzi, 1301’de İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar Kalesi mevkiinde karşılaştılar 27 Temmuz 1301 târihinde yapılan Koyunhisar Muhârebesinde, Osman Gâzi muzaffer oldu 1302 yılında Köprühisar Kalesi fethedildi 1303’te Yenişehir’in güneybatısındaki Marmaracık Kalesi fethedilip, İznik’in kuzeyindeki Katırlı Dağı eteğine kale yapıldı Kaleye Taz Ali kumandasındaki yüz asker bırakılarak İznik ablukaya alındı 1306’da Bursa Tekfurunun idâresindeki müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer yapıldı Osman Gâzi, müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini Dinboz’da mağlup etti Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri, Osmanlıların eline geçti 1306’da Osmanlılar, ilk defa Ulubat tekfuruyla askerî antlaşma imzâladılar Antlaşmaya göre; mülteci Kite Tekfuru Osmanlılara iâde edilecek, Türkler Ulubat Nehrini geçmeyecekti
Osman Gâzinin Osmanlı arâzisini devamlı genişletmesi, Bizanslıları telaşa düşürdü Bizanslılar, İlhanlılarla akrabâlık kurarak, Osmanlı taarruzlarından kurtulmak istediler Bizans Kayseri, kızı Maria’yı İlhanlı hükümdarı Gazan Hana nişanladı Onun ölümüyle de Olcaytu Hana nişanlayarak, kalelerini Osman Gâzinin taarruzlarından kurtarıp, Osmanlı hakimiyetindeki arâzilerin geri alınmasını ümit etti Osman Gâzi, Bizans Kayserinin ittifak arayışı içinde olduğu zamanda da gazâlarını sürdürdü 1307’de İznik kuşatılıp, Yalova’ya akın düzenlendi Böylece Osmanlılar, denize ulaştı 1308’de Marmara Denizindeki İmralı Adası fethedilip, deniz üssüne sâhip olundu Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve irtibatı kontrol altına alındı İznik civârındaki Koçhisar fethedildi
Osmanlıların Bizans hududunda tesis ettiği âdil idâre; tekfurların zulmünden, vergilerin ağırlığından bıkan Hıristiyan ahâliden başka, kumandanların da takdirini kazanmıştı Rumlar, Osman Gâzinin idâresine sığınmaya başladı 1313’te Harmankaya Tekfuru Mihal de Osman Gâzinin maiyetine girip, Müslüman oldu Köse Mihal Gâzi adını alarak, pek çok muhârebeye katıldı Osmanlı Devletine çok hizmeti geçti Marmara sâhilinden Karadeniz istikâmetinde gazâ akınlarına devâm eden Osmanlılar, 1313’te Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke, Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerini fethettiler Bursa, Osmanlı arâzisi ortasında bırakıldı Bursa ablukaya alınıp, Kaplıca ve Uludağ istikâmetlerine iki kale yapıldı Kaplıca istikâmetindekinin kumandanlığına Osman Gâzinin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ tarafındakine Balaban tâyin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi 1313 yılından îtibâren Bursa kuşatmaya alındı Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip, Kütahya’ya yerleşen Çavdarlı Aşîretinin Osmanlıya karşı yaptığı düşmanca hareketler, Osman Gâzinin oğlu Orhan Gâzi tarafından durduruldu Oymahisar’da yapılan muhârebede Çavdaroğlu esir edilip, aşîretin saldırganları cezalandırıldı 1317 yılında Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz istikâmetindeki Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldılar Akça Koca Sakarya Nehrinin batısından İznik Kalesine kadar olan mevkii fethetti Buralara, adına izafeten, Koca-eli denildi
Osman Gâzinin, gençliğinden beri Rum ve düşman tecâvüzlerine karşı sürdürdüğü askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken gerçekleştirdiği idârî ve siyâsî faaliyetler, onu altmış yaşından itibâren iyice yormaya başladı Nikris (romatizma) hastalığından da muzdaripti Gazâ akınlarıyla yetişip, yiğitliği, cesâreti, bilgisi ve dînine sadâkatiyle düşmanların korkusunu, Müslümanların takdirini kazanan oğlunun idâre tarzını sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih hareketlerinde ve siyâsî hâdiselerde Orhan Gâziyi vazifelendirdi 1321’de Orhan Gâziyi Mudanya, Kara Timurtaş Beyi de Gemlik seferine gönderdi Mudanya fethedilip, Bursa ablukası daha da kuvvetlendi Akınlara devam edilerek 1323’te Akyazı, Ayanköy, 1324’te Karamürsel, 1325’te Orhaneli denilen Atranos fethedildi Osman Gâzi, 1314 yılından beri çevresini ablukaya alıp, kuşatma hâlinde tuttuğu Bursa’nın fethini görmek istiyordu Orhan Gâzi, 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’yı fethedip, Osman Gâzinin ve Müslümanların arzusunu yerine getirdi Gâzilerin akınları netîcesinde, Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisarı fethedildi Bursa dâhil bütün fethedilen bölgeler îmar olunarak, sâhipsiz evler gâzilere dağıtıldı Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlar, İslâm dîninin gayrimüslimlerle alâkalı hukûku tatbik edilerek vergilendirildiler
Osman Gâzinin hastalığı Bursa’nın fethinden sonra arttı Hocası Şeyh Edebâlî ve hanımı Mâl Hâtunun vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Beye vasiyetnâmesi, İslâmiyete olan sevgi ve saygısını, Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir
Vasiyetnâmenin özü şöyledir:
“Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemiyesin! Bilmediğini âlimlerden sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmiyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmiyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, şerîat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurûr getirip, şerîat ehlinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik davâsı değildir Sana da bunlar yaraşır Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum ”
Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye candan sarılmış, devletin 600 sene hiç değişmeyen anayasası olmuştur Osman Gâzinin misâfir kaldığı evde Kur’ân-ı kerîm’e hürmeti, kurduğu Osmanlı Devletinin 623 yıl dîn-i İslâm ile idâre edilip, 620 yıllık iktidarıyla yorumlanır
Osman Gâzi vasiyetini yaptıktan sonra 1 Ağustos 1326 târihinde Söğüt’te vefât etti Kabri, Bursa’daki Gümüşlü Kümbet'tedir Osman Gâzinin, Orhan Beyden başka Alâeddîn Bey, Çoban Bey, Hâmid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adında oğulları, Fatma Hâtun adında bir kızı vardı Ölümünden sonra, devletin başına oğlu Orhan Bey geçti Osman Gâzi, sâlih bir Müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sâhipti Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı Dünyânın en uzun ömürlü hânedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu Osman Gâzi kurduğu hânedanla; üç kıta, yedi iklim, her çeşit ırk, dil, din, mezhep, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı, bünyesinde Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerif ve İslâm âlimlerince övülen mânevî hizmetlerin mirasçısı ve idârecilik vasfının 13 yüzyıldan 20 yüzyıla kadar nesillere intikalcisidir Osmanlı Devleti şer’î meselelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi hükümlerince hâlletti Kazâ merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kadılar, Hanefî mezhebine göre karar verirlerdi Osman Gâzi zamânında askerî teşkilât, Oğuz töresine göre olup, aşîret kuvvetlerine dayanıyordu
Târihçilerin, Osman Gâzi ve kurduğu devlet hakkındaki ortak fikirleri özetle şöyledir:
Türk ve İslâm târihinin en muhteşem devri Osmanlıların eseridir Onlar, millî ve İslâmî mefkûrelerinin dâhiyâne terkibi, siyâsî istikrar ve sosyal adâletleri sâyesinde üç kıtanın ortasında ve Akdeniz havzasında, beşer târihinde nizâm-ı âlem dâvâsının en kudretli temsilcileri olmuşlardır
Osmanlı hânedanı, dünyâda hiçbir âileye nasip olmayan büyük ve dâhî pâdişâhları bir biri ardından yetiştirmekle, bu devlete yalnız en büyük hayâtiyeti bahşetmedi Onu millî, İslâmî ve insânî idealler çerçevesinde milletin kalbini kazanarak cihân hâkimiyeti düşüncesinin de en sağlam teşkilâtı hâline getirdi İslâm dîninin, beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için îlân ettiği yüksek esaslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, Eshâb-ı kirâmdan sonra en ileri derecesine Osmanlı devrinde ulaşmıştır
Osmanlı sultanları ilmi ve ilim adamlarını, memleketlere sâhip olmaktan üstün tuttular Kemâl sâhibi ilim erbâbını dâimâ takdir edip onlara rağbet gösterdiler Pâdişâhlar, savaşta ve barışta, kânunların düzenlenmesinde, dînin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlendiler İşlerinde âlimlerle istişâre eylediler Devlet nizamlarının hazırlanıp, düzenlenmesini ve teftişini onlara havâle edip, idârî mesûliyetlere onları da dâhil ettiler Bunun için Osmanlı Devletinde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkideydi Bu yüzden korkutmaya dayanmaktan çok, adâleti yerleştiren kânunlar yapıldı
Osmanlı Devleti, kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir âhenk, halk kitleleri arasında hiçbir fark ve tezâda müsâade etmemekle, dünyâ târihinde milletlerarası en kudretli ve cihânşümûl bir siyâsî varlık teşkil etti Osmanlı Devleti ve sultanlarının dâvâları da kendi tâbirleriyle “Nizâm-ı âlem” üzerinde toplanıyor, koca devletin hikmet-i vücûdu ve cihâdı da, bu millî, İslâmî ve insânî esaslara bağlı bulunan bir cihân hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu Bu düşünce, gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini bulmuş ve müstesnâ bir kudret kazanmıştı Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni devletlerden farklı olarak, ne dışta istilâ tehditlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, din, mezhep mensupları ve grupların huzursuzluk endişelerine mâruz bulunuyordu Osmanlı cihân hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideâli, şüphesiz millî şuur ve uyanış yanında asıl kaynağını İslâm dîninden alıyordu Şeyh ve evliyânın himmetleriyle yükselen gazâ rûhu, küçük Söğüt kasabasından Bursa’ya ve bu medeniyet merkezinden de Rumeli’ne yayılıyordu Bu arada Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde, tasavvuf da büyük kudret kaynağı idi Gerçekten de Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde tasavvuf tarîkatleri, şeyhler, velîler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır Osman Gâzi ve haleflerinin etrâfı, din adamları ve evliyâ ile dolmuş ve daha ilk günden Osmanlı akınları gazâ mâhiyetini almıştır
Nitekim Osman Gâzi, damadı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh Edebâlî’ye intisap ederek, her hususta onunla istişârede bulunurdu Kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına da İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti Bu vasiyete lâyıkıyla uyan Osmanlı sultanları, fethettikleri yerleri medrese, zâviye, imâret, dârülkurrâ ve türbelerle kutsîleştirmişler, buralarda yetişen âlimlerle dünyâya İslâmiyeti yaymışlar, asırlarca maddî ve mânevî güç ve emeklerini bu uğurda harcamışlardır
Osman Han II (Genç Osman)
Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve İslâm halîfelerinin seksen birincisi Babası Sultan Birinci Ahmed Han, annesi Mahfiruz Hadîce Sultandır 1604 senesinde İstanbul’da doğdu İyi bir eğitimle yetiştirildi Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi Kuvvetli bir edebiyât, târih, coğrafya ve matematik tahsili gördü 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa’nın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine, Osmanlı sultânı oldu
İkinci Osman’ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış antlaşması imzâlanarak harbe son verildi 1620 yazında Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini kuzeye doğru geçerek Otranto Boğazında Adriyatik’e geldi Dıraz üssünde iki İtalya gemisini ele geçirdi Daha sonra batıdan doğuya doğru Adriyatik Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi ve İtalya’ya asker çıkardı Kısa sürede Manfredonia liman ve şehrini fethetti Halil Paşa, bu zaferini Pâdişâha ve husûsî bir mektupla da şeyhi Üsküdarlı Azîz Mahmûd Hüdâi hazretlerine bildirdi ve çok hayır duâ aldı
Bu sırada Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya karşı cephe almıştı İhâneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla Nehrini geçerken imhâ etti Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet olarak alındı
Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, hem Akdeniz hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gâyesiyle 21 Mayıs 1621’de Cumâ namazını kıldıktan sonra sefere çıktı 1 Eylül 1621’de Hotin önüne varıldı ve kale derhâl kuşatma altına alındı 35 gün devâm eden muhârebelerde kale birkaç defâ düşmek durumuna geldiyse de yeniçerilerin itâatsizliği ve devlet adamlarının arasındaki geçimsizlikler, kesin netîcenin elde edilmesine mâni oldu Ancak Nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirzâ ile Kırım Hânının oğlu Nûreddîn, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pek çok ganîmetle döndüler Netîcede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü
Lehistan Seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bâzı ıslâhâtlar yapmak istiyordu Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişâhın emirlerine itâat eden bir ordu kurmak istiyordu Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu Ancak onun bu ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı da çok çekimser davranıyordu Nitekim, Osman Hanın hacca gitme arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandılar Öncelikle Osman Hanın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyân, daha sonra bâzı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü Netîcede, isyan, Sultan Osman Hanın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu
İsyan sırasında Sultan Osman’ı ele geçiren câniler, revâ gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Câmiye götürerek orada hapsettiler Genç pâdişâhın mâruz kaldığı hakâretin haddi hesâbı yoktu Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan bir hâle koymuştu İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı; “Dün sabah pâdişâh-ı cihân idim, şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size dahi kalmaz; hangi pâdişâhın kulları pâdişâhlarına bu ihâneti ettiler” diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin câniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı
Orta Câmide Genç Osman’ın muhâfazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin edildi Yeniçeriler, Sultan İkinci Osman’ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı yaşamasını istiyorlardı Nitekim, çok hâin bir kimse olan yeni Sadrâzam Dâvûd Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldular Osman Han, hayâtına kasteden Dâvûd Paşaya; “Behey zâlim, ben sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, mansıp verdim, bana gadrin nedir?” diye bağırdı
Buna rağmen, Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları olan cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zâbite, Sultan Osman’ı Yedikule’ye götürerek boğmalarını emretti Eski sultanın Yedikule’ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara biriken halk, o târihe kadar görülmemiş kalabalığı teşkil ediyordu
Yedikule’ye gelindiği zaman, vakit akşama yaklaşıyordu Dâvûd Paşanın emriyle oraya kadar gelen binlerce asker dağıldı Daha sonra Dâvûd Paşa, cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; “Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman’ın işini bitirin Yarına kalmasın ” dedi
Sultan Osman, günlerden beri perişân vaziyette, aç ve uykusuz olduğu hâlde, kendisini son nefesine kadar müdâfaa etmeye karar vermişti On cellâdın ilk hücûmu netîce vermedi Bire on nispet olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız pâdişâhla mücâdele edemeyeceklerini anladılar Kementten başka silâh da kullanmak istemiyorlardı Çünkü hânedândan olanın kanı akıtılamazdı Buna rağmen, dışarıdan balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu Fakat arkasından gelen bir cellat, baltası ile omzuna vurarak fenâ şekilde yaraladı Bu durumu fırsat bilen cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü Diğer câniler de üzerine yüklenerek genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622) Şehit Sultanın cenâzesi, o gece Topkapı Sarayına götürüldü Ertesi gün yapılacak cenâze törenine hazırlandı Öğle namazından sonra kılınan cenâze namazını müteâkip, Sultanahmed Camiinde babasının türbesine defnedildi
Genç Osman’ın şehit edilmesi, târihimizin en acıklı olaylarındandır Genç Osman’ın öldürülmesi, Anadolu’da bâzı isyânların çıkmasına sebep oldu Millet, pâdişâhın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi ve onun kâtillerini nefretle andı
Sultan İkinci Osman Han, güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sâhibi, bahadır bir pâdişâhtı Fevkalâde iyi bir binici, silâh ve harp âletlerini kullanmakta pek mâhirdi Şecâat ve binicilikte akranı pek az olup, şirin çehreli ve güzel tavırlıydı Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yardımcıya mâlik olmayışı, kendisine bu hazin sonu hazırlamıştı Yazmış olduğu şu beyt, onun ıslâhat ve düşünceleri ile muhâliflerinin durumunu çok güzel ifâde etmektedir
Niyyetim hidmet idi saltanat ü devletime
Çalışır hâsid ü bedhâh ecel nekbetime
Sultan Genç Osman dînî ve fennî ilimlerde âlimdi Fârisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı vardır
Osman Han III
Osmanlı sultanlarının yirmi beşincisi ve İslâm halîfelerinin doksanıncısı Sultan İkinci Mustafa Hanın oğlu olup, 2 Ocak 1699’da Şehsüvar Sultandan doğdu Şehzâdeliğinde mükemmel bir eğitim görerek büyüdü Zamânını, din, edebiyât ve tıp kitaplarını okuyarak kendisini yetiştirmekle geçiren Üçüncü Osman, 13 Aralık 1754 târihinde ağabeyi Birinci Mahmûd Hanın vefâtı üzerine sultan oldu
Sultan Üçüncü Osman, 2 Ocak 1755’te Eyüp Câmiinde kılıç kuşandı O devre kadar, yeni pâdişâh tahta çıktığı zaman mukâtaa, timar ve zeâmet sâhiplerinin beratları yenilenerek bir cülûsiye vergisi alınırdı Hazîne dolu olduğu için, Sultan Osman bu vergiyi affetti Ayrıca emeklilere de cülûs bahşişi dağıttı Sultan Üçüncü Osman’ın tahta çıktığı 1755 kışı çok şiddetli geçti Haliç dondu ve deniz yol oldu
Osman Hanın saltanatı huzur ve sükûnla başladı Belgrad Muâhedeleriyle başlayan sulh dönemi devâm etti Rus sınırındaki bâzı olaylar, Rusya ile bir ihtilâfa yol açacak gibi göründü ise de, iki tarafta da sulh bozulmadı Hudutlarda bâzı ayaklanmalar oldu Mısır’da Memlûklar başkaldırdılarsa da olaylar kısa sürede bastırıldı Üçüncü Osman Han bu olaylarda ihmâli görülen Vezîriâzam Bahir Mustafa Paşayı azlederek yerine Birinci Mahmûd zamânında iki defâ sadrâzamlık yapmış olan Hekimoğlu Ali Paşayı getirdi (15 Şubat 1755) Fakat Hekimoğlu, kısa bir süre sonra sadâretten alınarak, yerine başdefterdâr Nâilî Abdullah Paşa getirildi Nâilî Abdullah Paşa da üç ay gibi kısa bir süre sonra azledilerek yerine Silâhtar Bıyıklı Ali Paşa tâyin edildi Bu sırada İstanbul târihinin en büyük yangını oldu 28 Eylül 1755’te Hocapaşa semtinde çıkan yangın, dört kola ayrılarak büyük bir âfet hâline geldi Yaklaşık otuz altı saat süren yangın sonunda Paşakapısı da yandığından, sadâret dâiresi bir müddet Kadırga Limanındaki Esmâ Sultan Sarayına nakledildi
Sadrâzam Silâhtar Ali Paşanın rüşvet aldığını anlayan Sultan Üçüncü Osman, Ali Paşayı 25 Ekim 1755’te görevden azlederek cezâlandırdı ve yerine Yirmisekiz Çelebizâde Saîd Mehmed Efendiyi getirdi 6 Temmuz 1756’da, Sultan Üçüncü Osman devrinin ikinci büyük yangını oldu Bu yangın, İstanbul’un dörtte üçünü kül hâline getirdi Cibâli taraflarında başlayan yangın, on üç kola ayrıldı Unkapanı, Süleymâniye tarafları, Vefâ’dan itibâren Şehzâdebaşı, eski yeniçeri odaları, Langa tarafları, Zeyrek, Saraçhâne, Etmeydanı, Aksaray, Dâvutpaşa İskelesi, Fâtih, Sultanselim, Ali Paşa Çarşısı, Ayakapısı semtleri harâbe hâline geldi Yangının ardından, İstanbul’un yeniden inşâsı için büyük bir îmâr faaliyeti başladı
Sultan Üçüncü Osman Han, pâdişâhlığının üçüncü senesinde, 29 Ekim 1757’de vefât etti Yeni Câmi yanındaki kardeşi Birinci Mahmûd Hanın türbesine defnedildi
Sultan Üçüncü Osman, fakirlere, düşkünlere çok acıyıp, onlara karşı dâimâ cömert ve şefkatli davranırdı Tebdil-i kıyâfetle İstanbul’da dolaşıp, halkın dertleriyle bizzat alâkadar olurdu Haksızlıkların önüne geçip, tâmiri mümkün olanları tâmir ederdi Müslim ve gayrimüslimlerin kıyâfet ve nizâmını ve davranışlarını dikkatle tâkip etti Yalan ve rüşvetle amansız bir şekilde mücâdele etti Kim olursa olsun rüşvetçiyle yalancıyı aslâ affetmedi Kadınların dikkat çekici kıyâfetlerle sokağa çıkmalarını yasakladı Îmâr faaliyetlerine önem vererek Üsküdar’da İhsâniye Câmii ve İhsâniye Mescidini yaptırdı Ağabeyi Birinci Mahmûd Hanın başlattığı câmi inşâsını bitirerek Nûru Osmâniye adı ile ibâdete açtı Câminin yanına medrese, kütüphâne, imâret, sebil ve çeşme de yaptırıp tâmirâtı ve masraflarının karşılanması için vakıflar tesis ettirdi Midilli Adası Siğrî Limanında, Malta korsanlarına karşı bir kale inşâ edilerek tahkim edildi Bâbıâlînin inşâsı tamamlandı Ahırkapı Feneri de Sultan Üçüncü Osman devrinde yapıldı
Raziye Begüm Sultan
Dehli sultanı Babası Şemseddin İltutmuş, annesi Terken Hâtundur Sultan Şemseddin İltutmuş tarafından, 1232 yılında Dehli tahtına veliaht tâyin edildi ve devlet adamları da bîat etti İltutmuş’un iki oğlu varken, kızı Râziye Sultanı Dehli tahtına veliaht tâyin etmesi; aklı, zekâsı, halkın sevmesi ve saraydaki idârî hareketlerindendir Fakat babasının 1236’da vefâtıyla, kardeşi Rükneddîn Fîrûz Şâh, Dehli Sultanı îlân edildi Fîrûz Şâhın devlet idâresiyle alâkadar olmaması üzerine, tahttan indirilip, Râziye Begüm, Dehli Sultanı oldu
Râziye Begüm Sultan, 1236’da Dehli tahtına sâhip olunca, babasının hastalığı ve kardeşi devrinde ihmâle uğramış ve ortadan kakmış an’ane ve âdetleri tekrar canlandırdı Ülkede âdil bir îdare kurup, ihtiyâç sâhiplerine cömertçe ihsânlarda bulundu
Râziye Sultanın saltanatı devrinde, Hindistan’daki Râfizîlerden Karmatîler ve Mülhidler zümresi faaliyetlerini arttırdı Bozuk din mensubu Karmatî ve Mülhidler, Nur-Türk liderliğinde isyân edip, Sind bölgesinden, Con ve Ganj nehirleri kıyılarından gelerek, Dehli’de toplandılar Nur-Türk’ün, Ebû Hanîfe ve İmâm-ı Şâfiî hazretleri ile mezhep mensuplarının aleyhinde bulunmaları, sapıkların Cumâ günü Dehli’deki Câmi-i Mescid’e, Muizzi Medresesine silâhla girmeleri ve katliam yapmaları üzerine, tedbir alındı Âsî Karmatîler, ordunun ve halkın desteğiyle Nur-Türk ve pek çok taraftarı öldürüldü Dehli, âsîlerden ve bozuk din mensuplarından temizlenerek, emniyet ve huzur sağlandı
Râziye Sultan, 1238 yılında Gvalyar Seferine çıktı Gvalyar’da ordu ve ihtiyâç sâhiplerine bol bahşiş ve ihsânlarda bulunup, hediyeler dağıttı Görev vermede hassâsiyetle hareket edip, kıymetli âlimleri Dehli’deki Nâsıriyye Medresesine tâyin etti
Râziye Begüm Sultanın hükümdârlığını, Türk asıllı kumandan ve beyler çekemeyerek, 1240’ta tahttan indirip, kardeşi Behrâm Şâhı Dehli Türk Sultanlığına getirdi Râziye Begüm Sultan ise, hapsedilmek üzere Taberhinde Kalesine gönderildi Buradayken, Melik İhtiyârüddîn Altuniyye ile evlenen Râziye Begüm, büyük bir kuvvetin başına geçti Nitekim Melik Altuniyye’nin birlikleri yanında Gakhar, Catvan ve diğer yerlilerden topladığı askerlerle, 1240’ta harekete geçerek, Dehli tahtını tekrar ele geçirmek üzere hareket etti Dehli’den Melik İzzeddîn Muhammed Sâlari ve Melik Karakuş da Râziye Begüm Sultanın kuvvetlerine katıldı Behrâm Şâhın ve Râziye Begüm Sultanın orduları Kaytal’da karşılaştı Mağlup olan Begüm Sultan, esir olmamak için savaş meydanından uzaklaştı Hindû bir rençber, Râziye Sultanı, zîneti için öldürüp, tarlaya gömdü Hindû rençber, mücevherlerle işlenmiş elbiseleri satarken, çarşıda yakalandı Soruşturmalar netîcesinde Râziye Begüm Sultanın mezarı bulundu Râziye Begüm Sultan, bozuk din mensuplarına karşı mücâdele ettiğinden ve âdil, cömert ve cesur olduğundan, âlimler ve Dehlililer tarafından kendisine çok hürmet edilirdi Cesedi tarladan çıkarılarak, muhteşem bir dînî merâsimle defnedilip, Con Nehri kenarındaki mezarının üstüne türbe yapıldı
Râziye Begüm Sultan, Türk İslâm târihinde ender rastlanan, ilk kadın sultandır Batıdaki nümûnelerinin dışında, ahlâksızlığa ve saray entrikasına düşmeden hükümdârlık yapıp, devlete ve millete çok hizmet etti Adâleti, cömertliği, ilme, âlimlere ihsânı ile meşhurdur Dehli’de kestirdiği paralarda “Umdetü’n-Nisvân Melike-i Sultan Râziye binti Şemseddîn İltutmuş” diye yazılıp, “Râziyetü’d Dünyâ ve’d-Dîn” ve “Belkıs-i Cihân” unvânlarını taşıyordu Râziye Begüm Sultan giyimine çok dikkat eder, erkek elbisesi hiçbir zaman giymez ve yüzüne de nikap takardı
Reşad Han (Mehmed V, Sultan Reşat)
Osmanlı pâdişâhlarının otuz beşincisi ve İslâm halîfelerinin yüzüncüsü Çocukluğundan îtibâren husûsî olarak iyi bir tahsil ve terbiye ile büyüdü Yüksek din ve fen bilgilerini okudu Arapça ve Fransızca'yı mükemmel bir şekilde öğrendi Uzun şehzâdelik devrinin çoğunu okumakla geçirdi
1890 senesinde İngilizlerin yardımıyla kurulan ve pâdişâh aleyhtârı Türk, Rum, Ermeni, Arnavut ve Yahûdîlerle Bulgar, Sırp ve Yunan çeteleri tarafından desteklenen İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1909 yılında Sultan Abdülhamid Hanı tahttan indirdi ve yerine kukla bir vaziyette Mehmed Reşâd Hanı geçirdi Devlet idâresine tamâmen hâkim olan İttihatçılar, istedikleri kabîneyi iş başına getiriyorlar, istemediklerini ise baskı ve tehditle görevden uzaklaştırıyorlardı Sultan Abdülhamid taraftârı diyerek pek çok kişiyi îdâm ettirdiler Herkes ölüm ve hapis korkusu içine düştü Memlekette can, mal ve nâmus emniyeti kalmadı Devlet düşmanlığı ve dinden dönme moda oldu Her vilâyette zâlimler, âsiler ve zorbalar türedi Bunun netîcesi olarak Arnavutluk’ta isyân hareketleri başladı Arnavutluk bölgesi mebusları, hükümete mürâcaat ederek şiddet hareketlerine başvurulmadan bölgeye bir nasîhat heyeti gönderilmesini istediler Ancak, şiddet taraftârı olan İttihat ve Terakki mensupları, Mahmud Şevket Paşa komutasında büyük bir orduyu Arnavutluk’a göndermelerine rağmen ve pek çok kan dökülmesine sebep oldukları halde isyânı önleyemediler Sultan Reşâd, 16 Haziran 1911’de Kosova’ya gitti 522 sene önce dedesi Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın zafer kazandığı yerde, yüz bin Arnavut ile Cumâ namazı kıldı Balkan Müslümanları ve Arnavutlar, asırlar öncesi Osmanlı hâkimiyetine girişlerindeki adâlet hissini, Sultan Reşâd Hanın “Baba” davranışıyla tekrar ve daha ziyâdesiyle yaşadılar Arnavutluk’taki yüzbinlerce Müslüman, Halîfe-i Müslimîn ve Osmanlı Sultanı Reşâd Hanı görebilmek için, bütün sıkıntılara katlanarak yollara düştü Sultan, din ve millet farkı gözetmeden bütün halka bol ihsânlarda bulundu Huzûru sağladı Mahmud Şevket Paşanın, yirmi iki taburla yapamadığını, Sultan Mehmed Reşâd bir gövde gösterisiyle temin etti
Ancak, İttihatçıların ihânet derecesine varan gafletleri devâm ediyordu Sultan Abdülhamid Hanın bizzat körüklediği kiliseler ihtilâfını, 3 Temmuz 1910’da neşrettikleri bir kânunla hallettiler Böylece, Balkan milletleri arasında ihtilâf kalmadığından, Osmanlı Devleti aleyhine kolayca birleştiler Bu birleşme, bir süre sonra (8 Ekim 1912) Balkan Harbinin başlamasına sebep oldu Siyâset yapmaktan memleket savunmasına vakit bulamayan komutanların elinde kalan Osmanlı orduları, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan karşısında bozguna uğradılar 30 Mayıs 1913’e kadar devâm eden savaş sonunda, Osmanlı Devleti, Yenipazar, Libya, Girit, Rodos, on iki ada, Arnavutluk, Epir ve Trakya’yı kaybetti Edirne’de Balkan devletleri eline düştü ise de daha sonra müttefikler arasında çıkan anlaşmazlıktan faydalanılarak tekrar kazanıldı Son fâcialarla Afrika kıtası ile ilişiğimiz kesilirken, Avrupa’da çok küçük bir topağımız kaldı Afrika’da 1 200 000, Rumeli’de ise 250 000 km2'lik yerimiz elden gitti
İttihat ve Terakki’nin gâfil, câhil, fırkacı, bölücü idâresi netîcesinde, Osmanlı Devleti, pâdişâhın haberi bile olmadan bu defâ da dünyânın süper güçlerine karşı, Almanya safında, Birinci Dünyâ Harbine katıldı (11 Kasım 1914) Dört sene süren savaş sonunda, koca Osmanlı İmparatorluğu yağma olundu Bir milyon km2'den fazla toprak kaybedildi Asker zâyiâtının yekûnu ise 550 000’i şehit, diğerleri yaralı, kayıp ve esir olmak üzere, bir milyonun üzerindeydi
Sultan Mehmed Reşâd, memleketin içinde bulunduğu durumun ıstırabı içerisinde, 3 Temmuz 1918’de vefât etti Cenâzesi, kendisi tarafından hazırlanmış olan, Eyüp’teki türbesine defnedildi
Mehmed Reşâd Han, halîm, selîm ve merhâmetli bir şahsiyet olup, terbiye ve nezâketi, her türlü ölçünün üstünde bulunuyordu Maiyetine karşı çok şefkatli davranır, biri rahatsızlanınca, iyileşinceye kadar defâlarca hatırını sorardı Hâfızası çok kuvvetliydi Dînî vecibelerini geciktirmeden yapar, boş zamanlarında kitap okurdu
Meşrûtiyet anayasası çerçevesinde devleti idâre etmek istedi Ancak, İttihatçıların Osmanlı Devleti aleyhindeki faaliyet ve icrâatlarının önüne geçecek kudrette değildi Hükümeti ele geçiren İttihatçıların çoğu, hattâ din işleri başkanı olan Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım dahi masondu Bu sebeple Sultan Reşâd Hanın saltanat devri, İttihatçıların keyfî ve mesuliyetsiz icrâatları netîcesinde, büyük hâdiselerle geçti Netîcede, üç kıta, yedi denize hâkim olan Osmanlı Devleti, dünyâ çapında faaliyet gösteren yıkıcı ve bölücü teşkilâtların, plânlı, sinsi çalışmaları sonucu yok olma noktasına getirildi
|