Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)
Mahmud Han I
Yirmi dördüncü Osmanlı sultânı İslâm halîfelerinin seksen dokuzuncusudur Babası İkinci Mustafa Han, annesi Sâlihâ Vâlide Sultandır İstanbul’da, 2 Ağustos 1696 târihinde doğdu Şehzâdeliğinde, yüksek fen ve din ilimleri öğretilerek yetiştirildi Aklı, zekâsı, kâbiliyeti ve anlayışı kuvvetliydi Üçüncü Ahmed Han, Patrona Halil ayaklanması sonunda tahttan çekilince, Şehzâde Mahmud, 2 Ekim 1730 günü Osmanlı sultânı oldu Üçüncü Ahmed Hanın tecrübe ve tavsiyelerinden istifade etti İlk icrâatı, Lâle Devrinde yapılan ilim, kültür ve sanat eserlerinin tahrîbini durdurmak oldu Âsî Patrona Halil’i ve zorbaları imhâ ettirdi İstanbul’da emniyet ve asâyişi sağladı Ülkede huzur dolu, mesut günler başladı İçişlerini düzelten Sultan Birinci Mahmud Han, doğuda hududa saldıran İran Safevîleri ile, batıda Avusturya ve Rusya’ya karşı tedbir aldı
Doğuda İran ile Üçüncü Ahmed Han devrinden beri devam eden hâdiselere son vermek istedi Ancak, İran Şâhı bir taraftan anlaşmak üzere heyetler gönderirken, diğer taraftan büyük kuvvetlerle Revan üzerine yürüdü Şah’ın elçi göndermekteki maksadının Osmanlı hükümetini yanıltmak ve oyalamak olduğu anlaşıldığından, elçi ve maiyeti Mardin Kalesine hapsedildi Osmanlı kuvvetleri, İran Seraskeri Ahmed Paşa ile Erzurum Vâlisi ve Revan Seraskeri Hekimoğlu Ali Paşa kumandası altında iki koldan harekete geçti 30 Temmuz 1731’de Kirmanşah alındı 15 Eylülde Kûrican Sahrasında İran kuvvetleri bozguna uğratıldı Urmiye ve Tebriz ele geçirildi İran Şahının sulh istemesi üzerine, Ocak 1732’de Ahmed Paşa Antlaşması imzalandı Buna göre Aras Nehri iki devlet arasında hudut olarak kabul edilirken Revan, Gence, Nahçıvan, Bitlis, Şirvan ve Dağıstan Osmanlılara; Tebriz, Kirmanşah, Hemedan, Luristan ve Erdelan eyaletleri ise İran’a bırakıldı Ancak, 1733’te İran’da iktidarı ele geçiren Nâdir Şah, Osmanlıların fethettiği bölgeleri almak için tekrar savaş açtı 1735’te Arpaçay’da yapılan muhârebeyi Osmanlılar kaybetti Gence, Tiflis ve Revan İran’ın eline geçti
Osmanlı Devletinin doğuda İran ile mücâdelesinden istifâde eden Avusturya ve Rusya da iki cepheden harekete geçmişti Azak Kalesini ele geçiren Ruslar, Osmanlı kuvvetlerinin toparlanmasına meydan vermeden Gözleve, Kılburun ve Urkapı’yı da işgal ettiler 12 Temmuz 1737’de harekete geçen Avusturya ordusu ise Bosna, Sırbistan ve Eflak’a girdi Bu mağlubiyetler ve düşmanın girdiği yerlerde büyük tahribat ve mezâlim yapması Sultan Mahmûd Hanı son derece üzdü Sadarete getirdiği Muhsinzâde Abdullah Paşayı Rusya üzerine, Hekimoğlu Ali Paşayı da Avusturya üzerine sefere memur etti Muhsinzâde, süratli bir hareketle Özi ve Kılburun kalelerini ele geçirirken, Hekimoğlu Ali Paşa ise Banyaluka’yı kuşatan Avusturya kuvvetlerine büyük bir darbe indirdi Yapılan savaşta Avusturya kuvvetlerinin asker zayiatı 60 bin idi Hekimoğlu Ali Paşanın bu zaferi İstanbul’da büyük bir sevince sebep oldu Bu zaferler üzerine Avusturya ve Rusya barış istemek zorunda kaldı
Nihayet, 18 Eylül 1739 târihinde, Avusturya ve Rusya ile Belgrad Antlaşması imzâlandı Avusturya Devleti ile yirmi yedi yıllık, Rusya ile süresiz olan antlaşmaya göre, Belgrad, Osmanlı Devletine kaldı Avusturya ile Tuna ve Sava nehirleri tabiî hudut kesildi Ruslar, Azak Denizi ve Karadeniz’de donanma bulundurmayacaktı Kazaklar Osmanlı topraklarına, Kırım Hanlığı da Rusya’ya akın etmeyeceklerdi
Rusya ve Avusturya devletleriyle antlaşmalar sağlayan Birinci Mahmûd Han, yeniden İran üzerine döndü Nadir Şah ise bu vaziyet karşısında Osmanlılarla baş edemeyeceğini anlayınca, Kasr-ı Şirin Antlaşması maddeleri üzerinden yeniden antlaşma teklifinde bulundu ve bu istek kabul edildi (1746)
Böylece 1739 Belgrad Antlaşmasıyla batı ve kuzey, 1746 Osmanlı-Avşar Antlaşmasıyla da doğu hudutlarını emniyet altına alan Birinci Mahmûd Hana, muhârebelerdeki muzafferiyet üzerine Gâzi unvanı verildi Mahmûd Han bundan sonra ülkede pek çok îmâr faâliyetlerinde bulunup, ilim, kültür, sanat sâhalarında çok kıymetli eserler yaptırdı Kâğıthâne civârındaki Bahçeköy ile Balaban köyleri arasında geçen iki çayın sularını toplayan Topuzlu Bendini yaptırdı Burada toplanan sular, Taksim’deki depodan, Tophâne’deki Meydan Çeşmesi ile Azapkapı’da Sâlihâ Sultan Çeşmesi ve Beşiktaş, Galata, Kasımpaşa, Tepebaşı semtlerinin çeşitli yerlerindeki kırk kadar çeşmeye su verildi Ahâli bol ve tatlı suya kavuşturuldu Pek çok saray, kasır inşâ ve tâmir ettirildi Beşiktaş Sarayının bir çok kısımlarını ve Bayıldım Kasrını yeniden yaptırdı Yûşâ Tepesi civârındaki Tokat Köşkünü donatıp, Hümâyûn-âbâd, Kandilli Sarayını îmâr ettirerek Nevâbâd isimleri verildi Kanlıca’da Mihr-âbâd Kasrını yaptırdı İstanbul’da Ayasofya Câmii içine, Fâtih Câmii yakınında ve Galatasaray’da olmak üzere üç, Belgrad’da bir kütüphâne yaptırdı Ayasofya Câmii Kütüphanesine sarayın hazîne odasından pek nefis, kıymetli, nâdide kitaplar gönderdiği gibi, devrin devlet adamları da hediyelerde bulunarak dört bin cilt nâdide kitap toplandı Ayasofya Kütüphânesine İslâm âleminin en meşhûr hattatlarından Ya’kût-ı Musta’sımî, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman hatlarıyla Mushaflar ve hazret-i Osman ve hazret-i Ali’ye âit olduğu söylenen iki Kur’ân-ı kerîm de kondu Kütüphânenin masrafını karşılamak için de Cağaloğlu’nda çifte hamamı yaptırıp, gelirini vakfetti Ayasofya’ya bitişik aşevi yaptırıp, huzûrunda tertiplenen merâsimle açıldı Galatasaray ocağında yaptırmış olduğu kütüphâneye, saraydan kitaplar gönderip, açılış merâsiminde, kütüphânenin iki tarafına yaptırılmış olan çeşmelerin hazînelerine şekerli şerbet doldurulup, halka ikrâm edildi Nûruosmâniye Câmiinin yapımını başlattıysa da, vefâtından bir yıl sonra tamamlanabildi Beşiktaş’da Arap İskelesi Câmii, Rumeli Hisarı’nda İskele Câmii, Üsküdar’da Sultan Mahmûd Câmii ve Kandilli, Defterdârkapısı, Tulumbacılar odası, Yalıköşkü, Yıldıztepe mescidlerini yaptırdı
Birinci Mahmûd Han devrinde, ilim kültür ve sanat faaliyetleri arttı İkinci defâ matbaa açıldı Matbaa ve hattâtların artan kâğıt ihtiyâçlarının karşılanması için Yalova’da kâğıt fabrikası kuruldu
Ülke içinde ve dışında Osmanlı Devletine azamet devri yaşatan Birinci Mahmud Han, 13 Aralık 1754 târihinde Cumâ selâmlığı yapıp, Cumâ namazını kıldıktan sonra vefât etti İstanbul’da Yeni Câmii yanındaki Turhân Sultan türbesine defnedildi Çok zekî, anlayışlı, hamiyetli, lütufkâr ve merhâmetli idi Askerî ıslâhât taraftarıydı Askerî kitaplar yayınlattı Lütuf ve merhâmeti çok olduğundan, devrindeki İstanbul yangın ve zelzelesinde zarar görenlerin ıstırâbına samîmiyetle ortak olup, yanan, yıkılan yerlerin yeniden yapılması için çok yardım etti Devlet adamları ile memurları kontrol ettirdi Faaliyetleri ciddiyetle tâkip ettirip, zamanın ve memleketin durumuna göre icrâatlarda bulunurdu İlim, sanat, edebiyât meclislerindeki sohbetlere katılır ve Sebkâti mahlâsıyla şiirler yazardı
Mahmud Han II
Otuzuncu Osmanlı sultanı ve İslâm halîfelerinin doksan beşincisidir Osmanlı sultanlarından Birinci Abdülhamid Hanın, Nakş-i Dil Sultandan olan oğlu olup, İstanbul’da 20 temmuz 1786 târihinde doğdu Şehzâdeliğinde iyi bir eğitim ve öğretim gördü Yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kıymetli âlimlerinden öğrendi Amcası Üçüncü Selim Han, onun yetişmesine çok itinâ göstererek, modern askerî ve teknik bilgileri ve devlet idâresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı Selim Han tahttan indirildikten sonra da, yeğeni Mahmud’la sık sık görüşerek, ona tavsiyelerde bulundu ve tahta çıktığı zaman dikkat etmesi gereken hususları bildirdi 28 Temmuz 1808’de Alemdâr Mustafa Paşanın, Selim Hanı tekrar başa geçirmek üzere saraya girdiği sırada, sâbık hâkânın âsîler tarafından şehit edilmesi üzerine, Sultan Mahmûd, Osmanlı tahtına çıktı
İkinci Mahmûd Han, Alemdâr Mustafa Paşayı, vezîriâzam tâyin edip, Kabakçı isyânından sonra ülkede pek çok hâdise çıkaran zorbaları yola getirmekle vazifelendirdi Kabakçı Mustafa isyânında rol oynamış bulunan âsîler cezâlandırıldı Fesat çıkaranlar İstanbul dışında ikâmete mecbur tutuldu İstanbul’da otorite sağlamaya çalışılırken, Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerinde ve bilhassa Halep ve Bağdât’ta vâlilerin çıkardığı karışıklıklar devâm ediyordu Cezâyir’in idâresini "dayılar" ele geçirmişti Vehhâbîler, Haremeyn’i zaptederek, hutbelerden pâdişâhın adını kaldırmışlardı Bu kötü gidişe dur demek isteyen Sultan Mahmûd, Anadolu ve Rumeli vâlilerini İstanbul’a dâvet etti Bu vâlilerin yeni Sultan’a bağlılıklarını bildirmeleri istendi Vâliler İstanbul’a gelip, Sultan Mahmûd Hana bağlılıklarını arz ettiler ve muhtemel âsîlere karşı ittifak senedi imzâladılar (Bkz Sened-i İttifak)
Diğer taraftan, isyânlar neticesinde iyice bozulan yeniçeri ocağını yola getirmek için, tâlim ve terbiye usûllerinin tekrar tatbik edilmesi istendiyse de, yeniçeriler bu icraattan memnun olmadılar 14 Ekim 1808’de Sekbân-ı Cedîd adıyla modern bir ordu kurulmaya başlandı Sekbân-ı Cedîd askeri, yeniçeriler ve taraftarları tarafından Nizâm-ı Cedîd’in ihyâsı olarak kabûl edildi Vezîriâzam Alemdâr Mustafa Paşanın, devlet adamlarına ve askerlere karşı tâvizsiz icraatları, yeniçerileri harekete sevk etti 14-15 Kasım gecesi meydana gelen büyük isyan sırasında, Alemdâr Mustafa Paşa öldürüldü Mahmûd Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı
İstanbul’daki hâdiselerin yatıştırılmasından sonra, diğer iç ve dış meselelerin halline bakıldı Arabistan’daki Vehhâbîler, Osmanlı Devletine ve Ehl-i sünnet Müslümanlara karşı, siyâsî faâliyetlerden katliamlara varan tecâvüzlerde bulunuyorlardı Bu arada Vehhabîlerin reisi Sü’ûd bin Abdülazîz, Hicaz’ı istilâya teşebbüs etti Hac mevsiminde hacıların yollarını kesip, Müslümanlara işkenceleri ve İslâm dînine olan hakâretleri, dayanılmaz bir hâl aldığından, Halîfe İkinci Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşaya ferman gönderip, Vehhâbîleri cezâlandırmasını emretti Mehmed Ali Paşa bir dizi harpten sonra mübârek beldeleri Vehhâbîlerden temizledi Zafer haberine çok sevinen Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşaya ihsanlarda bulundu
Öte yandan Balkanlarda, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin birlik ve bütünlüğünü parçalamak gâyesiyle yaptırdıkları bölücü ve yıkıcı faaliyetler çok artmıştı Sırplar, Bükreş Antlaşması ile (28 Mayıs 1812) muhtâriyet kazanmalarına rağmen rahat durmuyorlardı Osmanlı Devletine ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler Tam istiklal propagandaları ile kalelerdeki Osmanlı askerlerine saldırmaya başladılar
1813 yılında, Sırplıları yola getirmek için Hurşid Paşa seraskerliğinde sefer açıldı Hurşid Paşa, Belgrad’a gelip, âsîleri yola getirdi Âsî Sırp lideri Kara Yorgi, esir düşmekten kurtulmak için, Avusturya’ya kaçtı Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlılara tâbi oldu Serasker Hurşid Paşanın umûmî af îlân etmesiyle, Sırpların silahları toplatıldı Kara Yorgi’den sonra Sırplıların başına Miloş Obrenoviç geçti Osmanlı Devletine sadâkatle hizmete devâm eden Miloş Obrenoviç, 1818’de Avusturya’dan dönen rakibi Kara Yorgi’yi öldürdü 1829 yılında Sırbistan’a muhtâriyet verilmesine rağmen, yıllık vergi vermeyi ve dış işlerinde Osmanlılara bağlılığını devâm ettirdi
Arnavutluk’ta ise Tepedelenli Ali Paşanın nüfuzu sebebiyle Rumlar, Rusya’nın bütün teşvik ve yardımlarına rağmen isyana cesâret edemiyorlardı Ancak, Fenerli Rumlarla eskiden beri sıkı münâsebetlerde ve İngilizlerle gizli muhâberelerde bulunan Hâlet Efendinin hâince faâliyetleri ve özellikle Tepedelenli Ali Paşayı bertaraf etmesi, Yunanlılara ayaklanma fırsatı verdi
Etniki Eterya ve Fener’deki Rum Patrikhânesinin hedef tâyin ettiği isyan, 1820 yılında başlatıldı 12 Şubat 1821’de Mora Yarımadasına yayıldı Rum âsîler, komşuluk hakkını dahi çiğneyerek, Müslüman ahâliye karşı katliamlara giriştiler İsyan, Atina, Teselya ve Adalara da yayıldı Katliamlarda 1500 Müslüman şehit edildi Rus Çarının yâveri ve Etniki Eterya lideri Aleksandra İpsilanti, 6 Mart 1821’de Eflak’ta isyan çıkardı İsyan bastırıldı İkinci Mahmûd Han, âsîlere karşı yerinde ve zamanında tedbir aldı Bölge ahâlisine silâh dağıttırdı Bölgede isyanlarla alâkası görülenler cezâlandırıldı İstanbul’daki Rum Patriği ve birkaç metropolit, isyanla alâkası görülerek asıldılar Osmanlı Devletinin iç durumu ve Avrupa devletlerinin âsîlere devamlı yardım ve müdâhaleleri, isyânın bütünüyle bastırılamamasına sebep oldu Mora’daki isyan büyüyerek Adalara ve Selanik’e kadar yayıldı Bu durum üzerine Sultan Mahmûd, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşayı isyanı bastırmaya memur etti Nitekim, Kavalalı Mehmed Ali Paşanın, oğlu İbrahim Paşa kumandasında gönderdiği küçük, fakat disiplinli ve modern ordu, isyânı kısa sürede bastırmaya muvaffak oldu (1825)
Yunan isyânı sırasında yeniçeri ve sipâhîlerin daha fazla bozulduğunu gören Sultan Mahmûd Han, bu fesât yuvalarını ortadan kaldırmaya karar verdi Yeniçerilerin artan tecâvüz ve zorbalıkları kamuoyunu da aleyhlerine çevirmişti Pâdişâh, Yunan isyânının bastırılmasıyla kavuşulan sulh devresinde önce, orduyu ıslâha girişti Ancak askerî tâlim ve terbiyeye karşı çıkan yeniçeriler, isyân mânâsında kazan kaldırdılar Buna karşılık Sultan Mahmûd Han da sadrâzam, şeyhülislâm ve devlet erkânını toplayarak yeniçerilerin artık hıyânette bulunduklarını, bu sebeple tedbir alınmasını belirtti Âlimler, din ve devletin bekâsı için bu fesat yuvasının ortadan kaldırılması gerektiğini bildirdiler Şeyhülislâmın fetvâsı ile sancak-ı şerîf çıkarılarak, dînine ve pâdişâhına bağlı olanların onun altına gelmesi ve mücâdeleye girişmesi istendi Böylece eşine ilk defâ rastlanan bir olayla pâdişâha bağlı birlikler halkla bütünleşerek fitne ve fesat yuvası yeniçeri ve sipâhî ocaklarını ortadan kaldırdılar İstanbul’da âsî, ahlâksız, serseri temizliği yapılarak, yirmi binden ziyâdesi cezâlandırıldı Yeniçeri ocağının kaldırılması, hayırlı bir hâdise kabûl edilerek "Vaka-i Hayriye" denildi Kendilerini Bektâşî kabûl eden yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla, Hurûfî olan sahte Bektâşî tekkeleri kapatılıp, babaları başka yerlere gönderildi Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlı asker ocağı kurularak, devrin ihtiyâçlarına göre tâlim ve terbiye edilmesi, silâh verilmesi ve özel kıyâfet giydirilmesi kararlaştırıldı Topçu, humbaracı ve lağımcı ocakları ıslâh edildi Mekteb-i Bahriye açıldı Eğitim ve öğretimi en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar getirildi
Osmanlı Devletindeki bu süratli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini harekete geçirdi İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid Paşa gibi adamlarını yardım vâdiyle kullanarak Rusya ile harbe sebebiyet verdirdikleri gibi, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşayı da devletine karşı kışkırttılar Mısır’da Mehmed Ali Paşanın hâkim olacağı bir devleti tanıyacağını bildiren İngiliz ve Fransızlar, onun güçlü ve disiplinli kuvvetlerini Osmanlılara karşı çevirmeyi başardılar Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrâhim Paşa kumandasında, daha ordusu bütünüyle yeniden teşekkül etmemiş Osmanlı Devletinin Suriye eyâleti üzerine asker sevk etti 1831-1832 yılındaki muhârebelerde, Mısır askeri, çokluğu ve intizamlı olması sebebi ile gâlip gelince, Osmanlılar Rusya’dan yardım istediler Bu durum, İngiltere ve Fransa’yı telâşa düşürdü Fransa’nın aracılığıyla 8 Nisan 1833 Kütahya Antlaşması imzâlandı Antlaşmaya göre, Mehmed Ali Paşaya Mısır vâliliğine ilâveten Suriye, oğlu İbrâhim Paşaya da Adana eyâleti muhassıllık olarak verildi 8 Temmuz 1833’te Rusya ile savunma ve yardım esâsına dayanan Hünkâr İskelesi Antlaşması imzâlandı 1839’da Mısır üzerine ordu sevk edildiyse de neticesi gelmeden İkinci Mahmûd Han, İstanbul’da vefât etti ve Çemberlitaş’daki türbesine defnedildi
Sultan İkinci Mahmûd Han, Osmanlı Devletinin ilerlemesini, teknik ve sanâyide devrin seviyesine ulaşılmasını isteyen tedbirli, gayretli bir pâdişâhtı Devrindeki büyük hâdiseler karşısında aslâ ümitsizlik ve gevşeklik göstermedi Gayreti sâyesinde devlet, Avrupa tarzında sistemli orduya sâhip oldu
Avrupa’ya askerlik ve yeni silâhların kullanılmasını öğrenmek için, talebe gönderdi Askerî Tıbbiye ve Harbiye mekteplerini kurdu Bu iki müessesenin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar ve mütehassıslar getirdi Askerî Tıbbiye, Harbiye ve sivil yüksek okulların öğrenci ihtiyâcını karşılamak için medrese ve mekteplere ilâveten sıbyan mekteplerinin üstünde Rüşdiyeler (ortaokul), devlet memurlarının yetiştirilmesi için de Mekteb-i Maârif-i Adlî kuruldu Ülkenin ihtiyâçlarını karşılamak, çeşitli sâhalarda mütehassıs eleman yetiştirmek için Avrupa’ya çok sayıda öğrenci gönderildi Eğitim ve öğretim parasız olup, ilk tahsil mecbûrî hâle getirildi Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik kitapların tercümesi için batı dillerinde tercüme bürosu kuruldu Tekrar Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos gönderilmeye başlandı 1 Ekim 1831 târihinde Takvim-i Vekâyi adlı gazete, Osmanlı Türkçesi ile ülke içinde çıkarılmaya başlandı Fransızcası da dış ülkelere gönderildi Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile Türkiye’nin propagandası yapılarak hâdiseler ve ıslâhâtlar dünyâ kamuoyunda değerlendirmeye tâbi tutuldu Avrupa basınında, Türkiye ve Sultan Mahmûd Hakkında neşredilen yayınlar tâkip edildi
İkinci Mahmûd Han, hükümet teşkilâtı usulleri, kıyâfet nizamında yenilikler yaptı Osmanlı Devlet teşkilâtındaki önceki müesseselerin yerine, Sadrazama Baş Vekil (Başbakan); Defterdara Mâliye Nâzırı (Mâliye Bakanı); Reisü’l-küttâba Hâriciye Nâzırı (Dışişleri Bakanı); Sadrâzam Kethüdâsına Dâhiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) denilmeye başlanıldı Osmanlı Devletinde büyük bir yekûn tutan vakıflar için Evkaf Nezâreti kuruldu Hükümet ve ahâlinin önemli meselelerinin görüşüldüğü Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye; askerî işlerin görülüp, kararlaştırıldığı Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî müessesesi kuruldu Memurlar iç ve dış işlerde olmak üzere ikiye ayrılıp, maaşları, rütbe ve derecelerine göre bağlanarak, verilmeye başlanıldı 1827’de Osmanlı Tıp Fakültesi kuruldu 1838’de Karantina usûlünü vücûda getirdi Posta müessesesini kurdu Posta yollarının kurulmasına çalıştı Üsküdar’dan İzmit’e kadar bir posta yolu yaptırdı 1831 yılında kısmî nüfus sayımı yapıldı Arabistan’dan asker alınmadığı için sayımdan hâriç tutuldu Nüfus sayımında insan ve servet durumu ölçülmüş oldu Dört milyon Hıristiyana karşılık sekiz milyon Müslüman ahâlinin sayımı yapıldı Bölgelerdeki Hıristiyanların sayısı, devlete verilen cizye miktârını da ortaya çıkarmış oldu
İkinci Mahmûd Hanın ilmi fazla olup, dînî, fennî, teknik, askerî, idârî ve sanat sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti Dindar, akıllı, zekî, çalışkan olup, gayret ve azim sâhibiydi Şâirdi Adlî mahlasıyla şiir yazardı İlim, sanat adamlarına ve eserlerine çok alâka gösterirdi Onlara kıymet verip, himâye ederdi
Ülkenin îmârına, ilim, sanat, hayır ve sosyal müesseselerine önem veren İkinci Mahmûd Han, pek çok eser yaptırdı Bâyezîd Yangın Kulesini; Unkapanı ile Azapkapı arasındaki şimdi Unkapanı Köprüsü denilen Mahmûdiye Köprüsünü; Beylerbeyi ve Çırağan saraylarını; Tophâne’de Nusratiye, Bahçekapı’da Hidâyet, Üsküdar’da Adliye, Arnavutköy sâhilinde Tevfikiye câmilerini yaptırdı Hazret-i Hâlid’in türbesini mükemmel tâmir ettirip, iyi bir hattat olduğundan sandukası pûşîdesi üzerindeki yazıyı kendi el yazıları ile yazdı Tophâne’de Kâdirî Câmii ve tekkesini tâmir ettirdi
İkinci Mahmûd Han, 1820 senesinde Hücre-i saâdete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı Sultanlarının Resûlullah’a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasıdır:
Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah!
Murâdım der-i ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!
Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim,
Kabûlünle kıl ihsân u inâyet, yâ Resûlallah!
Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lam,
Cenâbındandır ihsân u mürüvvet, yâ Resûlallah!
Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhına düşdüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefâ’at yâ Resûlallah!
Dü-âlemde kıl istishâb bu Han Mahmûd-i Adlîyi,
Senindir evvel ü âhırda devlet yâ Resûlallah!
Mısır, Yanya ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları, yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında Sultan Mahmûd Han, Mekke ve Medîne’yi ancak tamir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecîd Han, bunları tezyîn için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir
Mehmed Han III
Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü, İslâm halifelerinin yetmiş sekizincisi 1566 târihinde Manisa’da doğdu Babası Üçüncü Murad Han, annesi Sâfiye Vâlide Sultandır Şehzâdeliğinde; yüksek din, fen, idarî ve askerî ilimleri, kıymetli âlimlerden öğrenerek yetiştirildi İlk hocası İbrahim Cafer Efendidir Haydar Efendi, Pir Mehmed Azmi Efendi, Sultan Selim Medresesi Müderrisi Nasûh Nevâli Efendiden ders aldı Târihe geçen muhteşem bir merasimle sünnet edildi 1583’te Manisa sancağı Vâliliğine tâyin edildi Kumandanlık ve devlet idâresi siyâsetini iyice öğrenmek için Manisa’ya gönderildiğinde yanına müderrisi Nasûh Nevâli Efendi, lalası Sipahi Bey ile Defterdar Baş ruznâmecisi Hasan Beyzâde, Nişancı Lala Mehmed Paşa, Reisülküttâb olarak da Abdurrahman Çelebi ve diğer vazifeliler verildi 1595’in Ocak ayına kadar Manisa’da vâlilik yaptı
Babası Üçüncü Murâd Hanın vefatından on bir gün sonra 17 Ocak 1595 târihinde Manisa’dan İstanbul’a gelip, sultan îlân edildi İlk icraatı, devlet ve saltanatın emniyetini kuvvetlendirip, tâyinlerde bulunmak oldu Ulemâdan Sadeddin Efendiyi hocalığına, Ferhad Paşayı Sadrâzamlığa, Halil Paşayı da Kaptan-ı deryalığa tâyin etti 1593’ten beri devam eden Avusturya harpleri esnasında, papa Sekizinci Clément’in teşvik ve propagandalarıyla, ahâlisi Hıristiyan olan Osmanlı Devletine tâbi Erdel, Eflâk ve Boğdan Voyvodalıkları Türklere karşı isyân ettiler Sadrâzam Ferhâd Paşa, Eflak Seferi için Serdâr-ı ekrem tâyin edildi 14 Mayıs 1595’te Eflak ve Boğdan’ın imtiyazlı prenslik statüsü kaldırılıp vilâyet hâline getirilerek, vâliler tâyin edildi Papa’nın çağrısıyla Almanya, Avusturya, Belçika, Bohemya, İtalya, Macaristan’dan toplanan elli bin piyâde ve yirmi bin süvâriden meydana gelen Hıristiyan ordusu, Avusturyalı Prens Mansfeld emrinde yardıma geldiğini haber alan Eflak Voyvodası Mihail, binlerce Müslümanı kılıçtan geçirip, her yeri harap etti Prens Mansfeld, 1 Temmuz 1595’te Osmanlı idâresindeki Macaristan’ın Estergon Kalesini kuşattı Serdâr-ı ekrem Ferhâd Paşanın ve eski Vezir-i âzam Koca Sinan Paşanın taraftarları seferde bozgunculuk yaptılar Ferhâd Paşa vazifesinden alınarak, Koca Sinan Paşa tekrar Vezir-i âzam ve serdarlığa getirildi birbiri ardına gelen felaketler ve ölümler sebebiyle düşman karşısında kesin zafere gidilemedi Sadrazamlardan Ferhâd Paşanın îdâmı, Lala Mehmed ve Koca Sinan Paşaların vefatları ve 27 Ekim 1595 Köprü Faciasıyla Akıncı Ocağının çok zarar görmesi neticesinde, Estergon, Vişegrad, Tegovişte, Yergöğü düşman eline geçti Hıristiyanlar yerli ahaliye ve esir kumandanlara insanlık dışı fiillerde bulundular Önemli devlet adamları ile 3500 asker, Voyvoda Mihail tarafından kazığa vuruldu
Eflâk ve Macaristan cephelerinde, Osmanlı şehirlerinin düşman ordularınca yıkılıp yakılması, ahâlinin kılıçtan geçirilmesine son vermek için Üçüncü Mehmed Han, Vezir-i âzam Damad İbrahim Paşanın da tavsiyesiyle 20 Haziran 1596 târihinde Eğri Seferine çıktı Üçüncü Mehmed Hanın, ordusunun başında bizzât sefere çıkması askerleri coşturdu Müslümanları zulümden kurtarmak aşkı ve şevkiyle Edirne, Filibe, Niş, Belgrad yolundan Sirem’e gelindi 26 Ağustos 1596 târihinde Sirem’deki Salankamen Kalesindeki harp meclisinde, isyân hâlindeki Erdel üzerine mi yoksa Avusturya işgalindeki Macaristan topraklarına mı sefer edilmesi müzakeresi yapıldı Eğri’nin askerî strateji bakımından daha fazla kıymet arz etmesinden, Avusturya Cephesi hedef tâyin edildi 21 Eylül 1596 târihinde Macaristan topraklarındaki Eğri Ovasına gelen Sultan Mehmed Han, Otağ-ı Hümâyuna yerleşti 24 Eylül 1596 târihinde başlatılan Eğri Kalesi kuşatmasında, 4 Ekim’de dış kalenin fethinden sonra iç kale de 12 Ekimde vire ile teslim oldu Eğri’deki Avusturya askeri cezalandırıldı Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek, 18 Ekim Cumâ günü Türk-İslâm an’anesince Sultan Mehmed Han, Cumâ namazını burada kıldı
Eğri fâtihi Sultan Üçüncü Mehmed Han, 23 Ekim 1596 târihi Harp meclisi kararınca ileri harekâta devam etti 24 Ekim 1596 târihinde, Haçova’da Alman, Avusturya, Çek, Fransız, İspanya, İtalyan, Leh, Macar, Papalık askerlerinden meydana gelen 300 000 mevcutlu Hıristiyan ordusuyla karşılaşıldı 100-110 000 mevcutlu Osmanlı ordusu, 25 Ekim günü başlayan Haçova Meydan Muhârebesinde 26 Ekimde düşman ordusunu mağlup etti (Bkz Haçova Meydan Muhârebesi) Haçova’da büyük bir zafer kazanılmasının ardından, 22 Aralık 1596 târihinde İstanbul’a dönüldü İstanbul’da Eğri ve Haçova zaferleri sevinciyle, üç gün üç gece merâsim ve şenlikler yapıldı Şâir Bâkî dâhil birçok divan şâirleri Sultan’a kasideler, manzum târihler ve zafernâmeler sundular Avusturya cephesine Satırcı Mehmed Paşa Serdar-ı ekremliğe tâyin edildi
Osmanlı Devletinin Avrupa cephesinde harplerle uğraşmasını fırsat bilen İran Safevî Devleti Anadolu’da, önce propaganda faaliyetlerini başlatıp, isyanlar çıkarttı (Bkz Celâlîler) Celâlî isyanları denilen bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin ardından, Safevîler, Osmanlı Devleti hududuna saldırdılar Avusturya ve İran cephelerini halletmek çârelerini araştıran Üçüncü Mehmed Han, 1603 yılında 21/22 Aralık gecesi vefât etti Ayasofya Câmii bahçesindeki türbesine defnedildi
Sultan Üçüncü Mehmed Han çok nâzik, halîm selîm, vakûr, kerîm bir şahsiyete sâhipti Sancakbeyliğinden saltanata gelen son Osmanlı pâdişahıdır Bütün Osmanlı pâdişahları gibi iyi bir şâir olup şiirlerinde Adlî mahlasını kullanırdı Beş vakit namazını dâimâ cemâatle kılardı Devrin kaynakları dindârlığını, hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Dört Halife, Eshâb-ı kirâm ve âlimlere hürmetini yazar Bunların adı bahsedildiği an hürmeten ayağa kalkardı
Mehmed Han IV (Avcı)
Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu, İslâm halifelerinin seksen dördüncüsü Babası Sultan İbrahim Han olup, annesi Hadice Turhan Sultandır 1642’de 1/2 Ocak gecesi, İstanbul’da doğdu Doğumuna çok sevinilip donanma şenlikleri yapıldı Şehzâdeliğinde, İmâm-ı Şâmi Yûsuf Efendi, Şâmi Hüseyin Efendi ve diğer kıymetli hocalardan ders alarak yetiştirilmeye başlandı Tahsil, terbiye ve talimini, 7 yaşındayken (8 Ağustos 1648) sultan olduktan sonra da devam ettirdi
Sultan Dördüncü Mehmed Hanın çocukluğundan, devlet kademelerindeki nüfuz sâhipleri istifâde etti Bunlardan bâzılarının kötü idâreleri ve ehil olmayanların işbaşına getirilmeleri neticesi devletin mâlî, mülkî ve askerî durumu sarsıldı Saltanatının ilk yıllarındaki iç ve dış hâdiseler, 15 Haziran 1656 târihinde Köprülü âilesinden Mehmed Paşanın sadrâzamlığa tâyinine kadar devam etti Köprülü Mehmed Paşanın sadârete (başbakanlığa) gelmesiyle, Dördüncü Mehmed Han devrinde esaslı ıslâhâtlar yapılıp, İstanbul’da ve ülke içinde asâyiş sağlandı Ordu ve donanma kuvvetlendirildi Çanakkale Boğazı girişine kadar gelen Venedik ve diğer Hıristiyan devletlerin gemileri, 19 Temmuz 1657’de kaçırıldı Bozcaada ve Limni düşman işgalinden kurtarıldı Âsi Erdel prensi üzerine sefere çıkılarak, 1 Eylül 1658’de Yanova Kalesi ele geçirildi Erdel, harp tazminâtı vermeyi ve on beş bin altınlık haracı, kırk bin altına çıkarmayı kabul etti Kırım Hanı Mehmed Giray, Rusları 12 Temmuz 1659’da Konotop’ta mağlup ederek, elli bin esir alıp, yüz yirmi bin Rus'u imhâ etti
Dördüncü Mehmed Han, Köprülü Mehmed Paşanın iç ve dış işlerindeki başarılı icraatlarını takdir ederek, onun vefâtından sonra oğlu Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşayı, 30 Ekim 1661’de Sadrazamlığa tâyin etti Osmanlı hududunu ihlal eden Avusturyalılar üzerine 12 Nisan 1663’te sefer açılarak, Serdar-ı ekremliğine Fâzıl Ahmed Paşa getirildi 1663’te başlayan Avusturya harpleri, 10 Ağustos 1664 Vasvar Antlaşmasıyla neticelendi Arâzi bakımından olduğu gibi askerî ve siyâsî yönden de kârlı çıkılan Avusturya Seferinden sonra, 1666 yılında Girit Seferine çıkıldı Fâzıl Ahmed Paşa, Girit Adasının Kandiye Kalesini kuşatırken, fethin gecikmesi üzerine, Sultan Dördüncü Mehmed Han, 18 Ağustos 1668’de sefere çıktı Sultan Mehmed Han Girit’e geçmek üzere Eğriboz’a giderken, Kandiye’nin fethi haberi verilince geriye döndü Lehistan Kralının, Osmanlı himâyesini kabul eden Ukrayna Kazaklarına saldırması üzerine, Lehistan’a sefer açıldı 4 Haziran 1672 târihinde Birinci Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Han, 27 Ağustos’da Kamaniçe’nin teslim alınması neticesinde Osmanlı ordusuyla birlikte süratle Podolya’ya girdi Lehistan Kralı anlaşma istedi 18 Ekim 1672 Bucaş Antlaşmasına göre; Podolya Osmanlı Devletine, Ukrayna Türk himâyesini kabul eden Kazak Beyine verilecekti Lehistan, yıllık 220 000 altın haraç vermeyi kabul etti Papa ile Almanya’nın yardım teklifi üzerine tesir altında kalan Lehistanlılar, Bucaş Antlaşmasını ihlâl ettiler 7 Ağustos 1673’te İkinci Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Hanın Ukrayna’ya girmesiyle Lehliler, tekrar anlaşma istediler 27 Ekim 1676 Zorawno Antlaşmasıyla Podolya ile Ukrayna, Osmanlı Devletine bırakıldı
Sultan Dördüncü Mehmed Han, Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşanın 1676 Kasım ayı başında vefâtıyla Merzifonlu Kara Mustafa Paşayı sadrâzamlığa getirdi 1677’de Ukrayna’nın Rus istilâsına uğramasıyla, Lehistan serdârı İbrahim Paşa ile Kırım Hanı Selim Giray, Kazakların merkezi olan Çehrin Kalesini kuşattılar 1678 baharında Rusya Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Han, yol üzerindeki Silistre’den sonra yerine sadrâzam Mustafa Paşayı gönderdi İki yüz bin Rus, Alman, Kazak ve diğer milletlerden meydana gelen müttefik düşman kuvvetlerinin müdâfaa ettiği Çehrin Kalesi, Osmanlı ordusunun yaptığı şiddetli taarruzlara dayanamayarak, 1677 yılı Ağustos ayının 20/21 günü gecesi düştü Şiddetli topçu ateşi sebebiyle kalede çıkan yangında düşman ordusu, yanarak veya can havliyle atıldıkları, nehirde boğularak yok oldu
1680 yılında Rusların harp hazırlıkları haberi alındığında Dördüncü Mehmed Han, 29 Ekim 1680’de İkinci Rus Seferine çıktı Osmanlı seferinden çok korkan Ruslar, Sultân’ın Edirne’ye gelmesiyle, Kırım Hanı Murâd Giray vâsıtasıyla anlaşma istediler 11 Şubat 1681’de imzâlanan Osmanlı-Rus Antlaşmasına göre; iki devlet arasında Özi Nehri hudut kesildi Avusturya Kralının Macar milliyetçilerini imhâ hareketine karşı, Macarlar, Osmanlılardan yardım istedi Sultan Mehmed Han, 9 Ocak 1682’de Macar milliyetçilerinin lideri Tökeli İmre’yi Orta Macaristan Kralı tanıdı Mehmed Han, Tökeli İmre’ye mücevher bir topuz, Budin Beylerbeyliğine de Hatt-ı Hümâyun göndererek yardım edilmesini ve yeni krallığın Avusturyalılardan kurtarılmasını emretti Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa, Tökeli İmre’nin yardım istemesiyle, 27 Temmuz 1682’de, Orta Macar Seferine çıktı 15 Ağustos 1682’de Orta Macaristan’ın merkezi olan Kaşa Kalesi fethedilerek, Tökeli İmre, Macar milliyetçilerinden on iki bin gönüllü askeriyle krallık tahtına oturtuldu
Yabancı devletlere karşı tavizsiz bir siyâset tâkip eden Vezir-i âzam Kara Mustafa Paşa, Fransız gemilerinin Sakız Adasında küstahça davranmasını protesto ederek, Fransa Kralından tazminât aldı Avusturya’nın tekrar tekrar antlaşma istemesine rağmen, devamlı tecavüzkâr bir siyaset takip etmesi üzerine, Dördüncü Mehmed Han, 12 Ekim 1682’de sefere çıktı Avusturya Seferinde Sultan’ın Belgrad’da kalmasıyla, Sadrâzam Kara Mustafa Paşaya Serdar-ı ekremlik vazifesi verildi Papalığın Avusturya’ya yardım ederek Lehistan’la ittifak kurması üzerine, 27 Haziran 1683 târihindeki Harp meclisinde Viyana’nın fethine karar verildi 14 Temmuz 1683’te Avusturya’nın merkezi Viyana Osmanlılarca ikinci defa kuşatıldı (Bkz Viyana Kuşatmaları) Serdar-ı ekrem Kara Mustafa Paşanın Viyana kuşatmasını kaldırıp, geri çekilmesiyle, 15 Aralık 1683’te sadrâzamlığa Kara İbrahim Paşa tâyin edildi Dördüncü Mehmed Han, Osmanlı Devletini en geniş hudutlara kavuşturmasından sonra, 1683 geri çekilişiyle mevziî harpler kazanılmasına rağmen Macaristan elden çıktı Dalmaçya kıyıları ve Yunanistan, Venediklilerin tecâvüzüne uğradı Avrupa devletleriyle muhârebeler, 26 Ocak 1699 târihinde imzâlanan Karlofça Antlaşmasına kadar devam etti Antlaşmadan on iki yıl önce 8 Kasım 1687 târihinde Dördüncü Mehmed Han, tahttan indirilmişti Otuz dokuz yıl Osmanlı sultanlığı yapan Dördüncü Mehmed Han, 6 Ocak 1693 târihinde, vefâtına kadar Edirne’de oturdu Vefât edince İstanbul’a getirildi ve Yeni Câmi yanındaki annesi Turhan Vâlide Sultanın türbesine defnedildi
Osmanlı Devletinde, Kânûnî Sultan Süleyman Handan sonra en fazla tahtta kalan pâdişah, Dördüncü Mehmed Handır Yaratılışı icâbı mutedil, kadirşinas, vefâkâr olup, verdiği söze sâdık bir şahsiyete sâhipti Ava, edebiyata, târihe merakı olup, sohbet dinlemeyi severdi Dindardı, beş vakit namazını cemaatle kılardı İçkiyi ve imâlatını yasakladı Dîne sonradan karıştırılan bütün hususların kaldırılması için uğraştı Kahvehâneleri kapattırıp, oyuncu ve çalgıcıları İstanbul’dan uzaklaştırdı Sadrâzamlığı, Köprülü âilesine verip, idârede serbest bıraktı Kendisi de, savaşlardan zaman kaldıkça çok sevdiği sürek avlarına devam etti Ava merakından dolayı “Avcı” lakabı verildi Zamanında Osmanlı Devleti en geniş hudutlarına kavuşarak, dünyâ siyâsetinde faal rol oynadı
Dördüncü Mehmed Han devrinde, kıymetli ilim adamları ve sanatkârlar yetişti Her sâhada kıymetli eserler yazıldı Mehmed Bahaî, Abdülaziz, Tulumcuzâde Abdurrahman, Memikzâde Mustafa, Hocazâde Mes’ud, Hanefî, Balizâde Mustafa, Bolevî Mustafa, Mehmed Esirî, Sunizâde Mehmed Emin, Minkarîzâde Yahya, Çatalcalı Ali, Ankaralı Mehmed Emin, Debbağzâde Mehmed Efendiler şeyhülislâmlık yaptılar İçlerinde kıymetli eserler yazıp, talebeler yetiştiren şahsiyetler vardır Seyyid Feyzullah, Ayşî Mehmed, Hıbrî Ali efendiler, fıkıh, edebiyat, lügat ve diğer ilimlere âit eserler yazdılar Peçevî İbrahim, Kâtib Çelebi, Karaçelebizâde Abdülaziz, Vecihî, Hezarfen Hüseyin, Ebû Bekr bin Behram Dımışkî, Ömer Avni, Rodosizâde Abdullah efendiler: Târih, teşkilât, coğrafya ve seyahatnâme sahasında; Kavalalı Abdulhalim bin Abdullah, Cerrah Mehmed bin Murâd, Mehmed bin Ali, Talatî Çelebi, Sâlih bin Nasrullah, Ebî Bekr-i Rasî, Hayâtizâde Mustafa Feyzi, Abdullah Ahmed bin Beşir efendiler tıbba dâir; Molla Mehmed, Mustafa bin Yusuf, Kâtibzâde Mustafa bin Mehmed matematik sâhasında; Cevrî İbrahim, Nâilî-i Kadim, Neşatî Ahmed Dede, Fasih Ahmed, Mezakî Süleyman efendiler edebiyata dâir; Derviş Ali, Tenekecizâde İbrahim, Hâfız Osman, Beyazizâde Ahmed, Dukakinzâde Derviş Mehmed, Şeyh Sun'ullah, Nefeszâde Seyyid İbrahim ve Tokatlı Ahmed efendiler hattatlıkta kıymetli eserler meydana getirdiler Dördüncü Mehmed devrinde inşası tamamlanıp, ibâdete açılan Yeni Câmi, Osmanlı mîmârîsinin şaheserlerindendir Yeni Câmi yanındaki Mısır Çarşısı, bu câmiye vakıf olarak yapılmıştı
|