Yalnız Mesajı Göster

Türk Tarihi Kavramları(Alfabetik)

Eski 06-27-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihi Kavramları(Alfabetik)




D
Dalkılıç (Serdengeçti)
Devşirme
Donanma (Şenlik)
Dönmeler
Duhuliye Resmi

Dalkılıç (Serdengeçti)
Osmanlı Devleti'nde muhasara edilen kaleye girmek veya düşman ordusu içine dalmak için fedaî yazılan asker Bunlara “serdengeçti” de denirdi Bunlar toplu halde düşman ordusunun sağ, sol veya arkasından hücum ederlerdi Ölümü hiç düşünmeyen bu yiğitlerin hücumları, pek dehşetli olur ve ekseriya daldıkları ordunun moralini bozar, içlerine korku salarlardı Napolyon, birkaç yüz dalkılıç meydana çıktığında bunların önünde durmanın güç, mağlup olmamanın ise imkânsız olduğunu beyan eder
Kuşatması uzayan kalelere, serdengeçtiler, gece merdiven kurarak yalın kılıç içeri girerler Bütün kale efradına karşı gözlerini kırpmadan kılıç sallarlardı Bunlar için şehitlik, adeta mukadderdi Az da olsa sağ kalanlar olurdu Bunlar gerek kumandanları, gerekse arkadaşları tarafından çok iltifat görürlerdi Din ve devlet için başlarını vermekten çekinmeyen bu yiğitlerin sağ kalanlarına mükâfatlar verilir, “serdengeçti ağası” tabiriyle hürmet gösterilirdi
Yeniçerilerin bozulmasıyla serdengeçtiler de eski ehemmiyetini kaybettiler, ocak kaldırılınca, “dalkılıç” “serdengeçti” de kendiliğinden kalkmış oldu
Özlüyorum Malazgirt, Niğbolu ve Kosova’yı
Şimşek nallı rüzgâr atlar üstünde,
Dalkılıçlar biçerken ovayı
Yaşasaydım aaah öyle bir günde!


Devşirme
Saray hizmetleriyle, Bostancı Ocağı ve Yeniçeri Ocağında istihdam edilmek üzere Osmanlı Devleti'nin Hıristiyan halkından topladığı çocuklara verilen isim Orhan Gâzi devrinde, yalnız Türklerden teşkil edilen Osmanlı ordusunun kâfi gelmemesiyle, harpte ele geçirilen güçlü ve kuvvetli esirlerden faydalanma yoluna gidilmiştir Böylelikle “Pençik Oğlanı” denilen ve her beş esirden birinin alınması yoluyla bir ordu teşkil edilmiştir Sultan Birinci Murad zamanında, Pençik Oğlanı teşkilâtı bir kanuna bağlanarak, Gelibolu Acemi Ocağı kuruldu Böylece, Kapıkulu Ocağının temelleri atılmış oldu
Acemi Ocağı teşkilâtı daha sonraları ihtiyaç nispetinde genişletildi ve yeni kanunlarla, daha mükemmel bir hâle kondu Fütuhâtın ilerlemesi üzerine, bir taraftan askere olan ihtiyaç, diğer taraftan siyasî hadiseler neticesinde ordu mevcudunun azalması, Pençik Oğlanından başka Devşirme ismiyle Osmanlıların Rumeli’deki topraklarında bulunan Hıristiyan tebaadan ocağa yeniçeri namzedi olarak efrad alınmasını gerektirdi Bu suretle, Hıristiyan tebaa evlâdından asker devşirmek için, bir Devşirme Kanunu yapıldı Bu yeni kanunla, baştan başa gayrimüslim olan Rumeli halkı yavaş yavaş Müslümanlaştırılacak, böylece Müslüman olmuş askerle Türk ordusu kuvvetlenecekti İki yönlü faydası olan Devşirme Kanunu, artık eski ehemmiyetini kaybeden Pençik Kanunuyla asker alınmasının yerine geçmiş, kuvvetli ve sürekli olarak iki buçuk asır devam etmiştir
Devşirme işiyle birinci derecede Yeniçeri Ağası alâkadardı Ağa, gerek Acemi Ocağı ve gerek diğer hizmetlerdeki acemilerle, Türk çiftçilerinin hizmetlerinde bulunan acemileri göz önünde bulundururdu Yeniçeri Ocağına Acemi Oğlanı verilmesi ve Acemi Ocağına oğlan alınması, hep onun tezkiresiyle olurdu Bunun için devşirmeye lüzum hâsıl olunca, Yeniçeri Ağası bir arîza ile dîvâna müracaat ederek ihtiyaç miktarını gösterirdi Bunun üzerine, kanun gereği Osmanlı ülkesindeki muhtelif mıntıkalara memurlar sevk olunarak sancakbeyleri, kadılar, topraklı süvari ve zeamet sahiplerinin de yardımlarıyla acemi efrat devşirilirdi Devşirme için, ocak tarafından bir emin ile bir memur tayin olunması kanundu Başka yerden olamazdı
Devşirme memuru, vazifesinde tamamen serbestti O tayin olunduğu mıntıkada her bir kadılığı, yani kazaları gezip görerek, kanunî vasıfları haiz olmak şartıyla, sekiz-on ve on dört yaş arasında kırk hanede bir oğlan hesabı üzere çocuk devşirirdi Devşirme memuru, bu çocukları alırken kadılar, sipahiler veya vekilleri ve köy kethüdaları da hazır bulunurlar ve bir suiistimal olmamasına dikkat ederlerdi Devşirilen çocuğun köyü, kazası, sancağı, baba ve anasının ve sipahisinin isimleri, doğum tarihi ve bütün özellikleri bir deftere yazılır ve bu defter iki nüsha olarak biri devşirme memurunda bulunur, diğeri de çocukları sevk eden sürücüye verilirdi
Kanun üzere, Hıristiyan çocukların en asil olanları seçilirdi İki çocuğu olanın biri ve birkaç çocuğu olanın müsait olan en sıhhatlisi ve yakışıklısı seçilirdi Bir oğlu olanın çocuğu alınmaz, babasının hizmetine bırakılırdı Alınacak çocukların orta boylu olmasına dikkat edilirdi Anası ve babası ölmüş çocuklar, terbiyesi noksan ve aç gözlü olacağı düşüncesiyle, devşirmeye müsaade edilmezdi Sığırtmaç ve çoban oğullarıyla genç sığırtmaç ve çobanlar, kel ve köse olanların da alınmamaları kanundu
Devşirilen çocuklar, yüzer, yüz ellişer, iki yüz veya daha fazla gruplar hâlinde, muhafızların nezaretleri altında hükümet merkezine sevk edilirlerdi Bunların, yollarda kaçmamaları ve değiştirilmemeleri için, sıkı tedbirler alınırdı Devşirmeler, devlet merkezine gelince iki, üç gün istirahat ettirilir, daha sonra yeniçeri ağası tarafından, sarayda görev yapacaklarla kapıkulu ve bostancı ocağına gidecekler seçilir ve padişaha arz edilirdi
Devşirme Kanunu, bilhassa 17 yüzyılın başından itibaren, Hıristiyan çocuklarının gerekli tetkik ve muayeneler yapılmadan alınmaları, tutulması gerekli olan eşkâl defterine pek ehemmiyet verilmemesi üzerine bozulmaya başlamıştır Bu durum, Yeniçeri Ocağına, devşirme efradının alınmasından vazgeçilmesine yol açmıştır On sekizinci yüzyıl başlarında, yalnız Bostancı Ocağı için 1000 devşirme toplanmışken, aynı yüzyılın ortalarında, devşirme usulü kesin olarak bırakılmıştır



Donanma (Eğlence, Şenlik)
Osmanlı Devleti'nde mübarek günlerde, bayramlarda, Osmanlı ordularının zafer dönüşlerinde, padişahların çocuklarının doğumlarında ve düğünlerde yapılan şenlik ve gösterilere verilen isim Düğün ve sünnet düğünleri dolayısıyla yapılan şenlik ve gösterilere “Sûr-i Hümâyûn” adı veriliyordu Bu şenlikler ve gösteriler, üç gün üç geceden az, kırk gün kırk geceden de çok olmazdı Fakat istisna teşkil edip, kırk gün kırk geceden daha fazla süren donanmalar da olmuştur Bu donanmalar esnasında, denizde ve karada fener alayları, ışıklandırmalar tertip edilir, top, tüfek ve fişek atışları yapılır, çeşitli oyun ve yarışlar düzenlenirdi Bu millî ve köklü Osmanlı geleneği, devrin tarihçileri tarafından kaydedilmiştir Ayrıca bu devrin ünlü şair ve edebiyatçıları, manzum ve mensur olarak bu şenlikleri, eserleriyle dile getirmişlerdir Böylece edebiyatımızın parlak sayfalarına yenileri eklenmiş oldu Meselâ, düğün şenlikleri adına “Sûrnâme”ler, büyük zaferler adına “Zafernâme”ler, bayramlar için “Iydiyye”ler, Ramazân-ı şerîflerdeki şenlikler ve donanmalar için “Ramazânnâme”ler, Miraç geceleri için “Mi’râciyye”ler, Mevlid geceleri için “Mevlid” kasîdeleri yazıldı Bu millî kültür mahsulleri, asırlarca zevk, lezzet ve ruhaniyetleriyle gönüllerden gönüllere akarak devam edegeldi Bu donanma ve şenlikler, İslâm dininin çizdiği meşru sınırları taşmazdı Donanmaları, başta padişahlar olmak üzere, sadrazamlar, vezirler ve diğer devlet erkânı da teşrif ederek neşe, sevinç ve saadeti halkla paylaşırlardı
Bu şenliklere, yabancı devlet adamları, büyükelçiler de davet edilirlerdi Donanmalar, hem karada hem de denizde tertip edilirdi Şehzadelerin, özellikle de ilk şehzadelerin doğumları münasebetiyle yapılan donanmalar, diğerlerinden daha uzun süre yapılırdı Meselâ, Sultan Üçüncü Ahmed Han, ilk oğlu Şehzade Mehmed Efendinin doğumunda, beş gün beş gece donanma yapılmasını ferman eylemişti İkinci oğlu Şehzade Selim Efendi için de, üç gün üç gece donanma şenlikleri yapıldı Padişah ve devlet erkânından başka, halk da şehzadelerin doğumuna pek sevinir ve ehemmiyet verirdi Bazı defalar, doğumlarda, donanma şenlikleri yapılmayıp, fukaraya sadaka, tekke ve zâviyelere yardım yapılarak halkın gönlü alınırdı Bazen de, yangın çıkması endişesiyle, donanmalara izin verilmezdi
Donanma şenliklerini düzenlemekle görevli memura, “Donanma Muhtesibi” denilirdi Donanmalar esnasında, İstanbul’un çarşı ve camileri, pazar yerleri, hanlar, hâneler, limandaki gemiler, özellikle saraylar, baştanbaşa çeşitli renkte kıymetli kumaşlarla, bayrak ve flamalarla süslenirdi Mahyalar ve fener alayları yapılırdı Gündüzleri, Sultanahmed Meydanında, İbrahim Paşa Sarayında, Bâb-ı Hümâyûnda, Alay Köşkü önünde, Dolmabahçe Sarayında, Vaniköyü’nde ve diğer eğlence ve mesire yerlerinde tertip edilirdi Geceleri şehir baştanbaşa ışıklarla donatılır, belirli aralıklarla top, tüfek atışları yapılırdı Fişekler fırlatılırdı
Donanmalar, padişahların fermanıyla ilan ve tespit edildikten sonra, fermanın sadrazamın otağına gelmesiyle birlikte başlardı Kalabalık dolayısıyla düzenin bozulmaması için “tulumcu” denen özel görevliler tayin edilirdi Donanmaların masrafına, başta padişahlar ve diğer devlet erkânı olmak üzere, halk da kendi çapında katılırdı Fukaraya sadaka, hediye dağıtılır, nefis ziyafetler çekilirdi Böylece halk mesrur ve mesut edilirdi
On dokuzuncu asırda (1843) İstanbul’da bulunan tanınmış Fransız edibi Gerard de Nerval, o yılın Ramazanının birinci gününde gördüğü sevinç ve şenlikleri hayranlıkla dile getirmeye çalışmış, İstanbul’un temizlik ve zarafetine, halkının nezaketine, burada tattığı huzur ve saadete hayran kalmıştı Yazdığı hatıralarda bunları gıptayla dile getirmektedir
1858 yılında, Sultan Abdülmecid Han, dört şehzadesini birden sünnet ettirmişti Bu münasebetle, İstanbul’da Sakızağacı’ndan Ihlamur’a kadar arazi seçildi Bugün buraya Topağacı denilmektedir Nişantaşı’nın altındadır Sayısız ve pek süslü çadırlar kuruldu Rengârenk âvizeler içinde on binlerce mum, geceleri ortalığı adeta gün gibi aydınlatıyordu Zaten bütün İstanbul donatılmıştı Dört şehzade ile birlikte, tam 10000 Müslüman evlâdı da sünnet edildi Uzak şehirlerden ana babalarıyla gelenler ve bu şenliklere katılanlar da çoktu Tek kelimeyle, şahane bir şenlikti
Fransızlar, böyle şenliklere “Fete Imperial” adını verirlerdi Fakat, onların tasavvur ve hayallerinin ulaşamayacağı hâlisâne merhamet ve şefkatin semeresi olan bu donanma şenlikleri, onların şenliklerine hiç benzemez, sünnet edilecek çocuklar, özellikle fakir ailelerden seçilirdi Devlet erkânının çocukları da, yine bu düğünler sırasında sünnet edilirdi Böyle düğünler, devletle tebaanın gönülden kaynaşması ve sevişmesinin, derin bir muhabbet ve şefkatin semeresidir ve Osmanlı toplumunun tam bir huzur cemiyeti olduğunu göstermektedir
Bu donanmalar sırasında, Osmanlı toplumunun kuruluşları, bütün sanat erbabı, yeni hamleler kaydederlerdi Devlet ve tebaanın, sanat ve edebiyatın ve tekniğin bütünleştiği böylesine leziz bir kültür geleneğine, hiçbir millet sahip olmamıştır Batı dünyasında yapılan şenlik ve eğlenceler, iğrenç bir sefahat ve ahlâksızlık ve zulüm örneği olarak, insanlık tarihinin sayfalarını karartmıştır Bu Osmanlı şenliklerini bizzat müşahede eden yabancı bilgin, tarihçi ve devlet adamları bile hayranlık ve takdirlerini belirtmektedirler




Dönmeler (Dönme, Dönmelik)
On yedinci yüzyıldan itibaren, muhtelif Osmanlı şehirlerinde, bilhassa Selânik’te, Müslüman adı ve kıyafeti altında yaşayan Musevî cemaati fertlerine verilen ad Çeşitli dinlerden Müslüman olanlara mühtedî denildiği halde, bu tabir bunlar hakkında hiçbir zaman ve hiçbir yerde kullanılmamış, yüksek tabaka tarafından, bir dereceye kadar nezaketen “avdetî” tabiri kullanılmıştır Kendilerine; ma’âmînim (mü’minler) veya haberim (ortaklar), bir de ba’ale milhamah (mücahitler) isimlerini verirlerdi
Gizli bir mezhep sayılan dönmelik, aslen İspanyalı olup, İzmir’e yerleşen Mordehay Sevi adlı bir Yahudi'nin oğlu olan Haham Sabatay Sevi tarafından kuruldu Özel bir eğitim görüp haham olarak yetişen Sabatay Sevi, ilk önce, 1648’de İzmir’de Mesihliğini ve İsrâiloğullarını kurtarmak için Allahü teâlânın göndereceği peygamber veya kurtarıcı olduğunu iddia etti Musevîler, Mesih’in Filistin’e hükümdar olacağına ve Kudüs’ü merkez yaparak dünyanın dört köşesine dağılan Yahudileri burada toplayacağına inandıkları için, onun etrafında toplandılar İzmir’deki hahamlar, ona karşı çıkınca, 1650’de İstanbul’a geldi İstanbul hahambaşısı da Sabatay Sevi’ye karşı çıkınca, kendisine daha uygun bir muhit olan Selânik’e geçti Selânik’teki hahamlar tarafından sevgi ve saygıyla karşılanan Sabatay Sevi, bazı tepkilerle karşılaşınca Selânik’i de terk ederek, Atina’ya ve tekrar İzmir’e döndü İzmir’de kaldığı üç yıl içinde, dikkati çekecek bir davranışta bulunmaktan kaçındı 1663’te Mısır’a giden Sabatay Sevi, kısa bir müddet Kahire’de kaldı Burada Rafael Josef Çelebi adında zengin bir sarrafla tanıştı Daha sonra Kudüs’e gitti Musevîlerin takdirini kazanmak için Kudüs’ün mukaddes yerlerini ve evliya kabirlerini ziyaret etti Davranış ve çekici konuşmalarıyla Kudüs halkının itibarını kazandı Josef’ten aldığı paraları bunlara dağıttı
Nayir adındaki Polonyalı bir hahamın kızı olan Sara ile evlendikten sonra Gazze’ye gitti Orada Abraham Nathan adlı Yahudi ile tanıştı Abraham Nathan, kendisinin Mesih’ten önce gelecek olan peygamber olduğunu ve Sabatay’ın da Mesih olduğunu söyledi Böylece Sabatay Sevi’nin taraftarları çoğaldı Kudüs’e tekrar döndüğünde, kendisinin Mesih olduğunu gizlemeye gerek duymadı Kudüs’teki hahamlar karşı çıktılarsa da, Sabatay’ın taraftarları gün geçtikçe arttı Mısır, İstanbul, İzmir ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerine Mesihliğini ilan ve propagandasını yapmaları için sadık adamlarını yolladı Kudüs’ten Halep’e geçti 1667’de tekrar İzmir’e döndü Sabatay Sevi, Musevîlerin dinî âyin ve törenlerinde bazı değişiklikler yaptığı gibi, sinagoglarda okunan duaların çoğunu değiştirdi Musevîler kendisini bir kral olarak görmeye başladılar
O ise kendisini kralların kralı olarak görüyordu Dünyayı, kendi hesabına göre 38 krallığa böldü Her birine de, kardeşlerini ve sadık adamlarını kral tayin etti Çeşitli beyannameler yayınlayarak, Osmanlı idaresine karşı harekete geçti Musevîler, Müslümanlara karşı taşkınlıklarını arttırdılar Musevîlerin, Müslümanlara karşı yaptığı işler ve Sabatay Sevi’nin durumu üzerine, Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa, sahte Mesih ile hakkında düzenlenecek evrakın İstanbul’a gönderilmesini emretti Yakalanan Sabatay Sevi ve adamları, 1668 senesi Ocak ayında İstanbul’a gönderildi
İstanbul’a getirilen Sabatay Sevi, sorgulamasında, korkusundan yaptıklarını inkâr etti
Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislâm Minkârizâde Yahya Efendi ve Sultan’ın imamı Vânî Mehmed Efendi huzurunda, kendisinin Mesih olmadığını söyledi, yaptıklarını inkâr etti ve Müslüman olduğunu ilan etti Mehmed Efendi ismini aldı Böylece, Osmanlı tarihinde dönmeler meselesi başlamış oldu
Onun Müslüman olmuş görünmesiyle ilgili olarak Vânî Mehmed Efendi; “Bu adamın, Müslümanlığı kalbî hisler ve ihlâsla kabul ettiğine kâni değilim Fakat dinimiz şüpheyi reddeder ve kişinin imanı üzerine hüküm, ancak cenâb-ı Hakk’ındır Bu itibarla ihlâsla Müslüman olmasını niyâzdan başka şey yapamam” demekten kendini alamadı
Sabatay Sevi’nin Müslüman olmuş görünmesi, Türkiye ve diğer memleketlerdeki Yahudiler arasında şaşkınlığa sebep oldu Sabatay Sevi, taraftarlarını yatıştırmak için de; “Tanrı beni İsmâilî, yani Müslüman yaptı Ben kardeşiniz kapıcıbaşı Mehmed’im O öyle emretti Ben itaat ettim” dedi Müslüman olmuş görünmesine rağmen, Mesihlik iddiasından vazgeçmedi, eski faaliyetlerine devam etti
Bu arada padişaha ve müftüye başvurarak, Yahudileri hidayete davet etmek üzere kendisine izin verilmesini istedi Sabatay’a, sinagoglarda, isteyenlere Müslümanlığı anlatması için müsaade çıktı Bundan istifade ederek, taraftarlarını toplamaya çalıştı Müslümanlar arasına giren Musevîler, kıyafetlerini değiştirip Ahmed, Mehmed, Mehmed Ali, Abdullah, İsmail gibi isimler almaya başladılar Mehmed ismini aldıktan sonra, Mesihlik iddiasından vazgeçmeyen Sabatay Sevi, Selânik ve İstanbul’dan sonra, sürgüne gönderildiği Bağdat ve Ürgüp’te kaldı Bu arada Sabatayistlik, yani dönmeliğin esas inanış ve ibadetlerini bir araya toplayan on sekiz emri yayınladı ve kutlayacakları bayram günlerini tespit etti Dönmelerin uyması gereken 18 maddelik; “On sekiz emir” denilen nizamnâmenin özeti şöyledir: “Allah’ın birliğine ve Sabatay Sevi’nin Mesihliğine inanılacak, yalan yere yemin edilmeyecek, Allah’ın adı anıldığında saygı gösterildiği gibi, Mesih’in zikri geçince de saygı gösterilecek, Mesih’in sırrını anlamak için toplantılar yapılacak Adam öldürülmeyecek, zina edilmeyecek, Yahudi yılının dokuzuncu ayı olan Kislev’in 16 günü bayram yapılacak Yalan yere şahitlikte bulunulmayacak, birbirlerine karşı mürüvvetli ve merhametli davranılacak, her gün Mezâmir okumaya gizlice devam edilecek Müslüman Türklerin âdetlerine, onların gözlerini boyamak maksadıyla riayet edilecek Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı çekilmeyecek, aynı şey Kurban için de yapılacak Dinî merasimlere zahiren uyulacak, Müslümanlarla evlenmekten kaçınılacak Kamerî ayların ilk günlerine dikkat ve hürmet gösterilecektir
Bu emirleri neşreden Sabatay Sevi’nin yaptığı işler, Sadrazam Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşaya anlatılınca, onu çağırıp sorguya çekti Sabatay Sevi; “Aman efendimiz! Hakkımda size söylenenlerin hepsi yalan ve iftiradır Bir takım dost ve akrabalarımı etrafıma topladığım doğrudur Ama bunun hakikî sebebi, onları da hidayete erdirip Müslüman eylemektir Eğer bu suç ise türlü cezaya razıyım Boynum kıldan incedir” dedi Sadrazamı bu sözlerle kandırdığını zanneden Sabatay Sevi, Kuruçeşme ve Kâğıthane’de taraftarlarıyla gizlice İbranice âyin yapıp dualar okurken yakalandı Adamlarıyla birlikte Arnavutluk’a sürüldü Bir müddet orada kalan Sabatay Sevi, 30 Eylül 1675’te Berat kasabasında öldü
Kadınları sarı mest ve beyaz car giyinen, erkekleri ise, beyaz keçe üzerine yeşil sarık saran, görünüşte Müslüman bilindikleri ve Müslüman adı taşıdıkları halde bayramdan bayrama namaza giden dönmeler, Sabatay Sevi’nin ölümünden sonra, Yâkubîler, Karakaşlar, Kapancılar olarak üçe ayrıldılar Değişik adlar alan bu grupların nesl-i şerîf denilen en yüksek asil ailelere mensup birer reisi vardı Bunlar, cemaat ihtiyarlarının reyleriyle seçilirler, ölünceye kadar bu mevkide kalırlardı Ab-be-din denilen reisler tarafından tayin olunan ruhanî reisler, dinî vazifeleri yerine getirirlerdi Dönmelerin bu üç zümresi, hariçten veya birbirlerinden kız alıp vermezlerdi İlk zamanlar Selânik’te yerleşen dönmeler, Balkan Harbi'nden sonra, Selânik’ten tamamen ayrılarak İstanbul’a geldiler Ekseriyetle Nişantaşı ve Şişli semtlerine yerleştiler Çocuklarını da Türk okullarına vermemek için, Feyziye Lisesi ve Şişli Terakkî Lisesi adında iki okul açtılar ve bu okullara gönderdiler Aralarındaki eski katı gruplaşmaları kaldırıp, dayanışmaya yönelerek ticarî hayatta tesirli oldular Bunun yanında valilik, müsteşarlık ve siyasî olarak da milletvekilliği ve bakanlığa kadar yükselenler ve gazetecilik mesleğinde muvaffak olanları da oldu



Duhuliye Resmi
Şehir ve kasabalara ticaret amacıyla getirilen eşyadan alınan vergi Batıda bu vergi, komünlerin ortaya çıkışıyla alınmaya başlamıştır Bir tür mahallî idare olan komünler, malî bakımdan yetersiz olan gelirlerini artırmak için, kraldan yetki almışlardır Bu yetkiye (oktruvaye) izafeten alınan vergiye “oktruva” adı verilmiştir
Osmanlı Devleti'nde, kuruluşla birlikte pazarlara satılmak üzere getirilen mallardan “pazar baçı” alınmaya başlanmıştır Kanunî'nin Kanunnâmesi’nde; “taşradan gelen metaın resmi” şeklinde adlandırılan duhûliye resmine tâbi mallar sayılmıştır Bu vergi, 1826 tarihinde şekil değiştirerek, Yeniçeri Ocağı yerine kurulan “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” harcamaları karşılığı alınan “ihtisap resmi” hâline gelmiştir 1854 yılına kadar görev yapan ihtisap nezaretinin başlıca geliri olan ihtisap resmi, nezaretin şehremaneti (belediye) hâline gelmesiyle, bir belediye geliri olarak alınagelmiş ve pazar, kantar, palamar resimleri şeklindeki kalıntıları, daha sonra yürürlükten kaldırılmıştır


Alıntı Yaparak Cevapla