Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Tarihi Kavramları(Alfabetik)
L
Lala
Lâle Devri
Levent (Levend)
Lala
Osmanlı şehzâdelerinin tâlim ve terbiyesiyle meşgul olanlara verilen isim Selçuklularda bu vazifeyi atabegler yaparlardı Geleceğin hükümdarını yetiştirmek üzere görevlendirilen bu kişiler din ve fen ilimlerinde mümtaz şahsiyetler arasından seçilirlerdi Şehzâdeler sancağa çıkarken bâzen yanlarına birden fazla da lala görevlendirilirdi Bu durumda en kıdemlisi “Lala Paşa” ünvânını taşırdı Lalanın ilmî kıymeti yanında pâdişâhın fevkalâde îtimâdını kazanmış emin bir kimse de olması gerekliydi Çünkü bunlar şehzâdenin iyi bir devlet adamı olarak yetişmesi yanında onun pâdişâha karşı itâatini de kırmaması lâzımdı Îtimâdı sarsacak durumlarda lalaların görevden alınması pâdişâhın yetkisindeydi Lalalar yetiştirdikleri şehzâdenin pâdişâh olması durumunda büyük bir nüfuz kazanırlardı Tahta geçen yeni pâdişâh, lalalarının en kıdemlisi olan Lala Paşayı vezirliğe ve bâzen de sadrazamlığa tâyin ederdi
Lala deyimi ayrıca halk arasında konak ve evlerde çocukların yetiştirilmesi için alınan görevliler için de kullanılmıştır (Bkz Atabeg)
Lale (Lâle) Devri
Türkiye târihinde Pasarofça Antlaşması ile Sultan Üçüncü Ahmed Han'ın tahttan indirilmesi (1730) arasındaki dönem Lâle Devri, Osmanlı Sultanı Üçüncü Ahmed Han (1703-1730) ve Vezir-i âzam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa zamanında Osmanlı-Rus-Avusturya-Venedik harplerinden sonra imzâlanan Prut ve Pasorofça antlaşması ardından başladı Yıllarca süren harpler ve isyânlardan bıkan ahâli, antlaşmalardan sonra savaştan uzak bir hayat sürmeye başladı İstanbul’da sünnet ve düğün merâsimleri artarak, mevsimine göre kır, deniz seyahatları ve helva sohbetleri tertiplendi Pâdişah dahil, devlet adamları baharda, lâle mevsiminde Sâdâbâd, Şerefâbâd Bağ-ı Ferah, Emnâbâd, Hüsrevâbâd, Hümâyûnabâd, Kasr-ı Süreyya, Vezirbahçesi köşklerine, Tersâne Bahçesi, Çırağan Bahçesi, Beşiktaş yalılarına giderlerdi
Devlet adamları, ahâli ve çiçekçi esnafı, iki yüzden fazla lâle çeşidi yetiştirip, bu bitkiye karşı alâka artmıştır “Mahbud”, devrin en meşhur ve pahalı lâle çeşidi oldu İstanbul başta olmak üzere bütün memleket sathında park, bahçe tanzimi, köşk, saray, çeşme, sebil, imâret, medrese, kütüphane ve câmiler dâhil pek çok sanat eseri yapıldı Aslında bu devir, Türk bahçe ve park anlayışının mükemmel bir tezâhürüdür ve Avrupa bunu “Turquerie” adıyla taklit etmiştir Bu devirde ayrıca, inşâ ve tâmir edilen sanat eserlerinin süslenip, tezyini için İstanbul’a çini fabrikası kuruldu Bugünkü Nevşehir, bu devrin eseridir
Yine bu devirde, 16 yüzyıldan beri İstanbul’da ve diğer Osmanlı şehirlerinde Arapça, Ermenice, İbrânice, Rumca kitap basan matbaaların ardından, Şeyhülislâm Abdullah Efendinin fetvâsı ile, aslında bir eksiklik olan, Osmanlıca kitap basımı da gerçekleşti Matbaada basılacak kitapların kontrolü için âlimler vazifelendirildi İstanbul’da bulunan doksan bin kadar hattatın durumları dikkate alınarak, ilk zamanlar dînî kitap basılmadı Hattatlıkla uğraşan kalem ehlinin bir kısmı matbaada tab (baskı) işlerinde musahhihlik yaparak zamanla denge sağlandı ve dînî kitapların basımına geçildi Matbaanın ve hattatların ihtiyacını karşılamak için kâğıt fabrikası kuruldu Avrupa ile münasebetler arttırılıp, Viyana’ya konsolos tayin edilerek, çeşitli başşehirlere dostluk nâmeleri gönderildi
Sonradan “Lâle Devri” diye adlandırılan 1718-1730 tarihleri arasındaki yıllar sulh, sükun ve huzurla geçtiğinden Osmanlı kültür, sanat ve ilim âleminde kıymetli şahsiyetler yetişti Hattatlar vasıtasıyla eski eserler çoğaltılarak, her tarafa dağıtıldı Damad İbrahim Paşa, tarihe meraklı olduğundan birçok tarih kitaplarının yazmaları kontrol edilip, karşılaştırmalı olarak hattatlara yazdırılıp çoğaltıldı İlmi encümen, heyet ve büroları kurularak, Arapça, Farsça, Yunanca kitaplar tercüme edildi Bu devirde yapılan saray ve köşklerdeki ilim meclislerine, sohbetlere kıymetli âlimler, sanatkârlar, şâirler ve edipler katılırdı Sohbetlere doğu dillerini iyi bilen ve ilim erbâbından şâir Nedim ayrı bir renk katardı Nedim, Lâle Devrinin günlük hayatını ve İstanbul’un tasvirini:
Bu şehr-i Stanbul ki, bî-misl ü behâdır,
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır,
Bâzâr-i hüner ma’den-i ilm ü ülemâdır
mısralarıyla yapmıştır
İran meselesi; devlet adamlarının îmar faaliyetlerini, ordudaki düzenlemeleri ve meclis toplantılarını istemeyen yabancılar; yazılan eserlerin yanlış açıklanıp, anlaşılması gibi sebepler, Lâle Devrindeki huzur ve âhengi bozdu Patrona Halil adında devşirme bir tellak yeniçeri, Sultan Üçüncü Ahmed Han sefer hazırlıkları içindeyken ve tatil günü devlet adamlarının yazlıklarda bulundukları esnâda, isyanı başlattı 28 Eylül 1730 tarihinde meydana gelen Patrona Halil İsyânı'yla Damad İbrahim Paşa ve yakınları, âsilerin arzusuyla vazifeden alınıp, öldürüldü Âsiler, seksen sekizinci İslâm halifesi ve yirmi üçüncü Osmanlı Sultanı Üçüncü Ahmed Hanın da hal’ini istediler İstanbul’da yapılan yalılar yağma edilip yıkılarak, lâle bahçeleri tahrip edildi Birçok güzîde sanat eseri, âsi ve yağmacıların tahribine uğradı Sanatkârlar, şâirler, edipler, ilim ve devlet adamları, öldürüldü
Damad İbrahim Paşanın öldürülmesi ve Sultan Üçüncü Ahmed Hanın tahttan indirilmesi ile Türkiye tarihinde Lâle Devri (1718-1730) sona erdi Bu devir; sulh, sükûn, huzur, imar faaliyetleri, güzîde sanat eserleri yapılması, ilmî eserlerin çoğaltılarak dağıtılması, ihtiyaç duyulan maddelerin ülkede imalâtı için fabrika tesisi, askerî yenilikler, dünyada olup biten yenilik ve olayların takip edilmesi için Viyana (1719) ve Paris’e (1721) elçilik heyetleri gösterilmesi, İstanbul’da itfaiye teşkilâtının kurulması; âlim, edip, şâir ve sanatkârların korunmasına ayrı bir itinâ gösterilmesi bakımından, Türkiye tarihinde ayrı bir yer tuttuğundan, çok önemlidir Padişah ve şâirlerin başlattığı gerçek batılılaşma da bu devirde başlamış, fakat bu ve bundan sonra gelecek isyanlar, her türlü yenilik faaliyetini neticesiz kılmıştır
Levent (Levend)
Osmanlı donanmasında hizmet gören askerî sınıf Türkçe, Farsça ve İtalyancada ayrı ayrı mânâlara gelen kelime aslen İtalyanca olup, levantino “doğulu” anlamına gelir Venedik’e göre doğulu asker Farsça, nefsin arzû ve isteklerine uyan Türkçede ise, tekil olarak; “delikanlı, boyluposlu, yiğit, çevik” demektir Levendât şeklindeki çoğulunda, kara ve deniz askerleri ifâde edilir
Deniz ve kara leventleri olmak üzere iki kısımdır
Deniz leventleri: On altıncı asırda Akdeniz’de gemileri ile faaliyette bulunan gözüpek, güçlü kuvvetli Türk denizcileri Bunlar 17’şer oturaklı gemileri ile, Rumlalarla meskûn Livâdiye sâhillerini vurup, bol ganîmet ile dönerlerdi Leventler, Osmanlı Devleti hizmetine girmelerinden sonra, bulundukları yerin disiplini ve nizâmını sağlar, donanma sefere çıktığı zaman, asker olarak sefere katılırlardı Bunlar, Levent-i Türkî ve Levent-i Rûmî diye ikiye ayrılır “Levanda”adını taşıyan Rum leventleri, adalardan toplanırdı Bunlar, daha sonra hizmette hıyânette bulunduklarından tasfiye edildiler Türk leventleri timarlı olup, sâhil memleketlerindeki Türklerden alınırlardı Türk leventleri ile Rum leventlerinin kıyâfetleri farklı idi Türk leventleri, berate denilen kırmızı başlık, kollu beyaz gömlek ve kırmızı renkli, kenarları siyah harçlı bir yelek ile kırmızı şalvar giyer, bellerine sarı kuşak sararlardı Rum leventleri de kenarları sarı harçlı mâvi bir yelek, beyaz şalvar giyer, bellerine kuşak sararlardı; bellerinde ve başlarında mâvili beyazlı kuşak ve sarık bulunurdu Ayrıca Türk ve Rum leventleri bütün bedenlerini örten kenar dikişleri kırmızı harçla çevrili, başlıklı bir yağmurluk giyerler, bellerinde bıçak bulundururlardı Kılıç, mızrak, uzun namlulu tüfek ve tabanca da taşırlardı Rum leventleri, daha çok kürekli çektirilerde kullanılırdı
Leventlerin komutanına “Şehlevent” denirdi Kıdemlerine göre “çektiri, firkate, kalyon levendi” adını taşırlardı Donanmanın her yıl seferden dönüşünde yoklama yapılır, sefere katılmayanların kayıtları silinerek maaşları kesilirdi
Kara leventleri: Osmanlılarda donanma leventlerinden ayrı olarak vezir ve beylerbeyi maiyetlerinde süvârî görevi yapan sınıf Bunlara kapılı-levent de denilirdi Leventlerin mensub oldukları vezir veya beylerbeyi azledilince, bunlar bir yere kapılanıncaya kadar, başıboş bir hâlde dolaşdıkları için bunlara “kapısız levent” denirdi Kapısız leventlerin zamanla çoğalması ve Anadolu’da eşkıyâlığa başlamaları üzerine, bu teşkilât bozuldu
Anadolu’daki isyânlara karıştılar 1776’da çıkarılan son fermanla varlıkları kesin olarak ortadan kaldırıldı
Kara leventleri unutulduğu hâlde, deniz leventleri muhteşem hâtıraları ile hâlâ yaşamaktadır Levent denince akla Osmanlı devri Türk denizcisi gelmektedir Pekçok dehâ sâhibi Osmanlı amirâli leventlikten yetişmişlerdir Leventler, Osmanlı Devletine unutulmaz deniz zaferleri kazandırmışlardır
|