Yalnız Mesajı Göster

Türk Tarihi Kavramları(Alfabetik)

Eski 06-27-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihi Kavramları(Alfabetik)




S
Sancak-ı Şerîf
Sefâretnâme
Selanik Vakası
Sened-i İttifak

Sancak-ı Şerif


Peygamberimiz zamanında kullanılan mukaddes sancak Topkapı Müzesinde Mukaddes Emanetler arasında muhafaza edilmektedir Siyah softan yapılmıştır İstanbul’a gelişi hakkında çeşitli rivayetler vardır Ukab adı verilen bu sancak Mısır Kölemen Beylerinden Hayır Bey tarafından, Sultan Selim Hana gönderilmiştir Diğer rivayete göre ise Sultan Selim Han, Mısır’dan dönüşünde, beraberinde getirmiştir Başka bir rivayete göre ise 1593 senesindeki Avusturya Seferine, Şam yeniçerileriyle birlikte gelmiştir Seferden sonra gönderilen Sancak-ı şerif, 1595’te geldikten sonra bir daha geri gönderilmedi
Zamanla Sancak-ı şerif eskiyince, Devlet-i Aliyye’de (Osmanlı Devleti) aslına göre üç sancak işletilmiş ve Sancak-ı şerif parçaları bunların üzerine konmuştur Bunlardan biri, Hırka-i şerifle beraber sefere götürülür, ikincisi Hazine-i Âmire'de, üçüncüsü yine hazinede saklanırdı
Sancak-ı şerif, padişahla veya onlar bizzat sefere katılmadıkları zaman Sadrazam ve Serdâr-ı ekremle birlikte sefere gönderilirdi Sancak-ı şerif, padişahla beraber, ilk defa 1596 yılında Eğri Seferine götürülmüştü
Sultan Üçüncü Mehmed Han (1595-1603), Sancak-ı şerifin yanında seyyid ve şeriflerden meydana gelen üç yüz kişilik bir evlâd-ı Resûlullah’ı beraber götürmüştü Seferlerde açılan Sancak-ı şerif, bütün askerin mâneviyatını yükseltir, Peygamber efendimizin ruhaniyetinin, muharebe meydanında hazır olduğuna inanılarak şevkle savaşılırdı
Sefere çıkılacağı zaman (veya İstanbul’daki bazı isyanlarda) Sancak-ı şerifin yerinden alınıp teslimi, bizzat padişah tarafından olurdu Sancak-ı şerifin alınması ve yerine konması esnasında müezzin ve hafızlar Fetih ve Yâsin surelerini okurlardı Merasimlerde şeyhülislâmlar da bulunur, dua ederlerdi Seferler dışında, devleti tehdit eden büyük isyanlarda padişah emriyle Sancak-ı şerif açılırdı Böylece âsilere karşı halk, Sancak-ı şerif altında toplanmağa davet edilir, bu suretle âsilerin mâneviyatları kırılırdı 1651 ve 1687 isyanlarında Sultan Dördüncü Mehmed Han, 1730 Patrona Halil İsyanında Sultan Üçüncü Ahmed Han, 1826 Yeniçeri Ayaklanmasında İkinci Mahmud Han, Sancak-ı şerifi açarak, halkı onun altında toplanmaya çağırmışlardı
Sancak-ı şerife, Osmanlılar büyük kıymet vermişler, açıldığında yediden yetmişe herkesin onun altında toplanarak gazaya (savaşa) gitmesinin en büyük vazife olduğuna inanmışlardı


Sefâretnâme

Osmanlı Devletinde yabancı ülkelere gönderilmiş olan sefirlerin (elçilerin), İstanbul’dan hareket etmelerinden başlayarak, gittikleri yerlerde gördükleri olayları, yaptıkları diplomatik görüşmeleri, gezip gördükleri yerlerin idârî, sosyal, askerî, ilmî ve kültürel hayatları hakkında bir takım önemli bilgileri toplayarak pâdişâha veya sadrâzama takdim ettikleri rapor, yazılı belge Osmanlıların yabancı ülkelere elçiler göndermeleri, kuruluş devrinden îtibâren başlamıştır Ancak sefirlerin sefâret sırasında dolaştıkları yerleri ve buralarda gördükleri şeyleri ve yaptıkları işleri, pâdişâha arz etmek için sefâretnâmeler hazırlamaları 17 yüzyıl sonlarından îtibâren olmuştur Sefâretnâmeler bizzat sefirin (elçinin) kendisi tarafından hazırlandığı gibi, maiyetinde bulunanlardan biri tarafından da hazırlanabiliyordu Sefâretnâmeler nesir olarak hazırlandığı gibi manzum olarak da yazılabiliyordu
Yabancı ülkelerle siyâsî ve kültürel münâsebetlerin mâhiyetini ortaya koyan en eski belgeler olan Sefâretnâmeler, bu devletlerin sosyal ve ekonomik durumlarını, teşrifat (protokol) usullerini, hayat biçimlerini, Osmanlıların onlara karşı tutum ve düşüncelerini de yansıtmaktadırlar Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendinin Paris Sefâretnâmesi, Sefâretnâmelerin en tanınmış örneklerindendir Mehmed Efendinin Paris ve Fransa hakkında verdiği bilgiler Sultan Üçüncü Ahmed Hanın dikkatini çektiği için, Avrupaî tarzda bâzı yeniliklerde bulunma ihtiyâcı duymuştur Matbaayı ve onun temin ettiği faydayı yakından gören Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Türkiye’de matbaacılığın kuruluşunda büyük hizmeti olmuştur
Osmanlılar yalnız Avrupa’ya değil, Şarka ve İslâm memleketlerine de sefir göndermişler, onlar da diğer sefirler gibi Sefâretnâmeler hazırlamışlardır Sefâretnâmelerin bir kısmı vakanüvisler tarafından târihlere geçirilmiş, bir kısmı ise sonradan ayrıca yayınlanmıştır
Sefâretnâmeler yabancı ülkelerdeki ilmî ve teknik gelişmeleri yansıtarak, ülkemizde de birçok ilmî, idârî ve teknik yeniliklere sebep olduğu gibi, bu ülkelerin sosyal, ahlâkî ve kültürel özelliklerinden bahsettiği için de ülkemizde başka ülkeleri taklit etme özentisi başgöstermiştir Bu özentinin neticesinde garplılaşma (batılılaşma) adıyla ahlâkî ve kültürel yozlaşma meydana gelmiş, kendi millî ve mânevî değerlerimizden uzaklaşmalar olmuştur
Adet olarak kırktan fazla olan Sefâretnâmeleri konuları bakımından ikiye ayırmak mümkündür:
Birinci kısımdakiler; sefirlerin (elçilerin) doğrudan doğruya vazifeleriyle ilgili sefâretnâmelerdir
İkinci kısımdakiler ise; sefirlerin gezip gördükleri yerlerin idârî, sosyal, ahlâkî, askerî, kültürel ve teknik hayatları hakkında önemli bilgiler veren sefâretnâmelerdir
Elde bulunan ilk yazılı sefâretnâme Kara Mehmed Çelebi’nin 1655 târihli Viyana Sefâretnâmesi, son sefâretnâme ise Abdürrezzak Bahir Efendinin 1845 yılında kaleme aldığı, Paris-Londra Sefâretnâmesi’dir Hazırlandıkları devrin çeşitli özelliklerini günümüze yansıtan meşhur sefâretnâmelerden bâzıları ise şunlardır: Zülfikar Paşanın Mükaleme Takriri (1688-1692), İbrâhim Paşanın Viyana Sefâretnâmesi (1719), Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendinin Fransa Sefâretnâmesi (1720), Ahmed Dürrî Efendinin İran Sefâretnâmesi (1721), Nişli Mehmed Ağanın Rusya Sefâretnâmesi (1722-23), Mehmed Efendinin Lehistan Sefâretnâmesi (1730), Mehmed Said Paşanın Mehmet SaidEfendi Takrîri (1732-1733), Sâlim Efendinin Hindistan Seyâhatnâmesi (1744-1749), Mustafa Nazif Efendinin İran Sefâretnâmesi (1746), Hattî Mustafa Efendinin Nemçe Sefâretnâmesi (1748), Ahmed Resmî Efendinin Prusya Sefâretnâmesi (1763-1764), Seyyid İsmâil Efendinin Fas Sefâret Takrîri (1785-1786), Alemdâr Mehmed Ağanın Buhara Sefâretnâmesi (1787-1791),Vasıf Efendinin İspanya Sefâretnâmesi(1787-1788), Yusuf Agâh Efendinin Havâdisnâme-i İngiltere’si (1793-1796), Mehmed Sâdık Rıfat Paşanın İtalya Seyahatnâmesi (1838)



Selanik Vakası

6 Mayıs 1876 târihinde Selanik’te Fransa ve Almanya konsoloslarının linç edilmesiyle neticelenen olay Avrethisarlı bir Bulgar kızı İslâmiyet'i inceleyerek Müslüman olmaya karar vermişti Bu maksatla Müslümanlığı tescil ettirmek için Selanik’e gitmek üzere yola çıktı Ancak kızın niyetini öğrenen bâzı Hıristiyanlar telgrafla Amerikan konsolosunu durumdan haberdar ettiler Telgrafı alan ve koyu bir İslâm düşmanı olan konsolos, kıza mâni olmak için 150 kişilik bir Rum ve Bulgar çapulcusunu istasyona yığdı Kız, istasyona geldiğinde, konsolosun emriyle harekete geçen kalabalık, kızı, hükümet konağına götürmekle görevli üç zaptiyenin elinden zorla aldılar Hakâretlerde bulunarak yaşmağını ve ferâcesini parçaladılar Gözü dönmüş saldırganlar sürüsünün elinden kurtulmak isteyen kız, Müslüman olduğunu haykırmaya ve imdat istemeye başladı Kızın yardımına koşan birkaç Müslüman fecî şekilde dövüldü Kız da konsolosluk arabasıyla Amerikan konsolosluğuna götürüldü Bir Osmanlı şehrinde Bulgar da olsa Müslüman olmuş bir kıza yapılan saygısızca muâmele ve mâni olmak isteyenlerin ağır şekilde hırpalanması havanın elektriklenmesine sebep oldu
Ertesi gün İslâmiyet'i kabul eden bir kızın zorla kaçırılıp tutulamayacağını ve bu işe hükümetin karar vermesi gerektiğini belirten Müslümanlar Saatli Câmide toplandılar Kendilerini yatıştırmak isteyen Selanik Vâlisi Baytar Mehmed Refet Paşanın açıklamalarını yeterli bulmadılar Refet Paşa ve vilâyet görevlilerinin mâni olmaları ihtimâli üzerine medrese odalarını zapteden Müslümanlar kızı almak gâyesiyle Amerika Konsolosluğuna yürüdüler Bu sırada Fransa ve Almanya konsolosları kalabalığın önüne geçerek onları engellemek istediler Ancak kızın müftülüğe teslim edilmesi teklifine karşı Amerika Konsolosunun evinde olduğunu, dolayısıyla kızın teslim edilemeyeceğini söylemeleri üzerine zâten galeyana gelmiş olan halk tarafından öldürüldüler Ancak İngiliz Konsolosu devreye girip Müslüman olan Bulgar kızını hükümete teslim edince olaylar yatıştı
Selanik olayları üzerine Osmanlı Devletiyle Fransa, Almanya ve İtalya devletlerinin ilişkileri gerginleşmiştir Bu devletler gemilerini Selanik Limanına göndererek, hâdisenin müsebbiplerinin şiddetle cezâlandırılmasını talep ettiler Aksi takdirde Selanik’e asker çıkarılacağı bildiriliyordu Fakat Sultan Abdülazîz Han bu istekleri kabul etmediği gibi, Balkanlara yeniden birkaç tabur sevk edilmesini ve Selanik’e harp gemileriyle asker gönderilmesini, olayda suçlu olan kimselerin de yabancılara teslim edilmeyip, Osmanlı mahkemelerinde yargılanmasını emretti Pâdişâhın emri doğrultusunda hareket edildi Olayda ihmâli görülen Selanik Vâlisi değiştirildi, konsolosları öldüren altı kişi yargılanarak îdâma mahkum edildiler Fakat olaylara sebebiyet verenlere yâni kızı kaçıranlara hiçbir şey yapılamadı
Dünyânın her tarafına binlerce misyoner göndererek, insanların Hıristiyanlaştırılması için milyarları sarf eden, inanç ve vicdan hürriyetini, insan haklarını savunuyor görünen Avrupa devletleri, İslâm dînini kendi isteğiyle kabul eden bir Bulgar kızının Müslüman olmasını kabul edememişlerdir Ayrıca konsolosları devletin resmî emniyet görevlisinin elinden güpegündüz kız kaçıracak kadar aşağılık işlere tevessül etmişlerdir Olaylarla ilgili olarak alınmasını istedikleri tedbirler husûsunda da Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmaktan geri durmamışlardır




Sened-i İttifak İkinci Mahmud Han devrinde 1808’de âyân ile hükümet arasında yapılan sözleşme On sekizinci asra girerken askerî teşkilâtın bozulması netîcesinde, devletin merkezî otoritesi zayıflamıştı Devlet, mültezimlerin reâyâyı ezmeleri sonunda, vergi toplama işini mahallî eşrâfa devretme siyâsetini gütmüş, bu da âyân denilen güçlü ve nüfuslu bir zümrenin ortaya çıkmasına sebep olmuştu Yerli halk arasından veya dışardan gelip halka söz geçirebilecek durumdaki kimselerden meydana gelen âyânların nüfüzları zamanla daha da arttı Yeniçeri ve tımar sisteminin bozulması sebebiyle, ihtiyâç duyduğu askeri temin edemeyen devlet de, âyânların nüfüzundan istifâde yoluna gitti 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında hükümet, kazâ merkezlerinde idâreyi ele geçirmiş olan âyân ve mütegallibeye baş vurarak para ve asker teminine çalıştı Bu durum, âyânlar üzerindeki hükümet kontrolünün kalkmasına sebep oldu ve taşrada idâreye tamâmen hâkim oldular
Sultan Üçüncü Selim Han, Rusçuk Âyânı Alemdâr Mustafa Paşa gibi devlete faydalı olanlara rütbeler verdi Nizam-ı cedîdi tasvip etmeyen yeniçerilerin, Sultan Üçüncü Selim Hanı tahttan indirmeleri üzerine, Alemdâr Mustafa Paşa, onu tekrar tahta, geçirmek için hazırlıklara başladı 28 Temmuz 1808’de Bâbıâlî’yi basıp sadâret mührünü ele geçirdi Fakat bu arada Sultan Üçüncü Selim Han şehit edildi Alemdâr Mustafa Paşa da, şehzâde Mahmud’u sultan îlân etti Yeniçeri ocağının kaldırılması ve devlete çeki-düzen verilmesi için çalışmalara başladı Rumeli ve Anadolu’daki âyânlar çağrılarak meşveret-i âmme adı verilen büyük bir toplantı yapıldı Yeniçeri ocağının düzeltilmesi ve düzenli şekilde eğitilmesi için karar alındı Alemdâr Mustafa Paşa, kalabalık sayıda askeriyle İstanbul’a gelmiş olan âyânlarla, devlet arasındaki ihtilâf ve mücâdelenin kaldırılarak, devletin zâfiyetinin önlenebileceğini düşünüyordu Yapılan görüşmeler sonunda aşağıdaki hususları ihtivâ eden sened-i ittifâk imzâlandı
1 ve 4 maddede, âyân ve eyâlet vâlileri pâdişâha bağlılıklarını belirtiyor, sadrâzamı onun mutlak temsilcisi olarak kabul etmeye devam ediyordu
2 maddeye göre; devletin geleceği ordunun gücüne bağlı olduğu için, âyânlar eyâletlerde asker toplanmasına yardımcı olacaklar, ordu, Nizâm-ı cedîd sistemine göre teşkilâtlanacaktı
3 maddeye göre; Osmanlı vergi düzeni ülkenin tamâmında, bütün eyâletlerde uygulanacak, pâdişâha âit gelirlere âyânlar el koyamayacaklardı
5 maddeye göre; âyânlar, kendi eyâletlerinde âdil bir idâre kuracaklardı Birbirlerinin topraklarına ve haklarına taarruz etmeyecekler, birbirlerine kefil olacaklardı
6 maddeye göre; devlet merkezinde çıkacak herhangi bir kargaşalık ânında, pâdişâhtan izin almak için vakit harcamadan İstanbul’a yürüyeceklerdi
7 maddeye göre; vergi miktarları âyân ve hükümetin görüşmeleri sonunda belirlenecekti
Bu vesîkanın altındaki ekte ise, özetle şöyle deniliyordu: Yapılacak işlerde bu şartların esas tutulması gerektiğinden, zamanla değişmesini önlemek üzere, bundan sonra sadrâzam ve şeyhülislâm olacaklar, bu makâma geçtikleri zaman bu senedi imzâlayacaklar ve harfi harfine uygulanmasına çalışacaklardır Bu senedin bir süreti beylikçi kaleminde, bir süreti pâdişâhın yanında bulunacak ve gereken kimselere oradan kopyaları verilecek, pâdişâh, kendisi bu şartların uygulanmasına nezâret edecekti
Devletin âyâna ipotek edildiği, pâdişâhın yetkilerinin kısıtlandığı bu senedi imzâ edenler arasında, bir tarafta en yüksek derecedeki ulemâ (şeyhülislâm, nakîb-ül-eşraf ve kazaskerler), devlet ricâli (yeniçeri ağası, sipâhîler ağası) öbür tarafta o zaman pâyitahtta hazır bulunan belli başlı âyânlar (Cebbârzâde, Karaosmanoğlu, Sirozlu İsmâil Bey ve Çirmen mutasarrıfı) vardı
Pâdişâhın tuğrası konulan bu senet, pâdişâhın âyânlara taahhütleri şeklindeydi İş başına gelen her sadrâzamın bu senede yeminle bağlı olması, yalnız pâdişâha karşı değil, âyânlara karşı da sorumlu olması durumunu çıkarıyordu Vergiler bile, vükelâ ile âyânlar arasında kararlaştırılacaktı Bütün bu sebepler, pâdişâh ve saray çevresinin sened-i ittifaka muhâlefetini icap ettiriyordu İdâreye tam hâkim olan Alemdâr’ın korkusundan kimse ses çıkaramıyordu
Alemdâr Mustafa Paşa, birkaç aylık iktidârında Sekbân-ı cedîd adıyla bir askerî teşkilât kurdu Yeniçeri ocağının hoşuna gitmeyecek bâzı ıslâhâtlara girişti Kendisinin bâzı hareketleri ve yeniçerilerin hoşuna gitmeyen işleri isyâna sebep oldu İsyânda Alemdâr öldü Islâhâtları netîce vermedi Âyânlar arasında birlik kalmayıp kısa zamanda dağılmaları üzerine sened-i ittifak hükümsüz kaldı Âyanların ileri gelenleri zamanla ortadan kaldırıldı Sultan İkinci Mahmud Hanın dirâyetli idâresi netîcesinde merkezî otorite sağlandı
Sened-i ittifâkla, 1839’da Mustafa Reşit Paşa tarafından îlân edilen Tanzîmât fermânı arasında bâzı benzerlikler vardır Bunların en bârizi, her ikisinin de devleti ipotek altına almasıdır Sened-i ittifak, devleti âyânlara bağlı kılarken, Tanzîmât fermânı yabancı devletlere ipotek etmiştir


Alıntı Yaparak Cevapla