Prof. Dr. Sinsi
|
Ruhun Tarihi
Ruh
Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü olarak tanımlanır ve genellikle bireysellikle (zât) eşanlamlı olarak ele alınır Teoloji'de ruh kişinin ilahîliğe iştirak eden kısmı olarak tanımlanır ve genellikle bedenin ölümünden sonra kişinin varlığını sürdüren kısmı olarak ele alınır
Birçok kültür insan yaşamının ya da varlığının cismani olmayan kaynağını ruh ile özdeş tutmuş ve birçok kültür tüm canlıları ruhlara dayandırmıştır Tarih-öncesi halklarda bile vücut ile onu canlı kılan arasında bir ayrım yapıldığı görülmektedir Birçok dini ve felsefi akımda, her canlının bir unsuru olan, var olması için fiziksel maddeye ihtiyaç duymayan, madde-dışı, algılanamaz, tezahürleriyle kendini gösteren, aşkın, yaşama yeteneğine sahip, değişen ve gelişen, maksatlı bir prensip (kaynak) ya da bir kudret olarak tanımlanan ruh, birçok dini ve felsefi akımda da ebedi, yetenekler sahibi, insan davranışlarının motoru, hata ile sevap yapma iradesine sahip bir varlık ya da varlığın saklı yüzü olarak kabul edilir
Mısır Ölüler Kitabı'ndan bir tasvir Ölüm anında bedenin terkedilişi
Bununla birlikte ruh kavramının kültürden kültüre, dinden dine, felsefeden felsefeye geniş ölçüde çeşitlilik gösterdiği görülmektedir Çeşitli dinler ve filozoflar, ruhun doğası (yapısı), beden ile ilişkisi, kökeni ve ölümlü olup olmayışı konularındaki farklı görüşleriyle bir sürü teori ortaya koymuşlardır Birçok dini ve felsefi gelenekte ruhun her canlı oluşumun içteki özünü içeren, kendine özgü bir varlık olduğu ve insanın temel unsurunun -beyninden veya organizmasının herhangi bir kısmından ziyade- ruh olduğu kabul edilir Buna karşılık diğer bazı din ve felsefelerde ise ruhun beden ile kendisi arasında aracılık görevi görecek maddi bir elemanı bulunduğu kabul edilir Ruh ile can kavramları arasında kimi kültür, din ve felsefelerde bir ayrım yapılmamış, kimilerinde ise bir ayrım yapılmış olmasına ve bu kavramları belirten iki ayrı ya da birkaç terim olmasına rağmen, sözkonusu terimler, sık sık aynı kavramı belirtmek üzerine birbirlerinin yerine kullanılagelmişlerdir
Hildesheim'de çıkarılmış antik bir eser
Ruhlar genellikle ölümsüz olarak kabul edilirler Birçok inanışa göre ruh, enkarne olmadan (ete bürünme, doğma) önce de mevcuttu Maddeciliğin reddettiği ruh, Jean-Paul Sartre gibi bazı çağdaş yazar ve filozoflara göre “özden önce gelen varoluş”tur Ölüm olayında bedenin hareket özelliklerini yitirmesi ruhun beden üzerindeki hakimiyetini, yani bedeni etkilemeyi bırakması olarak açıklanır Ruh kavramı ölümden sonra yaşam kavramlarıyla yakından ilişkili olmakla birlikte, bu konudaki görüşler son derece çeşitlilik göstermektedir, özellikle bedenin ölümünden sonra ne olup bittiği konusunda Halihazırda bilimsel araştırma, genel kabule göre, konusu olan maddi evrenin dışında kaldığından, ruhun var olduğunu ya da var olmadığını ortaya koyamamaktadır Psikoloji ekollerinin de ruh konusundaki görüş ve yöntemleri birbirinden farklı olup, çeşitlilik göstermektedir
Eski uygarlıklarda ruh kavramı
Bazı eski uygarlıklarda ruh kavramı konusunda benzerlikler ve ruh ile ilgili ortak bir anlayış bulunmaktadır Bu ortak anlayış ruhun ya da “canın ölümsüzlüğü” olarak adlandırılabilir Farklı uygarlıklarda rastlanan sözkonusu benzerlikler, bu anlayışın toplumların birbirleriyle etkileşimleri yoluyla birbirlerine geçip yayıldığı fikrini doğurmaktadır Fakat ana kaynağın yeri hakkındaki görüşler farklıdır
Mezopotamya
Mezopotamyalılar’ın ölmüşlerinin mezarlarına yiyecek ve çeşitli eşyalar bıraktıkları bilinmektedir Babil dininin öte-âlemi ve doğa-üstü varlıklarını ilgilendiren kısmı tümüyle Sümerler’den alınmıştır Sümer mitolojisine göre, “ölüler ülkesi”ne gidip dönebilen tek kişi Enkidu olmuştur Böylece Enkidu yeniden yaşayanların dünyasına döndüğünde, yeryüzünde yaşayanlara ölüm ve “ölüler ülkesi” hakkında çeşitli aydınlatıcı bilgiler vermiştir Mezopotamyalılar ölülerin ruhlarından kötü olanların yaşayanlara musallat olduğu ve onlara zarar verdikleri inancına sahiptiler Ölülerin ruhları görülebilir ve işitilebilirdi Bunun yanısıra hami varlık adıyla bilinen yardımcı-koruyucu ruhlar da vardı Babil’de her insanın bir koruyucu meleği ya da koruyucu ruhu bulunduğuna inanılırdı
Eski Mısır
Mısır Ölüler Kitabı'nda sıkça rastlanan psikostazi sahnelerinden biri
Herodot gibi kimi eski Yunanlı yazarlar eski Mısırlılar'ın ölümden sonraki yaşama ve ruh göçüne inandıklarını yazmışlardır Eski Mısır geleneğine göre, ölen kimseyi bir yargılanma beklerdi Bu yargılanmaya eski Yunanca’da psikostazi (psychostasis) ya da psikostasya (psychostasia) adı verilmiştir Terim psikhe (yaşamsal unsur, nefes) ve statis (tartılma) sözcüklerinden türetilmiştir Ölüm olayı ile bedenini terk edenlerin yargılanması olan psikostazide, kimileri ölümden sonraki vicdani hesaplaşma olgusunun sembolik öğelerle anlatımını görürler Bu yargılanma sahnesinin betimlenmesine Mısır Ölüler Kitabı’nda ve birçok eski Mısır belge ve yazıtında rastlanır Eski Mısır metinlerine göre, her ölü için sözkonusu olacak “tartılma”, ilahe Maat’ın "hakikat salonu" denilen salonunda gerçekleşir Bu tartılma ve yargılanma sahnesi Mısır resimlerinde, bir kefesinde ölünün vicdanı temsil eden kalbi, diğer kefesinde bir tüyün bulunduğu terazi ile temsil edilir Yeraltı âleminin sorumlusu ve "Ra’nın gözü" sayılan Maat’ın hiyeroglifi “hakikat, adalet ve doğruluğu” simgeleyen tüydür İlah Tot ise sonuçları kaydetmektedir Yürek suçlarla ağırlaşmamış olduğu takdirde tüyden hafif gelecekti Bazı psikostazi temsillerinde yüreğin sınavdan başarıyla geçememesi durumunda başarısız ölüyü yutmak üzere terazinin yanıbaşında bekleyen Ammemet (Ammait, Ammit) adlı "ölü yiyici" bir yaratığın tasvir edilmiş olduğu görülür
Eski Mısır geleneğinde ölüm olayı ile bedenlerini terk eden ruhların çeşitli ölüm-ötesi halleri ve öte-âlem anlamı Amenti (Amentet)terimiyle ifade edilirdi Mısırlılar, ölenin sonraki yaşamı için, ölü bedenin iyi korunması gerektiğini düşünüyorlardı Bu nedenle kimi cesetleri mumyalamış ve firavunlarının ölü bedenlerini özenle saklamışlardır
Eski Mısırlıların geleneğinde kişinin ruhsal varlığı çeşitli kısımlar halinde ele alınmış ve çeşitli terimlerle ifade edilmiştir Bu terimlerin ifade ettikleri anlamlardan bazıları hakkında ejiptologlar arasında tam anlamıyla bir fikir birliği oluşmamıştır Eski Mısır geleneğinde insan varlığının çeşitli kısımlarını ifade eden terimlerden bazıları ve ifade ettikleri anlamlar şunlardır:
Ha (bazen çoğulu haw): Jat olarak da yazılır Kişinin fiziksel beden (etten) kısmıdır Daha ziyade memelilerin vücudu için kullanılan bir terimdir
Ib: Ab olarak da yazılır Ruhsal varlığın düşünce ve heyecanlarla ilgili unsurudur, kalp sembolüyle simgelenir
Ka: Yaşamın ölümsüz ve evrensel unsurunun bir parçasıdır Geleneklerdeki “evrensel yaşam gücü” kavramına, Teozofi’deki esîrî -astral beden kavramına ve Deneysel Spiritüalizm’deki perispri kavramına yakın bir anlam içerir Kişi geliştikçe ka’sı da gelişir Kişinin ölüm olayında bedenini terk eden kısımdır Resimlerde insan başlı bir kuş olarak, hiyeroglif yazıda ise bir anlam ifade edecek şekilde iki açık kol biçiminde belirtilir
Ba: Batı’daki “can” (İng soul) kavramına yakın bir anlam taşır Aynı zamanda kişiyi kendisi kılan unsurdur, yani bireysel kişiliktir Bedenin ölümünden sonra varlığını sürdüren bu unsur, kimi zaman insan başlı şahinle, kimi zaman düz gagalı tepesiz (sorguçsuz) bir kuş olarak tasvir edilir
Ren: Kişinin adını gösteren kısım ya da unsurdur
Sheut: Shuyt ya da khaibit olarak da yazılır Kişinin daima mevcut olan “gölge”sidir Siyaha boyanmış küçük bir insan figürüyle tasvir edilir
Aj: Işığa bağlı olan unsurdur Tepeli ibis kuşuyla tasvir edilir
Sekem: Sekhem olarak da yazılır Kişide İlahî İrade’nin ve İlahî Kudret’in tezahürüdür İnisiyasyonla ve büyük gayretler sonucunda elde edilebilir Ancak ilahların kudretini yeryüzünde elde etmiş olanlara verilir
Khu: Akh, akhu, ikhu ya da sahu olarak da yazılır Ölen kişinin ka ve ba’sının birleşimidir Varlığın eski haline dönüşü sözkonusudur Ka, khu ve ba bir bütündür Khu ölümden sonra ka’sının içine geri döner Evrende düzeni sağlayan khu’dur
Sekhu: Khat olarak da yazılır Kişinin fiziksel kalıntılarını belirtir
Eski İran
Bünyesinde gerek Orta-Asya, gerekse Mezopotamya’dan alınmış kültürel öğeleri barındırmış eski İran'da bölgenin geleneklerine damgasını vurmuş en önemli dini öğreti M Ö 7 yüzyılda ortaya çıkan Zerdüştçülük olmuştur Eski İran geleneklerinde insan varlığı şu unsurlardan oluşuyordu:
Tanū: Fiziksel beden
Ahu: Canlandırıcı güç
Vyāna: Yaşam nefesi
Manah:Zihin ya da ruh
Ruvan (Avestan urvan):Can
Fravarti (Avestan fravashi): Koruyucu ruh ya da koruyucu melek Bu, kişinin bir unsuru olmaktan ziyade, kişiye yaşamı boyunca yardımcı olan hami varlıktı
Dianā (Avestan daēnā): Ruhsal duble
Ölüm sonrası yargılanmanın önem taşıdığı Zerdüştçülük inancında kişinin dünya yaşamında yaptıklarından sorumlu tutulan ruvan’dı; dolayısıyla gelecek yaşamında ödül veya ceza ile karşılaşacak olan da ruhsal varlığın bu unsuruydu Zerdüştçülüğün kutsal metinlerinde şöyle denir: “Adil kişinin canı ölümsüzlük içinde hep sevinçli olacak, fakat yalancı canı kesinlikle işkence görecek Ahura Mazda (Bilge Tanrı) bu yasaları kendi egemen yetkisiyle takdir etmiştir ” Zerdüştcülük öncesi dönemde de İran'daki eski kabileler, ölmüşlerine ilgi gösterir, onlara muhtemelen yeraltı dünyasında kullanmaları için çeşitli objeler sunarlardı
Eski Yunan ve Roma
Eski Yunan geleneğinde İlyada’nın yazıldığı zamanlarda, psyche Latince’deki animagibi, “nefes” anlamına geliyordu Ruh kavramı da phrenes sözcüğüyle ifade ediliyordu Yunanlılar zamanla ruh dedikleri olgunun farklı kısımları, farklı prensipleri ve farklı güç ya da yetileri olduğunu düşünerek bunlar arasında ayrım yapmaya ve ruhun bu manevi özelliklerinin farklı adlarla adlandırmaya başladılar Pisagor’un öğretisinde psişe (psyche)"yaşamsal güç"e ve duyumsal duyarlılığa, nous ise zihinsel (entelektüel) yeteneğe tekabül ediyordu Platon’un öğretisinde de bu anlayışa paralellik görülür Aristo ise bir ayrım yaparak, nous’u aktif zihnin pasif zihni olarak kabul etmiştir ki, bu kavram sonradan yapılan yorumlarda Logos’a ya da Tanrı’ya özdeş kabul edilmiştir
“Semavi alemdeki saf nefes olarak ifade edilen ve Tanrısal ortamda (cennette) yaşamaya çağrılacak” bir ruh kavramını dile getiren pneuma kavramı ancak Teolojik eğilimli edebiyatın görünmesiyle başlamıştır Pneuma Romalılar’da spiritustu Pneuma’nın tabiatında mevcut olan ateş, dünyevi bir yanmayla ilgili olmayan, esîrin saf ateşi olarak kabul edilirdi Hava ve yaşamsal ısının karışımı gibi görülen pneuma sık sık esîrin saf ateşi ile özdeş tutulmuş veya onunla ilgili görülmüştür Örneğin Aristo’nun kabul ettiği sistemdeki “evrenin canı” bu saf, esîrî (aether) ateştir Fakat evrenin tek bir canlı varlığa indirgenmesi fikrinin kaynağı muhtemelen Pisagor’du Bu fikir Platon aracılığıyla Stoacılar’a da geçmiştir Antik Çağ’da ruhçu felsefeyi işlemiş filozoflar arasında Anaximenes, Pisagor, Empedokles, Herakleitos, Sokrates, Platon sayılabilir
Psyche,Wolf von Hoyer, 1842,Münih
Homeros’a göre insan varlığının iki canı vardı; bunlar thumos ve psychè idi
Thumos (« can-kan ») Homeros’un yazılarında, kan ve nefesle ilişkilendirilir İnsan varlığının yaşamsal kapasitesini, tam olarak kişinin dış âlemle etkileşim kapasitesini ifade eder Arzu etmeye, davranmaya, kişinin kendini dış âlemde ifade etmesine iten unsurdur İnsan iyice bunaldığı anlarda thumos’u ile diyalog kurabilir Bazı organlarda ikamet eder ve ölümden sonra ortadan kaybolur (bedeni terk eder)
Psyche (« can-nefes ») kavramı ise, Homeros’un yazılarında, uyku, baygınlık ve ölüm kavramlarıyla ilişkilendirilir İnsandaki ilahî kıvılcım o olmamakla birlikte, ilahî kıvılcımın gölgesidir (skia), hassas bir yapıya sahiptir İnsanlar ile ölümsüz ilahlar arasındaki önemli bir farktır (eski Yunan geleneğine göre ilahların gölgesi olmaz) Homeros'a göre, insan bayıldığında psyche bedenden ayrılıyordu Ölüm olayında ise psyche bedenden ayrılıp, bedenin gölgesi biçiminde yeraltı âlemine (Hades'e) gidiyordu Ölümden sonra kim olduğunu unutsa da, varlığını Hades’te (eski Yunan cehennemi) sürdürüyordu Ölülerin psyche’leri yaşayan insanlara öyle çok benziyordu ki, Achilleus kendisine görünüp konuşan ölü Patroklos'un psyche’sine sarılmayı denemiş ama başaramamıştı
Orfe’nin öğretisinde ise psyche insan varlığının yüce ve ilahî kısmı olan candır, ölümsüzdür, fiziksel bedende olduğunda (cismani dünyada yaşarken) ıstırap çeker ve kendisini özgür kılacak kurtuluş yolunda ilerler M Ö 5 yüzyılda ortaya çıkan, Orfik Misterler Orfizm olarak bilinen dini akımda ruh göçünün ilke edinildiği görülmektedir Kimilerince Orfe’nin kurucusu olduğu ileri sürülen bu dini akımda insanın hem ilahi ve semavi hem de nefsani ya şeytani etkiler altında olduğu kabul ediliyordu Bu dinde amaç, tamamiyle ilahî hale gelmekti; bu da Titanlarla simgelenen dünyevi, maddi tutkuları, nefsani arzuları yenerek kurtuluşa varmak ve dünyadaki doğum-ölüm çevriminden kurtularak dünyada bir daha doğmamakla mümkündü
M Ö 6 yüzyılda, Mısır ve Babil’de bulunmuş Pisagor İtalya ve Yunanistan’da ruhla ilgili eski kavramları geliştirmiştir Pisagor ve izleyicileri ruh göçü öğretisini savunuyorlardı [21]Pisagor’un bu ruh göçü görüşünü M Ö 583 doğumlu Syros'lu Pherekydes'den ya da Mısır’da aldığı eğitimden edindiği ileri sürülür [22]Bu ruh göçü öğretisinde ruha bir özerklik atfedilmişti Bu öğretiye göre amaç, ölümsüz olan ruhu, ruh için bir hapishane sayılan bedenin esiri olmaktan kurtarmaktı Dünyada bedenlenen ruhların tekamül hedefi, sonuçları yaşanılacak hatalardan arınarak, ilahlar âlemine girmeye hak kazanmak ve böylece ilahlar âlemine erişerek yeniden ilahî yapıdaki ilk durumuna dönüşünü edinmekti Pisagor’un ruh göçüne ilişkin görüşü, sonradan, Pisagorcu cemiyetlerden ve Eleusis Gizemleri [23] [24]toplululuklarından fikirler edinmiş olduğu bilinen olan ünlü filozof Platon tarafından da ifade edilmiştir Buna karşılık Platon’un öğrencisi Aristo hocasının ruh ve beden ikilemine karşı çıkmış, ruh ve bedenin madde evreninde asla ayrıştırılamayacağını, ikisinin de aynı varlığın değişik veçheleri olduğu fikrini savunmuştur
Empedokles ve Herakleitos ruhu ateşe benzetmişlerdir Ruh göçü fikri bu filozoflarda da bulunur Bunlar ruh göçü görüşünü, tenasüh kavramındaki gibi değil, ruhun gitgide daha gelişmiş vücutlarda bedenlenmesi (sıra ile bitki, hayvan ve insan basamaklarından geçmesi) şeklinde kabul etmişlerdir
Epikür'e göre, can maddileşmiş ve ölümlü hale gelmiştir O, vücuttaki bir atom yayılımıdır Platon ve Aristo’ya karşı olarak, canın evrensel bir bütünün, yani İlahî Can’ın bir parçası olduğunu kabul etmeyen Epikür’e göre, ilahlar beşeri şeylerle uğraşmazlar
Antik Yunan'da ruhla en fazla ilişkilendirilen sembollerden biri kelebekti Kelebeğin böyle bir sembol seçilmesindeki ana neden, başkalaşım geçiren bir canlı olmasıydı
Stoacılık’ta “tüm âlemden oluşan bütün” bir bedendir Bu beden kavramı çağdaş kabullerimizde alışık olmadığımız bir kavramdır Stoacı kabulde ruh bir tür nefes (“pneuma”) olarak belirtilir Ruh bir alev ya da ateştir, daha doğrusu aslında ilahî nefesin bir parçası olan, ateşten bir nefestir
Aristoxenus’a göre, can, şarkıdaki ve lirle oluşturulan müzikteki armoniyi andırır şekilde, bir tür bedensel nabız atışlarıdır Doğası ve düzeni nedeniyle vücuttan, şarkılardaki makamlara (tonlara) benzer bir hareki gam yayınlanmaktadır Bu görüş ile Pisagor’un öğretisindeki “kürelerin müziği” adıyla bilinen “kürelerin armonisi” önermesi arasında bir benzerlik ya da paralellik olduğu söylenebilir (Pisagor’un bu önermesinde dokuz kozmik siferin, hareketleriyle, algılayamadığımız, uyumlu bir ses oluşturduğu öne sürülür )
|