Konu: Ruhun Tarihi
Yalnız Mesajı Göster

Ruhun Tarihi

Eski 06-27-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ruhun Tarihi




Dinsel görüş ve inanışlarda ruh kavramı


Vedalar'daki ateş ilahı Agni, aynı zamanda, arındırıcı ateşiyle günahları temizleyen ve varlıkları hayra sevk eden bir ilahtır

Dinsel görüş ve inanışlarda genellikle, insanın bedeninde onu yaşatan bir ruhun bulunduğu kabul edilir İstisnalar olmakla birlikte, genellikle, insandaki bu ruhun bilinç taşıdığı ve insanın kişiliğiyle ilgili her şeyin bu ruhta bulunduğu kabul edilir Ruh kişinin içindeki öz varlığını oluşturarak, düşünür, hisseder, sever, nefret eder, karar verir Bu şekilde, ruh insanın öz kişiliği olup, beden yalnızca ruha giydirilmiş bir elbise gibidir İnsandaki bu ruhun ölümsüz olduğuna ve insan öldüğünde bedeninden ayrılarak çeşitli adlarla belirtilen bir başka âleme geçtiği inanılır Birçok dine göre bu öte âlemde insan ruhunu bir yargılanma beklemektedir Bu yargılanma bazı dinlerde hemen ölüm sonrasında başlar, bazılarında ise ruh yargılanacağı zamana dek bekler; yargılanmadan sonra da ya ıstırap çekecek ya da huzur bulacaktır Bu haller ya da ortamlar kimi dinlerde cennet ve cehennem kavramlarıyla dile getirilmiştir Kimi dinlerde ise öte âlemdeki ateş bir arındırıcı işleve sahiptir, ruhun ateşle günahlarından temizlenmesi sözkonusudur; varlığın cehennem ateşiyle arınma işleminden sonra cennete gidebileceğini kabul eden inanışlar da mevcuttur

Bahailik
Bahailik inanışında ruh, gerçekliği insanca kavranamaz ve sırrı akıl yoluyla çözülemez, Tanrı’nın bir işareti ve bir cennet cevheri olarak kabul edilir Bahailiğin kurucusu Bahaullah ruhun bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürmesinin yanısıra ölümsüz olduğunu da bildirmiştirBahalikte, cennet, bir bakıma ruhun Tanrı’ya yakınlaşmışlık hali, cehennem ise bir bakıma Tanrı’dan uzaklaşmışlık hali olarak nitelendirilir Ruhsal tekamül yolunda her hal, kişinin çabalarının doğal bir sonucudur Bahaullah’ın öğretisine göre, fertler, doğmadan önce mevcut değildiler; ruhların tekamülü daima Tanrı’ya doğru olur ve kişi tekamül ettikçe maddi dünyadan uzaklaşır

Budizm



Şamanizm'de de bulunan üç âlem kavramının Tibet Lamaizmi'ndeki tasviri Üst kısımda semavi âlem, alt kısımda ise yeraltı da denilen öte-âlem temsil edilmiştir

Temel kavramları, Hinduizm’i andırır biçimde, karma yasası, sürekli olarak tekrar doğma (samsara) ve kurtuluş (nirvana) olan Budizm’de, Hinduizm’deki gibi insanlara ruhsal tekamül açısından pek fazla bir şey kazandırmayacağı düşünülen tapınma kuralları ve teorik bilgi yerine, insanlara gerçek ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik pratik (uygulama) ve yaşama bilgisi verildiğinden, Tanrı’dan söz edilmez ve ölümden sonrasına ilişkin hiçbir ödül vaatinde bulunulmaz Buna karşılık Hinduizm’de olduğu gibi, Budizm’de de insanların eşyayı hakikatte olduğu gibi değil, kendilerine göründükleri gibi algıladıkları, yani fiziksel âlemin bir aldanmadan (illüzyon) ibaret olduğu kabul edilirBudizm’de temel amaç kişinin Dünya’da bir daha doğmasına gerek kalmayacağı ruhsal gelişim ve olgunluk düzeyine erişmektir Buda’ya göre insanların ıstıraplarının ana kaynağı maddi ve nefsani isteklerdir; bu ıstıraplar doğum ile başladığına göre, ıstıraplardan kurtulmanın yolu, doğum-ölüm çemberini (çevrimini) aşarak, dünyaya tekrar doğmamaktır Bu da ancak kişinin nefsaniyetini ortadan kaldırmasıyla ve böylece karma yasasının gereklerinden kurtulabilmesiyle mümkündür
Budizm’e göre evrende her şey sürekli bir değişim halindedir Dolayısıyla evrende değişmeden sabit kalan bir nesne olmadığı gibi, değişmeden sabit kalan bir birey de yoktur “Ben” derken, bunun daima değişen varlığa (beden ve zihnimize) ait bir duyum olduğunu unutmamamız gerekir Bu ilke Budizm’de anatta (Pāli ve Sanskrit dilinde anātman) adıyla bilinirÖlüm olayında ruh ve fiziksel beden birbirlerinden ayrılır Fiziksel bedenden ayrılmış olsa da zihin hala maddi âleme özgü yanılsama (illüzyon,“maya”) etkisinde kalmaya devam edebilir


Lamaizm'in bulunduğu Tibet ve Moğolistan'da rastlanan "sonu olmayan düğüm" sembolü

Budizm’in Mahayana kolundaki bazı ekollerde, özellikle bünyesinde şamanik öğeleri barındıran Tibet Budizmi'nde üç can kavramı ya da üç şuur düzeyi bulunur Ruhsal varlığın bu üç kısmı süptillik (seyyaliyet, incelik) derecelerine bağlı olarak, “çok süptil”, “süptil” ve “kaba” sıfatlarıyla nitelendirilirler Bunlardan süptil olanı ölüm olayında ayrılan zihin, şuur ya da kısımdır; kaba olanı ise uyunduğunda mevcut olmayan zihin ya da şuurdur Tibet Budizmi’nde ayrıca, farklılık gösteren shes-pa (şuur prensibi) ile rig-pa (Buddha-doğa’ya denk olan saf şuur) arasında bir ayrım yapılır Lamaizm de denilen bu dinde ezoterik eğitim veren bir üstadın ya da yüksek seviyeden bir lamanın yeniden doğan (reenkarne olan) kişiliğine tulku denir Bu lamalar "fantom beden" ya da aura anlamında da kullanılan tulku’larından tanınırlarBuddha-doğa’nın reenkarne olmamasına karşın, kişinin skandhas denilen unsurları reenkarnasyona maruz kalırlar Değişip gelişen, Shes-pa denilen şuur, ölüm olayından sonra yok olmaz ve her yeni doğumda (reenkarnasyonda) varlığını sürdürür
İnsan ruhunun ölüm olayından tekrar doğmasına dek içinde bulunacağı koşulları ve geçireceği bilinç hallerini ayrıntılı bir biçimde açıklayan ve ruha ölüm sonrasında geçirebileceği haller konusunda rehberlik yapan Tibet kitabı Bardo Thödol’a göre, kişinin tahayyülünü (imajinasyonunu), niyet, düşünce ve duygularını denetleyebilme yeteneğini henüz yeryüzündeyken kazanabilmiş olması, kendisine ölüm sonrası yaşamında son derece yararlı olur ve bedenini terk eden herkesin geçireceği ilk zor aşamaları kolayca atlatmasını sağlarÖte âlemde karşılaşacağı olaylar kişinin kendi zihinsel faaliyetinin ürünleri olacağından, zihnini denetleyebilen kişi, haliyle, öldükten sonra yaşayacağı olayları da denetleyebilecektir Fakat yeryüzünde bu yeteneği ya da beceriyi elde edebilmiş insanlar çok nadirdir
Fakat Gautama Buddha’nın ruh kavramına ilişkin sözleri Budizm ekollerinde farklı şekillerde yorumlanmış olduğundan, kimi ekoller ruhun ölümsüzlüğünü vurgulamaktaysa da, Budizm ekollerinde ruh kavramı hakkında bir fikir birliği yoktur Bu ekoller arasındaki temel ortak görüş, ruh göçüyle yeniden doğuşun sürmesidir Budizm’in Theravada ekolündeki ölüm sonrası ruhsal hallerle ilgili inanışlar Brahmajala Sutta’da açıklanır

Hıristiyanlık


Bir insanın ruhu için çatışan bir melek ile şeytanı gözlemleyen Tanrı tasviri

Eski İsrail’in bilgelik geleneğinde şöyle denir: “Toprak geldiği yere dönmeden, Ruh onu veren Tanrı'ya dönmeden, seni Yaratan'ı anımsa!” (Ecclesiastes, 12/7) Bununla birlikte Yahudi kutsal metinlerinde bedenden ayrı bir bireysellik gösteren ruh kavramına rastlanmaz Eski Ahit’in Tekvin bölümünde bu kavrama şöyle değinilir: “Ve Rab Tanrı yerin toprağından adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi Ve adam yaşayan can oldu” (Tekvin, 2/7) Yeni Ahit’in Korintoslular’a Birinci Mektup bölümünde ise şöyle denir: “Böyle de yazılmıştır: ‘İlk insan Âdem, yaşayan can oldu’ Son Âdem dirilten ruh oldu” Hıristiyanlar ruhu felsefi terimlerden ziyade manevilik içinde anlamak eğilimindedirler Bu anlayış bağlamında, insanlar öldüklerinde, iyi ya da kötü amelleriyle biçimlendirmiş oldukları ruhları Tanrı tarafından yargılanacak ve ebedi ahiret yaşamına (cennete) ya layık bulunacak ya da layık bulunmayacaklardır Hıristiyanlığın tüm mezheplerinde (Ortodoksluk, Katoliklik, Protestanlık, Evanjelizm) İsa’nın bu kurtuluş sürecinde belirleyici ya da kesinleştirici bir rolü olduğu öğretilir
Hıristiyanlık'ta ruh için kullanılan İngilizce sözcük soul İbranice yazılmış Eski Ahit'teki nefeş ve eski Yunanca yazılmış Yeni Ahit'teki psyche sözcüklerine karşılık olarak kullanılır[73]Hıristiyanlık anlayışında soul, madde-dışıdır, elle tutulamaz, görünmez ve ölümsüzdür Ruh Tanrı tarafından yaratılır ve döllenmeyle yeni oluşan bedene aktarılır Hıristiyanlıktaki bu anlayışın kökeni eski Yunan felsefesine dayanmaktadırİskender'in fetihleri sonucunda Yunan kültürü ve felsefesi zamanla Yahudiliği, daha sonra da Hıristiyanlığı etkilemiştir Bu ruh anlayışı Doğu’da ilk olarak Origenes (Orijen, MS 185 - 254) ile ve Batı’da Augustinus (MS 354 - 430) ile yayılmaya başlamış ve bunların etkisiyle zamanla ruhun madde-dışı olarak ne tür bir yapısı olduğuna dair felsefi düşünceler gelişmiştir Fakat bu görüşler aslında, Batı’da ruhun ölümsüzlüğü felsefesini ortaya koyan ilk isimlerden biri olan ve görüşleri Hıristiyan felsefesine derin etkilerde bulunan Platon’a (MÖ 427 - 347) dayanmaktadır Ruhun ölümsüz olduğu düşüncesi her ne kadar Platon’dan daha eskiye dayanıyorsa da, bu düşünce Batı’da Platon sayesinde popüler hale gelmiştir
Hıristiyanlıkta farklı mezhepler bulunduğundan, bu mezheplerde ruha ilişkin inançlarda bazı farklılıklar olmakla birlikte, Hıristiyanlıktaki genel kabule göre, ölen kişinin bedeni terk eden ruhu ödül ya da ceza ile karşılaşacaktır Katolik anlayışındaki Limbus kavramı Papa 16 Benedikt'in yakın zaman önceki açıklamasıyla değişmiş bulunmaktadırTanrısal gök katına ulaşabilen bir ruh buradaki ödülü olan cennete erişecek, günahkar olan ruh ise cezaya çarptırılarak sonsuza dek cehennemde azap görecektir

Hıristiyan teolojisi ve çeşitli görüşler



Ölülerin bir gün dirileceği umuduna İncil’de örnek olmuş Lazar’ın dirilişinin bir tasviri

Alman Protestan Teolojisi esas olarak İdealizmden (idealar üzerine kurulu akım) esinlenir ve ruhu yalnızca öznellik (sübjektivite) olarak ele alır Bazı Katolik akımlar da aynı sonuçlara varmıştır İdealizm'in “baba”sı sayılan Descartes’ın “düşünüyorum, o halde varım” sözü aslında idealar âlemine ilişkin felsefi görüşü kapsar
Bazı Hıristiyan topluluklar kişinin iyi ve kötü eylemlerine bağlı olarak ya da sadece Tanrı’ya ve İsa’ya imana bağlı olarak ödül veya cezanın verilecek olması hakkındaki inanışa karşı çıkarlar Buna karşılık ruhun ölümsüz olduğunu reddeden Hıristiyanlar da yok değildir; bunlar teolog Frederick Buechner’in “Karanlıktaki Islık” adlı kitabında belirttiği gibi, ruhun bir tür yaşam gücü olduğuna, ölümle sona erdiğine, fakat kıyametteki diriliş sırasında yeniden oluşacağına inanırlar
En nüfuzlu ilk Hıristiyan düşünürlerden biri olan Augustinus ruhu “kendisine aklın bahşedilmiş olduğu, bedeni sevk ve idare eden özel bir cevher” olarak tanımlar Filozof Anthony Quinton’a göre ruh “karakter ve hafızanın sürekliliğiyle ilgili bir zihinsel haller dizisi olup, kişiliğin temel öğesidir (oluşturanıdır)
Ruhun yaratılışa ilişkin kökeni de Hıristiyanlıkta yoğun tartışmalara neden olmuş ve bu konuda çeşitli görüşler ortaya atılmıştır (traducianism, pre-existence ve Katolik Kilise’nin öğrettiği creationism

Diğer Hıristiyan inanışlar
Ortodoksluk’taki (Doğu Ortodoks Kilisesi) görüşler Katolikliktekilerle az çok benzerlik gösterir, fakat ayrıntılara inildikçe farklar belirir Bu farklardan biri ölümden sonra ne olup biteceği konusundadır
Protestanlar genellikle, ruhun varlığına inanmakla birlikte arafın varlığına inanmazlar Diğer meseleler hakkında Protestan görüşler çok çeşitlilik gösterir
Ruhun uykusu teorisi (soul sleep theory)adıyla bilinen görüşe göre, ruh ölüm sonrasında uykuya çekilir ve “kıyamet günü”ne (İngLast Judgment) kadar uykuda kalır
Kristadelfianlık Kitab-ı Mukaddes’teki Tekvin/Bap-2'de yer alan insanlığın yaratılışı izahatına uygun olarak, herkesin toprağın tozundan yaratıldığını, yaşam nefesini aldığında yaşayan ruhlar haline geldiğini kabul eder
Yedinci-gün adventistleri ruhun kendine özgü bir şuuru veya duyumsal varlığı olduğu görüşüne karşıt olan, ruhun yaşam nefesi ve bedenden oluşmuş bir bütün olduğu görüşünü kabul ederler
Mormonlar, önce ruhun yaratılmış olduğuna, fiziksel bedenin sonradan oluşturulduğuna inanırlar

Hinduizm ve Hint Teozofisi



Kurtuluş'la sona eren reenkarnasyonu, gelişim aşamalarıyla tasvir eden bir sanat eseri

Hinduizm’e göre atman (ruh ya da nefes) zamanın başlangıcında yaratılmış ve doğum yoluyla edindiği fiziksel bedende bir tür mahpusluk geçirmektedir[1]Fiillerinin karma yasası uyarınca belirlenen sonuçlarına göre yeni bedenlerde doğup durur[1]Sürekli olarak tekrar doğma kimi Hindulara göre ebediyen sürer gider, kimi Hindulara göre de karmik mükemmeliyete ulaşıp "Mutlak Olan"la birleşeceği zamana kadar sürer
Vedalar’daki bakış açısıyla ruh, maddeden ayrı bir cevher olup, ölümsüzdür, kendine özgü bir şuura sahiptir Hinduizm’de, ruh kavramına en yakın anlamları içeren Sanskrit sözcükler ruh ya da "bireysel kişilik" anlamına gelen Jiva ve Atma sözcükleridir Hinduizm’de atma, jivatma, anu-atma ya da vijnanam brahman gibi çeşitli adlarla belirtilen ruh, Tanrı’yla bütünleşen bir enerji parçacığı olarak betimlenir Bununla birlikte Hinduizm’in karmaşık felsefesinde ruh Tanrı’dan ayrıdır ve ona eş değildir[94]Atma ya da atman tasavvufta zât (Frsoi) adı verilenin tam karşılığıdır Atman, Brahman’ın parçası olarak kabul edilir Hinduizm çok sayıda dine verilen genel bir ad (Sanatha-Dharma) olduğundan, doğal olarak, Hinduizm’de ruhun kökeni, amacı ve mukadderi hakkındaki görüş ve inanışlar çeşitlilik gösterir Örneğin advaita adlı kavramda ruhun “yaratılmamış ve mutlak olan Tanrı Brahman”la mevcudiyet öncesinde birliği sözkonusudur Buna karşılık dvaita denilen düalite kavramlarında bu görüş reddedilir ve her ruhun "Yüce Ruh"un bir parçası olmakla birlikte ferdiyetini hiç kaybetmediği savunulur Hinduizm’de Bhagavad Gita’da da belirtildiği gibi, ruhun ölmediği ve ruh göçüyle bedenler değiştirdiği kabul edilir Ruhun bu serüveninde belirleyici etken karma yasasıdır ve Hinduizm’deki tenasüh inanışında varlığın ödüllendirilmesi veya cezalandırılması fikri bulunur Hinduizm'de ve yoga felsefesinde nirvana kişinin yeryüzünde tekrar doğma ihtiyacından kurtulacak derecede gelişmiş, olgunlaşmış olması anlamında ele alınır Kimi Hindu inanışlarına göre önceden Brahman’la bir olan ruh, sonunda yine ona dönecektir Kimileri Hint kültüründeki ruh göçü kavramı ile eski Yunan kültüründeki ruh göçü kavramının birbirinden bağımsız gelişmemiş olduğunu, yani ruh göçü kavramının kültürden kültüre çeşitli göçlerle aktarılmış olabileceğini düşünmektedir
Hint Teozofisi'ne göre insanın hakiki ve yüksek varlığı farklı planlardaki (düzeylerdeki) üç unsurdan oluşur Bunlardan biri atma ya da atmandır (tasavvuftaki zât)[95] Her şeyin ve herkesin içeriğinde atman vardır Fakat atmanın bireysel kişiliğini edinmesi ancak manas adı verilen "nefis" (nefs) ile birleşmesi durumunda mümkün olur Manas[95]insanın düşünme ve akıl aracıdır Ferdiyet bu ikisinin birleşmesiyle oluşur Fakat bu iki unsurun birleşmesinde üçüncü bir unsur aracılık yapar; bu da buddhi’dir[95]Buddhi ruhani bir unsur olup atmanın hem irtibat ve aktarma aracıdır, hem de âlemdeki yansımasıdır Sezgi ve ilhamın kaynağı buddhi’dir İnsanın bu üç unsurun birleşmesiyle oluşan yüksek varlığına “yüksek trinite” adı verilir ki, bu, Hint teozoflarına göre, hem ruh, hem Tanrı durumundadır


Kimi Doğu inanç sistemlerinde ruhun meditasyonla arındırılabileceğine inanılır
Fakat mükemmel olmayan bu "yüksek trinite"nin gelişmesi, yükselmesi ancak fiziksel âlemde mümkündür Yüksek trinite, yoğun âlem olan cismani âleme (yeryüzüne) doğrudan inemediğinden, doğada bulunan dört unsurla birleşmek zorundadır (İnsanın sözkonusu 4 unsurdan oluşan alçak varlığına Batı'da quaternaire adı verilir) Dolayısıyla dünyadaki her insan 7 unsurdan oluşmuş durumdadır Yüksek trinite, gelişmek üzere quaternaire ile birleşerek dünyaya inerken ister istemez yüksek niteliklerinden bir kısmını, geçici olarak, kaybeder; yüksek nitelik ve yetenekleri kabalaşmaya, kararmaya uğrar Çünkü bu dört unsur dünyevi, alçak, aşağı düzeyli tezahürlerin kaynağıdır Bu dört unsur ihtirasları, dünyevi kaba duyguları, geri fikirleri, bunlara yönelik eğilimleri, kısaca aşağı nitelikleri içerir
Quaternaire iki kısımdan oluşur; bunlardan biri sthula-sharira [96]adlı kısım fiziksel bedendir "Alçak trinite" adı verilen diğer kısım ise kendi içinde üç unsurdan oluşur:
Linga-sharira: Fiziksel bedenin asli modelidir Fiziksel beden bu bedenin üzerine kuruludur
Prana: İnsanı canlandıran yaşamsal unsur
Kama: "Alçak trinite"nin en yüksek, yani ruha en yakın düzeydeki unsurudur İhtiras ve arzuların kaynağıdır Buna hayvansal nefis de denebilir
Dünyasal ölüm olayında "alçak trinite" fiziksel bedenden ayrılıp kama-loka denilen bir plana (düzeye, âleme) çıkar Bir süre sonra, yüksek trinite "alçak trinite"yi de burada bırakarak devachan adlı cennete gider ve böylece asli vatanına dönmüş olur Görüldüğü gibi, Hint Teozofisi’nde Batı Teozofisi’ndeki gibi belirgin bir ruh ve madde ikilemi yoktur



Alıntı Yaparak Cevapla