Prof. Dr. Sinsi
|
Sinop Cezaevi,Sinop Cezaevi Resimleri -Sinop
Sinop Cezaevi, Sinop Kalesİ
nin güneybatı ucunda bulunan İç Kale’de bulunuyordu
Sinop Kalesi’nin ne zaman kurulduğu kesin olmamakla beraber MÖ 72 yılında Pontus Kralı IV Mithridates tarafından yaptırıldığı söylenmektedir Bizanslıların yaptırdığı konusunda bazı kaynaklarda belirtilmiş ise de kale içerisindeki kitabeler kalenin İsfendiyaroğulları ve Osmanlılar zamanında onarıldığını göstermektedir
Sinop’u 1214 yılında ele geçiren Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus kaleyi kuzeyden güneye inen dik surla kestirmiştir Böylece İç Kale enine bir surla ikiye bölünmüştür Burada 9 500 m2 lik bir alan meydana gelmiş bu yerde Sinop Hapishanesi kurulmuştur
II Meşrutiyetin kurulmasından sonra Sinop Cezaevine siyasi mahkûmlar getirilmiştir Cumhuriyet döneminde de hapishane olarak kullanılmış ve bu durum 1997 yılına kadar sürmüştür Hapishanede Türkiye’de ilk kez bir uygulama yapılmış, mahkûmların birer sanata yönelmesi için çalışılmıştır Bunun için içeride atölyeler kurulmuştur Mahkûmların yaptığı küçük sanat eserlerinin satılması ile de onlara maddi olanaklar sağlanmıştır

Sinop cezaevinin bir özelliği de birçok fikir suçlusu ve yazarın burada mahkûm olarak bulunmasıdır
Sonraki dönemlerde Bölge Kapalı Cezaevi ve Çocuk Islah Evi olan kale ve buradaki cezaevi yapısı ile Askerlik Şubesinin boşaltılmasından sonra 1999’da Kültür Bakanlığı’na tahsis edilmiştir Kültür Bakanlığı’nın yapmış olduğu restorasyon çalışmalarından sonra kale Kültür Merkezine dönüştürülmüştür Günümüzde Kültür Kompleksi olan kalede sosyal etkinlikler alanı düzenlenmiş, galeriler, Konferans Salonu, Tanıtım Salonu, Satış Reyonu, Kafeterya gibi kültürel mekânlar yapılmıştır
Sinop Cezaevinde, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Refi Cevat Ulunay, Hüseyin Hilmi, Burhan Felek, Osman Celal Kaygılı, Celal Zühtü Benneci, Sabahattin Ali ve Necip Fazıl Kısakürek, Kerim Korcan, Osman Deniz, Zekeriya Sertel hapis ve sürgün olarak kalmışlardır

Necip Fazıl Kısakürek’in burada kaldığı süre içerisinde Zindandan Mehmet’e Mektup isimli şiirini yazmıştır:
Zindan iki hece Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam, boynunda yafta 
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? Belki  Daha ölmedim!
Avlu  Bir uzun yol  Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli
Bu yol da tutuktur hapse düşeli 
Git ve gel  Yüz adım  Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir alem ki, gökler boru içinde
Akıl almazların zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil 
Müdür bey dert dinler, bugün "maruzat"!
Çatık kaş  Hükümet dedikleri zat 
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem 
Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekun içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et
Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat 
Yalnız seccademin yönünde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan, sen seccadem!
Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan
Karıştır çayını zaman erisin
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler
Duvarda, başlardan yağlı lekeler
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler 
Duvar, katil duvar yolumu biçtin
Kanla dolu sünger  Beynimi içtin
Sükût  Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
Tek nokta seçemez dünyada nazar
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir 
İstersen demirde muhali kemir
Ne gelir ki elden, kader bu, emir 
Garip pencerecik, küçük daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık
Dua, dua eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu
Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş
Karanlığında nur, yeniden doğuş 
Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir

Sabahattin Ali de Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldığı sürede Aldırma Gönül isimli şiirini burada yazmıştır Bu şiir daha sonra Edip Akbayram tarafından şarkı olarak seslendirilmiştir
Aldırma Gönül
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma
|