Yalnız Mesajı Göster

Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu nasıl ispat edebiliriz?

Eski 06-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu nasıl ispat edebiliriz?








İnsan ve kâinat kimin eseriyse, Kur’an da ancak O’nun eseridir Zira Kur’an-ı Kerim, hem insanı insana tanıtmakta, hem de varlık kitabını tefsir etmektedir Şöyle ki, Kur’an bir taraftan, insanı bütün zaaf ve faziletleriyle, diğer taraftan da kâinatı bütün sır ve incelikleriyle okumaktadır ki, kâinatın bütününde tasarruf edemeyen bir Zât’ın öyle bir söz söylemesi mümkün değildir


Bu girişten sonra Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunun bazı şahit ve delillerini özetle ve maddeler hâlinde şöyle sıralayabiliriz:


Kur’an bütün asırlara örnek olacak bir nesil yetiştirmiştir


Her şeyden önce, Kur’an, yeryüzünü şereflendirdiği o ilk dönemde, hem ruhlarda, hem akıllarda, hem de gönüllerde tasavvuru imkânsız öyle bir tesir icra etmiştir ki, onun o ışıktan atmosferinde, yeniden hayata uyanan nesillerin mükemmelliği, onun hakkında başka bir delile/mûcizeye ihtiyaç bırakmayacak ölçüde bir harikadır ve bu insanların düşünce ufukları, kulluk sırlarına vukufları ve marifetleri açısından benzerlerini göstermek de mümkün değildir Gerçek şu ki, Kur’an o çağda sahabe unvanıyla öyle bir nesil yetiştirmiştir ki, bu nesil meleklerle eş değerdedir denilse mübalâğa edilmiş olmaz


Kur’an okumak usanç ve bıkkınlık vermez


Kur’an dışında usanmadan defalarca okunabilen kitap belki hiç yoktur Kur’an’dır ki, çeşitli vesilelerle devamlı okunur, hatmedilir ama hiçbir zaman usanç ve bıkkınlık vermez Nice müstesna eserler, fikir yazıları ve şiirler orijinalliğini ve değerini kaybeder; nice aktüel eserler birkaç yıl hatta birkaç ay ya dayanır ya dayanmaz; hem doğruluğu hem de aktüalitesi yönünden değerini yitirir ve sonunda bir kenara bırakılır Kur’an’a gelince, o, solmak, eskimek şöyle dursun her geçen gün, zihin ve kalplere yeni yeni fikir ve marifet meltemleri üfler ve tazeliğini artırarak muhafaza eder


Bir beşerin zihninden çıkan prensiplerin asırlara hitap etmesi mümkün değildir


İnsan hayatını maddî-manevî bütün yönleriyle kucaklayan Kur’an’ın bir beşer kelâmı olamayacağı açıktır Her asırda her türlü şartlar altında ve her seviyedeki insanın problemlerini çözecek küllî prensipler ortaya koymak, hiçbir zaman bir insanın -hele hele ümmî bir Zât’ın- kapasitesi dâhilinde olamaz Diğer bir ifadeyle, bir beşerin zihninden çıkan prensipler, asırlarca kıtalara huzur ve saadet veremez İlâhî kitaba ve vahye dayanmayan beşerî çözüm ve sistemler, değişmeden, revizyona uğramadan elli yıl bile ayakta kalamazlar Beşer mahsulü kaideler, sistemler, fikirler, düşünce ve ideolojiler bir gün eskir ve yetersiz kalır, yan tesir gösterir ve hatta yenilenme/değiştirilme ihtiyacı hissettirir Hâlbuki Kur’an’ın hiçbir mevzuunda, hiçbir kaide ve prensibinde ve hiçbir meselesinde bu gibi arıza ve noksanlıkları bulmak mümkün değildir


Servetin sadece zenginler elinde dönüp dolaşan bir devlet olmamasını (Haşr, 59/7), insan için kendi gayret ve emeğinden başka bir şeyin olmadığını, (Necm, 53/39) emanet ve vazifelerin ehline verilmesini ve adaletle hükmedilmesi gerektiğini, (Nisa, 4/58) bir kişiyi öldürmenin bütün insanları öldürmek gibi olduğunu (Maide, 5/32) temel ve ölümsüz kaideler olarak yerleştiren Kur’an-ı Kerim’dir Fert, aile ve cemiyet için birer öldürücü zehir olan faiz, kumar, içki ve fuhşun her çeşidini, yalan, iftira, lüks ve israfın her türlüsünü yasaklayan da bu Kitap’tır


Ve yine, insana, insanlığını kazanması, fert ve toplum hayatında daha dünyada iken, Cennet benzeri bir hayat yaşaması için namaz, oruç, hac, zekât ve daha başka ibadetleri emreden; bunun gibi, akıl ve ruhları, insanı insan yapan her bir güzellik ve fazilete yönlendirip, Allah korkusunu her kalbe bir gözetici, Allah sevgisini de bir teşvikçi yapan bu Kitap’tır Böyle bir Kitap, ilmi, hikmeti ve rahmeti sonsuz bir Yaratıcı’nın kelâmı olmaktan başka ne ile izah edilebilir?


Kur’an’da anlatılan coğrafi gerçekleri çöl ortamında yaşayan birisi bilemez


Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunun bir delili de şudur:



Eserlerinde manzara tasvirinde bulunan herhangi bir yazar daha çok iklimi, bitki örtüsü ve tabiî şekilleriyle yaşadığı veya gezip gördüğü çevreyi anlatır Hâlbuki Kur’an’da çöl ve çöl hayatının tasvirinden çok, coşkun akan nehirlerden, yemyeşil manzaralardan, toprağa can katan yağmur yüklü bulutlardan, bağ ve bahçelerden, dağlardan ve denizlerden bahisler açıldığını görürüz Sözgelimi, Nur sûresinde engin denizin karanlıklarından söz edilmesi; üst üste gelen dalgalardan ve bu dalgaların üstünü bulutların kaplamasından ve bu durumun oluşturduğu karanlıklar içinde elin görülememesinden bahisler açılarak(Nur, 24/40) enteresan benzetme ve anlatımlarda bulunulması, ne o zamanki Arap coğrafyası ne de devrin denizcilik literatürüyle alâkalıdır Sonra çölde doğup, çölde büyüyen sadece gençliğinde iki defa Şam tarafına, yine çöllerden geçerek seyahatte bulunan Peygamber Efendimiz (sallu aleyhi ve sellem), ne Kur’an’ın sözünü ettiği manzara ve bitki örtülerini görmüş ne de deniz yolculuğu yapmıştı



Ve yine bu çerçevede, En’am sûresinde, inkarcı birisinin hâli, göğe doğru yükselirken kalbi sıkışıp daralan bir insanın durumuna benzetilir(En’am, 6/125) Bugün, bilimsel gelişmeler, gerekli cihaz kullanılmadan dağların tepesine doğru yükseldikçe, oksijen azalmasından insanın nefessiz kaldığını; göğsünün daralıp sıkıştığını ortaya koymuş bulunmaktadır Bu gerçek, ancak balon gibi vasıtalarla yukarılara çıkıldığında veya çok yüksek dağlara tırmanılarak anlaşılabilmektedir Allah Rasulü’nün döneminde balonla yolculuk bir hayal bile olmadığı gibi, Arabistan coğrafyası da yüksek rakımlı yerlerden mahrumdu Öyleyse böyle bir benzetme ve ifade ancak her şeyi bilen Allah’a (celle celâluhû) ait olabilir


Kur’an’ın büyüleyici ifadeleri beşer sözü olamaz


Kur’an’ın nâzil olduğu devrede şiir fevkalâde gelişmişti İnsanlar sohbetlerinde ve kavgalarında birbirlerine âdeta hep şiirle karşılık verir, her yıl şiir müsabakaları düzenlenir ve kazanan şiirler altınla yazılıp Kâbe duvarına asılırdı Birer millî kahraman sayılan şairlerin sözleriyle kabileler harbe girer veya barış yaparlardı Ve Efendimiz (sallu aleyhi ve sellem) aralarında büyümüş olmasına rağmen, herkesin bildiği bir gerçek olarak, ne şiirle, ne de düz yazıyla uğraşmıştı Sonra Kur’an’ın sırlı ve i’cazlı ifadeleri ne O’nun ne de başkasının ifadelerine benziyordu; ne şiirin, ne de düz yazının sahasına giriyordu, ama kendisine has orijinalliği ile herkesi büyülüyordu Bu yüzden insanları ondan uzaklaştırmak isteyen müşriklerin ileri gelenleri, “Şiir desek şiir değil, kâhin sözü desek o da değil, cinnet eserine zaten benzemiyor; en iyisi ‘sihirdir, kulaklarınızı tıkayın, yoksa çarpılırsınız’ diyelim” şeklinde kendilerince karşı koymaya çalışıyorlardı (Enbiya, 21/25; Saffat, 37/36; Sad, 38/4)


Onun çağlara ışık tutan mesajlarına karşı, bugünün inkârcıları da, tıpkı kendilerinden önceki ataları gibi onca demagoji, diyalektik ve karşı çıkma taktiklerine rağmen acz ve öfke içinde yutkunup durmaktan başka bir şeye muvaffak olamamışlardır Zaman değişip durmuş, asırlar başkalaşmış, mücadele hissi daha bir hararetlenmiş ama, Kur’an, bunca sözlü sataşma yolları karşısında hâlâ o müessir hâliyle baş döndürmektedir


Şayet Kur’an beşer sözü olsaydı


Kur’an’ın Peygamber Efendimizin (sallu aleyhi ve sellem) bir eseri olamayacağına bir de şu açıdan bakalım: Bir yazar, eserini daha çok his ve zihin konsantrasyonunun tam sağlandığı anlarda yazar ve kendisini üzüntüye veya sevince sevk eden hâdiselerden de bahsetmemezlik edemez Diğer bir ifadeyle, bir yazarın ruhunda ve kalbinde derin etkiler bırakan hâdiselerden soyutlanarak bir şeyler yazması öyle kolay kolay mümkün değildir


Allah Rasûlü (sallu aleyhi ve sellem), çileler, ıstıraplar ve mücadelelerle dolu hayatı içinde; bir yandan müstesna cemaatini yetiştirirken, diğer yandan, dışa karşı amansız bir mücadele vermekteydi Durum bu iken, Kur’an’da ne O’nun çektiği acılarla alâkalı bir âyet, ne de eşinin ve çocuklarının vefat ve hayatıyla ilgili bir âyet görürüz Öyleyse, bu kitap O’na ait değildir O sadece bir vasıtadır ve Kur’an’ı geldiği şekliyle tebliğ etmiştir



Hangi yazar eserinde kendi lehine olmayan sözlere yer verir?


Acaba hangi yazar, eserinde, kendi lehine görünmeyen sözlere yer verir? Meselâ, Kur’an’da Tebuk Gazvesi’nden geri kalanlardan ötürü “Hay Allah seni affedesice! Niçin sence doğru söyleyenler iyice belli oluncaya ve yalancılar da meydana çıkıncaya kadar beklemeyip izin isteyen o münafıklara izin verdin?” (Tevbe, 9/43) ikazında bulunulmaktadır Ve bu hususta bir başka misal: Allah Rasulü, belini büken, kendisini ıstıraptan ıstıraba sürükleyen ifk (Eşleri Hz Aişe Validemize atılan iftira) olayı karşısında tam bir ay beklemişti Münafıkların, eşine attıkları iftira karşısında eğer o Kur’an’ı kendi yazmış olsaydı, hakikati ortaya koymak ve namusu üzerinde en ufak bir lekenin olmadığını ilân etmek için bir ay bekler miydi? Yani, bir insanın kendi yazdığı kitaba alması mümkün görünmeyen beyan ve ifadelere yer verilmektedir Bu demektir ki, Kur’an hiçbir zaman Hz Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in değil, mutlak surette Allah’ın kelâmıdır


Sözün özü: Kur’an’ın, kendisini “Ey Resulüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazı yazan bir insan değildin; eğer böyle olsaydı, batıl iddia peşinde olanlar şüphe edebilirlerdi” (Ankebut, 29/48) şeklinde tanıttığı okuma ve yazması olmayan o Zât, “Haydi el ele verin de, fazla değil, Kur’an’ın sûrelerinden tek bir sûrenin mislini getirin!” diyerek o günün okuyup yazmışlarından bu günün en büyük bilgin ve ediplerine kadar meydan okumaktadır O’nun kendinden gayet emin bir şekilde böyle bir meydan okuyabilmesi bile, Kur’an’ın o ümmî Zât’ın değil de, Allah’ın kelâmı olduğuna yeterli bir delil ve şahit değil midir?



Alıntı Yaparak Cevapla