Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız (A)
ABDAL MUSA SULTAN
Horasan'dan Rum'a zuhur eyleyen
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi
Binip cansız duvarları yürüten
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi?
Anadolu'nun ünlü erenlerinden ve ermişlerinden olan Abdal Musa Sultan, aynı zamanda ünlü bir ozan ve düşünürdür Aslen Horasan'lı dır Azerbaycan'ın Hoy kasabasına gelmiş ve bir süre orada yaşamış olduğundan, "Hoylu'' olarak tanınmıştır Hacı Bektaş Veli'nin amcası Haydar Ata'nın oğlu, Hasan Gazi'nin oğludur Kaygusuz Abdal Menkıbesine göre "Kösre Musa" adıyla da anılır
Abdal Musa Sultan, Horasan Erenlerinden ve Hz Peygamber soyundandır 14 yy da yaşadığı ve Osmanlıların Bursa'yı fethi yıllarında Orhan Bey'in askerleriyle savaşlara katıldığı ve büyük yararlıklar gösterdiği tarihi kaynaklarda yazılıdır Hacı Bektaş Veli'nin önde gelen halifelerindendir Payesi sultanlık, mertebesi "Abdallık" Pir evindeki hizmet postu ise, "Ayakçı Postu''dur Bu post Bektaşi tarikatındaki on iki posttan on birincisi olup, diğer adı ''Abdal Musa Sultan Postu"dur Ayakçılık, Abdallık mertebesidir
Elmalı, Tekke köyündeki dergahı, ilk Bektaşilerin dört büyük "Asitanei Bektaşiyan" dan biridir Ancak, Anadolu'nun inanç coğrafyasında seçkin bir yeri, etkin bir gücü olan Abdal Musa Sultan adına daha bir çok yerde makam ve mezarlar yapılmıştır Bir çok yazar ve araştırmacı, bu büyük savaşçı ve düşünürü konu alan araştırmalar yapmışlardır Bazılarına göre, Abdal Musa Sultan; Bursa'nın fethine katıldıktan sonra Manisa, Aydın ve Denizli yöresinde bulunmuş, daha sonra da Türkmen ve yörüklerin yoğun bulunduğu Elmalı yöresinde tekkesini kurmuştur Ayrıca Denizli'de yatan "Büyük Yatağan Baba"dan esinlendiğini de belirtmişlerdir
Abdal Musa Sultan, Elmalı yôresinde kurduğu tekkesinde sayısız kişiler irşad etmiş (uyarmış) ve bunlar arasında büyük ozanlar yetişmiştir Bunların en ünlüsü de, Alevi-Bektaşi edebiyatın abidelerinden sayılan Kaygusuz Abdal'dır
Ancak, onunla ilgili olarak Abdal Musa Sultan Velayetnamesi'nde konu edilen söylenceyi yeri gelmişken aktarmadan geçmeyelim:
''Alaiye reyinin oğlu Gaybi, Abdal Musa'ya derviş olup, Kaygusuz adını alınca, babası oğlunu kurtarmak ister Tekke Beyi'nin yardımını talep eder Tekke Beyi'de Kılağılı İsa adlı pehlivan yiğidini Abdal Musa'nın tekkesine yollar İsa, dergaha varır ve kapıya gelince: Çağırın bana Abdal Musa'yı diye gürler Ancak, atı ürker ve İsa'yı sırtından atar, sürükleyerek parçalar
Tekke beyi bu olaya çok sinirlenir ve ordusuyla harekete geçer Abdal Musa Sultan'ı yakmak öbek öbek odunlar yığılır Ateşler tutuşturulur Abdal Musa Sultan'da üç yüz kadar müridi ile semah ederek yola koyulur 
Bu öyle bir geliş ki, onlarla birlikte dağlar, ağaçlar, kayalar da beraber yürür Dervişler bir gülbank çekip ateşe girer Ateş onları yakmaz, onlar ateşi söndürürler
Bu manzarayı gören Kaygusuz'un babası, dunuma hayranlıkla bakar Abdal Musa'nın ellerini öper ve geriye döner Kaygusuz bu dergahta kırk yıl hizmet eder  ''
Abdal Musa Sultan'ın kerametleri, kendi adı verilen Velayetname'de anlatılır Abdal Musa Sultan Velayetnamesi, günümüz Türkçesi ile Ali Adil Atalay tarafından beşinci kez olarak yayınlanmıştır kerametlerinden biri de şöyle: "Abdal Musa Sultan, bir pamuk içine kor halinde bir ateş parçasını müridlerinden biriyle, Geyikli Baba'ya gönderir Geyikli baba da, ona bir bakraç içinde geyik sütü gönderir Bu kerametin, yorumu da, "hayvanatı iradesine bağlamak, bitkilere hükmetmekten zordur'' şeklindedir
Şair, düşünür, Horasan ereni Abdal Musa Sultan'ın keramet ve erdemleri yedi yüzyıldan bu yana dillerde söylenir durur Antalya, Elmalı ilçesine bağlı Tekke köyündeki türbesi, 14 yy 'da Selçuklu mimarisi örneğinde yapılmıştır Tekke hakkında en önemli bilgiyi 17 yy da burayı ziyaret eden ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde vermiştir Bu bilgilere göre tekkenin kubbesindeki altın alem, beş saatlik yerden görülüyormuş Abdal Musa Sultan sandukası baş ucunda seyyid olduğunu gösteren yeşil imamesi durur Tekkenin etrafında bağ ve bahçeler uzanır, Misafirhaneler, kiler, mutfak meydanlar gibi bir çok ek binalar varmış Mutfakta kırk derviş hizmet eder Meydanın dışında ayrıca büyük bir misafirhane bulunur ki, üstü konak, altı ise iki yüz at alacak kadar büyük bir ahırdır Misafir hiç eksik olmaz
Tekke yapıldığı günden beri mutfağında hiç ateş sönmemiştir Tekkenin çok zengin vakıfları vardır On binden fazla koyunu, bin camuzu, binlerce devesi ve katın, yedi değirmeni ve daha birçok varlığı ile üç yüz elli yıl önceki Abdal Musa Sultan tekkesinin çok büyük zenginliklere sahip bir kurum olduğunu belirtiyor Evliya Çelebi 
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra dağıtılan tekkeler arasında Abdal Musa Sultan tekkesi de nasibini almıştır 1242 (1829)'da hükümetçe gönderilen memurlar tarafından, dergahta mevcut bütün eşyalar ve binlerce canlı hayvan satılıp defteri İstanbul'a gönderilmiştir Bu hal tekkelerin 1925'de kapanmasına kadar yaşanmıştır
Değişik dönemlerde onarım gören Tekke, zaman içinde yıkılmış, günümüzde ise sadece Abdal Musa Sultan türbesi kalmıştır Türbede, Abdal Musa, annesi, babası, kız kardeşi ile Kaygusuz Abdal'ın kabirleri vardır
Tekke'nin giriş kapısındaki kitabe yazısının bir beyt'ini aşağıya alıyoruz:
Edeble kıl ziyaret bir makaam-ı alişandır bu
Füyuz'u Hakk'a menba asitan-ı aşikaandır bu
Önce de belirtildiği gibi; Aleyi-Bektaşi şiirine ''nefes''adı verilir Alevi-Bektaşi şiiri de, genellikle Yunus Emre'nin şiirinden etkilenmiştir Bu şiir, daha sonra Abdal Musa ile yönünü çizmiş ve Kaygusuz Abdal'la beslenerek doruğuna erişmiştir Abdal Musa'nın günümüze kadar gelen şiirleri çok azdır Ancak az da olsa, bu şiirler, Alevi-Bektaşi edebiyatının seçkin örnekleri sayılır Bu şiirlerle Alevi-Bektaşi edebiyatı kesin anlam kazanmıştır
Nefesleri:
Kim ne bilür bizi nice soydanuz
Ne zerre ottan ne hod sudanuz
Bizim meftunumuz marifet söyler
Biz Horasan mülkündeki baydanuz
Yedi deniz bizim keşkülümüzde
Hacem umman ise biz de göldenüz
Hızır İlyas bizim yoldaşımızdır
Ne zerrece Günden ne de Aydanuz
Yedi tamu bize nevbehar oldu
Sekiz uçmak içindeki köydenüz
Bizim zahmımıza merhem bulunmaz
Biz kudret okuna gizli yaydanuz
Turda Musa durup münacat eyler
Neslimizi sorarsanız ''Hoy'' danuz
Ali geldi adım bahane
Güvercin donunda kondum cihana
Abdal Musa oldum geldim zemana
Arif anlar bizi nice sırdanuz
Horasan'dan Rum'a zuhur eyleyen
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi
Binip cansız duvarları yürüten
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi?
Doksan altı bin Horasan Pirleri
Elli yedi bin de Rum erenleri
Cümlesinin servirazı serveri
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi?
Balım Sultan arkadaşı, yoldaşı
Kızıldeli Sultan dürür hem eşi
Abdal Musa Sultan dersen ne kişi
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi?
AGAHİ
Seher vakti çaldım yarin kapısını
Baktım yarin kapıları sürmeli
Hoş bulmadım otağının yapısını
Çıkageldi bir gözleri sürmeli
Agahi karışır kanlı yaş ile
Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yetilmez menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli
1860 - 1921 Şarkışla’nın Kılıççı köyünde doğdu Asıl adı Veliyüddin’dir Ancak genellikle Veli olarak bilinir Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1875, ölüm tarihi ise 1916 olarak verilmektedir
Aslen Arapkir’den Şarkışla’ya göçen bir ailenin çocuğu olan Agahi, aşıklık geleneğini ve şiiri, asıl adı Mahmut Derviş olan Zileli Vacit’ten öğrendi
Bazı kaynaklara göre okur yazar olmayan ve Alevi dergahlarında kendini yetiştiren Agahi’nin şiirleri Anadolu’nun çeşitli yerlerinde söylenmektedir Şiirlerinde uzun bir süre Veli mahlasını kullandığından aynı adlı öteki şairlerle/aşıklarla karıştırılmaktadır Agahi mahlasını ise ne zaman ve kimden aldığına ilişkin kesin bir bilgi bulunmamaktadır
Şarkışlalı Agahi genellikle dini içerikli taşlama konularına ağırlık vermesine karşın duygu ve sevgi şiirlerinden de birçok güzel örnek bıraktı
Dönemin Beyrut Valisi aracılığıyla Sivas Valisi Reşit Akif Paşa tarafından bir dönem Şarkışla Tahsildarlığı görevine getirilen Agahi, İstanbul’dan Rodos’a, Adana’dan Halep’e dek birçok yeri dolaştı
1911 yılında Pınarbaşı tahsildarlığına geçti Ancak bir süre sonra ayrılarak köyüne döndü Sonraki 5 yıl köyünde yaşadı Yakalandığı kolera hastalığından öldü Bazı araştırmacılara göre, mezarı Şarkışla’dadır
Ayrıca yine Şarkışla ve Rumeli yörelerinde yaşamış Agahi adlı başka aşıkların olduğu varsayılmasına karşın bu konuda kesin bir bilgi bulunmamaktadır
Eserlerinden bazıları:
Dağıtır
Gam kasavet keder başa derildi
Ancak bu yarayı yazan dağıtır
Bu dert bize ta ezelden verildi
Sinemdeki olan yürek dağıtır
Gönül tutulmazdı her tuzak ile
Ahir tutup bent ettiler bağ ile
Dağ vurdular dağladılar dağ ile
Dediler ki bizim yozun dağıtır
Görmez misin şu Ferhat’ın işini
Kerem sevda ile çekti dişini
Ben de mesken edim bir dağbaşını
Desinler ki bu dağ Mecnun dağıdır
Dertli Kerem ile Behlül-i Dana
Onlar aşk elinden oldu divane
Agahi şuara olmuştur amma
Saçma sapan söyler sözü dağıtır
Diyerek
Sofu sen kendini arif sanırsın
Benden özge arif yok yok diyerek
Sureti zahirde kafa sallarsın
Oturur kalkarsın hak hak diyerek
Güş eyle pendimi ey sofu zade
Sen bu gönül ile kalırsın dağda
Senin gibi gezer leylek havada
Geçirir ömrünü lak lak diyerek
Onda körsün eğer bunda kör isen
Rah-ı erenlerden bihaber isen
Yarın hakkın divanına varırsan
Kovarlar dışarı çık çık diyerek
Agahi’nin bu sözünde durmazsan
Ebedi kör kalın meydan görmezsen
Hacı Bektaş tarikine girmezsen
Sonra canın çıkar hık mık diyerek
Geldi
Dost eline giden sail dur eğlen
Muhabbetnamenin sırası geldi
Mevlayı seversen hemen bir eğlen
Şimdilik gönlüme burası geldi
Gelmedi sevdiğim bilmem ne güne
Tahammül kalmadı düne bugüne
Hayal meyal yar gözlerim ögüne
Sevdiğim kaşların karası geldi
Nice yetimler var halli balınca
Boynu eğri benzi sarı kalınca
Çıkmaz bu dert benden ta ki ölünce
Derler ki yürekte yarası kaldı
Mektubum ol yare var böyle söyle
Bunca hasiretlik kalır mı böyle
Vacida eğlenme gel kerem eyle
Vallahi Veli’nin göresi geldi
Söyle
Hasbi arzuhalim ol nazlı yare
Candan cananıma var selam söyle
Bu derdi zahmime eylesin çare
Gül yüzlü yarime var selam söyle
Gelsin şu halime bir rahim etsin
Tarikat ilmini bir tarif etsin
Her ne dek cürümüm varsa affetsin
Adalet şahına var selam söyle
Agahi ayrılık bize kisb ü kar
Eriştir menzile hasbeten nikar
Sevdiğim yadlara etme itibar
Düşürme şanına var selam söyle Seher Vakti
Seher vakti çaldım yarin kapısını
Baktım yarin kapıları sürmeli
Hoş bulmadım otağının yapısını
Çıkageldi bir gözleri sürmeli
Açtırdım kapıyı girdim içeri
Aklımı başımdan aldı o peri
Dedim sende buldum halis gevheri
Dedi yok yok bir mihenge sürmeli
Dedim hiç yapı yok senin yapında
Oynanılmaz urganınla ipinde
Dedim dahi çok mu duram kapında
Dedi yok yok seni burdan sürmeli
Dedim ki ne kadar yüzümden bezdin
Etim kebap ettin derimi yüzdün
Aşık katletmeye silah mı dizdin
Martini mavzeri bir dem sürmeli
Şu kevn ü mekanı tutmuş ışığın
Nöbetin bekleyin alır keşiğin
Beklemeli bir sultanın eşiğin
Günde yüz bin kere yüzler sürmeli
Agahi karışır kanlı yaş ile
Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yetilmez menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli
Var
Hilebaz demişler bizlere amma
Ne hilem var ne hileciğim var
Kimisine baldan lezizim amma
Kimine zehirden acılığım var
Yüzümü çevirdim adü taşından
Kaynıyor kazanım aşk ateşinden
Değirmen döndürdüm gözüm yaşından
Usta olamazsam suculuğum var
Gahi usta eyler gahi suç eyler
Gahi yara eyler gah ilaç eyler
Hasılı dost beni eğlence eyler
Yar ile böyle bir cilveciğim var
Bak şu sofulara ne söylemişler
Agahi Kızılbaş şair demişler
Hacca gitmez deyi tan eylemişler
Benim ise kunde hacılığım var
Hakkın Emri
Hakkın emri ile cihana geldim
Muhammet’e kal u beli diyerek
Ya Ali kapında kurbana geldim
Kabul et kapının kulu diyerek
Yine sen bilirisin benim halimden
İnayet merhamet Sultan Balımdan
Zikrin fikrin gitmez oldu dilimden
Vird ederim Ali Ali diyerek
Nasıl sevmeyeyim şahım Hasan’ı
Hakkın habibinin kudret-ül aynı
Severiz gönülden şahım Hüsey’n’i
Bunlar has bahçenin gülü diyerek
Aşkına düşeli Mecnun daneyim
Yitirdim ben beni viran haneyim
Ne aklım başımda ne divaneyim
Şimdi deli oldum deli diyerek
Niyazımı kabul eyle ilahi
Ki sensin alemin peşti penahı
Dilerim ki canın çıksın Agahi
Hünkar Hacı Bektaş Veli diyerek
|