Yalnız Mesajı Göster

Dönemlere Göre Nesir

Eski 06-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dönemlere Göre Nesir




KLASİK EDEBİYATIMIZDA NESİR GELENEĞİ
Edebiyat mahsulleri genel olarak nazım ve nesir şeklinde ikiye ayrılırlar Bununla beraber nazım ve nesir karışık olarak yazılmış eserler de vardır Hatta bazı modern edebiyat teorileri edebiyatı artık ve nesir diye ikiye ayrılmakta, nazım ve nesir karışık üçüncü bir grup düşünmektedirlerNesir kelimesi “yayma, saçma” ilk anlamlarını taşır Nesir “manzum olmayan söz” karşılığında kullanılmaya başlanmıştırEdebiyat bütün topluluklarda sözlü yaratmalar olarak başlar ve bu dönemde büyük ölçüde manzum karakter taşır Bunun sebebi de sıralı ve birbirleriyle bağlantılı ifadelerin insan hafızasında daha kolay yer etmesi ve başkalarına daha kolay aktarılabilmesidir Çeşitli ses düzenlemelerindeki bağlantılarından faydalanan nazmın nesre karşı bu tür avantajları, yazılı kültürün yeşerdiği devirlerde bile edebiyatın uzun süre nazım ağırlıklı olmasına yol açmıştır Bununla beraber edebiyat sanatının söylemenin yanısıra anlatmayı da ihmal etmemesi nesir sanatını varlığını zorunlu kılmıştır Bu nedenle bütün gelişmiş edebiyatlarda gelişmiş bir nesrin varlığından da söz etmek mümkündür Türk edebiyatında zamanla bir dil ve edebiyat geleneği oluşmuştur Türk edebiyat geleneğinde nazım, nesre oranla ağırlıktadır Bu da nazımdan pek çok unsurun nesre girmesine yol açmıştır Bu nedenle şiirdeki bazı ses araçlarının nesirde de varlığından söz edilebilir Söz konusu ses araçlar; tekrarlarlar, ses ve anlam birimleri, söz dizimi ve paralelliklerdir Şiirin temel mekanizmasını oluşturan bu ses araçları mensur eserlerde dil zevki ile gelen yardımcı unsurlar durumundadırlar Türk nesrinde rastladığımız ses araçları tekrar teknikleri ile sınırlı değildir Türkçe’nin yüzyıllar boyunca oluşturduğu bazı söyleyiş biçimlerini ve ifade kalıplarının da Türk nesrinde bir ses ve anlam bütünlüğü oluşturmada rol oynadığı söylenebilir Buna bir örnek olarak insanımızın dua ederken kullandığı üslubu verebiliriz Kültür seviyesi, şahsi özellikleri, hatta içinde yaşadığı yüzyıl ne olursa olsun inanmış bir Türk’ün duasında hep aynı eda vardır Bunu farklı karakterdeki eserlerde görmek mümkündür


TÜRK NESRİNİN SAFHALARI
Türkçenin ilk yazılı örnekleri (mensur) Köktürk yazıtlarıdır Uygur lehçesi ile de mensur kitaplar yazılmıştır Fakat Uygurlardan sonra, uzun bir süre, doğu ve batı Türkçelerinde mensur eserler yazılmamış veya (yazılmışsa) ele geçmemiştir Ancak 13 yüzyıldan sonra doğu ve batı Türk edebiyatlarında nesrin gelişmeye başladığını görüyoruz 9 yüzyıldan 14 yüzyıla kadar mensur eserler yazılmayışının türlü sebepleri olabilir Bunları üç nedene bağlayabiliriz 1 Bu beşyüz yıl içinde atalarımız sürekli değişiklik ve hareket içinde olmuşlardır Orta Asyadan Batıya göçmüşler Anadolu’ya yerleşmişler Nice medeniyetlere deyinmişlerdir Bu göçler sırasında, zengin bir folklor ve birçok manzum eserler meydana gelmiş ama mensur kitaplar yazılamamıştır Belki yazılanlar kaybolmuştur Nesrin daha çok düşünceye, tefekkürü hazırlayan kültüre ise yerleşme ve huzura bağlı olduğu unutulmamalıdır 2 Türkler bu göçler sırasında İslamlığı benimsemişler ve Fars edebiyatı ile temesa gelmişlerdir Yeni dinin ve yeni kültürün getirdiği Arapça ile Farsça aydınlarımıza çekici görünmüş, işlenmemiş bir Türkçe ile yazmaktansa bu çok işlek diller ile yazıp söylemeyi daha kolay bulmuşlardır Bu yüzden yazarlarımız ve şairlerimizin çoğu İran şiirinin ve Arap nesrinin gelişmesine yardım etmişler fakat, “kara budun” arasında bütün canlılığıyla yaşayan Türkçe’nin lezzetine erememişlerdir Bu sonuç üzerinde Türklerin, müslüman olmaları dolayısıyla eski kültürlerinden ve kitaplarından büsbütün kopmuş bulunmalarının tesirini de unutmamak gerekir Çünkü “hak dini” olan İslamiyet, onları tabiatla ve putlarla ilgili eski dillerini batıl, yasak sayıyor, onlarla ve o dinlerin verimi olan kitaplarla uğraşmak günah sayılıyordu Kaşgarlı Mahmut gibi milliyetçi bilginlerin çabaları da kendilerini yabancı kültüre kaptıran bu aydınların görüşlerini değiştirememiştir Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları zamanında Türk aydınları, şiirlerini Farsça ve düşüncelerini Arapça yazmışlardır Hepsi Türk soyundan olan sultanlar ve hakanlar da halkı tanımayan o köksüz aydınların etkileriyle milli sanat ve tefekkürü tutmayıp yabancı kültürü korumuşlardır 3 Sultanların ve devlet adamlarının ana dile ve yerli edebiyata bu ilgisizlikleri, Türkçe’yi devletlerin resmi dili olmaktan çıkararak köylülerin konuştuğu bir kabile dili haline getirdi Bu yüzden fermanlar yazışmalar, tarihler, yıllıklar Farsça ve Arapça’ydı Köktürk, Uygur ve Karahanlılar devletlerinde resmi dil Türkçe olduğu için manzum nesir ilerleyebilmiştir Türkçe’yi yabancı diller önünde eriten bu ilgisizliğe karşı zaman zaman bazı tepkiler olmakla birlikte 13 yüzyılda Fars, Arap dillerin kapılmamış olan Anadolu beyleri bu konuda daha şuurlu bir görüşe sahiptiler Türkçe’nin edebi dil olmasında tasavvuf erlerinin, şeyhlerin, gazi erenlerin de büyük hizmetleri olmuştur Tasavvuf görüşlerini halka yaymak için mensur Türkçe eserler, şerhler, nasihatnameler, tevsirler meydana getirmişlerdir


DEDE KORKUT KİTABI
Orta dönem halk nesrinin en güzel örneklerini toplayan bu kitabın asıl adı :Kitab-ı Dede Korkut alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân (Oğuz Boyun dilince yazılmış Dede Korkut Kitabı)’dır Bugüne kadar iki yazma eser ele geçmiştir Bunlardan birincisi 150 yıl önce Dresten Kıral Kitaplığında bulunmuş olan 12 hikayeden ibaret tam nüshadır İkincisi 1950 yılında Vatikan kitaplığında ele geçen altı hikayelik eksik nüshadır Vatikan nüshasında altı hikaye, Dresten yazmasındaki altı hikayenin aynısıdır Ancak ufak tefek kelime ve cümle ayrılıkları vardır Eski ve tam nüsha olduğu için Dede Korkut hakkındaki bütün derleme ve araştırmalar, Dresten yazması üzerinden yapılmıştır Bu yazmayı bulan Fleischer’dan sonra, ilk önemli araştırmaları H F (1811-1815) ile W Barthold (1894) yapmışlardır Türkiye’de ilk önce Kilisli Rıfat Dresten yazmasının bir kopyasına dayanarak (1916) kitabı Arap harfleri ile yayınlamıştır Bundan sonra Orhan Şaik Gökyay (1938) yeni harflerle bastırmıştır Kitabın son yayımı ise, Dresten ve Vatikan nüshalarının karıştırılması suretiyle transkripsiyonlu olarak, (1958) Dr Muharrem Ergin tarafından yayınlanmıştır Esere Dede Korkut denmesinin sebebi, Dede Korkut adında mübarek, yaşlı ve bilgili ozanın her oniki hikayede ortaya çıkıp “Boy boylayıp, soy soylaması” ve bu hikayelerin düzüp koşucusu gösterilmesidir “Dede Korkut Hikayeleri”nden ; “Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin, görklü Tanrı Çok cahiller seni gökte arar, yerde ister sen hod müminlerin gönlündesin Daim duran Cabbar Tanrı, ulu yollar üzerine imaretler yapayım senin içün, aç görsem toyurayım senin içün, yalıncak görsem tonatayım senin içün, alursan ikimizin canın bile algıl, korısan ikimizin canın bile kogıl, keremi çok Kadir Tanrı”Türk edebiyatında bazı söyleyiş kalıplarının ve cümlelerin tekrarını, devamını sağlayan temel unsurlar sözlü halk edebiyatı mahsulleriyle halk dilinin kalıplarıdırTürk mensur eserlerinde dikkati çeken bir başka unsur da ikili yapılardır Nesrimizde başlangıcı İslamiyet öncesine giden bir ikili yapı kullanma alışkanlığı vardır Bu kullanımların ilk örneklerini Uygur dönemi mensur metinlerinde görmekteyiz Bu metinlerdeki ikili yapılar eş anlamlı kelimelerin yan yana kullanılmasıyla oluşturulmuşlardır “Ol yime Maharadı İlhan ertingü ulug, bay barımlıg, tsanlıgları agılıkları tarıg ed tavar öze tolu, alp atımBu kısa parçada bile pek çok ikili yapı vardır Bu ikililer şunlardır; bay-barımlıg (zengin varlıkları), tsang-ağırlık (ambar-hazine) ed-tavar (mal-mülk), alp atım (yiğit kahraman)Klasik nesrimizde en ağır metinlerin çoğu bu tür gruplarla ve ses olarak birbirine bağlanmış iki yapılarla oluşturulmuşlardırBugün de bu ikili kullanma alışkanlığı dilimizde yaygın olarak yaşamaktadır Kullandığımız ikililerin bazıları ses olarak, bazıları da anlam olarak bağlantılıdır Hatta bazen aynı anlama gelen iki kelimenin bile yanyana kullanıldığı görülmektedirMensur eserlerimizde yüzyıllar boyunca devam eden daha pek çok söyleyişten, ifade kalıbından, yapı özelliğinden söz etmek mümkündür Türkçenin halk dilinde yaşayan söyleyiş kalıplarının ve nesir eserlerimizdeki ortak yapıların bir dökümünün yapılmasının nesir geleneğimizin ortaya çıkarılması için gerekli olduğuna inanıyoruzTürk nesir tarihine bakacak olursak, Türk nesrinin İslamiyet öncesinde, İslami dönemde ve batı kültürü etkisinde farklı karakterler taşıdığını görürüz Bununla beraber bütün önemli kültür değişmelerine, tarih ve coğrafya farklılıklarına rağmen mensur eserlerimizdeki bağlar devam etmiştirTürk kültürüne İslamiyet öncesi dönemde zengin bir dil ve edebiyat geleneği oluşturmuş olması, Türk edebiyatının “Arap ve İran edebiyatlarını taklit eden kişiliksiz bir edebiyat” halini almasını engellemiştir Türkler yeni girdikleri ve bütün kalpleriyle benimsedikleri İslam diniyle ilgili konuları, zaman zaman eski inanışlarıyla birleştirerek söylemekten çekinmemişlerdir, İslam kültür ve medeniyetiyle kendi milli zevklerinin bir sentezine gitmişlerdir İlk İslami metinlerde eski Türk inanışlarından kaynaklanan bazı motifler bunun çok açık delidirİslam kültürü etkisindeki klasik edebiyatımız, uzun bir süre manzum bir edebiyat gibi düşünülmüştür Bu edebiyatın “divan edebiyatı” şeklinde adlandırılması da bu yaklaşımın bir ifadesidir Böyle bir adlandırma bütün mensur eserleri dışarıda bıraktığı gibi, mesnevi gibi divanlara girmeyen bazı manzum türlerin de gözardı edilmesi tehlikesini doğurmaktadır Bu nedenle artık iyice yaygınlaşan bu adlandırmayı eksikliklerine unutmadan dikkatle kullanmak gereklidirAyrıca pek çok divan şairi, nesri dağılmış incilere, nazmı ise bir araya getirilmiş bir inci kolyeye benzetmişlerdir Bu tanımlamada her iki anlatım vasıtasına da inci benzetmesiyle yaklaşılması dikkat çekicidirBalagat kitaplarındaki ortak yaklaşım ise nazım olsun, nesir olsun güzel ve manalı söylenen her ifadeyi edebi kabul etmektedir Yüksek kültürün içinde yetişen belagatçılar, manayı bir güzele, edebi sanatları ise onun giyinip kuşandıklarına, sürdüğü boyalara, taktığıtakılara benzetmişlerdir Böyle bir yaklaşım ise klasik edebiyatımızda ana amacın, şiirde de nesirde de anlamı söyleşiye feda etmemek olduğunu açıkça gösterirBelegatçıların nesre bu tür tutarlı yaklaşımlarının yanısıra eserlerini büyük ölçüde nazma ve şiir sanatlarına ayırdıklarını da belirtmek gerekir Kısacası eski kültürümüzün insanları mensur eserler de vermekle beraber genellikle nazmı nesirden üstün kabul etmişlerdir

ESKİ NESİR
Zaman bakımından 14 yüzyıl başlarından 19 yüzyıl ortalarına kadar süren nesirdir Eski nesir, bu zaman içinde hayli değişik ve çeşitli durumlar göstermiş bölümelere de ayrılmıştır Eski nesir; a halk nesirib divan nesiriolarak iki kısma ayrılabilir Divan nesri de birbirinden farklı üç üslup halinde görülür1 – Edebi nesir (İnşa)2 – Tarih nesri 3 – Öğretici nesirA HALK NESRİHalk nesri denince, doğrudan doğruya halkın verimi olan yada halkın ağzından derlenen eserler akla gelmelidir Halk içi,n yazılmış “öğretici” eserler bu konuya girmez Çoğu sözlü folklor verimi olan halk nesirlerinden, bize kalan yazılı örnekler çok azdır Elimizdekilerin çoğu da zamanlarında yazıya geçmemiş ve daha sonra yazılmış oldukları için asıl yaratıldıkları çağın dil ve üslup özelliklerini taşımazlar Bunlar arasında Battal Gazi, Hamzaname, Eba Müslim, Hz Ali Cenkleri gibi kitaplar meydana geldikleri çağların dilini az çok saklamış olsalar bile, söylenme ve yazılmalar sırasında hayli değişmelere uğramış oldukları için, halk nesrine örnek verilemezler Bu durumda, eski halk nesrinin elimizde kalan biricik eseri Dede Korkut Kitabıdır Çünkü 15 yüzyıl Doğu Anadolu bölgelerimiz halkının dillerinden derlenmiş olan bu kitap aynen yazıldığı biçimde korunabilmiştir
B DİVAN NESRİ (İnşa)
Orta dönem nesrinin halk ve divan nesirleri diye iki kola ayrıldığını görmüştük Daha çok “inşa” diye anılan divan nesrini 1- Edebi Nesir 2- Tarih Nesri 3- Öğretici Nesir olmak üzere üç bölümde inceleyeceğiz Yalnız ayrı ayrı bölümlere geçmeden önce her üç çeşitin de ortaklaşa yönlerini belirtmek gerekir :a Bu nesirde bir Türkçe yazmak düşüncesi yoktur Şairlerde ara sıra görülen sadelik kaygısı (nesir yazanlar) arasında hiç görülmez öyle ki çok sade olan bazı parçalar bile anlaşılmak arzusundan çok ????? yorulabilir Yalız öğretici nesir yazıcılarında halka seslenmek kaygısı sezilmektedirTürkçe, Arapça, Farsça kelimeler sanki tek bir dilin özcüğü gibi ayırt edilmeksizin kullanılır İşte adı geçen üç dilin karması bu yazı diline sonradan Osmanlıca denmiştir İnşa yazarları birbirine kaynaşmamış olan bu üç dilin pek bol kelimeleriyle süslü, zengin, ömürsüz ve yapmacık bir nesir meydana getirmişlerdir Tanzimat’tan sonra bu nesir şuurlu tepkilerle karşılaşmış ve kelimenin özleşmesi günümüze kadar sürmüştür b Bu nesirde Türkçe cümle yapısına dokunulmamıştır Cümlede özne-tümleç-yüklem dizisi korunmuştur Yalnız cümlenin yapısı Farsça ve Arapça tamlamalar, yabancı fiil çekimleri, ön ve son ekleri katılmıştırc Cümleler gereksiz yere uzatılmıştır Noktalama işaretleri, cümle bitimlerinde sık sık kullanılan (-ip, -up, -erek, -icek, -ıcak) bağ fiiller uzun diziler meydana getirir Bundan dolayı cümleleri anlamak zorlaşırd Bu nesirde fikirden çok süse önem vermiştir Üslupta güzellik yalnız kelime dizimlerinde aranmıştır Üçüzlü beşizli isim ve sıfat tanımına bunun için çok yer ayrılmıştır Nesirden çok nazım kuralları aranmıştır Bir çok parçalarda art arda gelen cümleler arasında simetrikler ve seciler (nesir kafiyesi) kullanılmıştır e Farsça’dan geçmiş olan (ki) bazen (kim) edatı ile Arapça’dan gelen (ve) (bazen vü, ü) bağlacı bu nesirde çok kullanılır



Alıntı Yaparak Cevapla