Prof. Dr. Sinsi
|
Edebi Sanatlar
3 İKİ ANLAM ESASINA DAYANAN SANATLAR
TEVRİYE
Bir nükte nedeniyle, gerçek ve mecaz anlamlı bir sözün -yakın anlamından başka- uzak anlamını kasdetme sanatıdır
I YAPILARINA GÖRE TEVRİYELER
1 Tevriye-i Mücerrede ;: Tevriyeli kelime veya kelimelerle ilgili yakın ve uzak anlamlarına ait hiç birşey söylenmeden oluşturulan tevriyelerdir
Sordum nigârı dedi ahbâb
Semt-i Vefâda doğru yoldadır (Hüsnî)
Burada, vefa (1 Sözünde duran 2 İstanbul’da bir semtin adı ), doğru yol (1 Dürüst yaşama 2 İstanbul’da bir cadde adı ) kelimeleri tevriyelidir; ancak, bu kelimelerin uzak anlamlarını aydınlatacak herhangi bir söz söylenmemiştir
2 Tevriye-i Müreşşeha ;: Tevriyeli kelimenin yakın anlamıyla ilgili bir şeyin söylenmesiyle oluşturulurlar
Verdim gönül o gül-ruhun alına aldanıp
Etmezdi kimse eylediğim rengi ben bana (Hazık)
Beyitte tevriyeli olan al kelimesinin yakın anlamı olan kırmızı renk ile ilgili olarak gül-ruh kelimesi zikredilmiştir; çünkü gül-ruh: gül yanak ve ikinci mısradaki renk kelimesi ile sevgilinin kırmızıya yakın tatlı penbe renkli yanağı anlatılmaktadır
3 Tevriye-i Mübeyyene ;: Tevriyeli kelimenin uzak anlamıyla ilgili bir varlığın söylenmesiyle oluşturulurlar
Kuyunda nâle kim dil-i müştâkdan kopar
Bir nağmedir Hicâzda Uşşâkdan kopar (Nâ’ilî-i Kadîm)
Beyitteki Hicaz ve Uşşak kelimelerinin uzak anlamları, onların Türk musikisi makamları oluşlarıdır Dolayısıyla bu anlamları ile ilgili olarak nağme kelimesi zikredilerek tevriye-i mübeyyene yapılmıştır
4 Tevriye-i Müheyyi’e ;: Bir kelimenin uzak anlamının kasdedildiğinin anlaşılması, diğer bir kelimenin yardımıyla gösterilerek oluşturulurlar, adeta, bir tevriye ile başka bir tevriye yapmaktır
Koyup kaldırmadan ikide birde
Kazan devrildi söndürdü Ocağı (İzzet Molla)
Bu beyitte de kazan ve ocak kelimelerinin uzak anlamları yeniçeri kazanı ve yeniçeri ocağıdır Devrildi ve söndürdü kelimeleriyle de yeniçeri ocağının lağvedildiğini, özellikle kazan kelimesi yardımıyla anlıyoruz
II ANLAMLARINA GÖRE TEVRİYELER
1 İhâm-ı Hasen ;: İfadesi ahlaki değerler bakımından, edebe aykırı olmayan kelimelerle oluşturulurlar Yukarıda verilen tevriye örneklerinin tümü, aynı zamanda ihâm-ı hasen örneğidir
2 İhâm-ı Kabîh ;: İfadesi ahlaki değerler bakımından edebe aykırı olan kelimelerle ve ima biçiminde oluşturulurlar
Nice kılsun namâzı sâfî kim
Âbdestin yerine yeller eser (Behiştî)
Şair, burada kullanıldığı abdestin yeri: 1 Tuvalet 2 Abdestin bulunması gereken yer, camii, yeller eser: 1 Gaz kaçırmak 2 Hiç birşey yoktur sözlerindeki tevriyeler görüldüğü gibi edebe aykırı olarak ima edilip ihâm-ı kabîh yapılmıştır
İHÂM
Gerçek ve mecazi değişik en az iki anlama gelen bir kelime veya kelime grubunun -her iki anlamı da konuyla ilgili olmak üzere- uzakça anlamını kasdetme sanatıdır
Tecemmu eyleyüb Meydân-ı Lâhme
Tuz ekmek hâ’ini bir nice bâğı
Koyub kaldırmadan ikide birde
Kazan devrildi söndürdü Ocâğı (İzzet Mollâ)
Yeniçeriliğin kaldırılması ile ilgili söylenen bu şiirde, kelimelerin gerçek anlamları dışında kazan kelimesiyle yeniçeri kazanı; ocak kelimesiyle de yeniçeri ocağı kasdedilmiştir Bu sanata tevriye de denir
İSTİHDÂM
Birkaç anlamı olan bir sözün, her ayrı anlamı için uygun bir kelime söyleme sanatıdır
Ayağa düş dilersen başa çıkmak
Anınla başa çıkdı câm-ı sahbâ (Hayâlî)
Bu beyitte, başa çık-: 1 Başa geç-, makam sahibi olmak 2 Başa vur-, sarhoş ol-, 3 Alt et-, zaptte- anlamlarında kullanılarak istihdâm yapılmıştır
KİNAYE
Belli bir sebebe ve gerçeğe dayalı olarak bir sözün hem gerçek, hem de mecâz anlamıyla kullanılması sanatırıdır
Şu karşıma göğüs gerüp taş bağırlı tağlar mısın (Yunus Emre)
Şair, dağların bağırlarının taş olduğu gerçeğini söyledikten sonra; geçit vermedikleri için mecâzen dağları duygusuzluk ve acımasızlıkla nitelendirmiş oluyor
I MEKNİ-İ ANH’I ZÂT OLAN KİNÂYELER ;: İki kısımdan oluşurlar
1 Kinâye-i Müfrede ;: Yalnız zât özelliğindeki nitelenenin vurgulandığı kinâyelerdir ve mekni-i anhla ilgili tek anlam taşırlar
Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz (Nâbî)
Burada, meydân kelimesiyle dünya; çâbük-süvâr ile de zâlim olmak üzere iki kinâye ve her iki ayrı kinâyede de tek anlam kastedilmiştir
2 Kinâye-i Mürekkebe ;: Nitelenenin canlandırılmasında birçok anlamlı sıfatların bulunduğu kinâyelerdir; mekni-i anhla ilgili birçok anlam taşırlar
“Canlı-kanlı, uzun boylu, geniş omuzlu, yakışıklı” denilerek bir erkekten bahsedilmesi gibi
II MEKNİ-İ ANHI SIFAT OLAN KİNÂYELER ;: İki kısımdan oluşurlar
1 Kinâye-i Karîbe, Kinâye-i Vâzıha ;: Mekni-i anh kabul edilen sıfata, zihnin süratle intikâl ettiği kinâyelerdir
İnâyet her kime yüz tutsa isyân-ı hicâb olmaz
Güneş doğdukça zîrâ perde-i zulmet nikâb olmaz (Şeyh Gâlib)
Buradaki hicâb kelimesinin mâniden kinâye olduğu süratle intikâl olunabilir
2 Kinâye-i Ba’îde, Kinâye-i Hafîye ;: Mekni-i Anh kabul edilen sıfata zihnin süratle intikâl edemediği kinâyelerdir
Musaffâ tıynetinin tarf-ı ebrûsunda çîn olmaz (Nâbî)
Buradaki tarf-ı ebrusunda çîn, kibirden kinâye olup, kasdedilen ise temiz yaradılışlı olanlarda kibir olmaz şeklindedir Ancak bu anlam, biraz düşünüldükten sonra anlaşılmaktadır
III Mekni-i Anha Nisbet Olan Kinâyeler: ;Nitelenene, niteleyenin dayandırıldığı kinâyelerdir
Her İbrâhîm izzet Kâ’besinde
Halîlu-lâh yâhûd Edhem olmaz (Necâtî)
Beyitinde İbrâhîm her insandan; Halîlu’l-lâh Hz İbrâhîm Peygamberden; Edhem bir veli olan İbrâhîm Edhem’den kinâye olup, beyitin anlamı: İnsan meziyetlerinden nasipsiz olan, biçim olarak insan olsa bile, insân-ı kâmil olamaz demekten kinâyedir
MUGÂLÂTA-İ MA’NEVİYE
Anlam delilliği ile -iki anlam ifade eden kelimeler yardımıyla- metinden iki anlam çıkması için yapılan ve bir tür yanıltmacaya dayanan sanattır
Dehânın nağme-perdâz eyledikte ettim istifsâr
Sorarsan bu makâmı bûseliktir dedi ol dil-dâr
Bu beyitte makâm ve bûselik kelimelerinin söylenmesiyle anlamının benzenliğine geçilmiştir; zira Buselik Makamı olduğu gibi, bu kelimelerin başka gerçek anlamları da vardır: Bu yer (ağız) öpücük yeridir, gibi
MÜŞÂKELE
Fiil türünden bir kelimenin anlamının diğer bir sözle değişmesi, başka başka kelimelerle birlikte grup halinde yeniden tekrarlanması sanatıdır
Seni ol rütbe sever kıskanırım ki güzelim
Kimsenin yâdına gelmezdin elimden gelse (Tâhirü’l-Mevlevî)
Bu beyitte gelmek fiili, yâdına gelmezdin: hatırlanmazdın biçiminde söyledikten sonra elimden gelse: yapabilsem kelime gruplarıyla değiştirilerek başka anlamlara gelecek biçimde tekrarlanıp müşâkele yapılmıştır
REMZ, REMİZ
Kullanılan kelimelerin uzak ve yakın anlamları arasındaki ilginin gizli tutulması biçimiyle yapılan sanattır
Bir kısa bir uzun ademe tarîk-dâş oldum
Ârif anlar ki bu yolda nelere dûş oldum
Bu beyitte, kısa kelimesiyle fitneci, uzun kelimesiyle de ahmak anlatılmak istendiği remizle anlatılmıştır Ayrıca, kısalar çakmak, uzunlar ahmak olur sözünü de burada hatırlayalım
TA’RİZ
Ustalıkla, bir tarafı gösterip diğer tarafı kastederek, incelik ve saygılılıkla itirâzda bulunma, dokundurma, gizli bir istihzâ yapma sanatıdır
Vermedi ablukada şân-ı donanmaya halel
İngiliz devletine olsa sezâdır amirâl (Ziya Paşa)
Bu beyitte şair, Ali Paşa’nın Girit yenilgisine dokundurma yapmak amacıyla, onun donanmayı mağlubiyete götürdüğünü, amirallik yeteneğinden yoksun olduğunu incelikle vurgulayarak ta’riz sanatı yapıyor
Ta’riz, dokunaklı, açık bir hakaret ve gülünç düşürme biçiminde olursa istihzâ sanatı yapılmış olur
Edebiyâttı tutup boğdu gürûh-ı kudemâ
Okuyun siz de onun cânına ey genç üdebâ (Tahir Olgun)
Beyitte, eskiler edebiyatı boğdu; gençler, siz de öldürün denmek suretiyle istihzâ yapılmıştır
Ta’rizin, acı ve ağır istihzâyı taşıyan biçimine tehekküm adı verilir
Eski eş’ârda dûr-bîn ile ma’nâ görülür
Yeni eş’ârda ma’nâ gibi külfet yoktur (Eşref)
Şair, eski şiirde anlamın çok zor sezildiğini, yeni şiirde ise külfet olarak görüldüğü için anlama yer verilmediğini söyleyerek tehekküm sanatı yapılmıştır
TEHZİL
Ciddî bir esere vezin ve kafiyesi aynen alınarak, latife yollu nazire yazmak sanatıdır
Derd-i serden nice âzâd olur ol tâ’ife kim
Bâde nûş eyleyecek yerde gül-âb isterler
Sen hemân dildeki nakş-ı hevesi mahveyle
Senden ey hâce ne defter ne kitâb isterler (Nâbî)
Aynı vezin ve aynı kafiye ile Nabi’nin bu ciddi şiirine latife yollu, nazîre biçiminde şöyle tehzil yapılıyor
Sancıdan kışda nice kurtulur ol tâ’ife kim
Çorba nûş eyleyecek yerde hoş-âb isterler
Sen hemân kışda çarıksız koma şâgirdleri
Senden ey usta ne kalçın ne çorâb isterler (Mürekkebci Havâyî)
TELVİH
Sözde nükte yapılırken, denmek istenilenin uzak ve yakın anlamları arasındaki ilginin çeşitli olması sanatıdır
Anlarım her biri beyden sayılırsa da lîk
Birinin hânesi meftûh birinin ceybi delîk (Manastırlı Rıfat)
Söz konusu edilen iki beyden birinin meftûh ziyaretçisi çok, yedirip içiren yani ikramcı ve varlıklı olduğu vurgulanırken, diğerinin ceybi delik: cebi delik fakir olduğu, cebinde para durmadığı ve hatta cimri olduğu anlatılmak istenmiş, böylece uzak ve yakın anlamlar arasında ilgiler düşündürülmüştür
TEVCİH
Bir sözün, hem övgü hem de yergi kapsamına girebilecek biçimde iki yanlı söylenilmesi sanatıdır
Tek gözüyle bunu yazmış hattât
Kâşki ikisi de bir olsaydı (Manâstırlı Rıf’at)
Beyitte, ikisi de bir olsaydı söz grubu iki anlama gelir Şöyle ki: Yazılan yazıdan 1 Memnun olunmuşsa, hattatın diğer gözünün de görmesi 2 Memnun olunmamışsa, yani hattat zok çirkin ve uyumsuz bir yazı yazmışsa, gören tek gözünün de diğeri gibi kör olması; isteniyor demektir
4 ANLAM YAKINLIĞI VE KARŞITLIĞI ESÂSINA DAYANAN SANATLAR ;
TENÂSÜB
Anlamca ilgili olan kelimelerin, bir mısra veya beyitte bir araya getirilerek söylenmesi sanatıdır
Hüsrev-i hûbân eden sen dilber-i Şîrîn-lebi
Bîsütûn-ı aşk içinde beni Ferhâd eyledi (Hoca Dehhâni)
Şîrîn, Husrev u Şîrîn ile Ferhâd ü Şîrîn hikayelerinin baş kadın kahramanıdır; Husrev ve Ferhâd ise baş erkek kahramanlarıdır Bîsütûn ise Ferhâd’in Şîrîn’in aşkıyla yardığı dağın adıdır Dolayısıyla bu beyitte, Husrev-Şîrîn-Ferhâd-Bîsütûn kelimeleriyle, hûbân-aşk-dilber kelimelerinin anlam ilgileri düşündürülerek tenâsüb sanatı yapılmıştır
1 İhâm-ı Tenâsüb ;: Türlü anlamları olan bir kelimenin kasdolunmasıyla bir anlamıyla, diğer bir kelimenin anlamı arasında ilgi kurma sanatıdır
Pek uçurma bildiğim kuştur benim ey bâğ-bân
Bülbülün gül-zâr-ı âlemde hezârın görmüşüz (Nâbî)
Beyitte anlamca ilgili olan uçurma-kuş; bülbül-hezâr kelimeleri bir arada kullanılarak tenâsüb yapılmıştır, ancak, kuş-bülbül arasındaki anlam ilgisi uçurma kelimesinin yalnız bir anlamı olan pervâz etmek ile ilgili olduğu için, ayrıca hezâr kelimesinin ikinci bir anlamı olan bin anlamı burada kullanıldığı için sadece ihâm-ı tenâsüb söz konusudur
TEŞÂBÜH-İ ETRÂF
Beyitin başlarında söylenen bir kelime veya kelimi grubuna, beyitin sonunda çok uygun bir kelime söyleme sanatıdır
Bir milletin olunca mukadder sa‘âdeti
Bir âdile müfevviz eder Hak hükûmeti (Ziya Paşa)
Beyitinin başında geçen millet kelimesine çok uygun düşen hükûmet kelimesi, beyitin sonunda kullanılarak teşâbüh-i etrâf yapılmıştır
TEZÂT
Aralarında aynılık veya benzerlik bulunan bir varlık etrafında anlamca birbirine zıt olan kelimelerin, kavramların bir mısra veya beyitte bir arada kullanılması sanatıdır
Kanı ol gül gülerek geldiği demler şimdi
Ağlarım hâtıra geldikçe gülüştüklerimiz (Mâhir Baba)
İkinci mısrada sanatçı, ağlarım ve gülüştüklerimiz kelimelerini uyumlu bir biçimde bir araya getirerek tezâd yapmıştır
1 İhâm-ı Tezât ;: Birden çok anlamı olan bir kelimenin kasdolunmayan anlamlarının, zıt anlamlı diğer bir kelimeyle birlikte kullanılması sanatıdır
Vakt-i iftâr kühen sözlere karnım toktur
Vehbiyâ aç elini hayr du’â eyle hemen (Seyyid Vehbî)
Beyitte, karnım toktur kelime grubunun, gerçek anlamı olan aç değilim’in dışında benimle ilgili değil, bana gerekmez, ihtiyacım yok anlamları da vardır Ayrıca, aç kelimesi de açmak mastarı dışında yemeğe muhtaç anlamıyla tok kelimesinin zıttıdır Dolayısıyla, burada bir tezat sanatı yapılmıştır; ancak, kelimenin aç: yemeğe muhtaç anlamı söz konusu edilmeyerek vakt-i iftâr:iftâr zamanı ile tok sözleri arasındaki tezâda ilgi çekilerek ihâm-ı tezât yapılmıştır Çünkü, bilindiği gibi iftâr zamanı acıkmış oruçlu insanlar yemek yerler
5 SESLENME ESÂSINA DAYANAN SANATLAR ;
NİDÂ
Birbirine veya bir varlığa seslenmek, onlarla konuşmak amacıyla “ey,ya, hey” gibi ünlemlerle _bazen ünlem kullanmadan_ yapılan sanattır Bu ünlemler genellikle kelime veya tamlamanın başında bulunur
Ey hüsn ey âftâb-ı enver
Ey aşkı eden esîr-i ahker (Şeyh Gâlib)
Beytinde “ey” kelimesi ile nida yapılmıştır
Bülbül yetişir bağrımı hûn etdi figânın
zabteyle dehânın (İzzet Mollâ)
Bu mısralarda herhangi bir ünlem kullanılmadan da bülbüle seslenilerek nida sanatı yapılmıştır
İLTİFÂT
Duygularifade edilirmen sözün, bahsedilen varlıktan çevirilip başka bir varlığa yöneltilmesi veya muhatabdan bilinmeyene döndürülmesi, yani hitabın yönünün değiştirilmesi sanatıdır
Ahvâline rahm kıldı Mecnûn
Bahdı ana tökti eşk-i gül-gûn
          
Sayyâd bu nâ-tüvâne kıyma
Kıl cânına rahm câne kıyma (Fuzûlî)
Fuzûlî, ceylânın durumunu görüp kendine benzeterek çok duyugulanan Mecnun’u bilinmeyenden, muhatabı olan avcıya döndürüp seslendirerek iltifât sanatı yapmıştır
İNTÂK
Konuşma yeteneği olmayan varlıkları konuşturma sanatıdır
Der kopardılar kamışlıktan beni
Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni
        
Şerha şerha eylesin bağrım firâk
Eyleyim tâ şerh-i derd-i iştiyâk (Nahîfî)
Şair, aslı kamış olan neyi bir insan kişiliğine büründürüp konuşturarak intâk sanatı yapmıştır Her intâk sanatının yapıldığı yerde bir teşhis sanatı yapılır Ama her teşhis yapıldığında intâk olmayabilir
İSTİFHÂM
Dikkati daha fazla çekmek amacıyla, bir şeyi öğrenmek için sorularak yapılan sanattır
Ne cinsdir adın ey belâ-keş
Kim âb-ı hayâtın oldu âteş (Fuzûlî)
Beyitteki “ne cinsdir” kileme grubuyla hüzün ve acıma duygularını vurgulamak amacıyla soru sorarak şair, istifhâm sanatı yahmaktadır
TECÂHÜL-ÂRİF ;
Bir nükte yapmak amacıyla, çok iyi bilinen birşey karşısında bilmez gibi davranma, bilmezlikten gelme sanatıdır
Nedîm-i zârı bir âfet esîr etmiş işitmiştir
Sen ol cellâd-ı dîn ol düşmen-i îmân mısın kâfir (Nedîm)
Şair, çok iyi bildiği kendi mahlasını bilmezlikten generek, Nedim’i bir afetin esir ettiğini söyleyip tecâhül-i ârif yapıyor
TECRÎD;
Genellikle bir şairin kendini soyut bir kişi kabul ederek kendine hitap etmesi sanatıdır
1 Tecrîd-i Hitâbî ;: Şairin kendini soyut bir kişi kabul etmesi ve ona hitâp etmesidir
a Tecrîd-i Mahz ;: Başka bir kişi veya varlığa hitâp ederek kendini kasdetme sanatıdır
Ey altmışana sâl-i hayâtın eren âdem
Altmış senelik ömrün elinde nesi kaldı (Tahir Olgun)
b Tecrîd-i Gayr-ı Mahz ;: Adıyla, mahlasıyla veya “gönül, dil, ey dil” gibi kelimelerle sanatçının, kendi varlığını başka kişiymiş gibi kabul ederek kendine hitap etmesi sanatıdır
Ey dil sen o dil-dâra lâyık mı değilsin ya
Da’vâ-yı mahabbetde sâdık mı değilsin ya (Şeyh Gâlib)
2 Tecrîd-i Gayr-ı Hitâbî ;: Şairin kendini soyut bir kişi kabul etmesi, ama ona hitâp etmemesi sanatıdır
Başında od yanarken âşıkın Yahyâ yine yanmaz
Ser-i Mecnûndaki kuşlar meğer mürgân-ı âteşter (Ş Yahyâ)
Şair, burada kendini başka soyut bir kişi görüp adını zikretmekte, ancak hitâp etmemekle tecrîd-i gayr-i hitâbî yapmaktadır
"
TECRîD SANATI SINIFLANDIRMA ŞEMASI
1 TECRîD-İ HİTÂBî
1 A TECRîD-İ HİTÂBî-İ MAHZ
1 B TECRîD-İ HİTÂBî-İ GAYR-I MAHZ
2 TECRîD-İ GAYR-I HİTÂBİ
2 A ŞÂİRİN KENDİNDEN BAHSETTİĞİ ŞEKİL
2 B TECRîD YOLUYLA BENZETME
Tecrîd :
Bedî’ tabirlerinden olan tecrîd sanatında şâir, kendisini başka bir insan ya da varlık yerine koyarak gönlüne veya kendisine hitâb eder Aynı zamanda şâirin nitelendirilmiş varlıklaraların içinden aynı nitelikteki bir varlığı çıkarılması da tecrîd sanatı içine girer
Tecrîd sanatı “hitâbî” ve “gayr-ı hitâbî” olmak üzere iki ana kısımda incelenir
1 Tecrîd-i hitâbî
Bu tür tecrîdlerin içinde hitâb bulunur Tecrîd-i hitâbî de kendi içinde “mahz” (asıl, hâlis, tam) ve “gayr-ı mahz” olarak ikiye ayrılır
1 a Tecrîd-i hitâbî-i mahz:
Şâirin cansız ya da dilsiz bir varlığı kişileştirerek ona hitâb etmesi veya başka bir kişiye hitâb edip kendisini kasdetmesidir
“Git vatan Ka’bede siyâha bürün
Bir kolun Ravza-i Nebîye uzat
Birini Kerbelâda Meşhede at
Kâinâta o hey’etinle görün
Bu temâşaya Hak da âşık olur” (Namık Kemal)
“Ey altmışına sâl-i hayâtın eren âdem
Altmış senelik ömrün elinde nesi kaldı
Gaflet mi, tegafül mü nedir? Neyse uyan bak
Bîhûde güzâr eylemesin müddet azaldı (Tâhir Olgun)
1 b Tecrîd-i hitâbî-i gayr-ı mahz:
Şâirin gönlünü ya da ismini kullanması yoluyla onları ayrı bir kişi yerine koyarak hitâb etmesidir Şâir bu şekilde kendisine seslenir Klasik Türk Şiirinde makta’ beyitlerinde kullanılan “mahlas”lara yöneltilen hitâblar bu sınıflandırmaya girer
“Güzeller mihribân olmaz demek yanlıştır ey Bâkî
Olur vallahi billâhi hemân yalvarı görsünler” (Bâkî)
2 Tecrîd-i gayr-i hitâbî:
Bu tür tecrîdler, şâirle veya şâirin dışındaki bir varlıkla ilgili bulunurlar fakat içlerinde hitâb bulunmaz
İçinde hitâb bulunmayan tecrîdler de kendi içinde iki kısımda incelenebilir
2 a Şâirin kendinden bahsettiği şekil:
İçinde hitâb bulunmayan tecrîdlerin bu şeklinde şâir kendisini benliğinden soyutlarak sözeder
“Dağlar çiçek açar
Veysel dert açar” (Aşık Veysel)
2 b Tecrîd yoluyla benzetme:
Tecrîd sanatının tanımında da söylendiği gibi nitelendirilmiş varlıkların içinden aynı nitelikteki diğer bir şeyi çıkarmak esasına göre oluşan bu tür tecrîdlerde benzerlik ilgisi ile çıkarımlar sözkonusudur
“Cemil Meriç gibi münevver kimseler, artık az yetişir ”
Tecâhül-i Ârif:
Özel bir amaç ile, bir nükteye bağlı olarak bilinen bir gerçeğin bilinmiyormuş gibi ifâde edilmesidir Bilinen gerçek bu sanatta saklanmaz, bilindiği dolaylı yollardan anlatılır
Tecâhül-i Ârif; Tenşît (neşelendirmek), Tevbîh (azarlama), Tehayyür (şaşkınlık), Tedellüh (kendinden geçme) olarak amacına göre dört kısımda incelenir
Medh ve zemde mübâlağa olarak da bilinen bir gerçek bilinmiyormuş gibi davranılabilir
“Edrine şehri mi bu yâ gülşen-i me’vâ mıdır
Anda kasr-ı padişâhî cennet-i a’lâ mıdır” (Nef’î)
Şâir övgüsünü güçlendirmek için övdüğü yerleri bilmezden gelir Burada mübâlağa ve istifham sanatları da tecahül-i ârif ile birleşmiş anlamı güçlendirmiştir
Tecrîd , Tecâhül-i Ârif ilişkisi:
Şeyh Gâlib’in “Gel ârif ol ki mârifet olsun tecâhülün” dizesiyle anlattığı tecâhül-i ârif sanatındaki gerçeğin bilinmiyormuş gibi davranılması özelliği, tecrîd sanatında da görülür Örnek verilen şiirde (vaveylâ) yapılan kişileştirmeye bağlı olarak, Namık Kemal’in, seslendiği vatan kavramının gerçek anlamını bilmeyip ona birşeyler söylemiş olması düşünülemez
Ancak bu iki sanatı, birleştiği bu noktada ayıran özellik, tecâhül-i ârif sanatında bir anlam inceliği düşünülmesi ve amaçlanması buna karşın; tecrîd sanatında daha çok heyecân ile şâirin, kendisini başka biri gibi düşünerek veya iki unsuru birbirinden ayırarak kendi duygularını, serbestçe ifâde etmesi; iç dünyâsını daha rahat bir şekilde bize açık olarak sunmasıdır
İşte tecrîd sanatını farklı kılan ve doğuran ana sebep bence, şâirin mahlası üzerinde, başka bir kişi üzerinde ya da çeşitli kavramlar üzerinde kendisini daha rahat ifâde etmesi, psikolojisini bize daha içtenlikle dökmesidir Kendisi dışındaki kavramlarda da söz söylerken; bu kavramları soyutlayıp kişileştirerek onlara hitâb etmesi, yine duyduğu duygu coşkunluğunu bize daha rahat sunmasını sağlamaktadır Bunun için bu gibi durumlarda doğal olarak bir bilmezden gelme durumu gelişir fakat bu anlam inceliği olarak düşünülmüş bir sanattan daha çok, şâirin o kavram üzerindeki duygu ve düşünce aktarımını sağlayan ayrı bir sanattır Kişileştirme ve mübâlğa ile de bağlantıları vardır ancak hepsinden ayrı müstakil bir sanat olarak anlaşılmalıdır
Tecrîd sanatının oluşumu ve duygusal çözūmleme denemesi:
`Tecrîd-i hitâbî-i mahz`a dâhil olan bu benti örnek alırsak:
“Git vatan Ka’bede siyâha bürün
Bir kolun Ravza-i Nebîye uzat
Birini Kerbelâda Meşhede at
Kâinâta o hey’etinle görün
Bu temâşaya Hak da âşık olur” (Namık Kemal)
Şiirde Namık Kemal vatan kavramını kişileştirerek ona sözden anlayan bir varlıkmış gibi sesleniyor Bu noktada vatan kavramı iki ayrı şekildedir:
Vatan1: gerçek anlamındaki, herhangi bir şekilde sözden anlamayan soyut bir kavram
Vatan2: şâirin kendi dünyasında kurguladığı ve heycânına bağlı olarak seslendiği kişileştirilmiş, sözden anlayan, seslenebilinecek nitelik kazanmış olan ayrı bir vatan
Şâir şiirde Vatan2’ye seslenerek ona neler yapmasını istediğini sıralıyor; emirler veriyor Bu durumda Vatan2 kavramı, gerçek anlamdaki Vatan1’den ayrı düşünülmüş, soyutlanmıştır Kısacası Namık Kemal, vatana değil, onun insanlaştırılmış durumuna seslenerek tecrîd sanatı yapmış olur Yapılan tecrîd sanatı anlatılan kavram merkez alınarak yapılmıştır
Şâirin hayret duygusu ile cansız ve dilsiz bir varliğa seslenmesi heyecân coşkunluğu ile açıklanabilir Bu hitâblarda emir, yasak, öfke, sevgi, teşvîk  vb gibi pekçok amaç ve duygu ortaya çıkar İçinde hitâb bulunan tecrîdlerde şâir, içini ferahlatır; psikolojisini okuyucuya daha rahat ve açık biçimde sunma imkânı bulur
Tecrîd yoluyla benzetme kısmında anlatılan örneklerde ise meziyet ya da kusurlar benzerlik ilgisi ile anlatılır ve ortaklık vasfı verilen gruptan, vurgulanan kişi veya kavram tecrîd edilir Ancak burada yapılmış olunan iş sonuçta benzetmedir
Bu sanatın oluşumu bence insanın kendini başka kavramlar veya şahıslar ūzerinden daha rahat ifâde edebilmesi özelliğinden kaynaklanmıştır Bunun dışında cansız ve dilsiz varlıkları kişileştirmek suretiyle tecrîd ederek hitâbda bulunmak ise heyecâna bağlı olarak gelişir ve şâirin o kavram, nesne veya canlı ūzerindeki duygularını daha serbest olarak ifâde etmesine olanak sağlar
Sonuç:
Tecrîd sanatı içinde doğal olarak ortaya çıkan bilmezden gelme durumu ile tecâhūl-i ârif sanatı arasında farlılık vardır Tecrîd sanatında tecâhūl-i ârifte olduğu gibi derin bir anlam inceliği yerine estetik bir duygu coşkunluğu görūlūr Tecrîd sanatının oluşumunda şâirlerin duygularını daha rahat ifâde etme arayışları etkili bir sebep olarak dūşūnūlebilir Arap belâgat kitaplarında daha pekçok tecrîd şekillerinden sözedilse de Tūrk yazını bunların hepsi için elverişli değildir "
TEKRÎR
Bir veya birkaç kelimenin, -anlama kuvvet kazandırmak amacıyla- sıkça, hemen her mısrada tekrarlanması sanatıdır
Merhabâ ey âl-i sultân merhabâ
Merhabâ ey kân-ı irfân merhabâ (Ahmed)
|