| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Cahilin Sevgisi Mesnevi 
 
              
   
 CAHİLİN SEVGİSİ
 
 
 
 
 Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir
  O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, Kendisi hoş doğanı görünce,tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu  ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış  Na ehil kişiler seni hasta ederler  Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi  Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil  Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider   
 Padişahın günü,doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi
  Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü  Ona bakıp ağlamaya başladı  Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakarlıkta bulunmadığın için bu hal sana layıktı  Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin  Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur” 
 Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”; Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın? Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfü cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi
   
 Yürü çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir
  Hal bu ki sen ettiğin hizmeti ona layık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin  Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü  Kendini Tanrı ile konuşur gördün  Halbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer  Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi daha edepli otur! 
 Doğan dedi ki: “padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum
  Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et  Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım  Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur  Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım  Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya    Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim  Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir  Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım, kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder   
 Taşım nohut kadarsa da savaşta ne baş bırakır,ne miğfer! Musa, savaşı bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi
  Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır  Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Tanrı kudretiyle kılıç kesilmiştir  Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak,ayın bile alnını yar! Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bi,haberler, bu devrin senin devrin olduğunu,kamerin devri olmadığını anlasınlar   
 Bu devir, senin devrindir
  Çünkü Kelim olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı  Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de; “ Yarabbi, o ne rahmet devri    o devir, rahmetten de ileri    o devirde rüyet var  Musa’ nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi  Tanrı dedi ki : “ Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım” 
 Ey Kelm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur
  Ben kerem sahibiyim  Tamaha düşüp ağlasın diye mahluka ekmek gösteririm  Ana, çocuk uyansın da gıdasını istesin diye çocuğun burnunu ovar  Çünkü çocuğun, açlığından haberi olmaz, uyuyakalır  Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar   
 Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erişmiş bir ümmet gönderdim
  ” Can ve gönülle dilediğim bütün keremleri sana Tanrı gönderdi de sen onlara tamah ettin  Ahmet, ümmetler “ Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı  Ahmet’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın   
 Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu
  Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın şükrünü söyle de Tanrı, seni batın putundan da kurtarsın  O, nasıl, başını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar  Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını şükretmeden çevirdi  Miras yedi  Mal kadrini ne bilsin? 
 Rüstem can verdi, Zal bedava şeref kazandı! Ben, birisini ağlatırsam rahmetim coşar; ağlayıp taşanda nimetime erişir
  Birisine bir şeyi vermek istemezsen o isteği göstermem  Fakat gönlünü kapattın mı artık açmam  Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır  Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya,dalgalanmaya başlar   
 Doğan diye, dönüp tekrar padişaha gelen doğana derler
  Yolunu kaybeden kör doğandır  Bir doğan, yolunu kaybetti, bir viraneye düştü, Baykuşların arasıda kaldı  O rıza nurundandı, baştanbaşa nurdu; fakat kaza ve kader çavuşu, gözünü kör etti; Gözüne toprak saçtı, onu yoldan sapıttı, viranede baykuşlar arasına uğrattı   
 Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar arasına uğrattı
  Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar, başına vurmağa, güzelim kanatlarını yolmaya başladılar  Baykuşlar arasına Kendinize gelin; doğan yerinizi, yurdunuzu almaya geldi” diye bir velveledir düştü  Mahalle köpekleri gibi hepsi de kızgın, korkunç bir halde garip doğanın başına üşüşüp hırkasını çekiştirmeye başladılar   
 Doğan, “ Ben baykuşlara layık mıyım?” Baykuşlara bunun gibi yüzlerce virane bağışladım
  Ben burada kalmak istemem, padişaha dönmek isterim  Tasalanıp kendinize kıymayın  Ben burada durmam vatanıma giderim  Bu harabe, sizin gözünüze hoş bir yer görünüyor, bana değil  Benim naz ettiğim yer, padişahın koludur” diyordu   
 Baykuş ise “ Doğan sizi evinizden, barkınızdan etmek için hileye sapıyor
  Hile ile bizi yurdumuzdan ayırmak, yuvamızdan etmek niyetinde  Bu hileci tokluk gösteriyor ama Tanrı hakkı için bütün harislerden beterdir  Hırsından balçığı pekmez gibi yer  Ayıya kuyruğunuzu kaptırmayın  Bizim gibi saf kişileri yoldan çıkarmak için padişahtan, padişahın elinden dem vurmakta   
 Bir kuşcağız, hiç padişahla düşüp kalkar mı? Bir parçacık aklınız varsa dinlemeyin bu sözü, O, padişahın cinsinden mi, vezirin cinsinden mi? Hiç sarımsakla badem helvası yenir mi? Padişah, adamlarıyla beni arıyor demesi de hilesinden, fendinden
  Bu, kabul edilmeyecek bir malihulya  Bu, olmayacak bir laf, ahmak aldatmak için kurulmuş bir tuzak! Kim buna inanırsa ahmaklığından inanır   
 Zayıf bir kuşcağızın padişahla ne münasebeti olabilir? En aşağı bir baykuş , onun beynine vursa ona padişahtan yardımcı gelecek ha! Hani, nerede?” demekteydi
  Doğan dedi ki: “ benim bir tüyüm bile kopsa padişah, baykuş yuvasının kökünü kazır  Baykuş kim oluyor ki? Bir doğan bile beni incitir, gönlümü kırar, bana cefa ederse, 
 Padişah; her yokuşta her inişte doğan başlarından harmanlar yapar, tepeler yüceltir
  Benim bekçim, onun inayetleridir  Nereye varırsam padişah arkamdadır  Hayalim, padişahın gönlündedir  O, bensiz duramaz  Padişah beni uçurunca onun ziyası gibi gönül yücelerinde uçarım  Ay gibi güneş gibi uçup gök perdelerini aşarım   
 Akılların aydınlığı, benim fikrimden; göklerin halk edilmesi, benim yüzümdendir
  Öyle bir doğanım ki Hüma bile bana hayran olur  Baykuş kim oluyor ki sırımı bilsin  Padişah, benim kurtulmam için zindanı açtı, Yüz binlerce mahpusu azadetti  Bir zamancağız beni baykuşlara hemdem etti de benim yüzümden baykuşları doğanlaştırdı  Ne mutlu o doğana ki uçuşuma uyar, talihi yar olur da sırrımı anlar  Bana yapışın da doğan olun, baykuşsanız bile doğanlaşın! Böyle bir padişaha sevgili olan nereye düşerse, düşsün, nasıl olur da garip olur  ? 
 Padişah kimin derdine derman olursa o, ney gibi feryat eder, sessiz sedasız kalmaz
  Ben mülk sahibiyim, başkasının sofrasına oturup yemeğimi yemiyorum  Padişah, uzaktan benim davulumu döven “İrcii” sesidir  Benimle davaya girişenlerin rağmine şahidim, Tanrıdır   
 Padişahın cinsinden değilim, haşa bunu iddia etmiyorum
  Fakat onun tecellisiyle, onun nuruna sahibim  Cins oluş, sade şekil ve zat bakımından değildir  Su, nebatta toprağın cinsinden sayılır  Rüzgar, ateşi yaktığı, yanmasına yardım ettiği için rüzgarın cinsi demektir  Nihayet şarap,tabiata neşe verdiğinden onun cinsidir  Cinsimiz, padişah cinsinden olmadığı için varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu   
 Varlığımız kalmayınca da tek olarak onun varlığı kaldı
  Ben onun atının ayağı önünde toz gibiyim, toz gibi! Can da, canın nişaneleri de toprak oldu  Toprakta onun ayak izi var  ” Bu izi bulmak için ayağı altında toprak ol ki başı dik kişilerin tacı olasın  Sizi şeklimin aldatmaması için sözümü dinlemeden şarabımı için, mezemi yiyin  Nice kişiler var ki suret, onların yolarını kesti  Surette kastettiler, Allah’a çattılar   
 Bu can da, bedenle birleşmiştir ya
  Fakat hiç can bedene benzer mi? Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli  Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında, akıl bir mum gibi beynim içinde  Bu alakadar keyfiyetsiz bir tarzdadır  Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede acizdir  Külli can, cüzi cana alakalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu  Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı   
 Fakat o Mesih, kuru ve yaş üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih değildir
  O,Mesih’in şanı seyahatten yücedir  Can, canlar canından gebe kaldı ya  İşte cihan, böyle candan gebe kalır  Cihan da başka bir cihan doğurur  Bu mahşer de başka bir mahşer gösterir  Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam   
 Bu, sözler, mana bakımından “ Yarab” nidasına benzer
  Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamağa tuzaktır  Kulun “Yarab” sözüne Tanrının “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “ Yarab” demekte kusur eder? Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin   
 
 |