| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Kadının Fendi,1 Mesnevi 
 
              
 
 
 KADININ FENDİ -1-
 
 
 
 
 Eski zamanda bir halife vardı ki, Hatem’i cömertliğine köle etmişti
  İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıştı  Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmiş lutuf ve ihsan Kaf’tan Kaf’a yayılmıştı  
 O padişah, topraktan ibaret olan şu yeryüzünde bulut ve yağmurdu
  İn’am ve ihsan sahibi Tanrı’nın vericiliğine mazhardı  Deniz ve maden, onun ihsanına karşı zelzeleye düşmüş, onun cömertliğine doğru kafile kafile gelip duruyordu  
 Kapısı, hacet kıblesiydi
  Şöhreti, cömertlikle bütün aleme yayılmıştı  Onun vergisinden, onun cömertliğinden Acem de şaşırmıştı,Rum da  Türk de hayrete dalmıştı, Arap da  Hayat suyu, kerem deniziydi  Onun yüzünden Arap da dirilmişti  Acem de! 
 Bir gece bir bedevi karısı, dedikoduyu hadden aşırarak kocasına dedi ki: “Bütün bu yoksulluğu, bu cefayı biz çekmekteyiz
  Alemin ömrü hoşlukla geçiyor  Sade biz kötü bir haldeyiz  
 Ekmeğimiz yok, katığımız dert ve haset
    Testimiz yok suyumuz gözyaşı  Gündüzün elbisemiz güneşin ziyası    Geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı  Açlığımızdan değil mi ayı, okkalık ekmek sanıp elimizle gökyüzüne saldırıyoruz  
 Yoksullar bizim yoksulluğumuzdan ve gece gündüz yiyecek düşünmemizden arlanıyorlar
  Samiri’nin halktan kaçtığı gibi akraba, yabancı    herkes bizden kaçıyor  Birisinden bir avuç mercimek isteyecek olsak bize “Sus, geber, babalar çıkarasıca!” diyor  
 Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır
  Sence arap içinde yazıda kazınıp yok edilecek bir yanlışa benziyorsun  Ne savaşı? Zaten biz savaşsız öldürülmüş, bitmişiz; yoksulluk kılıcıyla başımız uçurulmuş, gitmiş! 
 İhsan nerede? Yoksulluğun etrafında dönüp dolaşarak ağ örmekte, havada uçan sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz
  Hele bize misafir gelsin    Geceleyin uyuyunca elbisesini soymazsam ben de adam değilim! 
 Bundan dolayı bilenler, hikmetle dediler ki: ihsan ve kerem sahiplerine konuk olmak gerek
  Halbuki sen, öyle birisinin müridisin ki hasisliği yüzünden kendisi galip değil, seni nasıl galip edecek? Sana nur vermesi şöyle dursun    bilakis kapkara bir hale koyar  
 Kendisinin nuru yok, onunla görüşüp konuşanlar nereden nurlanacak? Bir çeşit şeyh, gözü akan ve görmeyen kişiye benzer
  Gözüne ilaç çeker ama zararlı ilaçtan başka bir şey çekemez ki  Yoksulluk ve meşakkatta bizim halimiz de böyledir  Bize aldanıp da hiçbir konuk gelmez  
 On yıllık kıtlığı mücessem olarak görmedinse gözünü aç da bize bak! Görünüşümüz davacı adamların içi gibi gönlü kapkara, fakat dili şaşalalı! Tanrı’dan onda ne bir koku var, ne bir eser
  Fakat davası Şit’ten de ileri, Adem’den de! 
 Hatta ona, Şeytan bile kendisini göstermez
  Böyle olduğu halde o “Biz Abdallardanız, hatta daha ilerdeyiz  Kendisini adam sansınlar diye dervişlerin bir hayli sözünü çalmış çırpmıştır  Söz söylerken lafı Bayezid’den ziyade inceler, onu bile kusurlu bulur  Halbuki onun içyüzünden Yezid arlanır  
 Gökyüzünün ekmeğinden, sofrasından nasipsizdir
  Hak, önüne bir kemik bile atmamıştır  O ise “Sofrayı yaydım, Hakkın vekiliyim, halife oğluyum” diye bağırıp durmaktadır  “ Ey aşağılık saf kişiler, gelin    gelin de ihsan keremimin sofrasından, kimse mani olmaksızın yeyin” demektir  
 Onlar da onun başına toplanırlar
  Nimet ve ihsan istedikçe yalancı şeyh “ Yarın” der  Fakat bir türlü o yarın gelip çatmaz  Ademoğlunun, az çok sırrı meydana çıkabilmek için uzun zamanlar lazımdır  
 Tek duvarın altında define mi var, yoksa alan karınca ejderha yuvası mı? Oyalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar talibin de ömrü tükenmiş olur: artık anlamanın ne faydası var?
 
 Fakat nadir olarak talibin itikadındaki parlaklık yüzünden şeyhin yalanı talibe faydalı olur
  Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama talip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki    Hali, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer  Kıble bulunmasa bile namazı caizdir  
 Davacı ve yalancı şeyhin can kıtlığı gizlidir
  Fakat bizdeki ekmek kıtlığı meydanda  Niçin bunu, davacı şeyh gibi gizleyelim? Neden fayda olmadığı halde utanıp arlanarak can çekişelim?” 
 Kocası dedi ki: “Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu geçip gitti
  Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer  Sel ister saf olsun, ister bulanık    Mademki baki değildir, ondan bahsetme? 
 Bu alemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir
  Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta Tanrıya şükreder  Bülbül “Ey duaya icabet eden Tanrı, rızık hususunda itimadımız sana” diye Tanrıya hamdeyler  
 Doğan, rızkını padişahın elinden umduğundan bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir
  Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlukat Tanrı ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi  Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir  Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer  Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir  
 Bil ki her hastalık ölümden bir parçadır
  Çaresi varsa, ölümün bir cüz’ünü kendinden kov! Ölümün bir cüz’ünden bile kaçamadığın halde onun hepsini başından aşağıya dökecekler, bunu iyice bil! 
 Ölümün cüz’ü olan hastalık sana taht geliyorsa bil ki Tanrı küllü, yani ölümü de sana tatlılaştırır
  Hastalıklar, ölümden elçi olarak gelmektedir; ey boşboğaz, ölümün elçisinden yüz çevirme! 
 Tatlı yaşayan, sonunda acı öldü
  Ten kaydında olan canını kurtaramadı  Koyunları kırdan sürer getirirler; hangisi daha besli ise onu keserler  Gece geçti, sabah oldu  Sen ne vakte kadar bu altın masalını yeni baştan söyleyip duracaksın? 
 Gençken daha kanaatliydin; şimdi altın istiyorsun, halbuki sen önceden altındın
  Üzümlerle dolu bir asmaydın; nasıl oldu da kesada uğradın; üzümün tam olacakken bozulup gittin? Meyvanın günden güne daha tatlı olması lazım  
 İp eğirenler gibi gerisin geriye gitmenin luzumu yok! Sen bizim eşimizsin; işlerin başarılması için eşlerin aynı huyda olmaları lazımdır
  Eşlerin birbirine benzemesi lazım  Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak! Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işine yaramaz  
 Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana kurdun çift olduğunu hiç gördün mü? Bir gözü bomboş, öbürü tıka basa dolu olsa hurç, devenin üstünde doğru duramaz
  Ben sağlam bir yürekle kanaat yolunda gidiyorum; sen neye kınama yolunu tutuyorsun?” 
 Kanaatkar adam ihlasla, yüreği yanarak sabaha kadar karısına bu yolda sözler söyledi
  Kadın ona haykırdı: “Ey namustan gayri bir şeyi olmayan, artık bundan fazla senin afsununu istemem  Yürü git  Gayri bu davadan bahsetme; kibir ve azamete dair saçma sapan şeyler söyleyip durma! 
 Ne vakte kadar bu tumturaklı sözler, bu işler güçler? Kendi halini, kendi işini gör de utan! Kibir çirkindir ama dilencilerden olursa daha çirkin
  Soğuk gün ortalık kar    Bir de elbise ıslak olursa    
 Ey örümcek ağı gibi evi olan! Ne vakte kadar dava, çalım; Ne vakte kadar kibir, azamet! Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın ki? Kanaatten ancak bir ad öğrendin
  Peygamber “Kanaat nedir? Hazinedir? Dedi  
 Sen hazineyi mihnet ve meşakkatten ayırt edemiyorsun
  Bu kanaat daimi bir hazineden başka bir hazineden başka bir şey değildir  Ey gönüle gam ve elem veren artık beyhude sözlere dalma! 
 Yürü bana “Eşim” deme, az koltukla
  Ben insafın eşiyim, hilenin değil  Neden padişahtan, beyden dem urup durmaktasın? Yoksulluktan havada sivrisineği bile avlamaktasın  Bir kemik parçası için köpeklerle dalaşmakta, içi boş ney gibi inleyip durmaktasın  
 Bana öyle horlukla kötü kötü bakma ki damarlarının içinde dolaşan sırları söylemeyeyim
  Kendi aklını benden fazla görüyorsun; Ya şu az akıllı olan beni nasıl gördün? ( Büsbütün aşağı değil mi?) 
 Çirkin kurt gibi üstümüze atlama
  Senin gibi insanı utandıracak akla sahip olmaktansa akılsızlık daha iyi! Aklın, insanlara ayak kösteği olunca o akıl, akıl değildir, yılan ve akreptir  Senin hile ve zulmünün hasmı Allah olsun; hile elin bize uzanmasın! 
 Ne şaşılacak şey ki sen hem yılansın, hem afsuncu
    Ey Arap, sen yılansın, hem de çirkin yılan! Eğer karga kendi çirkinliğini anlasaydı, derdinden kar gibi erirdi  Afsuncu düşman gibi, yılana afsun okur, yılan da onu afsunlar  
 Yılanın afsunu, yılancıya tuzak olmasaydı yılanın afsununa aldanır, onunla meşgul olu muydu? Afsuncu, kazanç hırsına düşünce yılanın kendisini afsunladığını anlamaz
  Yılan “ Ey afsuncu, kendine gel  Kendine gel  Kendi hünerini gördün, bir de benim afsunumu gör! 
 Sen beni Hak’kın adıyla afsunladın, bu suretle de beni halka rüsvay etmek istedin
  Beni Hak’kın adı bağladı, senin tedbirin değil  Hakk’ın adını tuzak yaptın, yazıklar olsun sana! Senden benim hakkımı Tanrının adı alacak  Ben canımı da Tanrı adına ısmarladım, tenimi de  Tanrı adı, beni yaraladığın için ya can damarını koparsın, yahut seni de benim gibi mahsup etsin!” der  Kadın bu yolda sert sözlerle genç kocasına tomarlar okudu  
 Bedevi dedi ki: “ Ey kadın, sen kadın mısın, yoksa hüzün ve keder atası mı? Yoksulluk, benim için iftihar edilecek bir şeydir; başıma kakma! Mal ve para başta küllah gibidir
  Küllaha sığınan keldir  Kıvırcık ve güzel saçları olan kişiye gelince: küllahı giderse ona daha hoş gelir  
 Tanrı eri göz gibidir
  Gözün kapalı olmaktansa, açık olması daha iyidir  Esirci, esiri satarken ayıp örten elbiseyi soyar  Esirin bir kusuru olursa hiç onu soyar mı? Soyması şöyle dursun, bir hile ile ne yapıp yapar, onu elbiseyle gösterir  
 “Bu iyiden kötüden, olur olmaz şeyden utanır
  Soyarsam utanıp senden ürker” der  Zengin kulağına kadar ayıp içine dalmıştır: fakat malı vardır ve mal ayıbını örter  Tamahkar tamahı yüzünden zengin ayıbını görmez  Tamahkar bütün gönülleri kaplar  
 Yoksul, halis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkana yol bulmaz, sözünü kimse dinlemez
  Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma; Çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Tanrı’dan pek büyük bir rızıkları vardır  Ulu Tanrı adildir; adiller, nasıl olur da çaresiz biçarelere zulmederler? 
 Birisine nimet, mal, matrah verip öbürünü yansın diye ateşe atarlar mı? Böyle bir iş, Tanrı’dan, iki cihanı yaratan umulur mu? “Elfakru Fahri” hadisi, saçma ve asılsız bir söz mü; bu sözde binlerce naz ve nimet gizli değil mi?
 
 Hiddetle bana lakaplar taktın; ben sevgilimin dostuyum, onu elde ederim
  Halbuki sen bir yalancı, afsuncusun dedi  Yılan tutsam bile dişini söker, bu suretle onu başı ezilmekten kurtarırım  Çünkü o diş, onun can düşmanıdır; ben, düşmanı da bu suretle kendime dost ederim  
 Ben asla tamahtan afsun okumam
  Ben bu tamahı baş aşağı etmişimdir  Tanrı göstermesin    Benim halka karşı tamahım yok  Gönlümde kanaatten bir alem var  Sen armut ağacı tepesinden böyle görüyorsun  Aşağı in de sende o şüphe kalmasın  Biraz dönersen başın dönmeğe başlar; evi dönüyor görürsün    Halbuki dönen sensin! 
 Ebucehil, Ahmed’i görüp “Beni Haşim’den çirkin bir çehre zuhur etti” dedi
  Ahmet ona dedi ki: “ Haddini tecavüz ettinse de doğru söyledin  ” Sıddık görüp “Ey güneş! Ne doğudasın, ne batıdan  Latif bir surette parla, alemi nurlandır” dedi  
 Ahmet dedi ki: “Ey aziz, ey değersiz dünyadan kurtulan! Doğru söyledin
  ” Orada bulunurlar “ Ey halkın ulusu, ikisi birbirine zıt söz söyledi, sen ikisine de doğru söyledin, dedin    “Neden?” diye sordular  
 Peygamber “Ben Tanrı eliyle cilalanmış bir aynayım
  Türk, Hintli nasılsalar, bende o sureti görürler” dedi  Kadın! Eğer beni tamahkar görüyorsan bu kadınca arayıştan yüksel! Kanaate dair söz söylemek, tamaha benzer ama hakikatte rahmettir  O nimetin bulunduğu yerde tamah ne gezer? 
 Sen de bir iki günceğiz yoksulluğu sına da yoksulluktaki iki misli zenginliği gör
  Yoksulluğa sabret, bu gamı, gussayı bırak  Çünkü ululuk sahibi Tanrı’nın yüceliği yoksulluktur  Sirke satmada kanaat yüzünden bal denizine gark olmuş binlerce can gör  
 Yoksulluk acılığı çeken yüz binlerce cana bak
    Gül gibi gülbeşekere karışmış, o lezzetle lezzetlenmiş  Ah yazık; sende kavrayacak kabiliyet olsaydı da, canımdan gönül şem’ası zuhur etseydi! 
 Bu söz can memesinde süttür
  Emen olmadıkça güzelce akmıyor  Dinleyen susuz ve arayıcı olursa vazeden ölü bile olsa söyler  Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir  Kapımdan içeri namahrem girince harem halkı, perde arkasına girer, gizlenir  
 Zararsız ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki peçeleri açarlar
  Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır  Çengin zir ve bem nağmeleri, nasıl olurda sağır kulak için terennüm edilir? 
 Tanrı, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadı? Koku duyan için yarattı; koku almayan için dedi
  Hak yeri göğü yaratmış, aralarında da bir çok nur ve nar yüceltmiştir  Bu yeri yerdekiler için yaratmış, göğü de göktekilerin yurdu yapmıştır  
 Aşağılık kişi yükseğin düşmanıdır
  Her şeyin müşterisi meydana çıkar  Ey kapalı örtünüp bürünmüş kadın, sen hiç kör için süslendin mi? Dünyayı en değerli incilerle doldursan nasibin yoksa ne yapayım? 
 Ey kadın, kavgayı, darılmayı bırak; bırakmayacaksan beni bırak! Ben iyiyle kötüyle, kavga edemem; kavga ile işim yok
  Savaşmak şöyle dursun; gönlüm barışlardan bile ürkmekte  Susacaksan ne ala: yoksa öyle bir iş yaparım ki şu anda hemen kalkar, evimi, barkımı bırakır, giderim  ” 
 Kadın onu titiz ve hiddetli görünce ağlamaya başladı
  Zaten ağlamak, kadının tuzağıdır  “Ben, senden bunu mu umardım? Senden başka ümidim vardı” dedi  Kadın yokluk yoluna girip dedi ki: “Ben senin karın değil, ayağının toprağıyım  Cismim, canım, nem varsa senindir; hüküm de senin, ferman da! 
 Yoksulluk yüzünden sabrım tükendiyse bu da kendim için değil, senin için
  Sen bana dertli zamanlarda deva oldun; muhtaç olmanı istemiyorum  Canın için, bu kendim için değil  Bu ağlayış bu inleyiş hep senin için  
 Ben, Tanrı hakkı için varlığımı her nefeste huzurunda feda etmek isterim
  Canım sana kurban olsun    Ne olurdu ruhun bana vakıf olsaydı  Fakat sen hakkımda böyle kötü zanna düşünce candan da usandım, tenden de  
 Ey canımın rahatı! Sen bana böyle aykırı olunca altına da toprak saçtım, gümüşe de( artık ikisi de gözümde değil) Canımda da sen varsın, gönlümde de sen
  Öyle olduğu halde bu kadarcık bir şeyden dolayı benden ayrılmaya kalkışıyorsun  
 Kudret senin elinde, ayrılabilirsin; fakat senin bu niyetine karşılık candan özürlüler dilemekteyim
  O zamanları hatırla ki ben put gibi güzeldim, sen de karşımda puta tapan şamana benzerdin  
 Bu kul sana tabidir; gönlü, senin dileğine göre aydınlanmış, yanmıştır
  Neyi “pişir, hazırla” dersen hemen “pişti, yandı bile” derim  Ben senin ıspanağınım  İster ekşili pişir, ister tatlılı    Küfür söylemiştim; işte imana geldim  Can ve gönülle hükmüne tabi oldum  Senin şahane huyunu takdir edemedim  Huzuruna küstahça eşek sürdüm  Fakat affından bir mum düzüp yakınca tövbe ettim; itirazı bıraktım  
 Kılıçla kefeni huzuruna koyuyorum; önüne boynumu uzatıyorum; vur! Acı ayrılıktan gem vuruyorsun
  Ne istersen yap fakat bunu yapma! Gönlünde benim için gizlice bir özür dileyici vardır ki o, ben olmasam da bana şefaat edip durur  
 Gönlündeki o özür dileyicim senin huyundur
  Ona güvendiğimden gönlüm, kendisine suç aradı  Ey ahlakı yüz batman baldan daha güzel, daha tatlı olan kızgın adam! Sen de bana gönlünden ve gizlice merhamet et  ” 
 Bu suretle güzel, açık açık söylerken kadına bir ağlamadır geldi
  Ağlaması bile yüzünü güzelliğiyle gönülleri cezbeden o güzelin, hüngür hüngür ağlaması haddinden aşınca  O gözyaşı yağmurundan bir yıldırım zuhur etti, o naziri bulunmayan erin gönlüne bir kıvılcım sıçradı  
 Adamın, güzel yüzüne kul olduğu dilber, kulluğa başlarsa hal ne olur, insan ne hale gelir? Azametinden yüreğini oynatan, kibirinde4n seni tir tir titreten sevgili, gözünün önünde ağlamaya başlarsa ne hale girersin?
 
 Naz ve istiğnası ile can ve gönülleri kan haline getiren güzel, niyaza girişirse hal ne olur? Cevrü cefası, bize tuzak olan dilber, özür dilemeye kalkışırsa biz ne mazeret bulabilir, ne söyleyebiliriz?
 
 Züyyine linnas, hükmünce Tanrı’nın insanlar için bezediği şeylerden halk, nasıl kurtulabilir? Tanrı; kadını erkeklere munis olmak üzere yarattı
  Adem nasıl olurda Havva’dan ayrılabilir? Kişi yiğitlikte Zaloğlu Rüstem bile olsa Hamza’dan bile ileri geçse yine hükmetme hususunda karısının esiridir  
 Adem sözlerinden alemin sarhoş olduğu Muhammed bile “Kellimini ya Humeyra” derdi
  Gerçi zahiren su, ateşten üstündür; fakat bir kaba konunca ateş, onu fıkır fıkır kaynatır  İkisinin arasında bir tencere, bir çömlek oldu mu ateş, o suyu yok eder, hava haline getirir  
 Görünüşte su nasıl ateşten üstünse, sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, sen onu istemektesin
  
 Böyle bir hassa ancak Ademoğlundadır
  Çünkü insanda muhabbet vardır  Hayvanın muhabbeti azdır ve bu da onun nakış olmasından ileri gelmiştir  
 Peygamber dedi ki: “Kadınlar; akıllı kişilere ehli dil olanlara fazlasıyla galip olurlar
  Fakat cahiller, kadına galebe ederler  ” Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar  Onlarda acıma, lutfetme, sevme azdır  Çünkü tabiatlarında yaradılışlarında hayvanlık üstündür  
 Sevgi ve acıma, izsanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse
    hayvanlık vasfıdır  Kadın, Hak nurudur, sevgili değil    Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değildir! 
 Avamdan olan birisinin ölüm anında avamlıktan pişman olması gibi o bedevi de söylediğine pişman oldu
  “Canımın canına nasıl oldu da düşman kesildim; canımın başına nasıl oldu da tekmeler savurdum?” dedi  
 Aklımız baştan ayağı fark etmesin diye kaza geldi mi, gözümüzü örtüyor
  Kaza geçince, insan kendisini yemeğe başlar  Perdesi yırtılan, sırrı meydana çıkan, yakasını yırtar  Bedevi dedi ki: “Ey kadın, pişman oluyorum  Kafir olmuşsam bile müslüman olmaktayım  Sana karşı suçluyum bana acı; beni kökümden, dibimden kamilen söküp atma!” İhtiyar kafir, pişman olursa özür getirmeye başlar ve müslüman olur  Tanrı tapusu, rahmet ve keremlerle dopdoludur  Varlık da ona aşık yokluk da  
 Küfür de o ululuk sahibi Tanrı’ya aşıktır, iman da; bakır da o kimyanın kuludur, gümüş de!
 
 Musa’nın da mana cihetinden bir yolu vardır, Firavun’un da
  Fakat, zahiren Musa yolludur, Firavun yolsuz  Musa , gündüzün Tanrı huzurunda ağlayıp inledi; Firavunda gece yarısı ağladı, Dedi ki; “Ey Tanrı, boynundaki bu demir zincir nedir? Boynumda demir zincir olmasa kim “ Ben, benim” der (asılsız davaya  Benliğe kalkışır? ) 
 Şüphe yok ki Musa’yı nurlandıran iradenle beni de karanlıklara daldırdın
  Musa’yı ay yüzlü bir hale getirten dileğinle canımın aynı kara yüzlü bir hale getirdin  Yıldızım aydan daha iyi, daha talihli değil ki  Tutulursa ne çarem var? Halk, benim nöbetimi Tanrı diye, Sultan diye tutuyor ama doğrusu ay tutulmuş, tas çalıyorlar! Onlar tas çalıp gürültü ediyorlar ama o gürültüyle ayı rüsvay etmektedirler  
 Ben ki Firavun’um, şöhretten el-aman! “Enerabbüküm-ül a’la" demem de beni rüsvay eden tas gürültüsüdür
  Musa’da ben de aynı kapının kuluyuz  Fakat senin ormanında senin baltan işliyor; dalları senin baltan kesmektedir; Bir dalı yetiştiriyor, öbürünü kesip atıyor  Baltaya karşı dalın eli var mı? Ne gezer! Hiç dal baltanın elinden kurtulabilir mi? Balta senindir, o kudret hakkı için kereminden bu eğrilikleri doğrult!” 
 Firavun yine kendi kendine “Ne şaşılacak şey! Ben bütün gece “Ey Rabbimiz” diye yalvarmıyor muyum? Yalnızken mütevazi bir hale geliyor, düzeliyorum
  Neden Musa’ya karşı öyle oluyorum? 
 Kalp altınının rengi halis altından on derece daha parlak olsa ataşe karşı nasıl yüzü kara bir hale gelir!
 
 Kalbim de kalıbım da onun hükmünde değil mi? Bir zaman, beni iç haline kor, bir zaman kabuk haline
  Bir zaman beni ay haline kor, bir zaman karartır  Tanrı’nın işi, bundan başka nedir ki? Ekin ol der beni yeşertir  Çirkinleş der, sarartır  Varlığı emriyle yaratan Tanrı’nın çevganları önünde mekan aleminde de koşup duruyoruz  Lamekan aleminde de  
 Renksizlik alemi, renge esir olunca bir Musa öbür Musa ile savaşa düştü
  Renksizlik alemine ulaşırsan Musa ile Firavun’un karıştığı aleme erişirsin  Bu nükte yüzünden hatırına “renk, nasıl olur da kıylü kalden kurtulur? Şaşılacak şey    Bu renk, renksizlik aleminden zuhura geldiği halde, renksizlikle nasıl savaşa girişir? 
 Yağın aslı sudandır ve su ile artar
  Sonunda nasıl olur da suya zıt olur? Mademki yağı su ile yoğurdular; yağ sudan oldu; su ile yağ neden birbirine zıt oldu? Gül dikenden meydana meydana gelmiştir, diken de gülden
    böyle olduğu halde niçin savaşa, maceralara düşmüşlerdi?   gibi bir sual hatıra gelirse (bil ki bu) ya hakikatta savaş değildir, bir hikmet içindir, eşek satanların kavgaları gibi bir hiledir, bir sanattır; yahut ne savaş ne hikmet    Hayretten ibarettir  
 Bu, viraneliktir, içinde define aramak gerek
  Sen define sandığın şey yüzünden, o vehminden defineyi kaybediyorsun  Sen vehmi de, tedbirleri, düşünceleri de mamure bil, mamur yerlerde define olmaz  Mamur yerlerde varlık, didişmek olur  
 Yok olan, varlıklardan utanır, arlanır
  Varlık yokluktan feryad etmemiştir  Yokluk, o varlığı, kendisinden uzaklaştırmış, gidermiştir  Ben yokluktan kaçıyorum deme  Hakikatte o, senden yirmi kere daha fazla kaçmakta! Görünüşte seni kendisine çağırmaktadır  Ama içinden seni reddetme sopasıyla sürmektedir  Bu işler, kovalayanı yanıltmak için ata çakılan ters nallardır; ey saf kişi! Firavun’un, Musa'dan nefretini sen Musa'dan bil  
 Tabiata inananlar; gök bir yumurtadır, yer de onun sarısı diye itikat etmişlerdir
  Birisi, “Bu yeryüzü yeri kaplayan göğün ortasında nasıl duruyor? Havaya asılmış bir kandil gibi ne aşağıya gitmekte, ne yukarı çıkmakta” dedi  O hakim, “Altı cihetten de göğün çekmesi yönünden hava ortasında kalır  Mıknatıstan bir yuvarlak olsa ortasına konan demir, ortada kalır” diye cevap verdi  Öteki hakim de “Saf gök, kara toprağı kendisine çekmez  Onu altı taraftan da iter  Ondan dolayı da yeryüzü, kuvvetli yeller ortasında muallakta kalmıştır” dedi  
 Kemal ehlinin gönülleri de firavunların canlarını böyle defeder de, onlar dalaletde kalırlar
  Onları bu cihan da defeder o cihan da  O yolsuzlar da bu yüzden o cihanda da mahrum kalırlar, bu cihanda da  Ululuk sahibi Tanrının kullarından, velilerden baş çeker, uzaklaşırsan bil ki onlar senden hoşlanmıyorlar, onlar seni istemiyorlar  
 Onların kehlibarları vardır, meydana çıkarırlarsa senin saman çöpü gibi oaln varlığını deliye döndürür, kendilerine çekerler
  Kehlibarlarını saklarlarsa derhal seni azgınlığa teslim ederler  Hayvanlık mertebesi nasıl insanlığa esir ve mağlupsa  İnsan mertebesinin de Tanrı velilerinin elinde hayvan gibi mağlup olduğunu anla ey yoksul! 
 Ahmed, irşadederken halka “Kullarım” dedi
  Tanrı bütün alemi “ Kul ya ibadi” diye çağır buyurdu  Senin aklın deveciye benzer, sen de devesin, Akıl, seni ister istemez hükmünce çekip durmaktadır  Veliler akılların aklıdır  Akıllar da ta en sonuncusuna kadar develere benzer  Onlara ibretle bak: bir kılavuz, yüz binlerce can! Ne kılavuzu ne deveciyi! 
 Sen güneşi gören gözü bul da sonra bak! Bütün cihan, gece içinde kalmış, karanlıklara mıhlanmış, güneşi ve gündüzü bekleyip durmakta
  İşte sana zerrede gizli güneş, işte sana kuzu postuna bürünmüş erkek aslan  İşte sana saman altında gizli bir deniz! Kendine gel, o samana şüphe ile ayak basma! Ama yol gösterici hakkında içe gelen şüphe, Tanrı rahmetidir  
 Her peygamber dünyaya tek gelmiştir
  Tektir ama içinde yüzlerce alem gizli  Alem-i Kübra, kudretle sihir yaptı da cimrini, küçücük bir suret içinde gizledi  Ahmaklar onu tek ve zayıf gördüler  Hiç padişahın dostu olan zayıf olur mu? Ahmaklar,"O, ancak bir tek kişiden ibaret!” dediler  Vay akıbeti düşünmeyene! 
 
 |