| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Salih Peygamber'in Devesi Mesnevi 
 
              
   
 
 SALİH PEYGAMBERİN DEVESİ
 
 
 
 
 
 Salih’in devesi görünüşte deveydi, o zalim kavim, bilgisizlik yüzünden deveyi kestiler
  Su için deveye düşman olduklarından kendileri, mezara su ve ekmek oldular  ( helak olup mezarı doyurdular)   
 Tanrı devesi, ırmaktan buluttan su içmekteydi
  Onlar, Hakk’ın suyunu Hak’tan esirgediler Salih’in devesi, salih kişilerin cisimleri gibidir; onlar kötülerin helaki için tuzaktır  Neticede” Tanrı devesinden ve içeceğinden çekinin” hükmü, o ümmeti ne dertlere uğrattı, onları nasıl helak etti! Tanrı kahrının şahnesi, bir devenin kanına diyet olarak onlardan bütün bir şehri diledi   
 Ruh, Salih gibidir,ten de deveye benzer
  Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir  Temiz ruha zarar vermenin imkanı yoktur  Tanrı yaralanmaz  Böyle ruha sahip olanlara kimse galip gelemez  Zarar gelse bile sedefe gelir, inciye değil  Temiz ruha zarar vermenin imkanı yoktur  Tanrı’nın nuru, kafirlere mağlup olmaz  Can, toprağa mensup cisme, kötü kişiler, incitsinler de Tanrı imtihanını görsünler diye ulaştı, bu yüzden cisimle bağdaştı, birleşti  
 Canı inciten kişinin, bu incitmenin Tanrı’yı incitme olduğundan haberi yoktur
  Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir  Tanrı bütün aleme penah olsun diye bir cisme alaka bağlamıştır   
 Onların gönüllerine kimse muzaffer olamaz
  Sedefe zarar gelir, inciye gelmez  Tanrı velisinin cisim devesine kul ol ki Salih Peygamberle kapı yoldaşı olasın   
 Salih peygamber, “ Madem ki haset ettiniz, bu işi yaptınız, üç gün sonra Tanrıdan azap erişecek
  Ondan üç gün sonra da can alıcı Tanrıdan başka bir afet gelecek ki onun üç alameti vardır: Hepinizin yüzünüzün rengi değişir  Birbirinize bakınca yüzlerinizi türlü türlü renklerde görürsünüz  İlk günlerde yüzleriniz safran gibi sararır; ikinci günü erguvan gibi kızarır  Üçüncü günü yüzleriniz tamamı ile kararır, ondan sonra da Tanrının kahrı gelir, çatar  Eğer bu tehdide benden delil isterseniz devenin yavrusunu daha doğru kovalayın! 
 Eğer tutabilirseniz derdinize çare bulunur
  Tutamazsanız ümit kuşu uzaktan kaçtı, gitti!” dedi   
 Bu sözü duyunca hepsi birden köpek gibi onun ardından seğirtmeğe başladılar
  Kimse yavruya erişmedi; dağlar arasına dalıp kayboldu   
 Temiz ruh gibi ten ayıbından, nimet ve ihsan sahibi Tanrı’ya kaçıp gitmekteydi
   
 Salih dedi ki: “Gördünüz mü Tanrının bu kazası nasıl geldi? Artık ümidin boynunu vurdu
  ” Devenin yavrusu nedir? Salih? Peygamberin gönlü  Onun hatırını ele alın, onun isteğini yerine getirin  Onun gönlünü alırsanız azaptan kurtuldunuz yoksa, pişman olduğunuzun, ümitsizliğe düştüğünüzün günüdür  
 Salih’ten bu bulanık vadi duydukları gibi azaba göz dikip beklemeye başladılar
  Birinci gün yüzlerinin sarardığını gördüler  Ümitsizlikle soğuk ,soğuk ah etmeye başladılar  İkinci günü hepsinin yüzü kızardı  Artık ümit ve tövbe nöbeti kayboldu  Üçüncü gün hepsinin yüzü kapkara kesildi  Salih Peygamberin hükmü: cenksiz, cidalsiz doğru çıktı  Hepsi de ümitsiz bir hale gelince kuşlar gibi ayaklarını altlarına alıp iki dizlerinin üstlerine çöktüler  
 Cibril-i Emin, bu diz çökmeyi Peygambere “Casimin” ayetini getirerek Kuran’da anlattı
  Sana diz çökmeyi öğrettikleri ve seni bu çeşit diz çökmeden korkuttukları vakit, yani bela gelmeden diz çök! 
 Salih’in kavmi, Tanrı kahrının zahmını beklediler: o kahır ve azap da gelip o şehri yok etti
  Salih, halvetten çıkıp şehre doğru gitti; gördü ki şehir duman ve ateş içinde  Onların hak ile yeksan olmuş cüzülerinden bile feryat ve figanlarını duyuyordu; feryat duyulmaktaydı ama ortada feryat eden yok! Kemiklerinden iniltiler, sızıntılar duydu; canları çiğ taneleri gibi yaş döküyor, ağlıyordu  Salih bunu duyup ağlamaya başladı: feryat edenlere feryat etmeye koyuldu:”Ey batıl yolda yaşayan kavim! Ben sizin çevrinizden Tanrıya şikayet etmiş ağlamıştım   
 Tanrı, bana “Onların eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver
  Zaten devirlerinden çok bir zaman kalmadı” demişti  Ben cefaları eziyetleri yüzünden onlara nasihat edemiyorum  Nasihat sütü sevgiden, saflıktan coşup akar” demiştim  Bana o kadar eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarımda dondu  Tanrı, bana “Ben sana lütuf ve inayet eder, o yaralara merhem koyarım” buyurdu  Hak, gönlümü gök gibi saf bir hale getirdi  Gönlümden, sizin cefalarınızı sildi, süpürdü   
 Yine size nasihatler vermeye, şeker gibi temsiller getirmeye , sözler söylemeye başladım
  Şekerden taze süt çıkarıp balla şekeri sözlerime katmaya, size tatlı, tatlı öğütler vermeye koyuldum  O sözler, size zehir gibi tesir etti  Çünkü siz baştan aşağı zehir membaı, zehir madeniydiniz, zehirden ibarettiniz  Nasıl gamlanayım ki gam baş aşağı yuvarlanıp gitti   
 Ey inatçı kavim! Gam sizdiniz
  Gamın ölümüne ağlayıp feryat eden olur mu? Baştaki yara iyileşince bu yüzden saçını sakalını yolan bulunur mu?” Salih, yüzünü kendine çevirip dedi ki: “Ey feryat eden, onlar feryat etmeye değmez!” 
 Ey Kuran’ı doğru okuyan! Eğri okuma
  Zalim kavmin ardından nasıl yas tutayım? Fakat yine gözünden, gönlünden yaşlar akmaya başladı  Onda sebepsiz bir merhamet hasıl oldu  Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı  Bu katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı  
 O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme ağlamak reva mı? Neye ağlıyorsun söyle
  Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin askerine mi? Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi? Onların Segsar’larınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve gözlerine mi? İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı onları nasıl hapsetti, helak eyledi! Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğri     
 Onlar, geçmişleri taklit edip nakil ettikleri reylere uyduklarından bu akıl pirinin başına ayak bastılar
  Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar olmadılar, kart eşek oldular  Tanrı cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi    ” 
 Cehennemlikler, cennetlikler bir dükkanda otururlar
  Aralarında bir perde vardır, birbirlerine karışmazlar  Nar ehliyle nur ehli, görünüşte karışıktır ama aralarında kaf dağı çekilmiştir   
 Bunlar, madende toprakla altının birbirine karışmasına benzerler
  Toprakla altın karışıktır ama aralarında yüzlerce ova, yüzlerce konak var! Bu, bir dizide hakiki inci ile yalancı incinin bir gecelik konuk gibi misafir olmasına benzer  Denizin yarısı şeker gibi tatlı, lezzetli, rengi ay gibi parlak; Diğer yarısı, yılan zehri gibi acı,lezzetsiz, rengi de katran gibi kara  
 Cennetlikle cehennemlik olanlar da deniz gibi alttan üstten, dalgalanıp dururlar
  Dar ve küçük bir cisimden dalgaların birbiri ardınca zuhuru da canların barışta, savaşta birbirlerine karışmalarına benzer  Barış dalgaları kopar, gönüllerden kinleri giderir  Bunun aksine savaş dalgaları kopar, sevgileri altüst eder  Sevgi acıları tatlıya çeker, tatlılaştırır  Çünkü sevgilerin aslı, doğru yola götürmedir  Kahır ise, tatlıyı acılığa çekmektedir  Acı, tatlı ile bir arada bulunur, bağdaşır mı? Acı tatlı;bu gözle görünmez  Basiret ehli, onları, akıbet penceresinden görmeyi bilir  Akıbeti gören göz, doğuyu görebilir  Ahiri gören göz ise gururdan, körlükten ibarettir   
 Nice tatlılar vardır ki şeker gibidir, fakat o şeker içinde zehir gizlidir
  Aklı en üstün, anlayışı en keskin olan, kokudan anlar  Öbürüyse ancak dudağına, dişine değince fark eder  Şeytan “Yiyin” diye bağırır ama o adamın dudağı zehri, boğazına varmadan reddeder  Başka biri boğazına varınca anlar, bir başkası yer, bedenini berbat edince anlar  Zehir; diğer birisinde abdest bozarken yanış yapar; zaman, zaman ciğerini delen bir acı peyda eder   
 Bir başkasında zehrin eseri; günler, aylar geçtikten sonra görünür
  Diğer birisinde ise ölümden ve sur üfürüldükten sonra meydana çıkar  Eğer o kişiye mezarda mühlet verirlerse mutlaka mahşer günü azap ederler   
 Her otun, her şekerin zamanede bir oluş müddeti vardır
  Lalin, güneşin tesiriyle renk, parlaklık ve letafet elde etmesi için yılların geçmesi gerektir  Alelade otlar, iki ay içinde yetişir  Fakat kırmızı gül, ancak bir yılda yetişir gül verir  Yüce ve Ulu Tanrı, bunun için eceli, yani her şeyin müddetini En’am suresinde anlatmıştır  Bunu duydun ya; her kılın kulak kesilsin    
 Bu duyduğun abıhayattır, afiyet olsun! Bu söze söz deme, abıhayat de
  Bu sözü, eski harfler teninde yepyeni bir ruh olarak gör  Arkadaş; başka bir nükte daha duy  Bu nükte can gibi hem apaçık, meydandadır, hem gayet ince ve gizli  Bir yer olur ki bu yılan zehri, Tanrının tasarruflarıyla gayet tatlı ve lezzetli bir hale gelir  Bir yerde zehirdir, bir yerde ilaç    Bir yerde küfürdü, bir yerde tam layık ve yerinde  Orada cana zarar verir ama burada derman kesilir  Su koruk içinde ekşidir; fakat üzüme gelince tatlılaşır, güzelleşir  Sonra küpün içine girince acır, haram olur    Sirke olunca ne güzel katıktır! 
 Veli, zehir yese bal olur, fakat talip yese aklı kararır zarara uğrar
  Süleyman”Rabbi hebli” demiş, yani “”Benden başkasına bu saltanatı verme  ” Yahut benden başkasına bu lütufta, bu ihsanda bulunma” diye niyaz etmiştir  Bu hasede benzer ama değildir  
 La yenbağı nüktesini candan oku
  Benden sonra bu saltanatı kimseye verme sırrını onun nekesliğinden bilme  Hatta o, saltanatta yüzlerce zarar ve tehlike gördü  Cihan saltanatı, kıldan kıla, baştanbaşa can kaygısından, baş korkusundan ibarettir  Baş korkusuyla can ve din korkusu    Bize bunun gibi bir imtihan daha olamaz   
 Süleyman himmetli birisi gerektir ki bu yüz binlerce renkten, kokudan vazgeçsin
  Kuvvet ve kudretiyle beraber o saltanatın dalgası Süleyman’ın bile nefesini tıkıyordu  Bu keder yüzünden üstüne toz, toprak konunca bütün cihan padişahlarına acıdı da  Şefaat edip”Bana verdiğin bu saltanatı, kemal sahibi olanlara da ver  Bu saltanatı, kerem edip kime verir, kime bağışlarsan Süleyman odur, o da benim  
 O benden sonra kimseye verme hükmüne dahil değildir; benimledir
  Hatta benimle ne demek? O kişi, davasız, nizasız benim” dedi   
 
 |