| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Viranedeki Doğan Mesnevi 
 
              
 
   
 
 
 VİRANEDEKİ DOĞAN
 
 
 
 
 
 Doğan diye, dönüp tekrar padişaha gelen doğana derler
  Yolunu kaybeden kör doğandır  Bir doğan, yolunu kaybetti, bir viraneye düştü, Baykuşların arasıda kaldı  O rıza nurundandı, baştanbaşa nurdu; fakat kaza ve kader çavuşu, gözünü kör etti; Gözüne toprak saçtı, onu yoldan sapıttı, viranede baykuşlar arasına uğrattı  
 Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar arasına uğrattı
  Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar, başına vurmağa, güzelim kanatlarını yolmaya başladılar  Baykuşlar arasına Kendinize gelin; doğan yerinizi, yurdunuzu almaya geldi” diye bir velveledir düştü  Mahalle köpekleri gibi hepsi de kızgın, korkunç bir halde garip doğanın başına üşüşüp hırkasını çekiştirmeye başladılar  
 Doğan, “ Ben baykuşlara layık mıyım?” Baykuşlara bunun gibi yüzlerce virane bağışladım
  Ben burada kalmak istemem, padişaha dönmek isterim  Tasalanıp kendinize kıymayın  Ben burada durmam vatanıma giderim  Bu harabe, sizin gözünüze hoş bir yer görünüyor, bana değil  Benim naz ettiğim yer, padişahın koludur” diyordu  
 Baykuş ise “ Doğan sizi evinizden, barkınızdan etmek için hileye sapıyor
  Hile ile bizi yurdumuzdan ayırmak, yuvamızdan etmek niyetinde  Bu hileci tokluk gösteriyor ama Tanrı hakkı için bütün harislerden beterdir  Hırsından balçığı pekmez gibi yer  Ayıya kuyruğunuzu kaptırmayın  Bizim gibi saf kişileri yoldan çıkarmak için padişahtan, padişahın elinden dem vurmakta  
 Bir kuşcağız, hiç padişahla düşüp kalkar mı? Bir parçacık aklınız varsa dinlemeyin bu sözü, O, padişahın cinsinden mi, vezirin cinsinden mi? Hiç sarımsakla badem helvası yenir mi? Padişah, adamlarıyla beni arıyor demesi de hilesinden, fendinden
  Bu, kabul edilmeyecek bir malihulya  Bu, olmayacak bir laf, ahmak aldatmak için kurulmuş bir tuzak! Kim buna inanırsa ahmaklığından inanır  
 Zayıf bir kuşcağızın padişahla ne münasebeti olabilir? En aşağı bir baykuş , onun beynine vursa ona padişahtan yardımcı gelecek ha! Hani, nerede?” demekteydi
  Doğan dedi ki: “ benim bir tüyüm bile kopsa padişah, baykuş yuvasının kökünü kazır  Baykuş kim oluyor ki? Bir doğan bile beni incitir, gönlümü kırar, bana cefa ederse, 
 Padişah; her yokuşta her inişte doğan başlarından harmanlar yapar, tepeler yüceltir
  Benim bekçim, onun inayetleridir  Nereye varırsam padişah arkamdadır  Hayalim, padişahın gönlündedir  O, bensiz duramaz  Padişah beni uçurunca onun ziyası gibi gönül yücelerinde uçarım  Ay gibi güneş gibi uçup gök perdelerini aşarım  
 Akılların aydınlığı, benim fikrimden; göklerin halk edilmesi, benim yüzümdendir
  Öyle bir doğanım ki Hüma bile bana hayran olur  Baykuş kim oluyor ki sırımı bilsin  Padişah, benim kurtulmam için zindanı açtı, Yüz binlerce mahpusu azadetti  Bir zamancağız beni baykuşlara hemdem etti de benim yüzümden baykuşları doğanlaştırdı  Ne mutlu o doğana ki uçuşuma uyar, talihi yar olur da sırrımı anlar  Bana yapışın da doğan olun, baykuşsanız bile doğanlaşın! Böyle bir padişaha sevgili olan nereye düşerse, düşsün, nasıl olur da garip olur  ? 
 Padişah kimin derdine derman olursa o, ney gibi feryat eder, sessiz sedasız kalmaz
  Ben mülk sahibiyim, başkasının sofrasına oturup yemeğimi yemiyorum  Padişah, uzaktan benim davulumu döven “İrcii” sesidir  Benimle davaya girişenlerin rağmine şahidim, Tanrıdır  
 Padişahın cinsinden değilim, haşa bunu iddia etmiyorum
  Fakat onun tecellisiyle, onun nuruna sahibim  Cins oluş, sade şekil ve zat bakımından değildir  Su, nebatta toprağın cinsinden sayılır  Rüzgar, ateşi yaktığı, yanmasına yardım ettiği için rüzgarın cinsi demektir  Nihayet şarap,tabiata neşe verdiğinden onun cinsidir  Cinsimiz, padişah cinsinden olmadığı için varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu  
 Varlığımız kalmayınca da tek olarak onun varlığı kaldı
  Ben onun atının ayağı önünde toz gibiyim, toz gibi! Can da, canın nişaneleri de toprak oldu  Toprakta onun ayak izi var  ” Bu izi bulmak için ayağı altında toprak ol ki başı dik kişilerin tacı olasın  Sizi şeklimin aldatmaması için sözümü dinlemeden şarabımı için, mezemi yiyin  Nice kişiler var ki suret, onların yolarını kesti  Surette kastettiler, Allah’a çattılar  
 Bu can da, bedenle birleşmiştir ya
  Fakat hiç can bedene benzer mi? Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli  Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında, akıl bir mum gibi beynim içinde  Bu alakadar keyfiyetsiz bir tarzdadır  Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede acizdir  Külli can, cüzi cana alakalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu  Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı  
 Fakat o Mesih, kuru ve yaş üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih değildir
  O,Mesih’in şanı seyahatten yücedir  Can, canlar canından gebe kaldı ya  İşte cihan, böyle candan gebe kalır  Cihan da başka bir cihan doğurur  Bu mahşer de başka bir mahşer gösterir  Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam  
 Bu, sözler, mana bakımından “ Yarab” nidasına benzer
  Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamağa tuzaktır  Kulun “Yarab” sözüne Tanrının “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “ Yarab” demekte kusur eder? Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin  
 Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı
  Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu  Suya erişmesine o duvar maniydi  Susuz adam, adeta su için balık gibi çırpınmaktaydı  Birden suya bir kerpiç parçası attı  Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi  O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi  O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti  
 O minhetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı
  Su sanki “Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bağırmaktaydı  Susuz dedi ki  “ Ey su,, iki fayda var  Onun için ben bu işten el çekmem  Birinci fayda şu: su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi  
 Su sesi İsrafil’in sesine benziyor
  Ölü bile bu sesten hayat bulmada  Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor  Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, Çiçeklerle dolar  Yahut yoksula zekat zamanını geldiği söylenmiş, Mahpusa kurtuluş müjdesi verilmiş gibi  Muhammet’e Yemen’den gelen ve ağızsız söylenen Rahman nefesine  
 Yahut asilere şefaate gelen Ahmed’in, Yahut da zayıf Yakub’un canına erişen güzel ve latif Yusuf’un kokusuna benziyor
  Öbür faydası da duvardan koparıp tertemiz suya attığım her taş, her kerpiç parçası, Yüksek duvarı biraz daha alçaltıyor, her defasında duvar biraz daha inmiş oluyor  Duvarın alçalması, suya yaklaşmama sebep olmakta  Duvardaki o taşları, kerpiçleri koparmak “Secde et de yaklaş” ayetindeki yakınlığı mucip olan secdedir  Duvarın boynu yüksekken bu baş indirmeğe manidir  Bu toprak bedenden kurtulmadıkça Abıhayata secde edemem  Duvar üstündekilerden en fazla susuz kimse, taşı, topacı en çabuk koparıp atan da odur  
 Suyun sesine en fala aşık olan duvardan en büyük taşı koparıp atar
  O adam, suyun sesinden, adeta boğazına kadar şaraba batmışçasına neşelenir  Yabancı kişi ise kerpicin suya düşünce bluk diye çıkardığı sesten başka bir şey duymaz  Ne mutlu o kişiye ki gençlik çağını ganimet bilir de borcunu öder  Kudretli olduğu günlerde sıhhatli, güçlü, kuvvetli bulunduğu zamanlarda bu işi başarır  Çünkü gençlik çağı, yemyeşil,terütaze bir bahçe gibi esirgemeksizin meyvaları yetiştirir  Genç adamın kuvvet ve şehvet çeşmeleri akıp durur  Bedenin zeminini onlarla yeşertir  
 Gençlik, mamur, tavanı adamakıllı yüksek, dört duvarı sapasağlam bir eve benzer
  Ne mutlu o kişiye ki ihtiyarlık günleri gelip çatmadan, boynunu liften yapılmış iple bağlamadan  Toprak çoraklaşıp akmadan, kaymadan işini başarmıştır  Çünkü çorak yerden güzel nebatat asla yetişmez  İhtiyarın gücü, kuvveti kesilir, şehvet suyu akmaz olur  Kendisinden de faydalanmaz, başkalarına da faydası dokunmaz  
 Kaşları eyer kuskunu gibi aşağı düşer, gözü yaşarır, görmez olur
  Yüzü buruşur, kertenkele sırtına döner  Söz söyleyemez, tat alamaz olur, dişleri bir şey kesmez bir hale gelir  Gün geçip gitmiş, akşam çapı gelip çatmış,leş gibi beden topallamakta, yolsa uzun  İş görülecek yer yıkık iş işten geçmiş  Kötü huyların kökleri kuvvetlenmiş, onu kökünden söküp çıkarma kuvveti de azalmış! 
 Bu iş, o tatlı sözlü, fakat kötü huylu adamın yol üstüne diken dikmesine benzer
  Yoldan geçenler ona darılmaya başladılar, bu dikenleri sök diye bir hayli söylediler, fakat fayda etmedi  Her an o dikenler çoğalmakta, halkın ayağı dikenler yüzünden kanamaktaydı  
 Halkın elbisesi dikenlerden yırtılmakta, yoksulların ayakları paramparça olmaktaydı
  Vali ona “Mutlaka bunları sök” dedikçe  “ evet, bir gün sökerim” diyordu  Bir müddet “yarın, yarın” diye vade verip durdu  Bu müddet için de diktiği dikenler kökleşti, kuvvetlendi  Vali bir gün “ Ey va’din de durmayan, beri gel, emrettiğimiz işi sürüncemede bırakma” dedi  Adam dedi ki: Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın!” 
 Vali “ Hayır,acele davran, işi savsaklama
  Sen bu işi yarın görürüm diyorsun ama şunu bil ki gün geçtikçe, O dikenler daha ziyade yeşeriyor, dikeni sökecek de ihtiyarlayıp aciz bir hale geliyor  Diken kuvvetlenmekte, büyümekte, diken sökecekse ihtiyarlamakta, kuvvetten düşmekte  Diken her gün, her an yeşerip tazelenmekte  
 Diken her gün perişan bir hale gelmekte, kuruyup kalmakta1 O daha ziyade gençleşiyor, sen daha fazla ihtiyarlıyorsun
  Çabuk ol, zamanını geçirme” dedi  Her kötü huyunu bir diken bil; dikenler kaç keredir senin ayağını zedelemekte  Nice defalardır kötü huyunu bir diken bil; Dikenler kaç keredir senin ayağını zedelemekte  Nice defalardır kötü huydan perişan bir hale düştün  Fakat duygun yok ki  Pek duygusuzlaştın  
 Çirkin huyundan başkalarını ,zarara soktuğundan başkalarına mazarrat verdiğinden, gafilsen hiç olmazsa kendi yaraladığını bilirsin ya
  Sen hem kendine azapsın, hem başkalarına! Ya baltayı al, ercesine vur, Ali gibi bu Hayber kapısını kopar  Yahut bu dikeni gül fidanına ulaştır, sevgilinin nurunu nara kavuştur? Da onun nuru senin ateşini söndürsün, vuslatı, dikenini gül bahçesi haline getirsin  
 Sen cehenneme benziyorsun, o ise mümindir
  Mümine ateşi söndürmek imkanı var  Mustafa, cehennemin sözünü naklederek buyurdu ki: “ Cehennem, korkusundan mümine yalvararak, “Padişahım, çabuk geç, Nurun, ateşimi söndürecek” der  
 Şu halde ateşi helâk eden, müminin nurudur
  Çünkü bir şeyi zıddından başka bir şeyle gidermek imkansızdır  Adalet gününde ateş, nurun zıddıdır, zira, ateş kahırdan meydana gelmedir, nur, ihsan ve fazıldan  Ateşin şerrini defetmek istiyorsan ateşin gönlüne rahmet suyunu saç! O rahmet suyunun kaynağı mümindir  
 Abıhayat , ihsan sahibinin pak ruhudur
  Nefsin ondan kaçmakta  Çünkü sen ateştensin, o su ırmak suyu  Ateş, sudan söndüğündendir ki sudan kaçmaktadır  Senin duygun, fikrin hep ateşten  Şeyhin duygusu ve fikri ise o güzel nur  Onun nur suyu ateşe damladı mı ateşten cız ,cız sesi çıkmaya başlar  O cızladıkça sen ona “ Öl, bit” deki bu nefis cehennemin sönsün  Sönsün ki senin gül bahçeni yakmasın, senin adalet ve ihsanını söndürmesin  
 O söndükten sonra ne dikersen biter
  Laleler , ak güller, marsamalar çıkar  Yine doğru yoldan alabildiğine gidiyoruz  Hocam, dön ger, yolumuz nerede? Şunu anlatıyorduk  Hasetçi adam, senin eşeğin topal, konak yeri de adamakıllı uzak  Yıl geçti, ekin vakti değil  Yüz karanlığından, kötü işten başka da mahsul yok  
 Ten ağacına kurt düştü
  Onu söküp ateşe atmak lazım  Yolcu kendine gel, kendine vakit geçti, ömür güneşi kuyuya doğruldu  Bu iki günceğizinde olsun, kuvvetin varken kocalığını hak yoluna sarf et  Elinde kalan şu kadarcık tohumu olsun ek de bu iki anlık müddetten uzun bir ömür bitsin  Bu aydın çırağ sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt, yağını tazele  Yarın yaparım deme  Nice yarınlar geçti  
 Ekin zamanı tamamıyla geçmesin,agah ol! Nasihatımı dinle: Ten , kuvvetli bir bağdır
  Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun! Dudağını yum, altın dolu avucunu aç  Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele el  Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir  Şehvet yüzünden düşen kalkmamıştır  Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır  Yazıklar olsun böyle bir dalı elinden bırakana  Bu heva ve hevesi bırakma, sapasağlam bir iptir  
 Bu dal, canı göğe çeker
  Ey güzel yollu cömertlik dalı seni yukarı çeke çeke aslına eriştirdi mi? güzellik Yusuf’un, bu alem kuyu gibidir  Bu ip de tanrı emrine sabretmedir  Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapış  İpten gafil olma, vakit geçiyor  Tanrıya hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine kattılar  
 Bu ipe yapış da yeni bir can alemi apaşikar, fakat görünmez bir alem göresin
  Hakikatte yok olan şu cihan var gibi görünmekte, hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede  Rüzgar esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgar görünmez  Toz toprak kendisini gösterir, rüzgara perde olur  Zahiren iş işleyen, hakikatte işsizdir, deriden ibarettir  Gizli olan içtir; asıl odur  Toprak, rüzgarın elinde bir alete benzer  Asıl toprağı yüce ve tabiatı yüksek bil  Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer  Rüzgarı gören göz başka bir çeşittir  Atı at bilir, at, atın eşitidir  
 Binicinin ahvalini de binici bilir
  Duygu gözü arttır, binici Hak nuru  Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki  Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir  Yoksa padişah onu kabul etmez  Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür  Padişahın gözü olmadıkça at, bir şet göremez  Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir  Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler  
 Tanrı nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Tanrıya rağbet etmiştir
  Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lazım  Nuru, binici olan duyguya doğrul  O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir  His nururunu benzeyen, tanrı nurudur  Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder  
 His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür
  Çünkü duygularla idrak edilen alem, çok aşağılık bir alemdir  Tanrı nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi  Fakat duyguya binmiş olan meydan da değildir, iyi eserlerinden, güzel, sözlerinden başka bir şey görünmez  Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir  
 Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün? Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ışık nasıl olur da gizli olmaz? Bu cihan, gayp rüzgarının elinde bir saman çöpüne benzer,tamamıyla acizdir
  Gayp aleminin dileği, 
 Onu gah yüceltir, gah alçaltır
  Gah doğrultur, gah kırar  Gah sağa götürür, gah sola gah gül bahçesi haline kor, gah diken haline  El gizlidir, yazı yazan kalemi gör  At oynayıp seyirtmekte, binici meydan da değil  Fırlayıp giden oka bak, yay gizli  Canlar meydan da canların canı görünmüyor  Oku kırma  O padişah okudur  Yaydan çıkan ok değildir, her şeyi bilenin şastından atılmıştır  
 Hak, “ Ma remeyte iz remeyte” dedi
  Tanrının işi, bütün işlere örnektir misaldir  Kendi kızgınlığını kır, oku kırma  Senin kızgın gözün sana sütü kan gösterir  O kanlara bulanmış, senin kanınla ıslanmış oku alıp öp de padişaha götür  Meydanda olan acizdir, bağlanmıştır, zebundur  Görinmiyense pek kuvvetti ve galip  
 Biz avlardan ibaretsiz, kimin böyle bir tuzağı var? Çevganın önünde toplardan başka bir şey değiliz, çevganı idare eden nemde? Yırtıyor, dikiyor, nemde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nemde bu ateşi yakan? Bir an içinde sıddıkı kafir eder, bir an içinde zındıkı zahit
  Onun içindir ki ihlas sahibi, varlığından tamamıyla halas olmadıkça tuzağa düşmek tehlikesindedir  Çünkü yoldadır, yol kesicilerse sayısız  
 Ancak tanrı amanında olan kurtulur
  Aynası tamamıyla arınmayan, henüz ihlas sahibidir  Kuş tutmayan henüz avla meşguldür  Fakat ihlas sahibini Tanrı ihlas makamına ulaştırırsa ihlas sahibi kurtulur, emniyet makamına varır  Hiçbir ayna yoktur ki ayna olduktan sonra tekrar demir haline gelsin  Hiçbir ekmek yoktur ki tekrar harmandaki buğday şekline dönsün  
 Hiçbir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz
  Hiçbir olmuş meyve tekrar turfanda haline gelmez  Piş, ol da bozulmadan kurtul  Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol  
 Kendinden kurtuldun mu tamamıyla burhan olursun
  Kul yok oldu mu sultan kesilirsin  Bunu apaçık görmek istersen Salahaddin gösterdi, gözleri görür bir hale getirdi, açtı  Tanrı nuruna sahip olan her göz, fakrı onun gözünden dersler verir  Şeyh  Tanrı gibi aletsiz işler görür  Müritlere sözsüz dersler verir  Gönül onun elinde mum gibi yumuşaktır  Mührü, gönle gah ayıp, gah şeref damgasını basar  
 Mumunda ki mühür,bir yüzüğe alamettir
  Onu hatırlatır ya asık o yüzük de ki nakış kimin alametidir, kimi hatırlatmaktadır? O nakı ş, efkarının her halkası, öbürüne geçmiş, bu suretle birbirine zincirlenmiş olan o Zerger’in fikrini anlatır  
 Gönül dağlarında ki bu ses kimin? Bu dağ, gah sesle dopdolu gah bomboş ve sessiz
  Ev sahibi, nemde olursa olsun hakim ve üstat dır,yaptığı iş yerli yerindedir  Bu gönül dağı, onun sesinden hali kalmasın! Dağ vardır, sesi iki misli aksettirir  Dağ vardır yüz misli  Dağ; o ses den ,o sözden yüz binlerce halis ve saf kaynaklar sızdırır  Fakat dağdan o lütuf kesildi mi sular kaynakların da kan kesilir  
 O kadehi kutlu padişahlar padişahı yüzünden tur dağı lal haline geldi
  Dağın cüzzüleri canlandı akıllandı, ey halk biz bir taştan da aşağı mıyız ki ne candan bir çeşme coşmakta ne beden yeşiller giymiş ruhanilere katılmakta  Onda ne bir iştiyak sahibinin sesi var, ne sakinin bir yudum şarabının neşesi! Nemde hamiyet ki böyle bir dağı; keserle, çapayla, neyle olursa kökünden yıksın  
 Belki cüzülerine bir ay parıltısı vurur, belki ay ışığı, ona yol bulur! Kıyamette dağlar yerlerinden sökülecek
  Senin bir davranmanda ne vakit böyle bir keremde bulunacak? Bu kıyamet, o kıyametten nasıl olur da aşağı sayılır? O kıyamet yaradır, bu merheme benzer  Bu merhemi gören yaradan kurtulmuştur  Bu güzelliği gören kötü kişi bile ihsan sahibidir  Ne mutlu o çirkine ki güzele eş arkadaş oldu, vah eşi kış olan gül yüzlüye! ölmüş ekmek cana eş olunca dirilir, canın ta kendisi olur  
 Kara odun ateşe eş olur, karanlığa gider, baştan başa nur kesilir
  Ölmüş eşek tuzluya düşünce eşekliği, murdarlığı bir tarafta kalır  Tanrı gününün rengi Tanrı boyasıdır  Onda her şey bir renge boyanır  Birisi küpe düşse de sen, ona kalk desen neşesinden “ Beni kınama  Küp benim der  ” 
 O “ Ben küpüm” demek “ ben, Hakk’ım”demektir
  Demir demirdir ama ateş rengine girmiş, o renge boyanmıştır  Demirin rengi, ateşin renginde mahvolmuştur  Sukut eder gibi görünmekle beraber ateş olduğundan da dem vurmaktadır  Madendeki altın gibi kızarınca sözü, ağızsız, dudaksız “ Ben ateşim” sözüdür  
 Ateşin rengiyle, ateşin tabiatıyla ululanmıştır da der ki
  “ ben ateşim ,ben ateş! Sen şüpheye düşşen de ben ateşim, istersen bir tecrübe et, elini sür  Ben ateşim, eğer şüphe ediyorsan bir an olsun yüzünü bana koy!” Ademoğlu, Tanrıdan nurlanırsa seçilir de meleklerin mescudu olur  Cani melek gibi azgınlıktan ve şüpheden kurtulan kişi de alemde secde eder  
 Ateş nedir demir nedir? Dudağını yum
  Bu benzetişte bulunanla alay etme  Ayağını denize pek basma, denizden çok bahsetme dudağını ısırarak susup kıyısın da dur! Benim gibi yüzlercesi bile denize tahammül edemezler  Fakat yine de denizde boğulmaktan korkmuyor, ona dalmadan duramıyorum  Canım da denize feda olsun, aklım da  Canın da kan diyetini bu deniz vermekte, aklın da  Ayağım oldukça denizde yürürüm, ayağım kalmazsa yine su kuşları gibi denize dalarım  Huzur da bulunan bi edep kişi huzurda bulunmayan kişiden daha hoştur  Halka da eğridir ama nihayet kapıda değil mi? 
 Ey teni bulaşmış, pislenmiş kişi, havuz kenarında dön dolaş
  İnsan, havuzun dışındayken nasıl temizlenir? Havuzdan uzak düşen kişi nasıl temiz olur? O adam batın temizliğinden bile uzak düşmüştür  Bu havuzun temizliğinin haddi yoktur  Cisimlerin temizliği ise pek az bir miktarda olabilir  Çünkü gönül havuzdur ama gizli  Bu havuzun, denize gizli bir yolu var  Senin muayyen miktarda ki temizliğin yardım ister  Yoksa sayılı şey, harcandıkça azalır  Su, pis adama “ Bana koş der” Pis adamsa “ Sudan utanıyorum der  ” 
 Su der ki: “ Bu utanma, bensiz nasıl zail olur, bu pislik, bensiz nasıl temizlenir?” Bulaşık ve pis adam; sudan utanır, gizlenirse bu utanma, “Haya, imana manidir” sözünün tahakkukuna sebep olur
  Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı  Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın! 
 Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar
  İster doğru ol, ister eğri  O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma  Padişahların huzurunda can tehlikesi var ama himmetleri yüce kişiler can korkusu yüzünden padişahtan çekinmezler  Padişah, şekerden daha tatlı olunca canın tatlılığına gitmesi de daha hoş, daha doğru  
 Ey beni kınayan, sen sağ esen ol
  Ey selamet arayan, sen beni bırak! Benim canım ocaktır, ateşten hoşlanır, ocağa ateş yurdu olmak yeter  Bana ocak gibi aşka yanmak düştü  Bundan kör olansa zaten ocak değildir  Azıksızlık azığı sana azık olursa baki olan can bahçen güllerle, süsenlerle dolar  Başkasının korktuğu şeyler, sana emniyet verir  Su kuşu denizden ,kuvvet bulur, ev kuşuysa perişan olur  
 Ey tabip, ben; yine divana oldum
  Sevgili, ben yine kara sevdalara uğradım  Zincirinin halkalarından her halkanın başka, başka fenleri var  Her halka başka bir delilik vermede  Her halkanın eseri, başka, başka fenler  Onun için her an başka deliliklerim var  Darbı meseldir  Delilikler; fen fen , çeşit çeşittir  Hele böyle ulu bir beyin zincirine bağlanmış kişide olursa! Bağımı, öyle bir divanelik kopardı ki bütün divaneler bana nasihat verirler  
 Bu çeşit delilik, zünnunun Mısri’nin de başına geldi
  Onda yeni ,yeni coşkunluklar, cezbeler meydana gelmekteydi  coşkunluğu adeta göğün üstüne erişecek bir dereceyi buluyor, ciğerler acısı bir hale geliyordu  Kendine gel ey çorak toprak, kendi coşkunluğunu bu işe sahip olan temiz kişilerin coşkunluğu ile bir tutma! Halk onun deliliğine tahammül edemez bir hale geldi  
 Ateşi, adeta halkın sakalını tutuşturmaktaydı
  Avamın sakalına ateş düşünce onu körlüklerinden, inatlarından tutup bağladılar  Halk, bu yolda umumiyetle dara düşse de yine yuları geri çekmeye imkan yoktur  Bu padişahların hepsi halk dan can korkusuna düştüler  Çünkü bu güruh kördür, padişahların da nişanı yok! Hüküm külhaniler eline geçince nihayet zünnun zindanına düştü  Bir tek ulu padişah, tek başına atına binmiş, gitmekte ardına düşen, ona uyan yok  Böyle bir eşi bulunmaz inci, çocukların eline düşmüş kadrini bilen anlayan yok  İnci de nedir ki? Bir katrada gizlenmiş bir deniz bir zerreye sığmış güneş! Öyle bir güneş ki kendisini zerre gösterdi de yavaş, yavaş yüzünü açtı  
 Bütün zerreler,onda yok oldu
  Alem onun yüzünden sarhoş oldu, onun yüzünden kendisine geldi  Fakat kalem, bir gaddarın elinde oldu mu şüphe yok  Mansur, dara çekilir  Bu hüküm, bu hükümet, kötü kişilerin elinde oldukça elbette peygamberleri öldürmek lazım  Yol azıtmış kavim, aptallıklarından peygamberlere “ Biz, sizi şom bilmekteyiz  Bize sizin yüzünüzden kötülük geliyor” dedi  
 Hıristiyanların cehaletine bak ki asılan bir Tanrıdan medet ummaktadır
  Çünkü onlarca İsa’yı Yahudiler asmıştır  Peki iş böyleyse ona kim imdat etsin? O padişahın yüreği, onların yüzünden kan olunca “ Sen, onların içinde oldukça Tanrı onlara azap göndermez” hükmü nasıl olur da sürüp gider? Hain kalpazandan, halis altınla kuyumcu, daha fazla korkar  Yusuflar, çirkin kişilerin hasedinden korkup gizlenirler  Güzeller, düşman korkusundan ateş içinde yaşarlar  
 Yusuflar, kardeşlerinin hilesi yüzünden kuyuya düşmüşlerdir
  Çünkü o kardeşler, hasetlerinden Yusuf’u kurtlara verip dururlar  Hasetten Mısır Yusuf’unun başına neler geldi? Bu haset, pusuya yatmış büyük bir kurttur  Hulasa halim Yakub, Yusuf’a bir şey yapmasın diye bu kurttan daima korkar  Zahiri kurt, Yusuf’un etrafında dönüp dolaşmadı  Fakat bu haset, işlediği işle kurtları da geçti! 
 Bu haset kurdu, Yusuf’u yaraladı da “ biz onu elbiselerimizin başında bırakmış, gitmiştik, kurt kapmış diye tatlı sözlerle özür serdetti
  Bu hile, yüz binlerce kurtta bile yok Hele dur, bak, bu kurt sonunda nasıl rüsvay olur! Ondan dolayı herkesin yaptığı kötülüğün zararını göreceği gün hasetçiler, muhakkak kurt şeklinde haşredileceklerdir  
 Hırsla dolu aşağılık ve haram yiyici kişi, o sayı günü domuz şeklinde, zina edenler,avret yerleri kokarak, şarap içenler, ağızları kokarak dirilirler
  Gönüllerin duyduğu o gizli koku, mahşerde açığa çıkar, duyulur  İnsanın varlığı bir ormana benzer  O deme agahsan çekin bu varlıktan çekin! Vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz  Temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfat var  
 Herhangi huy galipse hüküm onundur
  Maden de altın bakırdan fazlaysa o maden altın sayılır  Vücudunda hangi huy galipse o huyun suretine göre haşredilmen gerekir  İnsan da bir an olur, kurtluk zuhur eder, bir an olur, ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel haline gelir  İyiliklerle kinler gizli bir yolda gönüllerden gönüllere gidip durmaktadır  Hatta insandan öküzle eşek bile bilgi sahibi olur, akıllanır,hüner elde eder  Serkeş at, rahvan bir hale gelir, alışır  Ayı oynar, keçi de selam verir  
 Köpeğe insanın huyu geçer, nihayet çoban olur, av, avlar yahut sürüyü korur
  Eshabı Kehf’in köpeğine onlardan öyle bir huy sirayet etti ki sonunda Tanrıyı aramaya koyuldu  Kalb de her an bir çeşit şey baş gösterir  İnsan bazan şeytanlaşır, bazan melekleşir  Bazan tuzak kesilir, bazan yırtıcı hayvan! Aslanların bildiği o acayip ormandan, gönüller tuzağına gizli bir yolu bulunan o meşelikten, içten içe hırsızlık et, can mercanını çal1 Ey köpekten aşağı, ariflerin gönüllerinden o mercanı elde et  ! madem ki hırsızlık ediyorsun, bari latif inciyi çal! Mademki hamallık ediyorsun, bari yüce bir yük yüklen! 
 Dostlar Zünnunun bu işinde düşünceye daldılar, zindana gittiler, bu hal hususunda konuşup fikirlerini söylemeye başladılar: Dediler ki “Bunu herhalde kasten yapıyor
  Bunda bir hikmet var  O bu dinle bir kıbledir, bir delildir  Ona delilik hükmetsin, o çaldırsın imkan mı var? Böyle bir şey onun deniz gibi hudutsuz aklından ne kadar uzak! Haşa delilik bulutu, onun ayını örtsün  Böyle bir şey onun ulu makamının kemalinden değildir  
 O halkın şerrinden bir bucağa sindi
  Akıllılardan utandı da divane oldu  Tane tapan sersem akıldan usanmış da bu yüzden mahsus kendisini deli göstermiştir  ” Maden de der ki: “ yiğit , beni bağla öküz kuyruğundan yapılma kamçı ile başıma sırtıma vur  Fakat deşeleme! Kamçı yarasından hayat bulayım  
 Musa’nın öküzü yüzünden dirilten maktul gibi dirileyim
  Öküz kuyruğundan yapılma kamçının açtığı yaradan iyileşeyim, Musa’nın mucizesiyle dirilen o öldürülmüş adam gibi canlanayım  O öldürülmüş adam öküz kuyruğu kamçısının açtığı yaradan dirildi  Bakır gibi kimya yüzünden altın oldu  Sıçrayıp kalktı, sırları söyledi, kanını dökenleri gösterdi  
 Beni bumlar öldürdü, bu fitnenin tohumunu bunlar ekti diye açıkça söz söyledi
  Bu ağır beden de öldürüldü mü sırları bilen ruh varlığı dirilir  O adamın canı cenneti de görür, cehennemi de bütün sırları da tanır, bilir  Kanlı şeytanları, hile ve hud’a tuzağını ve şeytanlıkları gösterir  Kuyruğunun açacağı yara yüzünden can kurtulsun diye öküz kesmek, yol şartlarındandır  Sen de tez öküz nefsi tepele de gizli ruh dirilsin, akıllansın  
 Onlar, ahvali anlamak üzere zünnun’un yanına yaklaşınca Zünnun onlara bağırdı: “ Hey, kimlersiniz? Sakının!” Onlar, edepli, edepli “ Biz dostlardanız
  Buraya canla başla hal hatır sormak için geldik  Nasılsın ey hünerli, marifetli akıl denizi? Akıllı olduğun halde niye kendini deli gösteriyorsun, bu ne bühtan? Güneşe külhanın dumanı erişir mi? Anka, kargaya zebun olur mu? Bizden çekinme, şunu anlat  
 Biz seni sevenleriz
  Bize bu işi etme  Sevenleri, kendinden uzaklaştırmak yaraşmaz  Onlardan işi gizlemek onları hileyle aldatmak doğru değildir  Padişahım, sırrı açığa vur  Ey ay yüzlü, yüzünü bulutla gizleme  Biz seni seviyoruz,sana sadıkız, aşıkız  İki alemde de gönlümüzü sana verdik” dediler  Zünnun, sövüp saymaya başladı, delicesine saçma sapan sözler söyledi  Sıçrayıp onlara taş topaç yağdırmaya, sopa sallayıp fırlatmaya koyuldu  Hepsi yaralanıp ezilmek korkusundan kaçtılar  
 Zünnun, kahkahayla gülüp başını salladı
  Dedi ki: “ Şu dostların heva ve hevesine bak  Dostlara bak! Hani dost olanların nişanesi? Dostlara zahmet can gibi sevimlidir  Dosta, dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur  Dostluksa onun derisine benzer  
 Dostluk nişanesi beladan, afetlerden, minhetlerden hoşlanmak değil midir? Dost altın gibidir
  Belada ateşe benzer  Halis altın, ateş içinde saf bir hale gelir” 
 
 
 |