Yalnız Mesajı Göster

Karacaoğlan Efsanesi (Erzurum)

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Karacaoğlan Efsanesi (Erzurum)









Karacaoğlan Efsanesi



Yöre: Erzurum, Olur

Asıl adı Hasan’mış Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz kalmış Beş yaşına varmadan da babası Kara İlyas, Kozan derebeyi tarafından askere alınmış Bir daha da dönmemiş Böylece küçük Hasan, ortalıkta kalakalmış ! Anasının “Karaca” diye sevip doyamadığı Hasan’a köyden Serdengeçti Osman Ağa sahip çıkmış Ona babalık etmiş, büyütmüş Yaşı on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek istemiş Karacoğlan, bu dilsiz kızla evlenmek istememiş Ama bu düşüncesini çok sert bir adam olan babalığı Osman Ağa’ya da söyleyememiş Çareyi köyden kaçmakta bulmuş Düğün hazırlıkları yapılırken köyden kaçmış Karacoğlan, dağlar, tepeler aşmış, nereye gittiğini bilmeden durmadan yürümüş…

Yaşar Kemal’den: “Yola Çıkarken bütün obası başına birikmişti Gitme demişlerdi Gurbet elin kahrı zehirden acıdır Aşıkta olsan gitme Başında kavak yelleri gelir geçer Obamızı bırakma gitme demişlerdi Ama dinlememişti Yareni yoldaşı, sazının sözünün üstüne yok, bırakma bizi demişlerdi fakat onu yolundan döndürememişlerdi… Uçsuz bucaksız ovanın ortasına dikilmiş şimdi bunları düşünüyordu Kim bilir ne zamandan beri böyle dimdik, kımıldamadan duruyordu Derken şafağın ucu görünmüştü Dağlar tepeler aydınlandı Kuşlar ötmeye başladı Yürüdü Yürümekten başka bir şey düşünmüyordu Gençti Yüreğinde bir top ışık, bir ateş harmanı, çiçek açmış bir bahar dalı Yürüyordu Gün öğle oldu…”

Karacaoğlan, yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam ağacının altına oturmuş Daha oturur oturmaz da uyumuş Uykusunda ak sakallı bir dede, Karacoğlan‘a dolu bir tas uzatmış: "İç şunu, iç ki, yorgunluğun ve dargınlığın son bulsun Dilin bülbül, gönlün şen olsun" demiş Karacoğlan, tası başına dikip içince kendine gelmiş Yorgunluğu üstünden gidivermiş İçinin çalıp söylemek isteğiyle coştuğunu görmüş Sazını eline alıp yeniden yollara düşmüş…

Birgün Karacaoğlan, Aladağlar’da bir Türkmen obasına konuk olmuş Çalıp söylemiş Oba halkı, Karacoğlan‘ı çok sevmiş: "Âşık, hiç üzülme!" demişler "Burasını kendi oban gibi bil, burada kal, obamız şenlensin!" Karacoğlan obada kalmış

Karacaoğlan‘ın etrafı halka halka olmuştu Kalabalıktan bir yaşlı, “Şu aşık iki söylese de dinlesek dedi… Şimdi yalnız bir ses, sanki dağlar taşlar, ovalar yankılanıyordu Obada kim varsa hasta yatalak, çoluk çocuk halkaya katılmak için adeta çadırlarından fırlıyorlardı Halka büyüdü, büyüdü… Dağlardan çobanlar sürüsünü bırakıp geldi Dağlardan kurtlar, kuşlar geldi Halka dondu kaldı… Sonra birdenbire saz durdu Türkü durdu Türkü bir zaman kayalarda, ovada yankılandı, kaldı Aşık başı önünde kalktı, yürüdü Onun geldiğini gören halka usuldan aralandı O çıktı…

Dünyadaki bütün yaratığı ağacı, kuşu, böceği, insanı, her şeyi Her şeyi en derin sevgisiyle kucaklardı İliklerine kadar aşkı duyardı dünyanın her şeyine Yağmuruna, kışına sıcağına, soğuğuna boranına…

Dünyanın en küçük, en duyarsız şeyine bile kocaman açılmış çocuk gözleriyle hayretle bakardı Türküsü, sesi, bir coşma, bir kendinden geçmeydi dünyaya karşı…

Günler gelip geçerken, Karacoğlan obabaşı Boran Bey’in biricik kızı Elif’e âşık olmuş Boran Bey de babalığı Osman Ağa gibi sert bir adammış Derdini içine gömmüş, gizlice obayı terk etmiş… Dağları aşa aşa, günlerden birgün Karaman iline gelmiş Orada da Boran Bey’in obasıyla karşılaşmasın mı ? Hem şaşırmış, hem sevinmiş Elif de aylardır Karacoğlan‘ın özlemiyle yanıp tutuşuyormuş… Bir gece gizlice buluşup obadan kaçmışlar Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanın beyi Tuğrul Bey’e sığınmışlar Tuğrul Bey, obalılar, çok iyi karşılamışlar bunları Artık Karacoğlan‘la Elif orada kalmışlar Tuğrul Bey, dillere destan bir düğün yaptırarak onları evlendirmiş Karacoğlan obalılara saz çalıyor, Elif de ev işleriyle uğraşıyor, mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmış O yörede Köse Veli derler bir adam varmış Elif ‘e tutulup âşık olmuş Bir gece Karacoğlan yokken, çadıra girivermiş, Elif'e saldırmış Ne yapsın Elifcik? Bir duyan olmasın, rezil olmayalım diyerek sesini çıkaramamış… …Fakat bu sırada Karacaoğlan Ceritlerin düğününde saz çalmaktadır Birden sazın teli kırılır Şaşırır Ayağa kalkar Rüzgar gibi yola düşer Bir günlük yolu göz açıp kapayıncaya kadar geçer Çadırına geldiği zaman, Halil’i Elif’le yatağında uyurken bulur Üstlerine abayı örter

Abayı gören Elif, Karacaoğlan‘ın gideceğini, bir daha dönmemek üzere gideceğini anlar Olan olmuştur Elif, olan biteni annesine anlatır Anası, Halil’i öldürür Halil’in ölüm haberi, Bey’e gider Bey, Karacaoğlan‘ın başına gelenlere üzülür Onun aranıp bulunmasını ister Bey’in adamları ve Deli Hüseyin, günlerce obaları, dağları taşları ararlar Karacaoğlan‘ı bulamazlar

Aradan yıllar geçer Karacaoğlan‘dan bir haber çıkmaz Bir haber geliyor, Antep ilinde saz çalıyor Bir haber geliyor, Erzurum yaylasında Akkoyunlular içinde Bir haber geliyor, Arabistan’a geçmiş Hama’da saz çalarken görülmüş Bey nereden bir haber duyarsa, atlılar oraya uçuyorlardı Ama nafile Gittikleri yerlerde sadece Karacaoğlan‘ın türkülerini duyabiliyorlardı Bey, Elif’e "Karacaoğlan‘ı buldurmadan ölürsem, gözüm açık gider" demişti ama bulduramadan da ölmüştü

Elif'e gelince, o da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış “Er geç gerçeği öğrenecek, bana dönecek!”

Birgün Karacaoğlan, her şeyin aslını öğrenmiş Elif’i bulmak için yola çıkmış Aramış, araştırmış, bulamamış Sonra bir gün ona bir mezarlığı göstermişler

Ayakta zor durabilen Karacoğlan:

- Nerede? diye sormuş, Elif nerede?

Kalabalık donup kalmış, kimseden ses çıkmamış

- Yoksa öldü mü?

Yaşlılardan biri mezarlığı göstermiş:

- İşte orada!

Gençlerin yardımıyla Karacoğlan, mezarlığa varmış Yeni bir dut fidanı dikilen Elif'in mezarının başına oturmuş Sazını göğsüne bastırarak söylemeye başlamış:

“Şu yalan dünyaya geldim geleli,
Tas tas içtim ağuları sağ iken
Kahpe felek vermez benim muradım,
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken…”

Sonra sazını dut fidanına asmış:

- Bu saz burada kıyamete kadar kalacak, demiş, oraya yığılıp kalmış…

Obalılar, Karacoğlan‘ı Elif'in yattığı tepenin karşısına gömmüşler Derler ki, her yıl ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yeşil, biri mavi iki ışık yükselir, gökyüzünde birleşir Karacaoğlan‘la Elif'in sevgileridir bunlar…

Saza gelince, o saz da yıllarca orada asılı kalmış Çürümüş, yenisini yapıp asmışlar Dut ağacı yaşlanmış, yıkılmış, Yeni bir dut fidanı dikmişler Yüzyıllardır, yel estikçe Karacaoğlan‘ın sazı kendi kendine ötüp durmuş…

Kısa olan efsanede ise şöyle anlatılır:

Yukarı Karacasu Köyünün sınırları içinde, Karacaoğlan tepesinde, moloz taslarla üçgen seklinde yapılmış bir mezar vardır Halkın “Karacaoğlan ziyareti” diye adlandırdığı ve adaklar adandığı bu ziyaretin efsanesi şöyledir

Rivayete göre Karacaoğlan, bir ağanın kuzu çobanıdır Vaktin birinde ağa hacca gider Yolda giderken cani helva çeker ve “Şu bizim hanımın helvası olsa da yesem der Ağa, bunları hac yolunda düşüne dursun, diğer tarafta Karacaoğlan, ağanın evine gelip ağanın karısına: “Ağam helva istedi, yap da götüreyimder Ağanın karisi içinden: “Ağa hacda, çobanın canı helva çekti, bana da söylemeye kıyışamadı Böyle bir yalan söyledi diye geçirir Helvayı yapar, bir tasın içine koyup çobana verir

Ağa, yolda giderken bir bakar ki kendisine bir tasın içinde helva uzatılıyor Ağa, tası alır Bakar ki bu tas, evindeki tastır Ağa, olup bitenlere bir anlam veremez; ama helvayı da yer Helvayı yedikten sonra tası çantasına koyup yoluna devam eder Ağa, hacca gider, görevini yapar ve köyüne geri döner Evine geldiğinde hanımına yolda kendisine gelen tası sorar Hanım da Karacaoğlan ile arasında geçen konuşmayı anlatır ve “Tası ona vermiştim, daha getirmedi der Bunun üzerine ağa, kendisini ziyarete gelenlere dönerek “Keramet Karacaoğlan‘dadır Gidin onun elini öpün'“ diye söyler Böylece Karacaoğlan, yörede “keramet sahibi“ olarak tanınır

Karacaoğlan, birgün yine kuzuları otlatmak üzere dağlara doğru gider Ancak ecel, Karacaoğlan'ı bir tepenin üstünde yakalar Karacaoğlan, öldüğü tepede defnedilir Karacaoğlan tepesi ve ziyareti, bundan sonra halk arasında kutsal kabul edilir Olur yöresinde Karacaoğlan ile birlikte “Sarı Baba” ve “Horasan Baba“ ziyaretleri de halk arasında adakların adandığı yerlerdir Hatta bu üç şahsın birbirleriyle kardeş oldukları söylenir Bunların bulunduğu bölgeye “Üç ziyaretler“

umuduyla Karacoğlan‘ın yolunu gözlemiş Bir zamanlar obanın en güzel gelini olan Elifcik de yaşlanmış, artık obanın Elif Ana’sı olmuş…
denir ve kutsallığına inanılır


Alıntı Yaparak Cevapla