| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Türkçenin Tarihi Gelişimi-Muharrem Ergin 
 
              Türkçenin Tarihi  Gelişimi
 
 
 (Muharrem Ergin)
 
 Eski  Türkçe
 
 Türk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun âbidelerinin  metinleridir
  Fakat bu metinler şüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri  değildir  Çünkü Orhun âbidelerindeki dil yeni teşekkül etmiş bir yazı dili  olarak değil, çok işlenmiş bir yazı dili olarak karşımıza çıkmaktadır  Bu  bakımdan, Türk yazı dilinin başlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha  öncelere çıkarmak gerekir  Türk yazı dilinin sekizinci asırdan sonraki gelişmesi  ile mukayese edilerek bir tahmin yürütülürse, Orhun abidelerindeki yazı dilinde  hiç değilse bir kaç asırlık bir gelişme mevcut olduğuna kolaylıkla  hükmolunabilir  Buna göre Türk yazı dilinin başlangıcını Milâdın ilk asırlarına,  hiç olmazsa Orhun âbidelerinden bir kaç asır önceye çıkarmak doğru olur  Fakat  Orhun kitabelerinden daha eski bir metin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak  sekizinci asırdan itibaren takip edebilmekteyiz  
 
 
 İşte nazarî olarak Milâdın ilk asırlarında başladığını kabul  ettiğimiz ve ilk ele geçen metinleri sekizinci asra ait olan bu yazı dili 12 -  13
  asra kadar devam etmiş olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk devresini teşkil  etmektedir  Bu ilk yazı dili devresi ayni zamanda müşterek bir yazı dili  devresidir  Yani bu yazı dili bütün Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmış,  Orta Asya’da geniş bir sahayı kaplayan Türklük âlemi asırlar boyunca hep ayni  dille okuyup yazmıştır  O devirden kalma eserlerde görülen ufak tefek farklar  ise saha ve zaman farklarından ileri gelen normal ayrılıklar olup tek bir yazı  dilinin hudutlarını aşacak mahiyette değildir  
 
 
 Kâşgarlı’nın en çok beğendiği ve şivelerle karşılaştırırken  “Türkçe” diye adlandırdığı, Hakaniye Türkçe’si, yahut başka eserlerde Kâşgar  dili, Kâşgar Türkçe’si adı ile anılan dil hep bu ilk Türk yazı dilidir
  Bu yazı  dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile yazılmış  olduğu için bu devreye Uygur devresi, bu yazı diline de Uygurca denilebilir  Fakat Türkoloji öğretiminde Türkçe’nin bu ilk devresi için bugün en uygun isim  olarak “Eski Türkçe” tâbirini kullanmaktayız  Türkçe’nin ondan sonraki çeşitli  gelişmelerinin kaynağı hep bu devreye çıkmakla, bugün geniş sahalarda ayrı  kollara ayrılmış bulunan Türkçe’nin bütün şekillerinin menşei bu devrede  bulunmakta, kısacası, Türkçe’nin bütün yapısı bu devre ile izah  edilebilmektedir  Demek ki bu devre Türkçe’nin ana Türkçe devresi, ilk devresi,  eski devresidir  Onun için bu devreyi “Eski Türkçe” diye adlandırmak çok  yerindedir  Bu kitapta biz de bu ismi kullanacağız  
 
 
 O hâlde Türk yazı dilinin ilk devresi Eski Türkçe’dir
  Eski  Türkçeden daha önceki devir ise Türkçe’nin karanlık devridir  O devir artık Eski  Türkçe’nin Çuvaşça ve Yakutça ile, bunların da daha ileride Moğolca ile  birleştikleri devirdir  
 
 
 Türkçe tarih boyunca iki gramer yapısına sahip olmuştur
  Eski  Türkçe devresi Türkçe’nin eski gramer yapısını temsil eder  Ondan sonraki  devreler Türkçe’nin yeni gramer yapısına sahip olan devrelerdir  
 Kuzey-doğu Türkçe’si, Batı Türkçe’si
 
 Eski Türkçeden sonraki devre gelince, bu devirde Türkçe  karşımıza birden fazla yazı dili ile çıkmaktadır
  Eski Türkçe’nin sonlarında  Orta Asya’daki Türklük âleminin parçalanarak büyük kütleler hâlinde Hazar  Denizinin güney ve kuzeyinden kuzeye ve batıya yayılması, yeni kültür  merkezlerinin meydana gelmesi, İslâm kültürünün Türkler arasına gittikçe  kuvvetli bir şekilde yerleşmesi, yeni mefhumlarla birlikte yeni bir yazının  kabulü gibi çeşitli dış sebeplerle beraber Türkçe’nin içinde bir müddetten beri  kendisini hissettiren tabiî gelişmeler neticesinde ortaya çıkan büyük  değişiklikler yazı dili birliğini parçalayarak Eski Türkçe’nin ömrünü tamamlamış  ve ayrılan Türklük kollarının yeni kültür merkezleri etrafında kendi şivelerine  dayanan yazı dilleri meydana getirmeleri birden fazla yeni yazı dilinin  doğmasına ve gelişmeğe başlamasına sebep olmuştur  Böylece 12-13  asırdan sonra  biri Kuzey-doğu Türkçe’si, diğeri Batı Türkçe’si olmak üzere iki Türk yazı dili  meydana geldiğini görmekteyiz  
 Kuzey Türkçe’si, Doğu Türkçe’si
 
 Bunlardan Kuzey-doğu Türkçe’si önce 13 ve 14
  asırlarda, bir  müddet, Eski Türkçe’nin tabiî ve yeni bir devamı olarak eski ve yeni arasında  köprü vazifesi gören bir geçiş devresi hâlinde devam etmiş, sonra 15  asırdan  itibaren Kuzey Türkçe’si ve Doğu Türkçe’si olarak iki yeni yazı diline  ayrılmıştır  Son zamanlara kadar devam eden bu yazı dillerinden Kuzey Türkçe’si,  Kıpçak Türkçe’sidir  Doğu Türkçe’si ise Çağatayca gibi yanlış bir isimle anılan  ve Timur devrinde başlayarak 15  ve 16  asırlarda kuvvetli bir edebiyat meydana  getirmek suretiyle en parlak çağını yaşadıktan sonra son zamanda yerini modern  Özbekçe’ye bırakan yazı dilidir  
 Batı Türkçe’si
 
 Batı Türkçesi’ne gelince, bu yazı dili 12
  asrın ikinci  yarısı ile 13  asrın ilk yarısında teşekküle başladığı anlaşılan, 13  asrın  ikinci yarısından itibaren de metinlerini günümüze kadar aralıksız bir şekilde  takip ettiğimiz yazı dilidir  Selçuklulardan başlayarak bugüne kadar gelen ve  devam etmekte olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dili  durumundadır  Batı Türkçesinin esasını Oğuz şivesi teşkil eder  Onun için bu  yazı diline Oğuz Türkçe’si de denilebilir  Oğuz şivesi Hazar Denizinden  Balkanlara kadar uzanan sahaya yayılmış bulunan Türkçe’dir  Bu saha ise batı  Türklerinin yaşadığı sahadır  Onun için Oğuz yazı diline, Oğuz Türkçe’sine umumî  olarak Batı Türkçe’si adını vermekteyiz  Türkolojide Batı Türkçe’si için bazen  Cenup Türkçe’si veya Cenup Şivesi adı da kullanılmaktadır  Fakat bu Şimal  Türkçe’sine göre verilen bir addır ve şüphesiz Batı Türkçe’si kadar uygun  değildir  
 Azeri  Türkçe’si, Osmanlı Türkçe’si
 
 Batı Türkçesinin içinde saha bakımından zamanla iki daire  meydana gelmiştir
  Bunlardan biri Azeri ve Doğu Anadolu sahasını içine alan doğu  Oğuzcası, diğeri Osmanlı sahasını içine alan batı Oğuzcasıdır  Doğu ve batı  Oğuzcaları arasında ilk asırlarda çok küçük saha farkları dışında bir ayrılık  mevcut olmamış, bu saha farkları yavaş yavaş genişleyerek ancak 17  asırdan  sonra doğu ve batı Oğuzca dairelerini meydana getirmiştir  
 
 
 Bununla beraber arada yine iki yazı dili olacak kadar fark  mevcut değildir ve her ikisi de ayni şiveye, yani Oğuz şivesine dayandıkları  için Azeri ve Osmanlı Türkçeleri ancak tek bir yazı dilinin kardeş iki dairesi  sayılabilirler
  Esasen doğu ve batı Oğuzcası arasındaki farklar daha çok şivede  yani konuşma dilinde kalmış, devamlı olarak Osmanlı kültür ve edebiyatının  tesiri altında kalan Azeri sahasında yazı dili, Osmanlı Türkçe’sinden konuşma  dilindeki ile mukayese edilemeyecek kadar az bir ayrılık  göstermiştir  
 
 
 Azeri ve Osmanlı Türkçeleri arasında, daha çok şivede kalan  bu ayrılığın sebeplerini doğu Oğuzcasına Oğuz dışı Türk şivelerinin, bilhassa  zaman zaman kuzeyden gelen Kıpçak unsurlarının yaptığı tesir ile İlhanlılardan  kalan bazı Moğol izlerinde aramak lâzımdır
  Bunlardan birincisi doğu Oğuzcasını  batı Oğuzcasından bazı şekiller bakımından biraz farklı yapmış, ikincisi ise  Azeri Türkçe’sinde bazı Moğol asıllı kelimeler bırakmıştır  
 
 
 Bilhassa konuşma dili bakımından birbirinden farklı olan  Azeri ve Osmanlı Türkçe’si arasındaki başlıca ayrılıklar, kelime başındaki b-m,  kelime içindeki q-ġ, h, ilk hecedeki e-i, kelime başındaki t-d ile akkuzatif ve  bazı fiil çekim şekilleri etrafında toplanır
  Bu ayrılıklar daha çok konuşma  dilinde kaldığı, yazı diline aksedenlerin ise ancak son devir Azeri Türkçe’sinde  görülebildiği, Azeri sahasında yetişen başlıca edebî şahsiyetlerin bulunduğu 17  asırdan önce de doğu ve batı Oğuzcaları arasında kayda değer bir ayrılık  bulunmadığı için bu iki Oğuz Türkçe’si yazı dili olarak Batı Türkçe’si adı  altında bir bütün teşkil ederler  
 Batı Türkçesinin gelişmesi
 
 Batı Türkçesinin yedi asırlık uzun hayatında bazı merhaleler  vardır
  Bu merhaleler onun iç ve dış gelişme seyri içinde görülen çeşitli  safhalardır  Gerçekten Batı Türkçe’si uzun gelişme seyri içinde bugüne kadar iç  ve dış yapısı bakımından muhtelif gelişmeler ve değişiklikler göstermiştir  İç  yapı bakımından gösterdiği değişiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses  ve şekil değişiklikleri olup, doğrudan doğruya Türkçe’nin tabiî gelişmesi ile  ilgilidir  Dış yapı bakımından Batı Türkçe’sinde görülen çeşitli safhalar ise,  Türkçe’nin bünyesi ile ilgili olmayıp, onun, içine karışan yabancı unsurlara  göre aldığı değişik görünüşlerden ibarettir  
 
 Demek ki Batı Türkçe’sinde Türkçe’den başka bir de  yabancı unsurlar vardır
  Bu unsurlar çeşitli Arapça ve Farsça kelime ve  terkiplerdir  Türklerin İslam kültürü çerçevesine girmeleri dolayısıyla  Türkçe’ye sokulan Arapça ve Farsça unsurlar, Türkçe’yi Eski Türkçeden sonra,  yeni yazı dilleri devresinde istilâya başlamış, bu istilâ bilhassa Batı  Türkçe’sinde korkunç bir gelişme göstererek bir kaç asır içinde Türkçe’yi âdeta  tanınmaz bir hâle getirmiştir  
 
 
 Arapça ve Farsça unsurların Batı Türkçe’si içindeki durumu  yedi asır boyunca hep ayni olmamış ve çeşitli safhalar göstermiştir
  Bu sebeple  Batı Türkçe’si içinde hem Türkçe bakımından, hem de yabancı unsurlar bakımından  birbirinden farklı bir kaç devre var demektir  
 İşte 13
  asırdan günümüze kadar Batı Türklerinin yazı dili  ola gelmiş bulunan Batı Türkçe’si iç ve dış gelişme ve değişiklikler bakımından  şu üç devreye ayrılır: 
 1
  Eski Anadolu  Türkçe’si 
 2
  Osmanlıca 
 3
  Türkiye  Türkçe’si 
 Eski Anadolu Türkçe’si
 
 Eski Anadolu Türkçe’si 13, 14 ve 15
  asırlardaki Türkçe’dir  Batı Türkçesinin ilk devrini teşkil eden bu Eski Anadolu Türkçe’si bilhassa  Türkçe bakımından kendisinden sonraki iki devreden çok farklıdır  Bu devreye  Batı Türkçesinin bir oluş, bir kuruluş devresi olarak bakmak yerinde olur  Batı  Türkçesini Eski Türkçe’ye bağlayan birçok bağlar bu devrede henüz kendisini  iyice hissettirmektedir  Bu devreden sonraki Türkçe’de gördüğümüz birçok yeni  şekiller bu devrede henüz Eski Türkçedeki eski şekillerinin izlerini  taşımaktadırlar  
 
 
 Eski Anadolu Türkçe’si bir taraftan böylece Eski Türkçe’nin  izlerini taşırken diğer taraftan köklerde ve eklerde bazı ses ve şekil  ayrılıkları göstermek suretiyle Osmanlıca ve Türkiye Türkçe’sinden biraz farklı  bir durum arzeder
  Öyle ki Batı Türkçe’si içinde Türkçe bakımından mevcut  başlıca değişiklikler bu devre ile bundan sonraki iki devre arasındaki  değişikliklerdir  Yani Batı Türkçesini yalnız Türkçe bakımından devrelere  ayırırsak Eski Anadolu Türkçe’si ve Osmanlıca - Türkiye Türkçe’si diye ikiye  ayırmamız icap eder  Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında Türkçe bakımından,  Eski Anadolu Türkçe’sinden Osmanlıcanın ilk devirlerine taşan bir kaç şekil  dışında, bariz bir ayrılık yoktur  
 
 
 Eski Anadolu Türkçe’si yabancı unsurlar bakımından  denilebilir ki Batı Türkçesinin en temiz devridir
  Bu devirde Türkçe’ye Arapça  ve Farsça unsurlar girmeğe başlamıştır  Fakat bu unsurlar kesifliğini yavaş  yavaş arttırmış ve ancak devrenin sonlarında geniş bir istilâ başlangıcı hâlini  alarak Osmanlıcanın doğuşunu hazırlamıştır  Eski Anadolu metinlerinde görülen  Arapça ve Farsça kelimeler henüz çok fazla olmadığı gibi devrenin sonlarına  doğru artan terkipler de henüz açık ve basit bir durumdadır  Yabancı unsurlar  bakımından bu devirde manzum ve mensur metinler arasında da oldukça fark  vardır  
 
 
 Gittikçe artan yabancı kelime ve terkipler daha çok nazım  dilinde görülür
  Nesir dili ise çok temiz ve duru bir Türkçe olarak devrenin  sonunda bile Arapça ve Farsça kelimeler ve bilhassa terkiplerden mümkün olduğu  kadar uzak kalmıştır  15  asrın ortalarına doğru ikinci Murat devrinde geniş bir  kültür hamlesinin ifadesi olarak meydana getirilen telif ve tercüme pek çok  Türkçe eserin dili bunu açıkça göstermektedir  Nazım dilinde ise, şiirin Fars  taklitçiliği üzerine kurulması ve vezin, şekil zaruretleri yüzünden duruluk çok  muhafaza edilememiş ve Türkçe’deki gelişmeler bakımından devre daha bitmeden,  15  asırda, basit de olsa terkipler ve yabancı kelimeler adam akıllı çoğalmış ve  Türkçe’yi sarmıştır  Bu yüzden asrın ikinci yarısı Osmanlıcanın temelini atan,  onun başlangıcını teşkil eden bir devir olmuş, Eski Anadolu Türkçe’si Türkçe  hususiyetleri bakımından devrini ancak Osmanlıcanın başlarında  tamamlamıştır  
 
 
 Eski Anadolu Türkçesinin cümle yapısı ise Türkçe’nin  başlangıçtan bugüne kadar hep ayni kalan normal cümle yapısı dışına çıkmamıştır
  Gerek nesirde, gerek şiirde Türk cümlesi bu devirde normal, sade, anlaşılan,  unsurları yerli yerinde ve doğru cümle olarak kalmış, tercüme sadakati yüzünden  nadir olarak kırıldığı yerler dışında, umumiyetle sağlam yapısını muhafaza  ederek Osmanlıca devrine girmiştir  
 Osmanlıca
 
 Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15
  asrın  sonlarından 20  asrın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir  Dört  asırdan fazla bir ömrü olan Osmanlıca, şüphesiz hep ayni kalmamış, baştan ve  sondan geçiş devirlerinde ve ortada, hudutları kesin olarak çizilemeyen  birbirine geçmiş çeşitli iç merhâleleri olmuştur  Fakat iç ve dış bakımından  esas vasıfları itibariyle Osmanlıca ismi altında bu ismin çok iyi ifade ettiği  bir bütünlük gösterir  
 
 
 Türkçe bakımından, Osmanlıca’da aşağı yukarı mühim hiçbir  değişiklik olmamış, Eski Anadolu Türkçe’sinden sonra günümüze kadar Türkçe’nin  başlıca şekilleri hemen hemen hep ayni kalmıştır
  Yani gramer şekilleri  bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında belirli bir ayrılık yoktur  Yukarıda da söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski  Anadolu Türkçe’si arasında belirli ayrılıklar vardır  
 
 
 Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında çok küçük şekil  farklarına rastlansa bile bunlar zaman ayrılıklarına dayanan basit  değişikliklerden başka bir şey sayılmamalıdırlar
  Eski Anadolu Türkçe’si, Batı  Türkçesinin eski gramer şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si ise Batı  Türkçesinin yeni gramer şekillerini ihtiva eden devrelerdir  Yani, gramer  şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında bir devre farkı  yoktur  
 Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı  için eski Anadolu Türkçe’si ile Osmanlıca arasında da uzun bir geçiş safhası  olmuştur
  Osmanlıca’nın başlangıcını teşkil eden ve 15  asrın ikinci yarısı ile  16  asrın ilk yarısını içine alan devirde eski gramer şekilleri, yerlerini henüz  tamamıyla yeni şekillere bırakmış değillerdi  
 
 
 Bu eski şekillerden bazıları Osmanlıca’nın içinde daha  sonraları da kendisini muhafaza etmiş, bunlardan klişeleşmiş olarak Türkiye  Türkçe’sine geçenler bile olmuştur
  Bazı yeni şekiller ise oluşunu ancak  Osmanlıca içinde tamamlamış veya kullanış sahasına bu devirde çıkmıştır  İşte  geçiş devrindeki normal gelişmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni  şekillerin ortaya çıkışı dışında, Osmanlıca’ya Türkçe bakımından başından sonuna  kadar bir durgunluk hâkim olmuş, 16  asırdan günümüze kadar Türkçe gramer  şekilleri bakımından belirli hiçbir gelişme kaydetmemiştir  
 
 
 Osmanlıca’yı batı Türkçe’si içinde bilhassa Türkiye  Türkçe’sinden ayrı bir devre hâlinde tutan şey onun dış yapısıdır
  İç yapı, yani  Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçe’sinden farklı bulunan Osmanlıca,  dış yapı, yani yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçe’sinden de,  Türkiye Türkçe’sinden de çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası  gösterir  Bu devre Türkçe’nin yabancı unsurlar tarafından tam mânâsiyle istilâ  edildiği, Türkçe’yi Arapça ve Farsça unsurların son haddine kadar sardığı  devredir  
 
 
 Osmanlıca devrinde Türkçe’yi saran bu Arapça ve Farsça  unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim  sahası içinde kalmıştır
  Fakat bu sahada o kadar ileri gidilmiştir ki bütün isim  cinsinden kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören bütün kelime gurupları  Arapça ve Farsça kelimelere ve terkiplere boğulmuştur  Bu müthiş istilâdan fiil  kökleri bile yakasını kurtaramamış, Türkçe’nin basit fiil kökleri yerine Arapça  ve Farsça kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller  kullanılarak Türkçe, bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiil  ile dolmuştur  
 
 
 Fiil dışında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim  muamelesi gören kelime gurupları sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere,  sıfat ve izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim  ve fiil çekimi ile cümle yapısı kalmıştır
  Fakat cümle yapısı da, Türkçe  kalmakla beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamış, birçok defa  esas bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuştur  Hülâsa, Türk  yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve  Farsça’dan meydana gelen üçüzlü, karışık ve son derece sun’î bir dil manzarası  göstermiştir  
 Osmanlıca’nın devreleri
 
 Yabancı unsurların durumu bakımından Osmanlıca içinde üç  devre vardır
  Osmanlıca’nın 15  asrın sonu ile 16  asrın büyük bir kısmını içine  alan ilk devresi Eski Anadolu Türkçe’sinde yazı diline sokulmağa başlayan Arapça  ve Farsça unsurların Türkçe’yi istilâ işinin çok sür’atlendiği devredir  Bu  devre, Osmanlıların İstanbul’a yerleşmesinden sonra kurulan saray hayatı ile  başlamış, bu saray etrafında gelişen edebiyat ve kültür hayatının Arap ve Fars  kültür ve edebiyatının nüfuzu altına girmesi Türk yazı diline bambaşka bir  istikamet vermiştir  
 
 
 Bu devrede Türkçe Eski Anadolu devresindeki duruluğunu  kaybetmiş, yabancı unsurların kesafeti iyiden iyiye artmıştır
  Fakat daha  sonraki asırlara göre henüz nisbî bir sadelik göze çarpar gibidir  Yabancı  kelime ve terkiplerin sayısı ve çeşitleri çok artmakla beraber terkip zincirleri  henüz son haddine varmış değildir  Fakat iyice karışık dil yolunda çok sür’atli  bir gidiş, çok kesif bir hazırlık vardır  Öyle ki devrenin sonu, yani 16  asrın  sonları artık koyu Osmanlıca’nın tam bir başlangıcı hâline gelmiştir  Böylelikle  ilk devir sona ermiş ve Osmanlıca’nın yeni bir devri gelip çatmıştır  
 
 
 Bu devre Osmanlıca’nın ikinci devresi olup 16
  asrın sonundan  19  asrın ortalarına kadar süren devredir ki başlıca 16  asrın sonu ile 17  ve  18  asırları içine alır  Bu devrede karışık dil, koyuluğunun son haddine varmış,  yapısı güç halle Türkçe’ye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça unsurlar  arasında Türkçe unsurlar âdeta görünmez olmuştur  Osmanlıca böylece Türkçelikten  çıkmış bir hâle geldikten sonra nihayet üçüzlü sun’î dilin en yüksek noktasından  aşağıya doğru dönmeğe başlamış ve üçüncü devresine girmiştir  
 
 
 Osmanlıca’nın ayni zamanda son devresi olan bu üçüncü devre,  19
  asrın ortalarından başlayıp 20  asrın başlarına kadar gelen, yani  Tanzimattan 1908 meşrutiyetine kadar olan devri içine alır  Bu devrenin son  örnekleri 1908’den sonra da Cumhuriyete kadar, sür’atle ortaya çıkan yeni yazı  dilinin yanında, gittikçe zayıflayarak bir nıüddet daha devam etmiştir  Bu  üçüncü devre karışık dilin koyuluğunu yavaş yavaş kaybettiği devredir  Osmanlıca  bu devirde zaman zaman çok sun’î bir koyuluk göstermekle beraber umumî olarak  bir çözülme yoluna girmiş durumdadır  Bu çözülme nihayet 20  asrın başlarında  tamamlanarak Osmanlıca’nın hayatı sona ermiş ve Türkiye Türkçe’sine  geçilmiştir  
 
 
 Osmanlıca’nın bu son devrini eskisinden ayıran mühim bir fark  da batıdan gelen yeni mefhumlar dolayısıyla yeni yeni Arapça ve Farsça kelime ve  terkiplerin yazı diline sokulması ve uydurulmasıdır
  Bu hususta bazen çok sun’î  hareketler olmuş, lügat kitaplarına bakarak yazı yazanlar bile çıkmıştır  Fakat  umumiyetle terkipsiz Türkçe’ye gidiş temayülleri artmıştır  Eski devirde de koyu  Osmanlıca’nın yanında görülen oldukça sade dil örnekleri bu son devrede umumî  yazı dilinin yanı sıra sayılarını çok arttırmışlardır  
 Bu devrenin sonları ise Türkçe’nin aydınlığa çıkışının açık  müjdeleri ile doludur
  Öyle ki bu devir eserlerinin bir eli Osmanlıca’da, bir  eli Türkiye Türkçe’sindedir  Değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı,  daha doğrusu meyvelerini verdiği için, artık dili bazen Osmanlıca, bazen Türkiye  Türkçe’si, veya önce Osmanlıca, sonra Türkiye Türkçe’si olan şahıslar görülür  Hülâsa Osmanlıca’nın sonlarında yazı dili yabancı unsurlar ve terkiplerden  sür’atle temizlenmiş, böylece 20  asrın başlarında terkipli karışık dil tarihe  karışarak yerini Türkiye Türkçe’sine bırakmıştır  
 Nazım dili, Nesir dili
 
 Osmanlıca’nın, kendi içinde yukarıda gördüğümüz şekilde üç  devreye ayrılan uzun tarihi boyunca, nazım ve nesir sahasındaki görünüşü  birbirinden farklı olmuştur
  Bu fark, bir yabancı unsurlar, bir de cümle yapısı  bakımından nazım ve nesir dili arasında görülen ayrılıktır  Şiirin, bilhassa  divan şiirinin muhteva ve şekil bakımından muayyen Ölçülere bağlı bulunması  nazım diline de tesir etmiş ve Osmanlıca’da umumiyetle tek bir çeşit nazım dili  oluşmuştur  
 
 
 Buna karşılık Osmanlıca içinde ilmi ve didaktik eserlerde  ayrı edebi eserlerde ayrı bir nesir dili kullanılmıştır
  ilmî nesir dili bir  dereceye kadar sade ve basit bir dil, edebî nesir dili ise çok aşırı ve sun’î  bir şekilde yabancı unsurlarla dolu, secili ve kelime gurubu silsilelerinden  örülmüş bir dildi  Bu iki çeşit nesir dili Osmanlıca’da daima yan yana  yürümüştür  Burada şu noktayı belirtelim ki adî nesirde edebî nesre göre bir  sadelik ve basitlik vardı, yoksa umumî olarak o da yabancı unsurlarla dolu  karışık bir dil, bir Osmanlıca idi  İşte umumiyetle bir çeşit olan nazım dili  ile iki çeşit olan nesir dili yabancı unsurlar ve cümle yapısı bakımından  Osmanlıca içinde farklı bir durumda bulunmuşlardır  
 
 
 Yabancı unsurlar bakımından Osmanlıca’nın ilk devresinde  nazım ve nesir dili aşağı yukarı birbirine yakındır
  yabancı unsurlar her  ikisinde de çoğalmıştır  Daha çok nazım dilinde görülen terkipler, eski  basitliğini muhafaza etmekle beraber bu devirde henüz fazla zincirleme hâlinde  değildir  Umumiyetle nesir dili, nazım diline göre daha sade bir durumdadır  Fakat nazım dili pek değişmediği hâlde nesir dili gittikçe ağırlaşmaktadır  devrenin sonlarında bu gidiş hızlanmış ve nesir dili nazım diline göre çok ağır  bir dil hâline gelmiştir  
 
 
 Osmanlıca’nın en koyu devri olan ikinci devrede ise bu  koyuluk hem nazımda, hem nesirde görülür
  Fakat nesirde çok aşırı bir  durumdadır  Nazım dili ise eskiye göre o kadar ağırlaşmamış ve nesir dilinin  yanında oldukça sade kalmıştır  Nazım dilinde eski basit terkipler yerini  üçüzlü  dördüzlü ve daha geniş zincirleme terkiplere bırakmış nesirde ise  ağırlık ve koyuluk içinden çıkılmaz bir hâle gelmiş, bilhassa edebî nesir Türkçe  olmaktan büsbütün çıkmıştır  Üçüncü devrede ise nazım ve nesir dili birbirine  yine yakındır ve her ikisinde de nisbî bir sadeliğe gidiş vardır  
 
 
 Bu gidiş devre boyunca nesirde daha süratli olmuş, nazımda  ise, koyu Osmanlıca devrinde divan şiirinde de tek tük olarak görülebilen sade  örnekler gittikçe artmakla beraber, bol yabancı unsurlu ve terkipli dilden  kurtulmak daha güç olmuştur Devre bittikten sonra sonra da Osmanlıca’nın Türkiye  Türkçe’si içine taşmaları daha çok nazım dilinde olmuş ve daha sonra tarihî  hatıra olarak verilen tek tük Osmanlıca örnekler de hep nazım sahasında  kalmıştır
  Bu arada Türkçe’nin yakasını en geç bırakan eski dilin resmî  muhaberede ve mevzuatta kullanılan köhne nesir dili olduğunu da unutmamak  lâzımdır  Türkçe bugün bile yakasını bu kırtasiye dilinden tamamıyla  kurtaramamıştır  Fakat bu, adî nesrin her devirde ağır olan çok hususî bir  koludur ve umumî nesir diline ayak uyduramamasının fazla bir kıymeti  yoktur  
 
 
 Osmanlıcanın nazım ve nesir dili asıl, yabancı unsurlar  bakımından değil, cümle yapısı bakımından birbirinden çok farklı bir durumdadır
  Divan şiirinde mânânın bir beyitte tamamlanması, bir beyit dışına taşmaması  kaidesi Türk cümlesinin yapısı için çok hayırlı olmuştur  Zira mânânın bir  beyitle tamamlanması demek, bir beytin hiç değilse bir cümle olması, bir  cümlenin en çok bir beyit uzunluğunda bulunması demektir  Gerçekten divan  şiirinde her beyit en çok bir cümleden, birçok defa da birden fazla cümleden  müteşekkil olmuştur  Bu suretle Osmanlı şiirinde cümleler daima kısa, unsurları  sade ve yerli yerinde Türk cümleleri olarak kalmış, nazım dilinde Türkçe cümle  yapısı Türkçe’nin bütün tarihi boyunca hiç değişmemiş bulunan normal  karakterlerini muhafaza etmiştir  
 
 
 Osmanlıca’nın bütün tarihi boyunca şiirde Türk cümlesi  karşımıza daima sağlam olarak çıkar
  Buna karşılık Osmanlı nesrinde Türk cümlesi  tam bir perişanlık içindedir  Bu bakımdan nazım dilinin daima Türkçe kalabilmiş  olmasına karşılık nesir dili çok az Türkçe olabilmiştir Çünkü nesirde şiirdeki  gibi belirli bir ölçüye sığmak mecburiyeti yoktur  Nesir, cümle unsurlarının tam  bir serbestliğe kavuştuğu sahadır  Cümlenin bir bütün teşkil eden yapısını  bozmadan o unsurları istenildiği kadar genişletmek mümkündür  İşte cümle  unsurlarının nesir dilindeki bu serbestliği Osmanlıca’da tam bir başıboşluk  hâline gelmiştir  
 
 
 Yani, nesir dilindeki serbestlik istismar edilerek, bilhassa  gerundium ve edat guruplarında olmak üzere, cümle unsurlarının çerçevesi de,  sayısı da gelişigüzel bir şekilde genişletilmiş, bu yüzden uzun uzun cümleler  içinde cümle unsurları, aralarında çok defa yanlış bağlar kurulmuş olarak bir  araya getirilmiştir
  Bu suretle Türk cümlesinin sağlam yapısı Osmanlı nesrinde  umumiyetle bozulmuş ve cümleler çok defa büyük bir kelime yığınından ibaret  kalmıştır  Cümle unsurları genişledikçe, cümle uzadıkça hâkim olmak güçleşir,  Cümle büyüyünce hâkimiyeti elden kaçırmamak için dili iyi bilmek, onun  kaidelerini iyice hazmetmiş olmak, onun yapısını teşkil eden örgü karşısında tam  bir hassasiyete sahip bulunmak lâzımdır  Üç dilli bir dil olan Osmanlıca’da ise  yazıcılar maalesef Türkçe’yi incitmeyecek bir nesir diline sahip  olamamışlardır  
 
 
 Bunda Osmanlıca’nın karışık dil olmasının çok büyük bir rolü  vardır
  Bu karışık dilin öğretimi sırasında esas emek ve dikkat daima Arapça ve  Farsça üzerinde toplanarak Türkçe ihmal edildiği gibi, yazı yazarken de Arapça  ve Farsça terkipler yapmak hevesi Türkçe’ye itina etmeğe vakit bırakmamıştır  Bu  hususla, Türkçe’ye çevrilirken cümle unsurları Türk cümlesine uygun bir sıraya  konmadan yerli yerinde bırakılan Arapça ve Farsça’dan yapılmış tercümelerin de  çok tesiri olduğunu unutmamak lâzımdır  Hülâsa, Osmanlıca’nın nesir sahasında  Türkçe, bünyesine aykırı bir yapıya sahip cümlelerle bozuk düzen bir yazı dili  manzarası göstermiştir  Bu bozuk düzenliği en çok Osmanlıca’nın ikinci  devresinde görüyoruz  ilk devrede tercüme tesiri çok hissedilmekle beraber Eski  Anadolu Türkçe’sinden devralınan nesir dilinde cümle yapısı oldukça sağlamdır  Fakat ikinci devrede bu yapının Türkçe olan tarafı kalmamıştır  denilebilir  
 
 
 Cümle yapısındaki bozukluğun nisbeti ise yabancı unsurların  derecesi ile cümle uzunluğuna göre değişik olmuştur
  Yabancı unsurları fazla ve  cümleleri uzun olan yazılarda bozukluk çok olmuş, oldukça sade ve kısa cümleli  olan yazılarda ise daha az olmuştur, Osmanlıca’nın son devrine gelince, bu  devrede nesir dilinin kısa zamanda Türkçe cümle yapısına kavuştuğunu  görmekteyiz  Tanzimatla beraber nesirde artık Türk cümlesi sağlam bir yapıya  sahip olmuştur  
 
 
 Bu devir cümleleri, eskisi kadar olmamakla beraber, yine bir  hayli uzun olmuşlar, fakat yapılan Türkçe’ye aykırı düşmemiştir, Arada sırada  bozuk cümlelere rastlanmakla beraber umumî olarak nesir dilinde cümle yapısının  büyük bir selâmetle çıktığı açıkça görülmektedir
  Bu devrede nazım dilinde ise  cümleler eskisinden daha fazla uzun olmak yoluna girmişlerdir  
 
 
 Yeni edebiyatla beraber mânânın bir beyitte tamamlanması  mecburiyeti ortadan kalkınca bir cümle icabında bir kaç mısra içine yayılmış,  böylece bilhassa devrenin sonlarına doğru uzun nazım cümleleri ortaya çıkmıştır
  böylece cümlelerde nadir olarak bazen yapı sakatlıkları görülmekle beraber,  Osmanlıca’nın bu son devresinde de, cümleler biraz uzadığı hâlde umumî olarak  nazım dilinin cümle yapısı her zamanki gibi sağlam kalmış böylece Osmanlıca’nın  ömrü tamamlandığı zaman Türk cümlesi hem nazım dilinde, hem nesir dilinde  Türkiye Türkçe’sine sağlam bir yapı ile girmiştir  
 Türkiye Türkçe’si
 
 Türkiye Türkçe’si Batı Türkçesinin üçüncü devresidir
  Bugün  de devam etmekte olan bu devre, 1908 meşrutiyetinden sonra başlar  Bu yeni  devrenin 1908 meşrutiyetinden sonra başlayan ve Cumhuriyete kadar devam eden ilk  safhası Türkiye Türkçesinin başlangıç devri mahiyetindedir bu kısa devirde çok  süratli bir şekilde ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında Osmanlıca henüz  tamamıyla sahneden çekilmiş değildir  Fakat lam manasıyla son günlerini  yaşamakta ve umumi dil olmaktan çıkarak muayyen kalemler tarafından tutulmağa  çalışılan hususî bir dil durumuna düşmüş bulunmaktadır  
 
 
 Hâsılı bu devir
  Osmanlıca’nın son örnekleri ile Türkiye  Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana bulunduğu devirdir, Osmanlıca’nın bu son  örneklerine yeni dil gittikçe fazla sokulduğu gibi, yeni dilin ilk örneklerinde  de bazı Osmanlıca unsurlar, eskimiş bazı kelimeler, bazı terkipler  görülmektedir  Yukarıda da söylediğimiz gibi değişiklik bir neslin hayatı içinde  ortaya çıktığı için Osmanlıca’dan yeni dilin ilk örneklerine bu şekilde ufak  tefek taşmalar olmuştur  Fakat yeni dil bu küçük taşmalardan bu ilk devre içinde  kendisini süratle kurtarmış, temiz Türkçe’nin sayısız örneklerini vererek  Osmanlıca’yı kısa zamanda gerilerde bırakmıştır Öyle ki Cumhuriyet deri  başlarken Osmanlıca artık çoktan ölü bir dil hâline gelmiş ve yazı dilinin bütün  ufukları Türkiye Türkçe’sine açılmış bulunuyordu  
 Türkiye Türkçesini Osmanlıca’dan ayıran başlıca hususiyet  onun yabancı unsurlar karşısındaki durumudur, Dilin iç yapısı, yani Türkçe  bakımından Batı Türkçesinin bu iki devresi arasında bir devre farkı olmadığını,  bu iki devrenin yabancı unsurlar bakımından ayrı devreler teşkil ettiğini  yukarıda da açıklamıştık
  Yabancı unsurlar bakımından bu iki devre arasında  gerçekten çok büyük bir fark vardır  Bu farkın en ehemmiyetli tarafı terkipler  bakımından olan ayrılıktır  Türkiye Türkçe’si terkipsiz Türkçe’dir  
 
 
 Türkiye Türkçesinin en belirli vasfı budur
  Bu bakımdan  Türkiye Türkçe’si Bütün Türkçe’nin en temiz devridir, Az ve basit olmakla  beraber Eski Anadolu Türkçe’sinde yabancı terkipler vardı  Osmanlıca tam  mânâsıyla terkipli dil demektir  Türkiye Türkçe’si ise Türk yazı dilinin bu  Arapça, Farsça terkiplerden kurtulmuş olduğu mesut devridir  Bir dil, yabancı  bir dilin tesirinde kalabilir, Bu tesir, lügat hazinesinde  yani kelime  sahasında kaldığı müddetçe ne kadar aşırı olursa olsun dil için bir tehlike  teşkil etmez  Fakat kelime sahasını aşar ve kelime guruplarına, cümle sahasına  el atarsa dilin yapısı tehlikeye girer  dilin gidişi çığırından  çıkar  
 
 
 Dilin, yapısını ayakta tutabilmek üzere bunlara mukavemet  edebilmesi için çok sağlam bir bünyeye sahip bulunması lâzımdır
  Osmanlıca’da  Türkçe’ye korkunç bir nisbette karışan Arapça ve Farsça terkipler de bu şekilde  kelime sahasında kalmayan, cümle sahasına giren yabancı unsurlardı  Türkçe’nin  bünyesi çok sağlam olduğu için bunlara asırlarca mukavemet edebilmiş ve zamanı  gelince onlardan kolaylıkla silkinerek kendi yapısı ile baş başa  kalmıştır  
 
 
 Fakat bu yabancı unsurlar onun ifade kabiliyeti için çok  zararlı olmuşlar, onun gelişmesine asırlarca çelme takmışlardır
  İşte Türkiye  Türkçesini Osmanlıca’dan ayıran en büyük vasıf, onun bu şekilde terkipsiz Türkçe  olmasıdır  Bu sebeple Osmanlıca’nın sonları ile Türkiye Türkçesinin başlarında  karşımıza çıkacak örnekleri de bu kıstasa göre ayırmak icap eder  Elimizdeki  örneğin dili, terkipsiz ise Osmanlıca, terkipsiz ise Türkiye  Türkçe’sidir  
 
 
 Türkiye Türkçe’si terkipler dışındaki yabancı unsurlar  bakımından da Osmanlıca’dan çok farklıdır
  Bir kere Türkiye Türkçe’si  Osmanlıca’daki yabancı çekim edatlarından, Arapça, Farsça çokluk yapmak gibi  yabancı kaidelerden de kurtulmuştur  Sonra yabancı kelime sayısı büyük ölçüde  azalmış ve azalmaktadır  Fakat, bir kısmı konuşma diline de yerleşmiş olduğu  için, Türkiye Türkçe’sinde bugün hâlâ pek çok Arapça ve Farsça kelime  vardır  
 
 
 Bu hususta Türkiye Türkçe’si Batı Türkçesinin en temiz devri  değildir
  Osmanlıca ile mukayese edilemeyecek kadar temiz bir durumda olmakla  beraber, Eski Anadolu Türkçe’sinden daha çok yabancı kelime ihtiva etmektedir  Demek ki Türkiye Türkçe’sinde yabancı unsur olarak yalnız çok sayıda Arapça,  Farsça kelimeler kalmıştır  Bu arada bazı terkipler de görülür, fakat bunlar tek  kelime muamelesi gören klişeleşmiş şeyler olup, sayıları da çok azdır  Türkiye  Türkçesinin diğer devrelerden bir farkı da batı dillerinden bazı yabancı  kelimeler almış olmasıdır  
 
 
 Türkiye Türkçe’sinde cümle yapısı da büyük bir aydınlığa  kavuşmuştur
  Bu devrede Türk cümlesi eski devrelerdeki karışık ve mânâsız  uzunluğun dan kurtulmuş, kısa, derli toplu yanlışsız cümle hâline  gelmiştir  
 
 
 Osmanlıca’dan Türkiye Türkçe’sine geçiş, yazı dilini konuşma  diline yaklaştırmak suretiyle olmuştur
  Osmanlıca, konuşma dilinden çok  uzaklaşmış derece sun’î bir yazı dili idi  Türk yazı dilini daima temiz kalan  konuşma diline yaklaştırınca yazı dili kolaylıkla Türkçe’yi bulmuş ve sun’i  Osmanlıca tarihe karışmıştır  Esasen Türkçe’ye sokulmuş olan yabancı unsurlar  Arapça, Farsça gibi gerek menşe, gerek yapı bakımından Türkçe ile hiç ilgisi  bulunmayan bir Sâmi, bir Hind-Avrupa dilinden gelme idi  
 
 
 Bu sebeple bu unsurlar Türkçe’nin bünyesi içinde daima  yabancı kalmış ve büyük sun’iliğe dayanan iğreti durumlar, yazı dili konuşma  dili kaynağına dönünce çabucak sarsılarak üçüzlü sun’î dil en kısa zamanda  yıkılıp gitmiştir
  Yazı dili konuşma diline yaklaştırılırken tabiî öteden beri  kültür merkezi olarak Türkçe bakımından esasen yazı dilinin dayandığı konuşma  diline sahip bulunan muhitin dili, yani İstanbul Türkçe’si esas alınmıştır  Bu  sebeple bu gün Türk yazı dili yani Türkiye Türkçe’si hemen hemen İstanbul  konuşma dilinin, İstanbul Türkçesinin aynidir  Yazı ve konuşma dili olarak ikisi  arasındaki fark en aşağı bir derecededir  
 
 
 Hülâsa, ana çizgileri ile başlıca vasıflarını belirttiğimiz  Türkiye Türkçe’si bugün tam bir özleşme, güzelleşme gelişme hâlindedir
  Batı  Türkçe’si bu son devre ile çok hayırlı bir yola girmiş ve Türk yazı dilinin  bütün gelişme ufukları açılmıştır  Kuvvetli bir yazı dili olmak üzere gelişme  yoluna giren Türkiye Türkçesinin yürüyüş hızı devre boyunca memnunluk verici bir  seyir göstermiş  1928’de eski harflerin terk edilmesinden sonra ise büsbütün  artmıştır  Bu devirde son zamanlarda bile arada sırada Osmanlıca bazı şiirler  yazıldığı da görülmektedir  Fakat ölü dille yazılmış olan bu bir kaç şiir  şüphesiz ancak tarihi birer hatıradan ibarettir  
 Netice
 
 Bütün bu yukarıdan beri söylediklerimizi toparlayacak  olursak, demek ki Batı Türkçe’si kendi içinde birbirini takip eden ve birbirini  geçmiş bulunan üç devreye ayrılmaktadır
  Bu devrelerin birincisi olan ve iki  asır devam eden Eski Anadolu Türkçe’si Selçuklular, Anadolu beylikleri ve ilk  Osmanlıların yazı dilidir  İkinci devre İstanbul’un fethinden Osmanlı  İmparatorluğunun sonuna kadar imparatorluğun yazı dili olarak beş asra yakın bir  Ömür sürmüş bulunan Osmanlıcadır  Üçüncü devreyi teşkil eden Türkiye Türkçesinin  hayatı ise henüz yarım asrı geçmemiştir  Yani, Osmanlıca Batı Türkçesinin en  uzun devresidir  
 
 
 Bu uzun devre Batı Türkçesinin ayni zamanda en güç devresidir  de
  Bu devir metinlerin üzerine eğilirken üçüzlü yazı dilinde Türkçe’den başka  iki yabancı ortağın gerekli kaidelerini de bilmek lâzımdır  Türkçe’ye kendi  kaideleri ile girmiş bulunan bu yabancı unsurlar, bir taraftan Eski Anadolu  Türkçe’sinde görünmeğe başlamış olduğu, diğer taraftan, kelime hâlinde de olsa,  Türkiye Türkçe’sine de taşmış bulunduğu için bir dereceye kadar Osmanlıca’dan  önceki ve sonraki devreleri de ilgilendirirler  
 
 
 Osmanlıca’daki Arapça, Farsça unsurların mahiyetini öğrenmek  ilk ve son devrenin yabancı unsurlarını da yakından görüp bilmek demektir
  Yani,  Osmanlıca’nın yabancı unsurlarını kavramakla bütün Batı Türkçesinin yabancı  unsur durumu aydınlığa çıkmış olur  Türkçe bakımından ise Osmanlıca Türkiye  Türkçe’sinden farklı olmadığı gibi, Eski Anadolu Türkçe’sine de bağlıdır  Bu  yüzden onun Türkçe cephesini ele alırken Türkiye Türkçe’si ile Eski Anadolu  Türkçesini de ele almış oluruz  Hülâsa, Batı Türkçesinin en karışık ve güç devri  olan Osmanlıca’nın iç ve dış yapısını incelerken yalnız onun hudutları içinde  kalmayarak bütün Batı Türkçesini göz önünde bulundurmak lâzımıdır  
 Muharrem ERGİN
 
 
 
 |