| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Türk Dil İnkilabına Emek Verenler 
 
              A
  Dilâçar 
 
 (22 Mayıs 1895 -12 Eylül 1979)
 Türkçeye ve Türkiye’ye tutkun bir bilgindi
  Atatürk’e, Türk Devrimine yürekten bağlıydı; anadili Türkçe olanların kimisi de Türkçeyi onun gibi sevseydi, Dil Devriminin önüne dikilmezlerdi  Dilâçar, yazılarına çoklukla “A  Dilâçar” diye imza atardı; kimilerinin sandığı gibi, Ermeni olduğu ve “Agop”u kullanmaktan sakındığı için değil  Dilâçar soyadını ona Atatürk vermişti; kendi deyişiyle bu soyadı, onun gerçek adıydı  Bu adı yaşamı boyunca Atatürk ve Türkçe sevgisiyle birlikte taşımış; Atatürk’ün isteği üzerine üstlendiği Türk Dil Kurumu’ndaki “başuzman” sanını onurla korumuştur  TDK’de birlikte çalıştığı genç dilciler onun ağzından şu tümceyi sıklıkla duymuştur: “Yaşamım burada, Türk Dil Kurumu’ndaki masamda bitsin isterim  ” Yazık ki bu isteği gerçekleşmedi; 1979 yazında dinlenmek için gittiği İstanbul’un Büyükderesinde hastalandı
  Cerrahpaşa Hastanesine kaldırıldı ve 12 Eylül 1979’da 84 yaşındayken öldü  Babası Kayserili, annesi Yozgatlıdır
  Dedesi Kayseri’de tanınmış bir tüccardır; dedesinin isteğiyle İstanbul’a taşınırlar  [u] Agop Martanyan, 22 Mayıs 1895’te İstanbul’da, Büyükdere’de doğmuştur  Dilâçar’ın çocukluğu Büyükdere ile Gedikpaşa arasında geçer  Annesinden Ermeniceyi öğrenir, ilköğretimine İngilizce öğretim yapan bir Amerikan okulunda başlar, ortayı da orada bitirir  Bu sırada İngilizcenin yanı sıra Rumca ve İspanyolca ile tanışır  Okulunun haftalık dergisinin sorumluluğunu taşımakta, basım yayım denemeleri yapmaktadır   1910’da Amerikan (Robert) Koleje başlar
  Çok okuyan, araştıran bir öğrencidir: Latince, Yunanca, Almanca öğrenmek için çabalamaktadır  Okulun yabancı öğrencileriyle yakın ilişkiler kurarak onların dilini de bildiklerine eklemeye başlar  Rusça ve Bulgarca ile ilgili ilk bilgileri bu yolla edinir  Bu arada okulun bütün seçmeli derslerini alan tek öğrencidir  Bitkibilim, yerbilim, madencilik gibi alanları da merak etmesi, dahası yalnızca kız öğrencilere verilen yemek derslerine bile girmesi öğretmenlerini şaşırtmaktadır  Bu çalışmaları, onun ileride başarılı bir ansiklopedici olacağının muştucusudur  Genç Agop, yaşıtlarını türlü toplumsal etkinliklere yönlendirmekte, çoğu kez etkinliklerin düzenleyicisi olmakta, bu arada Türkçeye ilgisi yoğunlaşmaktadır
  Türkçe dersine duyduğu bu sıcak ilgide öğretmeni Tevfik Fikret’in payı büyüktür  Fikret’in dersini sürekli izleyen üç öğrenciden biridir  Türkçe dersine olduğu gibi öğretmenliğe de sıcak bakmaya başlar   Robert Koleji, “Nevyork Bilim Ödülü”nü alarak bitirir (1915); okulu bitirdiğinin ikinci günü askere alınır
  Osmanlı İmparatorluğunun, Birinci Dünya Savaşına katılan yedek subaylarından biri olarak Diyarbakır’daki 2  Orduya gönderilir  Buradan Kafkas Cephesine gider, bir çatışmada yaralanır; cephede gösterdiği başarıdan dolayı madalya ile ödüllendirilir  Savaştaki çatışmaların durulduğu bir sırada Alman subaylara Türkçe öğretmeye başlar  Yabancı subayların elinde J  Németh’in “Türkische Grammatik”i vardır; bu yapıt Agop’un da ilgisini çeker  Bu sıradaki Sovyet Devriminin (1917) etkisiyle dersler tavsar, azınlık subayların kimisi doğudaki cephenin gevşemesinden yararlanarak savaştan kaçmaktadır  Bu subayların kaçışını önlemek için onların Güney Cephesine gönderilmesi düşünülür; Agop da Güney Cephesinin yolunu tutar  O, üstlerince sevilen disiplinli bir askerdir; bu nedenle ona “mevcutlu gönderme” yöntemi uygulanmaz  Ama yanına verilen erlerin bir kısmı Halep’e ulaştıklarında, onu yalnız bırakarak geri dönerler  Bir Osmanlı subayı olarak ülkesinin başındaki belaları gören Agop’un bu işe çok canı sıkılır
  Asteğmen Agop’u derinden yaralayan, Mustafa Kemal’in komutasındaki 7  Ordunun karargâhına vardığında, Kafkas cephesinden gelen, madalyalı onurlu bir asker olarak değil de “casus” kuşkusuyla Mustafa Kemal’in karşısına çıkarılması olur  Bu suçlamanın nedeni, Halep’teki tutsak bir İngiliz subayıyla İngilizce konuşmasıdır   Mustafa Kemal’in karşısına yanındaki süngülü bir erle çıkarıldığında üstünde bululan “tabancası, ilmühaber” ve bir “kitap” kendisini getiren yüzbaşının elinde durmaktadır
  Paşa sorar, “Sen niye kaçmadın?” Agop, birden sinirlenir  “Kaçmadığıma teessüf ediyorum  Ben bu vatan için kan dökmüşüm, bu madalya sahte değil  Kafkas cephesinden kaçmayan, herhalde Şam sokaklarından kaçacak değildir! Emir buyurun süngüyü çıkarsınlar  ” Mustafa Kemal, özenli davranır, Agop’un yanındaki ere süngüsünü çıkarmasını söyler
  Agop’un üstünden çıkanlar masanın üstüne konur  Agop kitap hakkında Mustafa Kemal’e bilgi verir  Bu kitaptaki kimi bilgileri saatlerce tartışırlar  Agop’un Türkçeye ilişkin açıklamaları ve kitabın Latin harfleriyle yazılmış olması Mustafa Kemal’i etkiler  Çünkü ilk kez Türkçenin Latin harfleriyle yazılışını görmüştür  Kitapta geçen “kaba Türkçe” tanımlamasından da rahatsız olur  Savaş bitince Dilâçar Sofya Üniversitesinden çağrı alır ve eşi Meline Hanımla birlikte gider
  İstanbul’daki bir Ermeni gazetesine Türkçeyle ilgili ilginç yazılar göndermektedir  Bu yazıların Türkçeye çevrisini okuyan Atatürk, yazarı tanıdığını anımsar  Bu sırada 1  Türk Dili Kurultayı için hazırlıklar yapılmaktadır  Dilâçar da kurultaya çağrılır, bildiri sunar  Dilâçar, kurultay bitince İstanbul’a yerleşir
  Dolmabahçe Sarayında Atatürk’ün masasındaki dil tartışmalarına katılmakta, bir yandan Türkçenin eski değerlerini araştıran yazılar yazmakta, bir yandan da çeşitli okullarda ders vermektedir  2  Türk Dili Kurultayındaki bildirisi de ilgiyle karşılanır  Bu bildiri yaşamının yönünü değiştirmiştir  Çünkü bu kurultaydan sonra artık TDK’nin başuzmanıdır  Türk Dil Kurumu’ndaki yeni görevine başlamak için Ankara’ya taşınır (1934)
  Bu tarihten sonra Dilâçar, hep övünçle söylediği gibi Ankaralıdır  Gündüzleri erken saatlerde TDK’deki işinin başındadır, geceleri çoğunca Çankaya Köşkünde Atatürk’ün düzenlediği dil toplantılarına katılmaktadır  Yazları da aynı toplantılarda bulunmak üzere İstanbul’a gider  Bu toplantılarda özellikle yabancı sözcüklerin kökenlerine ilişkin ayrıntılı, belgelere dayalı bilgiler sunmaktadır  Dilâçar yalnızca sözcüklerin kökenlerine değil, o yıllarda Atatürk’ün çok ilgisini çeken Güneş Dil Kuramına ilişkin de çok yönlü araştırmalar yapmaktadır
  Atatürk ona var olan görevlerinin yanı sıra başka bir iş daha önerir  1936’da açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde “genel dilbilim, dilbilim tarihi” dersleri verecektir  1938’de Atatürk’ün ölümü onu çok sarsar
  Atatürk’ün verdiği görevleri, dil tutkusunu yaşatmak için işlerine dört elle sarılır  Fakültedeki dersleri sürerken Türk Ansiklopedisinin danışmanlığını da üstlenir  1950’de DTCF’deki görevi sona erer, yalnızca TDK’ye ve ansiklopediye emek verir  TDK’deki yabancı dille yapılacak bütün yazışmaları üstlenmekte, yabancı dilcilerle iletişim kurmakta, TDK kitaplığının zenginleşmesi için yerli yabancı bütün yayınları izlemekte, bu arada Türkçenin ve lehçelerinin gelişimi üzerine, tüm dilcilerin bakış açısını genişleten bilimsel yazılar yazmaktadır   Dilâçar’ın ortaya koyduğu görkemli yazılar, yapıtlar Türkçeyle ilgili çalışma yapanlar için sonsuza dek temel kaynak olacaktır
  Yalnızca Dil, Diller ve Dilcilik adlı yapıtının bile aradan geçen bunca zamanda hâlâ bütün dilbilimcilerin temel kaynaklarından olduğu unutulmamalıdır  Buraya aktardığımız üç yazısı, Atatürk’ün dil sevgisine ve çalışmalarına tanıklık etmiş bir bilginden, genç kuşaklara önemli bir kalıttır  Özellikle Güneş Dil Kuramı için, belgeye dayanmayan türlü savların yeniden gündeme getirildiği 2000’li yıllarda “Atatürk ve Türkçe” adlı yazısı önemli bir kaynaktır  Dilâçar’ın düşünceleri, yapıtları, dil ve yurtseverliği, Türkçeye ve devrime verdiği emek, bugün de hepimize örnek olmaktadır
   Onu saygıyla anıyor, Türkçeye verdiği emeğin ve yapıtlarının gelecek kuşaklar için de yol gösterici olacağına inanıyoruz
  
 
 
 [u] Dilâçar’ın yaşamöyküsü, büyük ölçüde, değerli Dilci Kaya Türkay’ın hazırladığı, Türk Dil Kurumu’nun Türk Diline Emek Verenler Dizisi içinde, 1982’de yayımlanan A
  DİLÂÇAR adlı yapıttan aktarılmıştır  
 KİTAPLARI
 DİLÂÇAR, A
  ; Les bases Bio-Psychologiques de la Theorie Güneş Dil, İstanbul 1936, 16 sayfa  DİLÂÇAR, A
  ; Devlet Dili Olarak Türkçe, TDK Yayını, 1962, 24 sayfa   DİLÂÇAR, A
  ;Thomsen, TDK Yayınları, 1963, 40 sayfa  DİLÂÇAR, A
  ; Türk Diline Genel Bir Bakış, TDK Yayını, 1964, IX+270 sayfa  DİLÂÇAR, A
  ; Türkiye’de Dil Özleşmesi, TDK Yayınları, 1965, 37 sayfa  DİLÂÇAR, A
  ; Dil, Diller ve Dilcilik, TDK Yayını, 1968, XII+349 sayfa   DİLÂÇAR, A
  ; Kutadgu Bilig İncelemesi, 900  Yıldönümü Dolayısiyle, 1972, 203 sayfa  DİLÂÇAR, A
  ; Anadili İlkeleri ve Türkiye Dışındaki Başlıca Uygulamalar, TDK Yayınları, 1978, 53 sayfa   
 
 
 |