Prof. Dr. Sinsi
|
Yar Elinde Küle Dönüşecek Bir Yüreğin Siparişi Verildi Geceden
Tesadüf  
Dibi delinmiş dünyanın  Burcu burcu göz yaşı  Yarelendik  
Bir sisin olağanca karanlığına parelendik  Daldıkça koca dehliz, daldıkça ateşten hareler  Bitti denilen umutların peşinde, “son bir defa” daha dilendik Nefeslendik ! İstiyorduk bir taze huzur, bir tatlı göz (y)aşı  Gözleri gülen bir yare harelendik  
Dil uzatılıyordu görkemli mabetlerimize  Oysa eksik mutluluklarımız vardı ve ben eksik bir grafikte mutluydum  Tılsımlı bir göz yaşı değince avuçlarıma, kan birikti sanıyorlardı  Bayram oluyordu onlara  Oysa mutluydum  
Peki neydi tesadüflerimiz, an’ı gelince yeşeren yakarış ağacımı? Sözün sessizliği neydi; iç konuşmalarım mı?Ya da bir karanlığın ürkekliği mi? 
Sınanıyorduk bilinmedik bir seslenişte 
Kaç umut daha aç kalacaktı, kim bilir? Eteğimden dökülen kirli gözler, dizimde ağrı oluyordu  Hangi akşama sığınsam, gün ağarıyordu  Gün ışığında an-be-an açıkta kalıyordu korkularım Saklanabildiğim kadar saklanıyordum ben , çarşaf altlarında, vitrin köşelerinde  Unutuyordu(m) hatırladıklarımı  Başımı çarpıp yer yüzüne,hafızamı kaybedip, savunuyordum kendimi; “Sorumlu değilim sözlerimden, yaptıklarım bana ait değil  ”
Sadece sen vardın “güzel olan”  Bir tek sen 
Kimliğini çıkaramadığım, hatırlasam canımı yakar sandığım, tüm gücümle hatırlamaya çalıştığım sendin  Sadece güzel olan sen  “Yolculuklarımda yalnızlığım, bir bilinçaltı, bir hayal, bir hayat kaybı, bir tesadüf işte  ”diyebildiğim, sen vardın  Sislerin ardından yarıpta karanlığı, elimden tutacak olan ansızın, yine sen  Sadece güzel olan sendin diyordum, bir tek sen  
Kötü kalpli insanların düzmece fiyaskolarına rastladım  Sahi neydi mutsuzluktan mutluluk çıkardıkları? Bırakıp gittikleri mi?Gitmesini zorunlu kıldıkları mı? Ardındaki zevk-i sefa  Akıtmaz mıydı gidene yüreğinden bir dökümlük kanı?  Sızı olmaz mıydı hiç,onun yüreğinden akıttıkları?  
Gece güne değmeden önce söyleyeceklerim var  
Gündüzden önce uyanmak başkadır Gecenin o bitmeyen uğultusu içinde, rüzgarın ağaç yapraklarıyla seyri bir başka  Bir tek dalın bile kıpırdamadığı bu günlerde, gündüzle gece arası o tek anda bir ılık rüzgar eser ya, işte ondan bahsediyorum
Tüm şer kırıntıları gecenin karanlık kuşağında asılı kalmıştı Ben günden önce uyanmıştım; bir hafiflik ve ince, hoş bir yalnızlık düşmüştü içime  Kıvamı yerinde; acımın da, yalnızlığımın da, rüzgarımın da  
Keyfime diyecek, öykümeyse söyleyecek söz kalmamıştı Sükutun en derini gelmeliydi acı bitince  Bir hafiflik ki öyle ince, öyle hoş bir sadelikti, ki lügatimde adına “yalnızlık”ta denirdi
İlk kez huzurlu bir gidiş uğurluyordum, huzurlu ölümlere yumuyordum gözümü  Tüm yaşanmışlıkların somurtan yüzüne inatla yaşayamadıklarımdan dövünmüyordum Ölmüyordum bu kez  Rüzgar şiddetleniyordu iç sesimi duydukça 
Ölmüyordum bu kez 
Korkmuyordum  Ölü bir aşk nefesini dualarla soluyordum, sonra uğurluyordum içimden  Terk ediyordum bir bir acılarımı  En sevdiğime “terk ediyordum” acılarımı gizliden gizliye  
Mazot kokulu şehrin iç tabanlarına satıyordum düşsüzlüğümü  İstanbul’un dilinden bir türlü düşmemişti öfkelerim  Anlatıyordu sorgusuz, sualsiz  Kavgalarım bir tatlı tınıyla son buluyordu Bestelenmemiş, nihavent makamında, açıklanmayan o tatlı nameyle aralanıyordu içimin labirentleri  Uyandığımda bir başı aklımda kalıyordu, bir de sonu  Bir rüyaya dönüşüyordu gerçek bildiklerim  
Bir iç sesi savuruyordu dudaklarıma; “boşver diyordu”  “Boşver  ” “Kendine iyi bak, üzülme ve yorulma  Hayat bu  Her şey bitip, çıkınca görüş kabininden; biteceksin  Silineceksin  Tekrar var olacaksın bensizliğinde  ”
Düşündüm, biraz daha geç kalmadan ve gece uyanmamışken  
Ne kaldı? Bir damla gözyaşın kaldı mı kurguladığın koca okyanustan geriye  Kurudu dehliz, öyleyse boşver  Ölüme dönüp sırtını, ölümsüzlüğe aç kollarını  -“Sana geldim” de “son” a  -*
Kilitler açılsın  
Ki yalan değil miydi ölümden başkası?  Bu sarsıntının sonu bir avuç kara topraktan ibaret değil miydi?  Öyleyse neden bu vaktin darağacına asılmalar? Ve neden bunca hüzün nöbetleri? Gülmeyi haram kılıp ruhumuza, kendimizi yaşarken bir ölü toprağına sermekte neyin nesi?
İmtihana tabi tutulan ruhu yönetecek güç nerde? Hesabı sorulmaz mı sanırsınız akıtılan göz yaşlarımızın? Kula kul olmak yoksa (s)özümüzde, artık silkelenip kendine gelmeli  
Kilitler açılsın  Gönül kavgasına son verilsin bu gece  Hiç bir hayal, yalnızlığın pençesinde kıvranmasın   Ölü bir nefesle son bulmasın masallar, kanlı bitmesin  Ardına bakamasın gidenler  Sevinemesin mutsuz edişine  Yar elinde küle dönüşecek bir yüreğin siparişi verilsin yeniden  
Sahte sözlere pahalı bedeller ödendi elbet  
Kes bileğimi acımaz, kanımda mutluluk tufanı var  Özlemlerimin bilincindeyken, karayele direnme gücüm var  Hiç bir sarsıntıya mahal vermeyecek, kağıttan ama taştan dirençli setlerim var  Hiçbir yıkıntıya boyun eğmeyecek ilahi gücün sesine nefesimi verdim bu gece  Yıkılmam  Öyle huzurlu , öyle dingin; bir düşün içinde bir “mutlu son”um var 
Yaralarımızın bir iç çöküşe sahne olmasına bu kez göz yummuyorum Dilimde umutvari yakarışlarla, gönlüme sufle veriyorum  Yar sesimi duysun diye, yar (!) sesini duyuyorum  Yar hangi acıya yaren olmadı ki yüreğime düş/eli, aşk’tan düş! Aşka gel, aşklaş gel bu gece  
Sızılarım diniyor  
Hepimiz bir iç tanığın kurbanıyız  Öyle yakarış dolu, öyle muhafazakar ve öyle tanıklı  Şimdi ona “mutluyum” diyebilmenin şevki var içimde  Hüzün kovan kuşlarına yuva yaptım, göçmesinler bu güz   Kanadına ekleyip yeni bembeyaz gülüşleri, yeni kayıt dışı seferlerde nihayet bulmalı bu düş  
Emanet edip sevgiliye; “gözlerime iyi bak” diyebilmeli, bir son söz  
|