Konu: Medreseler
Yalnız Mesajı Göster

Medreseler

Eski 06-22-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler




KADILIK

Osmanlilar, kendilerinden önceki Islâm devletlerinin geleneklerine uyarak kadi tayininde çok titiz davrandilar Zira Islâmî anlayisa göre adaletle hükmetmek bu dinin en önemli prensiplerinden biridir Bu bakimdan Osmanlilar, herhangi bir kimseyi degil, her yönü ile taninmis ve güvenilir kimseleri bu makama getiriyorlardi Kurulus döneminden itibaren Islâm dünyasinin maruf aileleri bir taraftan Anadolu'ya gelirken bir taraftan da açilan medreseler kaza tarikini ihtiyar edecekleri (kadiligi seçecek olanlari) yetistiriyordu Hatta baslangiçta kaza isinin Islâm an'anesine uygun olarak camilerde görülmesi için Bursa'daki Yesil Câmi ile Yildirim câmileri dâva görülebilecek bir sekilde yaptirilmislardi Nitekim Bursa'daki Yesil Câmi gözden geçirilecek olursa, biraz yüksek olan minberle mihrab arasi namaza, fiskiyenin bulundugu ve nisbeten alçak olan yer dâvacilara, iki tarafindaki odalar da dâvalari görecek olan kadi ve kadiaskerlere tahsis edilmisti

Osmanlilarda kadi nasbi ilk defa Osman Gazi tarafindan, kayinpederi Seyh Edebali'nin damadi ve talebesi olan Dursun Fakih ile baslar Devletin istiklâl ve hükümranligina bir isaret olan ilk hutbeyi okuyan kimse de ayni zatti

Osmanli devlet teskilâtinda, kadi'nin adlî görevi yaninda idarî, ilmî ve hatta askerî görevi de vardir Çünkü Osmanli sehir idaresinde beledî ve mülkî idare fonksiyonlari birbirinden kesin çizgilerle ayrilmamistir Kadi, sehrin yargi mercii oldugu kadar, asayisin âmiri, vakiflarin denetçisi, beledî hizmet ve zâbita görevlerinin de âmiridir Bütün bu vazifeleri yerine getirmesinde kendisine yardim eden bazi yardimcilari vardir Böylece kadi'nin yükü hafifletilmis olur Mesela kadi'nin yaninda Subasi, Böcekbasi, Çöplük Subasisi Mimarbasi gibi Yeniçeri ocagina bagli zâbit ve görevliler, genel güvenlik, temizlik ve imar düzeninin saglanmasina kadar çesitli alanlardaki zâbita hizmetlerini yerine getiriyrolardi Keza çarsi ve pazarin kontrolü, narhin tesbiti, dinî emirlerin yerine getirilip getirilmediginin gözetilmesi, kötülüklerin islenip islenmediginin kontrolü, (emr bi'l-ma'rûf ve nehy ani'l-münker), bazi günlük vergilerin (yevmiye-i dekâkin gibi) toplanmasinda da kadi'nin en büyük yardimcisi "Ihtisâb Agasi" (Muhtesib)dir

Osmanli toplumunda önemli bir yeri bulunan kadilar, biri Anadolu, digeri de Rumeli olmak üzere iki kadiaskerlige bagliydilar Bunlar, bagli bulundugu kadiaskerligin icray-i faaliyet eyledigi sinirlar dahilinde adalet tevzi edip hizmet görürlerdi

Osmanli ülkesinde kadi olabilmek için medresinin yüksek derecelerinden mezun olmak gerekiyordu Bunun aksini düsünmek mümkün degildi Tahsilsiz sadrazam olunabilirdi ama en küçük bir kazaya kadi olunamazdi Vazifelerinin önemi, halk ile olan münasebetleri ve adalete gölge düsürmemek için kadilar, bazi isleri yapamazlardi Ticaret yapmak, borç alip vermek, hediye kabul etmek, umumî ziyafetlerde bulunmak Zira böyle isler onlarin hüküm vermesinde ileride herhangi bir süpheye sebep olabilir Bu bakimdan onlar her türlü hareketlerden kaçinmak zorunda idiler

Osmanli kadisi sancak ve kazalara tayin edilirdi Hiyerarside sancak kadilari daha üstün idiler Kadi ilk olarak kazaya tayin edilerek yevmiye 20 akça ile vazifeye baslardi Rumeli kaza kadiliklari dokuz, Anadolu on, Misir ise alti sinifa ayrilmisti Bir kadi terfihen son basamaga geldiginde yevmiyesi 150 akçaya yükselmis olup "esref-i kudat" adiyla anilan zümreden sayilirdi Kaza kadilarinin görev süresi bir yerde 20 ay, Mevleviyetlerde de bir seneyi geçemezdi Bu müddeti dolduran kadi, mazul sayilarak yerine sirada olan bir baskasi atanirdi Müddetini dolduran mazul kadi, Istanbul'a gelerek her Çarsamba günü kadiasker dairesine devam edip sira beklerdi Bu bekleyise "zaman-i infisal"i denilip, sonraki tayinine de "zaman-i ittisâl"i adi verilir Kadilarin bu kadar kisa bir zamanda yer degistirmesi, muhtemelen terfi imkanlarinin tikanmamasi ve halk ile adalete süphe düsürecek kadar ileri gidebilecek bir yakinlik peydah etmemeleri içindir Bundan baska, devamli olarak adlî problemlerle karsi karsiya kalan ve bu yüzden "ulûm ve fünûn" ile istigalden uzak kaldiklari düsünülerek, vazifedeki müddetleri belli dönemlere baglanmis, böylece onlara Istanbul'da yeniden bilgilerini tazeleme imkâni verilmis oluyordu

Kaza kadiligindan yükselen kadi, sancak kadisi olur ve mevleviyet pâyesi alirdi Mevleviyetler, kadilarin aldiklari yevmiye nazari itibara alinarak 300 ve 500 akçalik olmak üzere iki kisma ayrilir Mevleviyetlerde kadilik müddeti bir senedir

XVIII yüzyildan itibaren mevleviyetler bes kategoriye ayrilmisti Bunlar: Devriye, Mahrec, Bilâd-i Hamse, Haremeyn ve Istanbul Kadiligi idi

1 Devriye Mevleviyeti: Bu mevleviyet, kategorinin en alt derecesidir Maras, Anteb, Bosna, Sofya, Belgrad, Bagdad bu yerlerden bir kaçidir

2 Mahrec Mevleviyeti: Kudüs, Haleb, Tirhala, Galata ve Izmir gibi yerlerdir ki sayilari onbir kadardir

3 Bilad-i Hamse: XVIII asirda bu sinifta yer alan mevleviyetler sunlardi: Edirne, Bursa, Sam, Misir ve Filibe, Bu bes kadiligin dereceleri esit idi Bu mevkiye yükselenlerden herhangi birisi sirasi gelince Haremeyn Mollasi (Kadi) olur veya pâyesini alirdi

4 Haremeyn Mevleviyeti: XVIII yüzyilin ikinci yarisindan itibaren Mekke kadiligina ilâveten Medine-i Münevvere de bu kadiliga baglanarak Haremeyn mevleviyeti adi ile Istanbul kadiligindan sonra en yüksek dereceyi isgal eyledi

5 Istanbul Kadiligi: Mevleviyetler içinde en yüksek kademe Istanbul kadiligi idi Bundan sonra normal olarak sira Anadolu Kadiaskerligine gelirdi

Osmanli devlet teskilâtinda hâkim sifatiyla davalari sonuçlandirip karara baglayan kadidir Kadi hükmü olmadan hiç kimse ceza tertip ve infazinda bulunamaz Bu, Osmanli adlî sisteminin temel prensiplerinden biridir Bununla beraber, mahkemede degil de, yerinde hallolunmasi zarurî olan veya tahkikat ve kesif gibi isleri gerektiren hallerde kadi, her zaman mahkemeden ayrilamayacagi için, kendi adina bu isleri görmekle vazifelendirilen bir yardimci kullanir Gerek bu sekilde kullanilan yardimci, gerekse bizzat kadi tarafindan kendi kazasina gönderilip onun adina hükmeden ve onun gibi bütün yetkileri haiz olan kimseye "Naib" denir Kadilarin tayin olduklari kazanin büyük veya küçüklügüne göre nâiblerin sayisinda da farklilik olurduGenellikle kadilar, kendi kazalari dahilindeki nahiyeleri, nâib ismiyle tayin ettikleri bir ser'î memura iltizama verirlerdi O memur da bulundugu nahiyede kaza kadisi adina nahiyenin ser'î muamelelerine bakardi Nâib olacaklarin da mutlaka yüksek tahsil görmüs, halk arasinda ahlâk ve fazileti ile taninmis kimseler olmalari gerekirdi Zira o da kadi'nin sahip oldugu bütün hak ve yetkilere sahip olan bir kimse olarak hüküm vermekteydi Bu sebeple, kadi nâiblerinin de dürüst, ahlâkli bilgili ve faziletli kimseler arasindan seçilmesi icab eder Bütün bu söylediklerimizi bünyesinde toplayan ve bir sureti Anadolu Kadiaskerine de gönderilen Evahir-i Muharrem 1173 (21-30 Eylül 1759) tarihini tasiyan asagida metnini verecegimiz hüküm, gerek kadilarda gerekse nâiblerde bulunmasi icab eden sifatlari ortaya koymakla kalmamakta, ayni zamanda sirf menfaat temin etmek gayesiyle, bazi kadilarin basvurdugu gayr-i hukukî yollara da isaret etmektedir Benzeri birçok vesika arasindan rastgele alinan bu belge, büyük bir ehemmiyet arzetmektedir Hukuk bilmeyen bazi kimselerin naib olarak tayin edilmelerinin, ser'î hukuk esaslarina göre idare edilen devlet ve halk için ne kadar zararli olduklarini da yine bu belgeden ögreniyoruz Bu konuda hem daha fazla bilgi vermesi, hem de orijinalitesi bakimindan vesikanin metnini aynen buraya almayi faydali bulmaktayiz

"Rumeli Kadiaskeri edâmellahu fezailehuya hüküm ki: Ümenay-i din-i mübin ve hademe-i ser'-i Seyyidi'l-mürselin olan kudata taklid-i kaza veyahut te'yid-i maiset cihetiyle müstahakkine kaza tevcih ve itâ olundukta binnefs kendileri gidüp hükümet-i kazayi icrâ ve özürleri oldukta icray-i ahkâm-i ser'iyyeye kadir munassak ve müteserrî' kimesneleri yerlerine nâib nasb ve tayin edüp bu vechle ahval-i kudat muntazam ve mazbut ve nizam-i bilâd ve ibâd rabit-i ahkâm-i ser'iyye ile mustahkem ve merbut iken kazaya mutasarrif ve naib olanlar ziyade celb-i menfaat ve tahsil-i rahat içün binnefs kendileri memur olduklari mahalle gitmediklerinden gayri niyâbet ve hükümetleri ahkâm-i ser'iyye icrasina kadir kimesnelere siparis etmeyüp nâdân ve cahil ve ilm-i sakdan âri ve mütegafil olanlara ve belki hilye-i fadl ve irfandan âtil âyan ve serdarlara ziyade mesahire ile tefviz eylemeleri anlar dahi kazalarina varup kazalarinda meydana gelen olaylari yanlis ve rüsvet ile çesitli hüccet verdikleri Bundan böyle benzer olaylarin olmamasi için dikkat etmeleri" Görüldügü gibi bu hüküm, ülkede gayr-i kanunî olaylara vesile olacak durumlarin ortadan kaldirilmasi için dogrudan kadilarla ilgisi bulunan Rumeli Kadiaskerinin dikkatini çekmekte ve kendisinden böyle olaylara meydan vermemesi istenmektedir

Osmanli toplumunda kadi, yegane sahsiyet olarak özelligini korurken, hükümlerine disaridan herhangi bir sekilde müdahale ve tesir edilmesi söz konusu degildir Zira görevi, onun baskasinin tesiri altinda kalmasina müsaade etmez Eger böyle bir durum (tesir altinda kalma) söz konusu ise veya istenmeyen bir olaya karismis ise o zaman vazifesinden azledilerek çesitli cezalara çarptirilirdi Islâm ve Osmanli adlî teskilâtinin ne denli iyi oldugunu, adalet müessesesinin devrine göre mükemmel isleyip herhangi bir tesir altinda kalmadigini açik bir sekilde anlatmasi bakimindan, yabanci bir müellifin bu konudaki sözlerini buraya almak suretiyle bu teskilâtin nasil bir anlayisa sahip oldugunu ve hangi temellere dayandigini göstermek istiyoruz

"Islâm, adaleti ibâdetten üstün tutmustur Kadiyi azletmek selahiyeti yalniz hükümdara mahsustur Kadiyi, kendi namina halka adalet tevzi etmek üzere padisah tayin eder Bir kadi'nin sahsî hayatinda bir leke varsa, faziletli degilse, içki içiyorsa hiç bir kuvvet onu yerinde muhafaza edemez Kadi'nin bilgili olmasi sarttir Imam Safiî, cahil kadi'nin hükmünü geçersiz saymistir Kadi, her sartta vakar ile hareket etmeye mecburdur Siddet hareketinde bulunamaz, tehdid edici söz söyleyemez, sert tavir takinamaz, hatta konusurken sesini yükseltemez Bir kadi, yalniz padisahi degil, hüküm vererek Peygamberi de temsil ettigini asla unutamaz" Gerçekten Osmanli kadisi hükümlerinde tamamen serbest ve vicdanina göre hareket ederdi Padisah bile onlarin tarafsizligina gölge düsürecek bir davranista bulunamazdi Hergün cemaatla namaza devam edemiyen Yildirim Bayezid'in, bir davada sahitligini kabul etmeyen Bursa kadisi Molla Fenarî, Allah hukukuna riayet edemiyen kimsenin, kul hakkinin gözetilmesi gereken yerlerde de dikkatsiz davranabilecegini düsünmesi onun böyle bir harekette bulunmasina sebep olmustur

Daha önce bir kismindan bahsettigimiz yardimcilardan baska, mahkeme kâtipleri de tabii olarak mahkeme bakimindan kadi'nin yardimcilaridir Fakat bunlar disinda, Osmanli adlî teskilâti için bilmemiz ve üzerinde ehemmiyetle durmamiz gereken bir husus daha vardir ki, o da mahkeme esnasinda kadilarin yaninda bulunan bir jürinin mevcudiyetidir Bütün ser'iyye sicillerinde (mahkeme kararlari) bol bol örneklerini gördügümüz ve adlî teskilâtimizin iftihar vesikalarindan olan bu jürinin mahiyetini Mustafa Akdag'in kendi ifadesi ile buraya aliyoruz

"Bir defa, mahkemelerin mutlak surette alenî cereyan etmekte olmasina ehemmiyetle isaret etmeliyiz Kadilarin, dâvalara bakmak üzere yaptiklari oturumlarda, yanlarinda "Suhudu'l-hal" yahut "Udûdu'l-müslimîn" veya "Suhûdu'l-udûl" tabirleri ile dâvalarda bir bilirkisi heyeti halinde mevcudiyetlerine zabit metinlerinde itina ile isaret olunan ve ayrica sicile geçen kararlarin altinda adlari yazili bulunan bes, alti ve bazan daha fazla sayida sahitler heyeti vardir ki bunlar, mahkemeye bir jüri mahiyeti vermektedir Filhakika bunlar katiyyen görgü sahitleri olmayip, tamamiyle muhakeme tarzinin müsahidleridirler Tabii, kadi'nin dâva ile ilgili taraflardan herhangi birisini tutmadigi, müdafaalarini serbestçe yapmalarina tam bir imkân verdigi itiraf veya inkârlarinda tazyik vesair yollarla tesir etmeyip, tamamiyle tarafsiz bir hakim olarak hareket ettigi hususunda en iyi vesikanin, adi geçen müsahidler oldugu görülüyor Kararlarin yazilis sekli de bu esasa dayanmaktadir Çünkü kadi'nin taraf tutmasi veya herhangi bir maksatla dâvaya müessir olmak suretiyle adaletin tecellisine mani oldugu hallerde, herkesin, her dâvada bassehre giderek dâvasini divanda gördürmesi mümkün olmadigindan dolayi, bu müsahidler heyetinin mevcudiyeti, mahkemede hakkin yerini bulmasi için çok mühim bir hadise olarak kabul olunmalidir Bundan baska kadi, dâvaya baktigi esnada, onun bu müsahidlerle müsaverede bulundugunu da biliyoruz Ser'î kanunlar yaninda örf ve âdetin ehemmiyetle gözde tutulmasi lazim gelen mahkemelerde kararlarini verirken birçok defa örf ve âdete vukufsuzluklari yüzünden yanilmalari mümkün olan kadilarin bu sekilde hareketleri elbette yerinde idi Osmanli rejimi devri mahkemeleri bir gelenek halinde isleyip durmustur Yalniz bahsettigimiz bu müsahidlerin seçilisi, gelisi güzel olmayip, kasabadaki ileri gelen sahsiyetlerin tercih olundugunu unutmamalidir Böylece meshur müderrisler, âyan ve esraftan olanlar buraya dahil oluyorlardi Suhûdu'l-hal denen yahut bizim bilirkisi heyeti diyebilecegimiz bu adi geçen müsahidler heyetini teskil eden kimseler her mahkemede ayni kadro ile bulunmayip, bazan birkaç kisi degistigi gibi, sayilarini da tayin etmek mümkün degildir Çünkü belli basli sekiz on kisinin isimleri kayit olduktan sonra " ve gayrihim" sözünün ilavesi, diger bir kisimlarinin isimlerini kaydetmekten vazgeçildigini ifade etmektedir

"Kadiya hükümlerinin ser'a uygun olmasi bakimindan yol gösteren diger bir müsavir de kazanin müftüsüydü Kendisi mahkemede bizzat bulunmayan müftü, taraflardan, ser'-i serife göre, dâvasinda hakli oldugu kimseye bir fetva verir, o da bunu mahkemeye ibraz ederek hükmün kendi lehinde olmasini taleb ederdi Mamafih dogrudan dogruya kadi'nin kendisi de müftüye fetva için müracaat etmekteydi Herhalde kadi tereddüd ettigi hallerde bu yola gidiyordu Mahkeme kararlarinda kadi'nin daima fetvaya uydugu görülüyorsa da, müftünün fetvasindaki hukuki mesnedi yerinde bulmadigi hallerde, kadi'nin nasil hareket ettigine dair misallerimiz yoktur Öyle saniyoruz ki, mutlaka fetvaya uymak lazim geldigine göre, kadi veya fetva geregince dâvayi kaybeden taraf, bu fetvayi hükümsüz birakmak için, daha selâhiyetli birinden, ihtimal en saglami Seyhülislâm'dan yeni bir fetva almak mecburiyetinde bulunuyordu Su halde görüyoruz ki herhangi bir tesir ile veya vukufsuzlugu yüzünden kadi, hükmünün adalete aykiri olmamasi için, müftü ve adi geçen müsahidler heyeti bir nevi ilk kademe temyiz vazifesini görüyorlardi Kaza dairesini teskil eden topraklarda çikan vak'alarin ve kaza halkinin bütün muhakemeleri yalniz o kaza mahkemesinde görülür, baska bir kazaya dava naklolunmazdi Yalniz bassehre gidip davasini Divan'da gördürmek herkes için daima mümkün bulunmaktaydi

Osmanli toplumunda vezirler, valiler vs gibi devlet ileri gelenleri her ne suretle olursa olsun hukuki islere müdahalede bulunmazlardi Kadilar, bu hususta serbest ve sadece vicdanlarina göre hareket ederlerdi Hiç kimse onlarin tarafsizligini bozma cesaretini gösteremezdi

Ihdasindan itibaren kadiaskerlere, daha sonra bir kismi mesihat makamina baglanan kadilik müessesesi, 1839'dan itibaren çesitli degisiklikler geçirdi Nihayet Cumhuriyetin ilani üzerine ünvani ile birlikte eski teskilati ile birlikte bu müessesese de tarihe mal oldu

NAKIBÜ'L-ESRAFLIK

Osmanli Devleti'nin bir yönü ile idarî diger yönü ile ilmî teskilâtina bagli bulunan müesseselerden biri de Nakîbü'l-esrafliktir Bu devlette, ilmiye sinifi mensuplarina taninan imtiyazin, baska hiç bir devlette taninmadigina daha önc etemas edilmistimisti Ilmiye sinifina gösterilen bu saygi ve hürmetten daha fazlasi, Hz Peygamber'in soyundan gelenlere gösteriliyordu Filhakika onlara gösterilen bu saygi, sadece Osmanlil hükümdarlari, degil, Islâm dünyasinin her devir ve ülkesinde vardi Bunun içindir ki, Osmanlilar, Misir'in fethini müteakip Yavuz Sultan Selim zamaninda "Hadîmü'l-Haremeyni's-Serifeyn" ünvanini almalarina ve bu tarihten sonra Mekke ve Medine (Hicaz) ile siki bir iliskide bulunmalarina ragmen daha Yildirim Bayezid (1389-1402) zamaninda Nakibü'l-esraf tâyin etmislerdir

Vazifesi, nesl-i pâk-i necib (Hz Peygamber'in nesli)ten gelmis bulunan seyyid ve serif lerin islerine bakmak, neseplerini kayd ve zapt etmek, dogum ve ölümlerini deftere geçirmek, onlari adi bir sanata girmekten ve fena hallerde bulunmaktan alikoymak, haklarini korumak, sülaleden olan kadinlarin küfvü olmayanlarla evlenmelerine mani olmak gibi hususlari ihtiva eden nakibü'l-esrafin bizzat kendisi de Hz Peygamberin soyundan gelenlerden tayin edilirdi

Biraz önce de belirtildigi gibi, hemen hemen her Müslüman ülkede varligi bilinen Nakîbu'l-esraflik teskilâtinin gördügü hizmetler de asagi-yukari aynidir Nitekim Misir'da Nakibü'l-esraf, Hz Ali'nin zevceleri olan Fatimatü'z-Zehra evladindan olanlara nezaret ederdi Onlarin neseblerini tahkik ve teftis eder, aralarindaki anlasmazliklari çözüp karara baglar ve onlari gayr-i ahlâkî hallerden men ederdi Fatimîler zamaninda bu makama "Nikabetü't-talibîn" denirdi Hz Peygamber'in neslinden gelenlerin Türkiye Selçuklulari zamaninda da mevcud olduklarini vesikalarla belgeleyen Osman Turan, onlarin yeryüzüne dagilma sebeblerine temasla:

"Vesikada, Sadreddin Yusuf'un asaleti, nesebinin sihhati ve dindarligi kaydedilerek Selçuk Türkiyesinin seyyidleri reisligine tayin edildigi, eskiden oldugu gibi onun, evladi ve torunlari için (maiset temini için daimî gelir) tecdid edilip ona bagislandigini, seyyidlerin ahvalini zapt etmesi, nesebi sahih olan seyyidlere rivayet" Emevî ve Abbasî devirlerinde vuku bulan hilafet mücadeleleri dolayisiyla bir çok tazyiklere ugrayan Hz Peygamber evladi (seyyid ve serifler) Islâm dünyasinin her tarafina dagilmisti Bunlar, çok itibar görür ve devletler kendilerine tahsisat baglardi" der

Islâm âleminde, seyyid ve seriflere gösterilen bu ragbetten dolayi bir çok kimse bunu istismar edip kendisinin seyyid oldugunu (müteseyyid) iddia eder oldu Her yer ve zamanda görülmesi mümkün olan bu tip iddialarin önünü alabilmek ve gerçek seyyid ile müteseyyidleri birbirinden ayirmak isine çok önem veriliyordu Bunun için de yeni dogan her seyyidin neseb defterinin tutulmasi, isminin kaydedilmesi ve anne ile babasinin da belirtilmesi gerekiyordu Osmanli Devleti'nde bu is biraz daha siki kontrol ediliyordu Bunlar (seyyid ve serif), deftere kayd edildikleri gibi ellerine de "temessük" adi verilen tanitici bir kimlik belgesi veriliyordu Nitekim, H 976 senesi Receb'inin baslarinda (1568 Aralik sonu) Defterdar Ahmed Çelebi'ye gönderilen bir hükme göre:

"Haci Mansur ve Bayram adindaki sahislar seyyid olduklarini iddia etmektedirler Bunun üzerine adi geçenler nakibü'l-esraf önünde sahih seyyid olduklarini isbat ederlerse deftere kayd ettirilmeleri ve ellerine temessüklerinin verilmesi emr edilmektedir

Böyle bir teftiste seyyid olduklarini isbat edemiyenlerin de baslarina sardiklari yesil sariklarinin alinmasi gerekmektedir Zira yesil sarik sarmak, seyyidligin en önde gelen isareti idi Nitekim H 984 senesi Sevval ayinin sonlarinda (1577 Ocak basi) Bursa kadisina gönderilen bir hükümde gerçekten seyyid olmayanlarin Nakibü'l-esraf'in gönderecegi adamlari vasitasiyla teftis edilmeleri, siyadetini isbat edemeyenlerin baslarinda bulunan yesil sariklarinin alinmasi gerektigi bildirilmektedir

Osmanli Devleti'nin kurulusundan kisa bir müddet sonra burada da gördügümüz bu müessesenin kurulusu hakkinda Rif'at Efendi Davhatü'n-Nukaba adli eserinde sunlari söyler:

"Yildirim zamanina kadar seyyidler için bir nakib ve zabita tayin edilmemisti Ancak daha önceleri ve onun devrinde bir çok âlim ve fâzil kimse Osmanli ülkesine geliyorlardi Yildirim zamaninda Buhara'dan kalkip gelen Seyyid Ali Neta' ki "cedd-i âlâlari" Seyyid Muhammed, Bagdad'da esraftandi Padisah bu durumu anlayinca onu tâife-i aliyye-i sâdâta zâbit ve nâzir tayinle "kendileri için Ebû Ishak zaviyesini bina eyleyerek tevliyetini ahfadina sart kilmisti Timur vak'asinda Molla Fenari ve Seyh Muhammed Cezerî ile birlikte hapsedilmisti Hapisten kurtulduktan sonra Hacc farizasini eda etmek üzere Mekke'ye gitti Dönüste vefat eyledi Yerine oglu Seyyid Zeynelabidin geçti Onun da vefati ile bu makam uzun bir müddet bos kaldi Ancak Ikinci Bâyezid (Bâyezid-i veli) devrinde H 900 (1494/95) tarihlerinde "Emirî" mahlasli Kirimli Seyyid Mahmud Efendi Arap ve Acem seyahatini bitirip Osmanli ülkesine gelmisti Âyan ve cumhurun ittifaki ile seyyidlere nâzir tâyin edildi Araplarda bu vazifeyi alana "nakibü'l-esraf" dendigi için adi geçen zatin mensuru dahi bu ünvanla tayin edilerek ilk olarak bu zat hakkinda nakibü'l-esraf tabiri kullanildi Önceleri günde 25 akça vazife ile maas aliyordu Daha sonra bu maasi yevmiye 70 akçaya çikti

Mevzumuza isik tutacagi için Ali Emirî (öl 1924)'nin nakibü'l-esraflikla ilgili verdigi malumata temas etmeden geçemiyecegiz:

"Selâtin-i Osmaniyye'nin sâdât-i kiram hazeratina fevkalâde hürmet-i mahsuslari oldugundan bu silsile-i mübarekeye bazi müteseyyidler karismamak ve bir seyyid-i sahihu'n-neseb bir memlekete seyahat ederse hakkinda hürmet olunmak ve sayet gittigi sehirde temekkün ve tavattun buyurursa ismi zabt ve kayd olunmak üzere hicretin sekiz yüz tarihinde selâtin-i Osmaniyye'nin dördüncüsü olan Yildirim Bayezid tarafindan o vakit payitaht olan Bursa'da Nakibü'l-esraf ünvaniyle sâdâttan olmak üzere memur-i mahsus tâyin buyrulmus ve Fâtih Istanbul'u zapt ettikten sonra da bu hususa itina buyurduklari gibi mahdumlari sultan Bâyezid-i sani zamaninda umum vilayet ve liva merkezlerine vesair icabeden mahallere de Nakibü'l-esraf vekili ünvaniyle memurlar nasb ve tayin buyrularak sâdatin silsilelerinin muhafazasina itina edilmis ve el'an devam edilmekte bulunmustur Zaten o misillû sâdât-i kiramdan olanlarin ellerinde secereleri bulunmak tabii ise de secereleri ziyaa ugrar veyahut secere tutmamis bulunanlar olursa ya Dersaadette Nakibü'l-esrafa veyahut Nakibü'l-esraf vekillerine müracaatla siyadetini irae ve isbat edebilirler"

Nakibü'l-Esraf, Osmanli devlet tesrifatinda (protokol) diger bütün devlet erkânina takaddum ederdi Nitekim padisah cüluslarinda yeni sultani ilk tebrik eden Nakibü'l-esraftir Tesrifat-i Kadimede bu hususta söyle denilmektedir:

"Sevketlü kerametlü efendimiz hazretleri müsahede ve taht-i aliye cülûs buyurduklarinda alkis olunup ibtida Nakibü'l-esraf efendi gelüp dâmenbus ve kiyam ve alkis olunup duaya surû' eyledigi gibi çavusbasi aga ile kapucular kethudasi aga temenna edüp kubbe-i hümayuna seyhülislâm efendi hazretleri ile kaimakam hazretleri kaldirmaya azimet ve müsarünileyhima dahi yerlerinden hareket ve süratlice reftar ile gelinceye dek Nakibü'l-esraf efendi dahi duaya hitam virüp kad-i hamidey-i tâzim eyledikten sonra avdet etmeyüp taht-i hümayunun sag tarafinda sevketlü efendimizin nazargahlarinda durdular"

Sultan Ikinci Abdülhamid zamaninda, Nakibü'l-esraflarin oturmalarina mahsus Yildiz civarinda bir konak tahsis edilmisti

1908 senesine kadar 1000 kurus maas alan Nakibü'l-esrafin ayligi daha sonra 5000 kurusa kadar çikarilmistir Önceleri kalabalik bir kalem heyeti bulunan bu makamin bilahare 1000 kurus aylikli bir kâtible iktifa ettigi görülmektedir

Osmanli devlet ve toplum hayatinda büyük bir yeri bulunan Nakibü'l-esraflik müessesesi, adi geçen devletle birlikte tarihe mal olmustur


Alıntı Yaparak Cevapla