Prof. Dr. Sinsi
|
Epik Tiyatronun Türk Tiyatrosunda Yorumlanışı
3- YABANCILAŞTIRMA TİYATROSU’NUN YERLİ YAZARLAR ÜZERİNE ETKİSİ
VASIF ÖNGÖREN - HALDUN TANER
1960’lardan bu yana yerli oyun yazarlarımızın da dramatik tiyatro
anlayışının dar sınırlarını aşan yeni yeni arayışlara yöneldiklerini
görüyoruz Bu bağlamda ülkemizde gösterilen ilk epik tiyatro denemeleri
olarak Vasıf Öngören’in 60’lı yıllarda büyük bir başarıya ulaşan “Asiye
Nasıl Kurtulur”u ve Haldun Taner’in yurt içinde ve dışında defalarca
sahnelenen “Keşanlı Ali Destanı” üzerinde durmak istiyorum
“Asiye Nasıl Kurtulur?”da kadının sömürülmesi sorunu koşullar gereği ******
olan genç bir kızın yaşamından alınan kesitlerle irdelenir Asiye’nin
çocukluğu, öğrenciliği, fabrikadaki yaşamı, işten çıkarılışı, sokağa düşüşü
vb türü olaylar bir zincirin halkaları gibi ufak ufak sahnelerle
verilmiştir Her sahne üzerinde ayrıntılı bir tartışmayı içeren ara
sahnelerinde anlatıcıya “Fuhuşla Mücadele Derneği”nden bir kadının
konuşmalarını izleriz Kadının Asiye’yi kurtarmak için getirdiği her öneri
bir sonraki sahnede denenir, ne var ki hiçbiri Asiye’ye yardımcı olmaz,
tersine onun giderek daha büyük bir çıkmaza düşmesine neden olur Gerçi
oyunun sonunda Asiye kurtulur, kurtulur ama pahalıya mal olan bir
kurtuluştur bu Çünkü insana insanca yaşama hakkının tanınmadığı bir
düzende, iki seçenek kalmıştır; ya sömürmek ya da sömürülmek Asiye de
kurtuluşunun bedelini yeni Asiyeler yetiştirerek ödeyecektir
Oyunun kuşkusuz en ilginç tipi, Asiye’nin kurtuluşu için çeşitli öneriler
getiren dernekçi kadındır Denenen öneriler Asiye’nin okuması, nişanlanıp
evlenmesi, kendisini seven ona sahip çıkacak birini bulması, doğru dürüst
bir iş tutması vb aslında izleyicinin de düşünebileceği mantıksal çözüm
yollarıdır Ne var ki hiçbirinin başarıya ulaşamaması, olayları bir dış
gözlemci olarak kadınla birlikte düşünüp değerlendiren izleyiciyi giderek
bir özeleştiriye yöneltir Böylece izleyici önerilen çözüm yollarının sınıf
savaşımı bilincinden yoksun olan bir kişinin getirdiği yüzeysel öneriler
olduğunu yavaş yavaş algılayarak, tek kurtuluşun insanın insanı
sömürmeyeceği yeni bir düzenin kurulmasına bağlı olduğunun bilincine varır
Konunun ele alınışında, yoğruluşunda ve kurgusunda Brecht’in etkisinin
yoğunlukta duyulduğu bu oyunun çağdaş tiyatro anlayışına katkıda bulunan
özgün bir yapıt olduğu söylenebilir mi? Bu soruyu yanıtlayabilmek için, üç
temel nokta üzerinde durmak gerekiyor: l Temel olay örgüsüyle tartışma
sahnelerinden oluşan oyunun kurgusu, 2 Oyun kişilerinin işlenişi, 3 Oyun
dilinin kullanımı
l Asiye’nin yaşamının çeşitli aşamalarını gösteren tek tek sahnelere
tartışma sahnelerinden bağımsız olarak baktığımızda, oyunun benzetmeciliğe
dayanan dramatik tiyatro geleneğini sürdürdüğünü görürüz O kadar ki
tartışma sahnelerini oyundan çıkardığımızda, geriye rastlantısal olaylardan
doğalcı düzeyde gelişen diyaloglara değin basit bir Yeşilçam senaryosu
kalmaktadır Bu bakımdan tartışma sahnelerinin temel olay örgüsüyle
bütünleşemeyen eklenti sahneler olarak kaldığı söylenebilir Başka bir
deyişle denenen çözüm yollarının Asiye’yi giderek daha büyük bir çıkmaza
sokmasının nedeni, toplumsal ortam ve koşullara değil, art arda sıralanmış
yapay bir olaylar dizisine bağlıdır Bunlar piyasa edebiyatından tanıdığımız
bildik olaylardır: Asiye evlenemez, çünkü bir rastlantı sonucu bir sokak
kadının kızı olduğu öğrenilir, sevdiği adam Asiye’yi kurtaramaz, çünkü
kaderin ya da rastlantının cilvesine bakın ki evlidir Asiye fabrikada
tutunamaz, çünkü orada çalışanlardan biri ona sarkıntılık eder vb Asiye’nin
kurtuluşu gene rastlantıya bağlıdır, beklenilmedik bir olay sonucu eline
büyük bir para geçer Olay örgüsünün bu denli çok rastlantılarla dokunmuş
olması, oyunun sosyal eleştirel boyutunu doğal olarak kısıtlamaktadır
Öngören, belki de oyundaki bu temel aksaklığı bir dereceye kadar
giderebilmek için oyunun öğretici yanını vurgulamak gereksinimi duymuştur
Bu bağlamda ara sahnelerinde kadınla birlikte tartışmayı sürdüren, sorular
soran anlatıcıya büyük bir görev düşer Anlatıcı olayları dışardan
değerlendiren bir kişi olarak yazarın görüşlerini dile getirir
2 Oyun kişileri sömüren sömürülen çerçevesi içinde gelişen tek boyutlu
kalıplaşmış tiplerden oluşurlar Örneğin Asiye’nin annesi kızını ortada
bırakır, fabrika müdürü Asiye’yi gözünü kırpmadan işinden kovar, mezeci
Asiye’nin kötü yola düşmesine neden olur, vb Bu tipleri belirleyen tek
ölçüt çıkar ve kârdır, bu nedenle hiçbir çelişki yaşamazlar Aynı şekilde
oyunun baş kişisi Asiye’nin de çelişkisiz düz bir kişiliği vardır Koşullar
ya da rastlantılar sonucu kötü yola düşer, gene rastlantılar sonucu
kurtulur Olaylar onu bir kişilik çatışmasına sürüklemez Sömürülmeme
yolunda verdiği savaşım (denenen önerileri savaşım olarak
nitelendirebilirsek) başarısızlıkla sonuçlandığına göre tek çözüm yolu
kalmıştır: Sömürme Böylece oyunun sonunda Asiye’nin sömürülen rolünden
sömüren rolüne geçişine tanık oluruz
Öngören’in hiçbir esnekliği olmayan, donmuş, tek düze kişilerini Brecht’in
oyun kişileriyle, örneğin “Sezuan’ın İyi İnsanı”ndaki tiplerle
karşılaştırdığımızda, aradaki ayırım somut biçimde ortaya çıkmaktadır İyi
İnsan Shente sömürüye dayanan bir düzende yok olmamak için, zaman zaman kötü
olmak, başka bir deyişle düzenin kurallarına göre oynamak zorundadır
Shente’nin içine düştüğü bu ikilem ve kişilik bölünmesiyle insanın böyle bir
düzende sömürülmesinin kaçınılmaz olduğunu gösterir Brecht Aynı şekilde
oyundaki öteki tipler de Asiye gibi tek boyutlu değildir Örneğin Shente’nin
nişanlısı uçucu Sun kötü değildir, yoksulluğu ve işsiz kalması onu
ikiyüzlülüğe zorlar vb
3 Brecht’in oyunlarında dil iletilmek istenen düşüncenin hizmetinde gelişen
bir yabancılaştırma etkisi işlevi taşır Yaratıcılığa türlü olanaklar
tanıyan bir malzemedir dil “Sezuan’ın İyi İnsanı’’nda oyuncular yer yer
rollerinin gerektirdiği anlatım ve konuşma üslûbunun dışına çıkarak doğrudan
izleyiciye seslenirler, gösterilenler üzerinde görüşlerini belirtir,
yorumlar yaparlar Konuşmalar kimi kez sahnede gördüklerimizle çelişerek
izleyiciyi uyarıcı bir düzeyde gelişir Örneğin 8 sahnede Bayan Wang oğlunu
övüp onun bilgeliğinden söz ederken, sahnede Wang’ın sinsice ve bencil
davranışını izleriz
Öngören’de ise oyun kişileri nasıl benzetmeci tiyatro geleneğinin içinde
tekdüze bir biçimde belirlenmişlerse, türlü yerel motifler, sövgüler,
kabadayı ağzıyla vb doğacı bir düzeyde gelişen diyaloglar da aynı derecede
sınırlandırılmıştır Kıssadan hisse doğrultusunda bir genellemeye giderek,
oyunu düşünsel boyutu kazandırmaya çalışılan şarkılarda bile hiçbir anlatım
değişikliği yoktur Doğacı anlayış burada da sürdürür etkisini Sömürü
düzenin korkunçluğunu kışkırtıcı bir dille vurgulayan final şarkısı buna
tipik bir örnek verir
“  Asiye: Ben de kurtuldum işte
ben de öğrendim artık
insanların neden birbirlerini yediklerini
düşenlere neden tekme vurmak gerektiğini
acımanın neden aptallık olduğunu
ve yığınların
neden süründüklerini - kimlerin süründüklerini
biliyorum artık
Bu düzende yaşamanın sırrı: Yoksulları
kader deyin uyutun
Uyananı para verin susturun
Susmayanı zora koyun çektirin
Böyle gelmiş böyle gitsin sürdürün
Davrananı yokedin-direneni gebertin
Ezin, vurun öldürün
Devam etsin bu hayat “
Sonuçta bu oyunda tiplerin işlenişinden oyunun diline değin, benzetmeci
tiyatro anlayışının tüm özelliklerini görürüz Tartışma sahneleri ve
şarkılar bu bağlamda gereksiz bir eklenti gibi kalmakta, başka bir deyişle
oyunu düşünsel bir boyuta oturtamamaktadır
Vasıf Öngören’in Brecht’in tiyatrosuna özgü bazı biçimsel özellikleri olduğu
gibi alıp benzetmeci tiyatro geleneğiyle bütünleştirmeye çalıştığını
görüyoruz Buna karşılık Haldun Taner benzetmecilik geleneğinden uzaklaşarak
bize özgü bir yabancılaştırma tiyatrosu kurmanın yollarını arıyor Bu
bağlamda halk tiyatrosu geleneğinden uzak, Doğu tiyatrosuna değin çeşitli
kültür ve geleneklerden kaynak olarak yararlanan B Brecht’i yol gösterici
olarak görüyor 1965’te kaleme aldığı “Keşanlı Ali Destanı” kendi tiyatro
geleneğimizle verimli bir hesaplaşmanın ürünüdür
Geleneklerden kaynak olarak yararlanma, onları çağdaş bir anlayışla yoğurma,
biçimlendirme anlamına geliyor: Taner de bu yapıtında halk tiyatrosunun
göstermeci özelliklerinden özellikle gülmece, taşlama ve türlü söz
oyunlarından oluşan geniş kapsamlı bir güldürü anlayışından yola çıkarak,
çok güncel, çok çarpıcı bir sorunu gündeme getiriyor: Otoriteye bağımlılık
Bir gecekondu ortamının kapalılığı içinde kendilerine bir kahraman miti
yaratan insanlar bizim halkımızı simgeler Gerçekleri göremeyen ya da görmek
istemeyen kurtuluşu boş düşlerde arayan halkımızı Oyundaki yan temalar,
Yusuf ile Zilha’nın aşkı, gecekondu ortamıyla zengin kesimin
karşılaştırılması, bürokrasi, rüşvet, hile, dolandırıcılık temeli üzerine
kurulmuş çarpık bir politik çarkın gösterilmesi, bireysellik bilincinin
gelişmemiş olduğu bu kurak ortamın göstergeleridir
Oyunun başında Ortaoyununda olduğu gibi kendilerini müzik eşliğinde
izleyicilere tanıtan oyun kişileri, karikatürleştirilmiş, kurmaca
figürlerdir Değişik sosyal kesimlerden gelen kişilerin aralarındaki
iletişim kopukluğu gene Ortaoyunundan alınmış türlü tekerlemeler ve söz
oyunlarıyla verilir Halk tiyatrosuna özgü olan bu özellikler çağdaş
tiyatroyu belirleyen türlü yabancılaştırma etkileriyle, örneğin bir sonraki
sahnenin özetini veren ve yazarın bu sahneye ilişkin yorumunu içeren
düşüncelerini içeren koro ve oyun oynama olgusunu vurgulayan bir dekorla
bütünleştirilmiştir
Haldun Taner’in bu yapıtının çağdaş tiyatro anlayışı doğrultusunda özgün bir
örnek verdiği tartışma ***ürmemekle birlikte oldukça dağınık bir oyun olduğu
da yadsınamaz Çünkü oyuna temelini veren ana tema, kahramanlık miti bütün
içinde dağılmaktadır Bunun da nedeni Taner’in göstermeci tiyatro
geleneğinden, özellikle halk gülmecesinden yararlanırken, yer yer ana
temadan kopması ve ayrıntıya saplanmasıdır Başka bir deyişle Taner
gülmeceyi iletmek istediği düşünceyi, yani burada kahramanlık mitini
aydınlatmaya yarayan bir yabancılaştırma etkisinden çok, tıpkı Ortaoyununda
olduğu gibi değişik sosyal kesintilerden gelen insanların yaşamlarını
canlandıran bir atmosfer yaratmak amacıyla kullanılıyor Böylece kahramanlık
teması düşünsel düzeye tam olarak aktarılamadığından çarpıcılığını yitiriyor
ve oyunun bütünü içinde bir ayrıntı olarak kalıyor Bu bakımdan Taner’in
geleneğe yaklaşımının eksik kaldığını ve “Keşanlı Ali Destanı”nın tüm
çarpıcılığına karşın bitmemiş bir oyun izlenimini uyandırdığını
söyleyebiliriz
Verdiğim örnekler yabancılaştırma tiyatrosunun bizde tam anlaşılamamış
olduğunu gösteriyor Benzetmeci tiyatro anlayışının getirdiği
koşullandırmadan kurtulamama ya da geleneklerle hesaplaşmanın yetersiz
kalması bunun başlıca nedenleri Ne var ki Öngören’in yapıtı öykünmecilik
düzeyini aşamazken, Haldun Taner’in geleneklerden yararlanma doğrultusunda
attığı adım yol gösterici bir nitelik taşıyor Bu yolda atılan her yeni
adımın oyun yazarlarımızı üretkenliğe yönlendirebileceğine inanıyorum
|