|
Prof. Dr. Sinsi
|
[Gazel]
Aslı Arapça olan gazel sözcüğü; kadınlarla, sevgi üzerine arkadaşlık, ahbaplık etmek demektir Edebiyat terimi olarak da, güzellikten, aşktan, onun yüzünden çekilen acılardan, içkiden söz eden küçük şiir anlamına gelir Divan Edebiyatı’nın en ilgi çekici en çok sevilen şiirleri, bu alanda verilmiştir
Ozanın ele aldığı aşk teması, bazen Tanrısal, bazen de salt dünyaya ait bir nitelik taşır fakat , her iki yolda da, âşıklar için, hayran olunan güzelliğe ulaşmak nasip olmaz, düşüncesi egemen olduğundan, ozanın çektiği türlü acılar da, gazelin konusu içine girer İçkiye gelince, bu da aşk gibi, iki özellik gösterir Biri, zevk ve eğlence meclislerinde, meyhanelerde, elden ele dolaşan kadehlerle içilen, bildiğimiz kırmızı renkli şaraptır Diğeri ise, aşkın sembolüdür Onu içen âşıklar, kendilerini kaptırdıkları güzellik’in sarhoşudurlar
Gazel arasında, öğretici bir nitelik taşıyanlar varsa da; bunlar, hem sayıca azdır, hem de şiir bakımından zayıf durumdadırlar (Nâbi’nin bazı gazellerinde görüldüğü gibi) Zaten gazel denilince de; akla, ilk olarak aşk şiiri gelir (Halk Edebiyatı’ndaki Koşma gibi)
Gazeller kasidelere göre, daha içten, daha etkileyici eserlerdir Çünkü bunlarda, devrin büyüklerine sunulan övgülerden beklenecek, maddeye ya da mevki elde etmeğe dayanan bir çıkar düşüncesi yoktur İstenen, yalnız sevgilinin merhametidir ki; o da, hiçbir zaman ele geçmez Çünkü, yine pek az müstesna ile; sevilen, daima zalim; seven ise, bitip tükenmez acılar içinde kıvranmağa mahkûmdur; fakat unutmamak gerekir ki; gerçeğe aykırı olan böyle duruma rağmen, aşk duygusunun dile getirilişi, gazel edebiyatı’mızın usta ozanları elinde, pek ince, pek derin bir anlatım gücüyle, gerçek şiir seviyesine ulaşabilmiştir
Her Divan ozanı, gazel yazmak zorundadır Çünkü onsuz divan olmaz Bilindiği gibi, uyaklı şiirlerde, dizelerin son harfleri birbirinin aynıdır Nitekim Zâti’den aldığımız örnekte, uyaklı dizeler, “r” ile bitmektedir Bu günün ozanı, böyle bitişler için, dilediği sesliyi ya da sessizi seçmekte özgürdür, fakat Divan ozanında bu durum öyle değildir Onun, alfabenin bütün harflerini kullanarak, her harf için, en azı ikiden başlamak üzere, üç ya da daha çok sayıda gazel yazması, gerekmektedir
Önce, ortaya, bir kendini zorlama durumu çıkmaktadır ki; bu da şiiri öldüren bir tutumdur Çünkü, bir ozan ne kadar usta olursa olsun; usûldendir diye; elif’den, ye’ye kadar (Arap alfabesindeki harf sırasına göre) alfabenin bütün harflerinin her biriyle beş on gazel söylemek zorunda kalırsa, gerçek değer taşıyan eserlerinin yanında; mutlaka, salt uyak hatırı için meydana getirilmiş bir sürü söz gürültüsünden ibaret parçalara da yer verecektir
Bütün divanlarda, gazellerin alfabe sırasına göre düzenlemesi ise, ortaya çıkan biteviyelik yüzünden, yalnız yazanın değil, okuyanın da canın sıkar Görülüyor ki; bu yolda yapılan iş, hem zor, hem de faydasızdır Ama, ne gariptir ki, bütün Divan Edebiyatı’nda, hiç kimse, bu kuralın dışına çıkma cesaretini gösterememiştir
Bu nazım biçimi de, kaside gibi, beyit esasına göre düzenlenir Uyak örgüsü de onun aynıdır (Zâti’den aldığımız örnekte olduğu gibi ) Aralarındaki ayrılık, birinin uzun, diğerinin kısa olmasındandır Gazelde beyit sayısı, en az üçten başlamak üzere, on beşe kadar yükselir
Gazel, kısa olduğu için, bölümlere ayrılmaz Yalnız, bazı beyitlere özel adlar verilir Başlangıç beytine, bunda da matla denir Ozanın adını söylediği beyit çoğu kez en sonda olduğu için, kasideden ayrı olarak makta’ (keşiş), adını alır Gazelin en güzel beyti de, beyt-ül gazel yada şah beyit diye, diğerlerinden ayırt edilir, fakat bunun yeri belirli değildir; çünkü sanatçı onu içinden geldiği yerde söylemiştir Burada, şunu da belirtmek gerekir ki, her gazelde şah beyit bulunmadığı gibi; bazen hepsi, bazen de içlerinden biri, ikisi çok güzel olabilir
Divan Edebiyatı’nda, gazelin beyitleri arasında anlam birliği bulunmalıdır, diye bir koşul yoktur Çoğu kez, her beytin, tek başına güzel olmasıyla yetinilir Hattâ Namık Kemal, böyle bir anlayış içinde verilmiş örneklere, haklı olarak; “Parça bohçası” demiştir Yalnız, dikkat edilirse, Ali Şir Nevâi, Fuzûlî, Bâki, Nâilî, Nedim gibi usta ozanların gazelleri arasında, verilen yargının aksine, bir anlam bütünlüğü gösteren örneklere de rastlamak mümkündür ki, bunlar da aslında, onların en değerli şiirlerini teşkil ederler
Kaside gibi, gazel de Arap’lara ait bir nazım biçimidir Müslümanlık’dan önce yetişen ozanlar tarafından aşk duygularını dile getirmek için yazılan bu tip şiirlerin, o zamanın, kadın-erkek yaşayışındaki özgürlük içinde, iyi karşılandığı; fakat, sonradan, yeni dinin ortaya attığı sıkı ahlâk kuralları yüzünden eski önemini yitirdiği, hattâ gazel yazanların ağır cezalara çarptırıldıkları, bilinen bir gerçektir Yalnız, bu yasak devri çok uzun sürmemiştir Emeviler zamanında gelişen saray hayatının zevk ve eğlence meclislerinde, müzikle birlikte, şiir zevki de tekrar canlanmış, ozanlar da yeniden gazeller yazmağa başlamışlardır
Bu nazım biçimi, Müslümanlık’ın yayılışı sıralarında, İran’a da geçmekte gecikmemiş (Sâmanoğulları devri, X y y ) orada da büyük bir ilgi görerek, kısa zamanda, yaygın bir hal almıştır Hattâ daha sonra, İran’lı ozanların bu tip şiirleri, Farsça yazılmış olmalarına rağmen, Gazneliler devrinde (XI y y ), Türk saraylarında bile, geniş bir ilgi toplamıştır İran Edebiyatı’nın en ünlü gazel ozanı Şirazlı Hâfız’dır
Gazelin, Türk Edebiyatı’na girişi, Anadolu Selçukluları zamanına (XII y y ) rastlar; ilk temsilcisi de, Hoca Dehhânî’dir İran’da olduğu gibi, bizde de, kısa denilebilecek bir süre içinde, en çok sevilen bir nazım biçimi durumuna geçmiştir
Önceleri, Fars ozanlarına benzemeği, ulaşılacak amaç sayan ozonlarımız, sonradan (XV y y ), yabancı etkilerden büsbütün sıyrılamamakla birlikte, yazdıklarında yine de bir kişilik göstermeği başarmışlar, hattâ hayran oldukları Fars sanatçılarıyla boy ölçüşecek durumda bulunduklarını sık sık tekrarlamaktan çekinmemişlerdir
Gazel Edebiyatı’mızın en usta sanatçıları, Ali Şir Nevâî, Fuzûli, Bâki, Şeyhülislâm Yahya, Nâili ve Nedim’dir
Tanzimat Edebiyatı’nda ise, kaside gibi, bu nazım biçimi de iç bakımından değişikliğe uğrayarak, toplum sorunlarını dile getiren bir araç halinde kullanılmağa başlanmıştır Ziya Paşa’nın “Gördüm”, Namık Kemal’in “Rağmına, Lâzımsa” redifli gazelleri, sözlü edilen yeniliği, en iyi gösteren örneklerdir (Gazel alanında, bir yandan yeni anlayışa göre örnekler verilirken, öte yandan, Hersekli Arif Hikmet, Lefkoşalı Galip, Naci gibi ozanlarımız, eski edebiyatın geleneklerine bağlı kalmakta devam etmişlerdir)
Servet-i Fûnuncular, Batılılaşma’yı daha geniş ölçüde benimsedikleri için, gazele hiç ilgi göstermemişlerdir Millî Devir Edebiyatı’na gelince, orada Yahya Kemal Beyatlı, kendi deyimiyle “Eski şiirin rüzgârıyla” verdiği örneklerde (Yeniçeri’ye Gazel, Mahûrdan Gazel, Şrefâbât gibi ), ona yeni bir ruh, yeni bir değer kazandırmak istemiş; fakat bunlar da, Gazel Edebiyatı’nın son örnekleri olarak kalmışlardır
Kıldı zülfün tek perişan hâlimi hâlin senin
Bir gün ey bidert, sormazsın nedir hâlin senin
Gitti başından gönül ol servkaddin sayesi
Ağla kim ibdara tebdil oldu ikbali senin
Ziynet için cism divarında etmezdim yerin
Çekmeseydi aşk, can levhinde timsalin senin
Tiz çekmezsin cefa tigın beni öldürmeğe
Öldürür bir gün beni âhır bu ihmalin senin
Garkı hûnabı ciğer kılmış gözüm merdümlerin
Arzuyu hâli müşginü rühu âlin senin
Dâmgâhı aşktan tut bir kenar ey murgu dil
Sınmadan sengi melâmetten perü bâlin senin
Sayeveş çoktan Fuzuli hâkipayın yaslanır
Ol ümid ile ki bir gün ola pamalin senin
Fuzuli
Bu gazel onuncu asırda yetişen en büyük Türk şairi olan Fuzuli’ye aittir Fuzuli bir rivayete göre “Kerbelâ” da, diğer bir rivayete göre “Hille” de Dünyaya gelmiştir Asıl adı “Mehmet bini Süleyman” dır Fuzuli mahlâsını sonradan kendi intihap etmiştir Bu büyük şair oralarda yaşayan “Bayat” namındaki Türk kabîlesine mensuptur Lehçe itibarı ile de “Azerî” dir 1555’te Kerbelâ’da vefat etmiştir
Fuzuli bütün divânında daima “hüznü keder” i terennüm etmiştir, hem de severek, takdis ederek  
Yetiştiği devirde, Türkçe pek işlenmiş bir lisan halinde değildi O bunu düşünüyor ve bir milliyetperver iştiyakıle öz diline hizmet etmek arzusunu açığa vuruyor:
Ol sebepten farisi lâfzile çoktur nazım km
Nazmı nazik Türk lâfzile iken düşvar olur
Lehçesi Türkî kabulü nazmı terkip eyleyip
Ekseri elfazı namerbutu nahemvar olur
Bende tevfik olsa bu düşvarı âsan eylerem
Nevbahar olğaç dikenden berki gül izhar olur
Fuzuli bu “tevfik” a mazhar olmuş ve bu “düşvar” ı âsan etmiştir Eski şairlerimiz içinde Türkçe’de en yüksek, ve ahenktar manzumeleri o ibda etmiştir denilebilir Fuzuli “lirik” yani duygulu bir şairdir Şiirleri ekseriya âşıkane ve mahzunanedir Bu gibi mevzular en ziyade gazel vasıtası ile terennüm edilir ; bunun için Fuzuli’de gazeli seviyor
Rayete meylederiz kameti dilcu yerine
Tuğa dil bağlamışız kâkülu hoşbu yerine
Hevesi tirü keman çıkmadı dilden asla
Navegi gamzei dilduz ile ebru yerine
Gardeni tevseni zibada kutası dilbent
Bağladı gönlümüzü zülf ile giysu yerine
Severiz esbi hünermendi sebareftarı
Bir perişekl sanem bir gözü ahu yerine
Gönlümüz şahidi zibayı cihada verdik
Dilberi mahruhü yârı periru yerine
Seferin cevri çok ümmidi vefa ile veli
Olduk aşüftesi bir şuhu cefacu yerine
Olmuşuz can ile billâh <<Gazayi>> teşne
Kanını düşmanı dinin içeriz su yerine
Gazi Giray
Bu gazel, eski Kırım hanlarından “Gazi Giray” ındır 1587 senesinde hanlığa nasbolundu Hem âlim, hem bahadır, hem şair bir zatti İncelediğimiz gazeli vicdanlara şecaat duygusu aşılayan canlı, müstesna bir şiirdir Şair 1607’de vefat etmiştir Kırım, “Bahçe saray” da metfundur
Gazel şeklen kasideye benzemektedir Yani bir matlâ ile başlıyor, müteakıp beyitlerin tek mısraları kafiyesiz bırakılıyor, çift sıraları matlâ ile “takfiye” ediliyor Yalnız gazel, kasideye nazaran çok kısadır Eski Edebiyatçılar “akalli dört veya beş ekseri on beş beyit olur” derler Gazelin son beytinin adı “makta” dır Burada çok ker şair kendi adını zikreder Her beyitte cümle ve mana tamamlanmış olur Binaenaleyh bir beyitteki mazmuna ait bir kelime, bir terkip, hülâsa bir ifade parçası atlama sureti ile müteakıp beyte geçirilemez Eski Divan Edebiyatı an’anesine göre “gazel” in baştan nihayete kadar tek bir “maksat” takip etmesi şart değildir Yani gazel yazan şair “mevzuda vahdet” e riayet etmeğe mecbur olamaz İsterse meselâ Fuzuli’nin iktibas ettiğimiz gazelinde görüldüğü gibi bütün gazeli bir “fikir”in etrafında toplanır, böyle gazellere “yek avaz” nâmı verilir İsterse her beytinde başka bir fikir dermiyan edebilir Gazel yalnız bir şekilden ibaret değildir Edasiyle, felsefesiyle muayyen mefhumlardan çıkarılan mazmunları ile hususî bir zevkin ifadesidir Esasen Divan Edebiyatı her şeyden evvel bir gazel edebiyatıdır Şair her şeyi usule, an’aneye riayet ederek ve tasvir etmek mecburiyetindedir Yani gelişi güzel mazmunlar yapamaz: “göz” mesela nergise benzetilebilir, hasta, malûl gibi sıfatlar alır; kaş “yay”dır, “mihraptır”, boy “selvi”dir
İşte bütün bu an’aneler, zeki Avrupaî Edebiyat ile iflâs etmiş ve gazel zevki ölmüştür Eski şairlerimizin divânları bir müzedeki “asarıatika” misilli tetkik edilerek haz alınabilir Yoksa Gazel Edebiyatının ihyası imkanı yoktur Çünkü o, bütün bir şark medeniyetinin telâkkileri ile beraber hayattan ayrılmıştır 
|