Prof. Dr. Sinsi
|
Oğuz Kağan Destanı
5 Oğuz Kağan Destanı
5 1 Destan Hakkında Kısa Bilgi
M Ö II yüzyılda doğduğu anlaşılan Oğuz Destanı, ancak XIII yüzyılda yazıya geçirilebilmiştir
Oğuz Kağan Destanının bugün bilinen tek bir yazma nüshası vardır Paris Ulusal
Kitaplığının Türkçe Yazmalar bölümünde 1001 numarada kayıtlı olan bu destan,
Uygur harfleri ile yazılmıştır Oğuz Destanı'nın Paris nüshası diye bilinen bu metni
ilkin Türkolog W Radloff, Kutadgu Bilig ile birlikte (1891) yayımladı Destan daha
sonra W Bang ve G R Rahmeti tarafından 1932'de önce Almanca olarak, daha sonra
da 1936'da Oğuz Kağan Destanı adıyla Türkçe olarak yayınlanmıştır
Bu destanda Oğuz, doğuştan güzel olan, doğduktan kırk gün sonra büyüyüp gelişen,
halka eziyet eden canavarı öldüren, büyüyünce yeryüzünün dört bir yanına elçiler
gönderip o ülkeleri bayrağı altına alan, yaşlanınca yurdunu altı oğlu arasında
paylaştıran bir Türk hükümdarı ve kahramanıdır Destan, Oğuz Kağan'ın yaşamı
ve yaşadıkları etrafında örgülenmiştir Bu destanda, destan kahramanı Oğuz'un
gerçekte, Türk-Hun hükümdarı Mete olduğu söylenmektedir Gerçekten de Mete'nin
tarihi kişiliği ile destan kahramanı Oğuz'un serüvenleri arasında büyük bir
benzerlik vardır
Oğuz Kağan Destanının dört ayrı şekli bilinmektedir Bunlardan birincisi, yukarıda
andığımız Paris Ulusal Kitaplığı'ndaki Uygurca yazılmış nüshadır İkinci şekil, Reşideddin'in
Câmi'ü't-Tevârih kitabının ikinci cildindeki "Tarih-i Oğuzân ve Türkân"
kısmındaki metindir Üçüncüsü, Uzunköprü'de ele geçen Çağatayca yazılmış metindir
ki H Namık Orkun'un Oğuzlara Dair (Ankara, 1935) adlı yapıtıdır Dördüncüsü,
Ebulgâzi Bahâdır Han'ın Şecere-i Terâkime'sindeki anlatma parçadır
5 2 Oğuz Kağan Destanının Özeti
"  Günlerden bir gün Ay Kağan'ın gözü parladı Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk
doğurdu Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi Perilerden
daha güzeldi
Doğan çocuğa Oğuz adı verildi Bu çocuk anasının göğsünden bir kere süt emdi, bir daha emmedi
Çiğ et, çorba ve şarap istedi Dile gelmeye başladı Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve
oynadı Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı
göğsü gibi idi At sürüleri güder, ata biner ve av avlardı
O çağda, orada büyük bir orman vardı Gürül gürül akan derelerin, soğuk ırmakların çağıltısı
duyulurdu bu ormanda Bu ormanın içinde büyük bir canavar olmasa, o çevrede yaşamak
güzeldi Yaman bir canavardı At sürülerini ve halkı yerdi
Oğuz Kağan gözü pek ve yiğit bir kişi idi Bu canavarı avlamak istedi Günlerden bir gün
kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir
ağaca bağladı ve oradan uzaklaştı Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği yemiş Sonra
Oğuz Kağan bir ayı tuttu, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı gitti Tan ağarırken geldiği zaman
canavarın ayıyı da yiyip gittiğini anladı Bu kez o ağacın dibinde kendisi durdu Canavar
geldi ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu Oğuz kargı ile canavarı öldürdü Kılıcı ile başını
kesti, alıp gitti
Yine geldiği zaman bir ala doğanın, canavarın bağırsaklarını yediğini gördü Yay ve okla ala
doğanı öldürdü, başını kesti "Canavar geyiği ve ayıyı yedi Demir olduğu için kargım onu
öldürdü Canavarın bağırsaklarını ala doğan yedi Bakır olduğundan yayım ve okum onu öldürdü "
diyip oradan uzaklaştı
Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi Karanlık bastı gökten
bir ışık indi Güneşten ve aydan daha parlaktı Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki o
ışığın içinde yalnız oturan bir kız vardı Başında teli ve parlak bir beni vardı, kutup yıldızı gibi
idi O kız öyle güzeldi ki, gülse Gök Tanrı gülüyor, ağlasa, Gök Tanrı ağlıyordu Oğuz Kağan
onu görünce aklı gitti; sevdi ve aldı Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk
doğurdu Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne Yıldız adını koydular
Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti Göl ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan
çok güzel bir kız gördü Gözleri gökten daha uçuk mavi, saçları ırmak gibi dalgalı, dişleri inci
gibi beyaz idi  Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti; sevdi ve aldı Günlerden ve gecelerden
sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz
adını koydular Bundan sonra Oğuz Kağan büyük bir şölen verdi Oğuz Kağan kırk masa
ve kırk sıra yaptırdı Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler içtiler Şölenden
sonra Oğuz Kağan beylere buyruk verdi :
Ben sizlere oldum kağan
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize uğur
Bozkurt olsun savaş parolası
Demir kargı olsun orman,
Av yerinde yürüsün kulan
Daha deniz, daha nehir
Güneş bayrak, gök çadır
Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana buyruklar yolladı, bildiriler yazdı ve elçilere verip gönderdi
Bu bildirilerde şöyle yazılıydı:
"Ben Uygurlar'ın kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir Sizden
itaat dilerim"
Yine o zamanlarda sağ yanda Altun Kağan adında bir kağan vardı Bu Altun Kağan Oğuz
Kağan'a itaat etti Sol yanda Urum Kağan vardı Askerleri ve şehirleri çoktu İtaat etmedi
Oğuz Kağan gazaba gelerek onun üzerine yürümek istedi, bayrağını açarak askeriyle ona
karşı yürüdü
Kırk gün sonra Buz Dağ adında bir dağın eteğine geldi Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu
Tan ağarınca Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi O ışıktan gök tüylü ve gök
yeleli büyük bir erkek kurt çıktı Bu kurt, Oğuz Kağan'a hitap etti ve: "Ey Oğuz, sen Urum
üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum" dedi
Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt bir kaç gün sonra durdu Burada İtil Müren
adında bir deniz vardı Burada savaş başladı Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil
Mürenin suyu baştan başa kıpkırmızı oldu Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan kaçtı
Sonra Oğuz Kağan askerleriyle İtil adındaki ırmağa geldi İtil büyük bir ırmaktır Oğuz Kağan
onu gördü ve: "İtilin suyunu nasıl geçeriz?" dedi
Askerler arasında iyi bir bey vardı Onun adı Uluğ Ordu Bey idi O akıllı bir erdi Gördü ki,
bu yerde pek çok dal ve pek çok ağaç var O ağaçları kesti ve bu ağaçlara yattı, suyu geçti Oğuz
Kağan sevindi, güldü ve "sen burada bey ol, senin adın Kıpçak Bey olsun" dedi
Yine ilerlediler Oğuz Kağan yine önünde gök tüylü, gök yeleli kurtla birlikte Hint, Tangut
ve Suriye taraflarına yürüdü Pek çok vuruşmadan ve pek çok çarpışmadan sonra onları aldı
ve kendi yurduna kattı
Yine söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, kır saçlı, tecrübeli
bir ihtiyar vardı O, anlayışlı ve asil bir adamdı Oğuz Kağan'ın nazırı idi Adı Uluğ
Türk idi Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü Bu altın yay gün doğusuna
üç ok da şimale doğru gidiyordu Uykudan uyanınca düşte gördüğünü Oğuz Kağan'a
anlattı ve dedi ki: "Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun; ey kağanım, senin hayatın hoş
olsun Gök Tanrı düşümde verdiğini hakikate çıkarsın Tanrı bütün dünyayı senin uğruna
bağışlasın!"
Oğuz Kağa, Uluğ Türk'ün sözünü beğendi, onun öğüdünü dinledi Sabah olunca büyük ve
küçük oğullarını çağırttı ve: "Benim gönlüm avlanmak istiyor İhtiyar olduğum için benim
artık cesaretim yoktur; Gün, Ay ve Yıldız doğu tarafına siz gidin; Gök, Dağ ve Deniz sizler de
batı tarafına gidin" dedi
Doğuya gidenler yolda bir altın yay buldular Batıya gidenler de üç gümüş ok buldular Bunları
getirip babalarına verdiler Oğuz Kağan yayı üçe böldü ve "Ey büyük oğullarım yay sizlerin
olsun, yay gibi okları göğe kadar atın " dedi Okları da üçe üleştirerek "Ey küçük oğullarım
oklar sizlerin olsun Yay oku attı, sizler de ok gibi olun " dedi
Ondan sonra Oğuz Kağan büyük kurultayı topladı Halkını çağırttı Yurdunu "Boz Oklar"
ve "Üç Oklar" diye anılan oğulları arasında paylaştırdı ve dedi ki:
Ey oğullarım, ben çok aştım;
Çok vuruşmalar gördüm;
Çok kargı ve çok ok attım;
Atla çok yürüdüm;
Düşmanları ağlattım;
Dostlarımı güldürdüm
Ben Gök Tanrıya (borcumu) ödedim
Şimdi yurdumu size veriyorum
|