|
Prof. Dr. Sinsi
|
V,Y,Z.Deyimler
"V-Y-Z" harfleriyle başlayan deyimler
V
Vadesi gelmek (yetmek): 1 Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek 2 Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek "Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hâlâ ortalıkta görünmüyor "
Vakit geçirmek: Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak "Top oynayarak vakit geçirebiliriz sanırım "
Vakit kazanmak: 1 Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak 2 Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak "Sen onu meşgul et ki hemen yola çıkmasın, bu sayede biz de biraz vakit kazanmış oluruz "
Vakitli vakitsiz: Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı gözetmeden "Vakitli vakitsiz gelip giderdi evine "
Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak "Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok "
Vaktini öldürmek: Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere geçirmek "Bu kazanç getirmeyen işle bütün vaktini öldürecek misin yani?"
Vaktini şaşmamak: Tam zamanında "Vaktini şaşmaz o, göreceksin şimdi gelecek "
Vara yoğa karışmak: Her şeye, üstüne lâzım olsun olmasın her işe karışmak "Üvey annemin vara yoğa karışmasından bıkmış usanmıştım iyice "
Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek "Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi "
Varlıkta darlık çekmek: Elinde her imkân olduğu hâlde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek
Vay canına!: Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için kullanılır
Vebali boynuna olmak: Bir işin günahını yüklenmek
Velveleye vermek: Gereksiz bir heyecana, telâşa düşürmek "Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa sola koşmaya başladılar "
Verip veriştirmek: Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek "Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile söylemedi "
Veryansın etmek: Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni söylemek
Vıcık vıcık: Sulu ve gevşek olmak, basıldığında ses çıkarmak "Etraf vıcık vıcık çamurdu, yürüyemiyorduk "
Vıdı vıdı etmek: Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek "Sus artık, vıdı vıdı edip kafamı şişirdiğin yeter "
Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek, aldırış etmemek "Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin "
Viraneye çevirmek: Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap etmek "Beş gün geçmeden viraneye çevirdiler evi "
Voli vurmak: Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun vurmak
Volta atmak: Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek "Canımız sıkıldıkça avluda volta atıp dururduk "
Vur abalıya: Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesi; sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu söylenir
Vur dedikse öldür demedik ya!: Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış söylenir
Vurduğu yerden ses getirmek: Eli ağır olmak, çok kuvvetli vurmak
Vurdumduymaz Kör Ayvaz: Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse
Vur patlasın çal oynasın: Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını anlatır "Vur patlasın çal oynasın sabaha kadar tepinip durdular "
Vurucu güç: Çok etkin silâhlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik "Ordu içinde vurucu bir gücün oluşturulması konusunda fikir birliğine vardılar "
Vücuda getirmek: Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek "Bütün bu canlıları Yüce Allah`tan başka kim var edebilir ki?"
Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek "Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak "
Y
Ya Allah deyip (atılmak): Cenab-ı Hak`a sığınarak (atılmak) "Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı "
Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak "Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme "
Yabancılık çekmek: Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak "Ona hiç yabancılık çektirmedi "
Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: "Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın " anlamında kullanılır
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: "Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak" anlamında söylenir
Yad eller: 1 Baba ocağından uzak yerler, gurbet 2 Yabancı kimseler, yabancılar "Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim "
Yâd etmek: Anmak, hatırlamak "Seni her gün yad ederiz buralarda "
Yağ bağlamak: Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak
Yağ bal olsun: "Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun" anlamında söylenir
Yağcılık etmek: Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak "Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu "
Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak "Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı "
Yağlı kapı: Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer "Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı "
Yağlı kuyruk: Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse "Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!"
Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı "İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı "
Yağma gitmek: Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak "Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş! "
Yağma Hasan`ın böreği: Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak
Yağma yok: "Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin" anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak
Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek "Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun "
Yağ tulumu: Çok şişman, çok yağlı "Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese "
Ya herrü (herro) ya merrü (merro): "Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız" anlamında kullanılır
Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık "Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen "
Yakadan atmak: Savıp kurtulmak, başından atmak "İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum "
Yaka paça: Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek) "Polisler adamı yaka paça götürdüler "
Yakası açılmadık: Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür
Yakasına sarılmak: İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak "Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu "
Yakasına yapışmak: Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak "Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım "
Yakasını bırakmamak: Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak "Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan "
Yakasını kaptırmak: Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak
Yakayı sıyırmak: Kurtulmak, kaçmak "Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık "
Yaka silkmek: Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek "Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de "
Yakayı ele vermek: Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek "Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi "
Yakayı kurtarmak: Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak "Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim "
Yakınlık duymak: Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek "Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı "
Yakışık almamak: Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak "Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı "
Yalancı pehlivan: Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı "Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin "
Yalancısı olmak: Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak "Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş "
Yalan dolan: Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,"Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir "
Yalan yere: Gerçeğe uygun olmayarak "Yalan yere adamı şikâyet ettiler "
Yalayıp yutmak: 1 İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek 2 Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek "Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu "
Yalpa vurmak: İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek "Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu "
Yalvar yakar olmak: Çok yalvarıp yakarmak
Yan bakmak: Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak "Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!"
Yan basmak: 1 Aldanmak 2 Kaypaklık edip dürüst davranmamak "Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme "
Yan çizmek: Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak "Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları "
Yandan çarklı: 1 Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay "Usta, iki yandan çarklı yap!" 2 Bir omuzu düşük olarak yürüyen 3 Çarkı yanda olan gemi
Yan gelip yatmak: Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak "Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar "
Yangına körükle gitmek: Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak "Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?"
Yan gözle bakmak: 1 Kötü niyetle, düşmanca bakmak 2 Göz ucuyla bakmak "Tezgâhtaki mallara yan gözle bakıp geçti "
Yanık ses: Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren ses
Yanına bırakmamak: Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek "Bunu, onun yanına bırakmayacağım "
Yanına (kâr) kalmak: Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak "Adamın yaptığı yanına kâr kaldı, nasıl adalet bu?"
Yanına salâvatla varılır: Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir
Yanından bile geçmemiş: Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok "Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş "
Yanıp tutuşmak: 1 Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak 2 Kuvvetli bir aşkla sevmek "Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu "
Yanıp yakılmak: Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak "Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu "
Yanlış ata oynamak: Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak
Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak "Meğer biz yanlış kapı çalmışız "
Yan tutmak: Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak "Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur "
Yan yan bakmak: Düşmanca, kötü niyetle bakmak
Yapmadığını bırakmamak: Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek
Yara açmak: 1 Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak 2 Büyük dert, acı, üzüntü vermek "Onun sözleri içimde bir yara açtı "
Yaraya merhem olmak: Acil ihtiyaçları karşılamak "Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?"
Yardan atmak: Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak "İnsan dostunu yardan atar mıymış?"
Yarı buçuk: Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma
Yarım adam: Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse "Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!"
Yarım ağızlı (söylemek): İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek) "Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler "
Yarım yamalak: Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu "Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!"
Yarından tezi yok: En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden
Yarı yolda bırakmak: Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek "Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın "
Ya sabır çekmek: Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah`tan kendisine sabır vermesini istemek
Yaş Dökmek: Ağlamak "Senin için az yaş dökmedi ailen "
Yaşını başını almış (olmak): Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak "Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır "
Yaşını içine akıtmak: Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak
Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak "O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir "
Yatağa düşmek: Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak "Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız "
Yataklık etmek: Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak
Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak "Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor "
Yatırım yapmak: Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak "Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık "
Yavaş gel: "Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma" anlamında kullanılır
Yaya kalmak: 1 Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak 2 Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak "İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?"
Yayan yapıldak: Çıplak ayakla, yayan "Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek "
Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek "Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı "
Yaz boz tahtasına çevirmek: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek
Yedeğe almak: Bağlayarak arkasından çekip götürmek
Yedi canlı: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan "Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?"
Yedi düvel: Bütün devletler, herkes, bütün dünya "İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz "
Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes "Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu "
Yediği naneye bak: Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır
Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya "Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu "
Yedi kat yabancı: El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok "Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor "
Yeğ tutmak: Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek "Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır "
Ye kürküm ye: Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır
Yele vermek: 1 Boşuna harcamak 2 Savurmak "Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?"
Yelkenleri suya indirmek: Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak "Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca "
Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla
Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak "Yemeden içmeden esildi, âşık mıdır nedir?"
Yeme de yanında yat: İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır
Yemin etsem başım ağrımaz: "Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim" anlamında kullanılır
Yenilir yutulur gibi değil: 1 Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için) 2 Aşırı, çok pahalı 3 Çok ağır, kabul edilmez (söz) 4 Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan "Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler "
Yer almak: 1 Bir şey yapanların arasında bulunmak 2 Adına ayrılan yerde bulunmak"Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?"
Yer cücesi: Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse
Yer demir gök bakır: "Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm" anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır
Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak "Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı "
Yere bakan yürek yakan: Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse "Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da "
Yere göğe koyamamak: Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek
Yer etmek: 1 İz bırakmak 2 İyice yerleşmek "Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım "
Yerinde duramamak: Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak "Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu "
Yerinden oynamak: 1 Bulunduğu bir yerden ayrılmak 2 Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak "O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!"
Yerinden oynatmak: Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak "Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın "
Yerinde saymak: 1 Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak 2 Hiç gelişme, ilerleme gösterememek "Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi "
Yerinde yeller esmek: Yok olmak, artık bulunmamak "Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu "
Yerin dibine geçmek: 1 Çok utanmak, sıkılmak 2 Kaybolmak, göze görünmez olmak "Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!"
Yerine geçmek: 1 Görevden ayrılan birinin yerine geçmek 2 Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek "Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular "
Yerini bulmak: 1 Aradığı bir yeri bulmak 2 Yerine gelmek 3 Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak "Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim "
Yerini doldurmak: 1 Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak 2 Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak "Bakalım yerini doldurabilecek mi?"
Yeri yurdu belirsiz: Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen "Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?"
Yerle bir etmek: Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak "Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler "
Yerli yersiz: Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan "Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam "
Yer tutmak: 1 Bir yeri kaplamak 2 Birine bir yer ayırmak "Salonda yer tutmak yasaktır!"
Yer vermek: 1 Önemini belirtmek 2 Kendi yerini bir başkasına vermek 3 İmkân tanımak "Bu fikre de yer vermeliyiz "
Yer yarılıp içine girmek: 1 Çok utanmak 2 Yitirilen şey bir türlü bulunamamak "Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu "
Yer yerinden oynamak: Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak "Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık "
Yeşil ışık yakmak: Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak "Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum "
Yılan hikâyesi: Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş) "Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?"
Yılanın kuyruğuna basmak: Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek
Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek: Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak "Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun "
Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek "İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı "
Yıldızı barışmamak: Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak "Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti "
Yıldızı parlamak: Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak "Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti "
Yıldızı sönmek: Ününü ve itibarını kaybetmek "Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!"
Yiğitlik sende kalsın: "Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun" anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir
Yiyip bitirmek: 1 Parayı tüketinceye dek harcamak 2 Yemeği sonu gelinceye kadar yemek 3 Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak "Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!"
Yok canım!: 1 Gerçek mi, öyle mi? 2 Hayır inanmam, doğru değil bu!"Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile "
Yok devenin başı!: "Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam" anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır
Yok pahasına: Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına "Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu "
Yol açmak: 1 Yeni bir yol yapmak 2 Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek 3 Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak 4 Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek "Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı "
Yola çıkmak: 1 Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak "Sabah erkenden yola çıkacaklarmış "
Yola düşmek: Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak "Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile "
Yola gelmek: Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek "Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir "
Yola getirmek: Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek
Yol almak: 1 Çıkılan yolda ilerlemek "Bir saatte epey yol alırız " 2 Mesleğinde ilerlemek "Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı "
Yol aramak: Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak "Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz "
Yol bulmak: Bir çözüm, bir çare bulmak "İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu "
Yoldan çıkmak: 1 Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak 2 Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek "Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor "
Yoldan kalmak: Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek "Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız "
Yol geçen hanı: Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer "Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!"
Yol göstermek: 1 Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak 2 Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek "Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana "
Yol iz bilmemek: 1 Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek 2 Görgüsüz davranmak
Yol kesmek: 1 Birinin geçmesine engel olmak 2 Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak "Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar "
Yol tutmak: Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek "Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!"
Yolu (ayağı) düşmek: Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak "Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi "
Yoluna çıkmak: 1 Karşılamaya gitmek 2 Yolda karşısına çıkmak "Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı "
Yoluna (rayına) girmek: İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek
Yoluna koymak: Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek "İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı "
Yolunu beklemek: Gelmesini beklemek "Az yolunu beklemedi oğlunun "
Yolunu bulmak: 1 Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak 2 Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak "Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel "
Yolunu kaybetmek: Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak "Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı "
Yolunu sapıtmak: Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak "Yolunu sapıtmış şu adamı Allah` tan başka kim doğru yola getirebilir?"
Yolunu yapmak: Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak
Yolu tutmak: Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak "Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı "
Yol yordam: Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları "Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe "
Yorgan gitti, kavga bitti: "Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi " anlamında kullanılır
Yorgunluğunu almak: 1 Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek 2 Yorgun birini dinlendirmek
Yorgunluğunu çıkarmak: 1 Dinlenmek 2 Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak
Yörüngesine oturtmak: 1 (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak 2 Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak
Yufka yürekli: Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse "Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim
Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır
Yumruk kadar: 1 Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne) 2 Küçük çocuk "Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?"
Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak "Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?"
Yumurtaya kulp takmak: Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek
Yumuşak yüzlü: Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse "Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?"
Yuvarlak hesap: Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap "Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu "
Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek "Yuvarlanıp gidiyoruz işte "
Yuvasını bozmak: Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek "Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam "
Yuvasını yapmak: Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek "Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer "
Yuvasını yıkmak: 1 Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak 2 Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek "Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara "
Yük altına girmek: Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek "Desene boş yere yük altına girmişiz biz "
Yük olmak: 1 Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak 2 Masraflarını başkasına ödetmek "Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar "
Yükseklerde dolaşmak: Elde edilmesi zor şeyler istemek "Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste "
Yüksek perdeden konuşmak: 1 Yüksek sesle konuşmak 2 Meydan okurcasına sert konuşmak 3 Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak "Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor "
Yüksekten atmak: Yapamayacağı şeyleri söylemek "Amma da yüksekten atıyor "
Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi )
Yükün altından kalkmak: 1 Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak 2 Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak "Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar "
Yükünü tutmak: Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak "Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu "
Yüreği ağzına gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak "Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an "
Yüreği cız etmek: Çok acımak, içi sızlamak "Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti "
Yüreği çarpmak: 1 Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak 2 Yüreği hızlı vurmak
Yüreği dayanmamak: Çok acı duymak, acısına katlanamamak "Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü "
Yüreği ezilmek: 1 Üzülmek, çok acı duymak 2 Çok acıkmış olmak "İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim "
Yüreği hop etmek: Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak
Yüreği ferahlamak: İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak
Yüreği kabarmak: 1 Midesi bulanmak 2 Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak
Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak "Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu "
Yüreği kararmak: İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak "Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol "
Yüreği katı: Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse
Yüreğine (içine) dert olmak: Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak "Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu "
Yüreğine inmek: 1 Birdenbire ölmek 2 Büyük ölçüde üzülmek "Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?"
Yüreğine (içine) işlemek: Çok tesirli olmak, derinden acı vermek
Yüreğine od düşmek: Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek "Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur "
Yüreğine su serpilmek: Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak "Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı "
Yüreği küt küt atmak: Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak
Yüreği oynamak: Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak
Yüreği (içi) parçalanmak: Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak "Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı "
Yüreği pek: 1 Korkusuz, yürekli, çok cesaretli 2 Yüreği katı "Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki "
Yüreği yanmak: 1 Çok fazla acımak 2 Bir felâkete uğramak "Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum "
Yürükten bağlanmak: İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak
Yürürlüğe girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak
Yüzünü ağartmak: Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak
Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak
Yüze gülmek: 1 Sevimli, çekici görünmek 2 Yalandan dost görünmeye çalışmak "Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar "
Yüze vurmak: İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak "Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu "
Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak
Yüz görümlüğü: Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan
Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak "İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar "
Yüz karası: 1 Utanılacak bir durum 2 Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak "Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?"
Yüz kızartıcı: Çok utandırıcı hareket veya durum
Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak
Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak "Hava kararmaya yüz tuttu "
Yüzde kalmak: 1 Derinleştirmemek 2 Önemli şeyler meydana getirmemek
Yüzü ak: Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak "Alnım açık, yüzüm aktır "
Yüzü görmemek: Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak "Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler "
Yüzü gözü açılmak: 1 Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak 2 İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek
Yüzü gülmek: 1 Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak 2 Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak "Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?"
Yüzü kalmamak: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak "Bu güne kadar ne istedimse verdi Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste "
Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan
Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız
Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak "Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?"
Yüzünden okumak: 1 Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak 2 Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak "Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor "
Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak
Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek "İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi "
Yüzünü ağartmak: Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak "Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk "
Yüzünü ekşitmek: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek "Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda "
Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır
Yüzünü kara çıkarmak: Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek "Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!"
Yüzünü kızartmak: Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak "Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?"
Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak
Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak "Baksana, yüzü sirke satıyor adamın "
Yüz üstü bırakmak: Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak "İşleri yüz üstü bırakıp gitti "
Yüzü soğuk: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,"Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!"
Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırına değer verildiği için "Hz Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar "
Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek "Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor "
Yüzü yerde: Alçakgönüllü
Yüzü yok: "Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor " anlamında kullanılır
Yüz vermek: Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak
Yüz yüze bakmak: Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek "Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız "
Yüz yüze gelmek: 1 Birden karşılaşmak 2 Bir araya gelmek "Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz "
Z
Zahmet çekmek: Sıkıntı, güçlük, yorgunluk ve eziyetlere katlanmak "Senin adam olman için az zahmet çekmedim ben "
Zahmete sokmak: Birine sıkıntı, güçlük ve yorgunluk vermek; masraf ettirmek "Adamcağızı durup dururken zahmete sokmuşsunuz "
Zaman kazanmak: Birini oyalayarak ihtiyacı olduğu zamanı mümkün olduğunca uzatmaya çalışmak
Zaman kollamak: 1 Uygun bir fırsat beklemek 2 Bir işin sırasını beklemek "Zamanını kolla öyle gir işe, zamansız girip de rezil olma "
Zaman öldürmek: Kimi şeylerle uğraşarak belli bir zamanın geçmesini sağlamak, boş şeylerle vakit geçirmek "Burda beklemekle zaman öldürüyoruz beyler "
Zaman vermek: Bir iş için belli bir süre ayırmak "Bana biraz zaman verirseniz gidip onu çağırabilirim "
Zaman zaman: Belli olmayan zamanlarda, ara sıra "Zaman zaman o da aramıza katılırdı "
Zamane çocuğu: Eski nesile göre hayli yadırganacak davranışlarda bulunup sözler sarf eden kimse "Zamane çocuğu ne olacak "
Zar tutmak: Tavla oyununda istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce, zarlara parmaklar arasında belli bir biçim verip öyle atmak
Zart zurt etmek: Bağırıp çağırarak, yükseklerden atıp tutarak çıkışmak; kendini büyük göstererek kaba kuvvet gösterisinde bulunmak
Zar zor: 1 Güçlükle, zorla 2 "Ucu ucuna, kıt kanaat, istenilen ölçüye ancak yaklaşabildi " anlamında kullanılır "Zar zor getirdik adamı "
Zehir etmek: Bir şeyin tadını kaçırmak, iyiyken kötü duruma sokmak "Yediğim şu yemeği zehir ettiniz bana "
Zehir zemberek: İnsanın içine işleyen, onurunu zedeleyen çok acı söz
Zembereği boşanmak: 1 Saatin zembereği kurulmaz duruma gelmek 2 Kendini tutamayarak uzun uzun gülmek
Zemheri zürafası (gibi): Kışın ince elbise giyip gezenler için söylenir
Zemin hazırlamak: Bir işin gerçekleştirilmesi için uygun ortam hazırlamak, meydana getirmek
Zemzemle yıkanmış olmak: Biri, ötekine göre çok daha iyi nitelikte olmak
Zerre kadar: Hiç denecek kadar az "Onu zerre kadar sevmiyorum "
Zevahiri kurtarmak: Bir işi gereği gibi değil de üstünkörü yapmak ve böylece söz gelmesini önlemek, görünüşü kurtarmak "Bu girişimimizle zevahiri kurtardık, daha ne istiyorsun?"
Zeval bulmak: Son bulmak, bozulup yok olmak, çökmek
Zeval vermemek: Zarar ziyan vermemek, korumak "Allah kimseye zeval vermesin "
Zevkten dört köşe olmak: Çok mutlu olduğu anlaşılmak, çok sevinip keyiflenmek ve aşırı zevk duymak "Takımı galip gelince zevkten dört köşe oldu "
Zevkine varmak: Bir şeyin tadını alabilmek, çıkarmak ve duymak; inceliklerini görebilmek "O sabah, manzaranın zevkine vardık "
Zevkini çıkarmak: Bir şeyin tadından, güzelliğinden olabildiğince yararlanabilmek "Gelin şu gezinin zevkini çıkaralım "
Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Bir konuda haksız olduğunu kabullenmeyerek kurnazlıkla kendini haklı ya da suçsuz çıkarmaya çalışmak
Zıddına gitmek: Karşısındakini sinirlendirmek, sinirini bozmak; bir şeyin tersine hareket etmek "Niçin devamlı benim zıddıma gidiyorsun "
Zılgıt yemek: Azarlanmak, paylanmak "Senin yüzünden öğretmenden zılgıt yedik "
Zınk diye durmak: Birdenbire, aniden durmak "Önümdeki adam zınk diye durunca ne yapacağımı şaşırdım "
Zırnık (bile) vermemek: Az da olsa, en ufak bir şey de olsa vermemek "Ona bu mirastan zırnık bile koklatmayacağım "
Zıvanadan çıkmak: 1 Çok sinirlenip öfkelenmek, taşkınca hareketlerde bulunmak 2 Delirmek, aklını oynatmak "Biraz daha konuşup da beni zıvanadan çıkarmayın!"
Zihin açıklığı: İyi, sağlıklı düşünebilme gücü "Sana Allah`tan zihin açıklığı dilerim "
Zifiri karanlık: Çok karanlık "Zifiri karanlıkta yola çıktık "
Zihni bulanmak (karışmak): Sağlıklı düşünemez olmak, olaylar arasındaki bağlantıyı kaybetmek, ne yapacağını şaşırmak "Bir anda zihnim bulandı, saçmalamaktan korkup konuşmayı yarıda kestim "
Zihnini bulandırmak: 1 Kuşkulandırmak 2 Düşünemez hâle getirmek
Zihnini çelmek: 1 Bir kimseyi yanıltmak 2 Kandırıp baştan çıkarmak
Zihnini kurcalamak: Aklına takılan bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak "Akşamki mesele zihnimi kurcalayıp duruyor "
Zihnini oynatmak: Çıldırmak, aklını yitirip delirmek "Sen zihnini mi oynattın?"
Zil takıp oynamak: Çok sevinmek
Zimmetine geçirmek: 1 Kendine mal etmek 2 Bir hesabı birinin borcuna eklemek "Devletin onca malını zimmetine geçirmiş "
Zincire vurmak: Prangaya vurmak (mahkûmu) "Bütün esirleri zincire vurup zindana atmışlardı "
Zindan kesilmek: 1 Çok karanlık duruma gelmek 2 Yaşanılan yer çok sıkıntı verici, yaşanılamayacak derecede kötü hâle gelmek
Ziyafet çekmek: Konukları yemek vererek ağırlamak "Düğünümde bir ziyafet bile çekemedim "
Ziyan etmek: Yersiz, boş yere harcamak "O kadar ekmeği ziyan etmeye utanmıyor musun?"
Ziyanı yok: "Önemli değil, önemi yok!" anlamında kullanılır
Ziyaret etmek: Birini görmeye, biriyle görüşmeye, bir yeri görmeye gitmek "Hastaları ziyaret etmek görevlerimiz arasındadır "
Zokayı yutmak: Aldatılıp zarara sokulmak
Zora binmek: İş güçleşmek, ancak zor kullanarak halledilecek hâle gelmek "Bir yolunu bulun, sakın işi zora bindirmeyin "
Zora gelmemek: Sıkıntıya ve baskıya katlanamamak, güçlüğe sabredememek "Zora gelemem ben, lütfen ısrar etmeyin!"
Zorun ne?: "Ne istiyorsun, amacın ne?" anlamında kullanılır
Zoru olmak: Kendisini zorlayan bir sıkıntısı, derdi olmak "Adamın bir zoru olduğu yüzünden belliydi "
Zurnanın zırt dediği yer: Yapılmakta olan işin en hassas, en önemli, en can alıcı noktası
Züğürt tesellisi: Kötü bir işte en önemli şeyi kaybettiği zaman bazı önemsiz, iyi olmayan bir yan bularak sevinmek ve kendini avutma
Zülfüyâre dokunmak: İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü kimseyi veya yüksek bir makamı kimi söz ve davranışlarla gücendirmek, darılmasına yol açmak "Hayır geri duramam, zülfüyâre dokunsa da söyleyeceğim "
|