Yalnız Mesajı Göster

Cevap : İlluminati Nedir?

Eski 10-30-2011   #12
karamela
Varsayılan

Cevap : İlluminati Nedir?



TAPINAKÇILARIN KARANLIK TARİHİ
Haçlı Seferleri her ne kadar Hıristiyan inancının bir ürünü olarak bilinse de, aslında temeli bütünüyle maddi çıkarlara dayalı olan savaşlardır Avrupa’nın büyük bir yoksulluk ve sefalet içinde yaşadığı bir devirde, Doğu’nun ve özellikle de Ortadoğu’daki Müslümanların refah ve zenginliği, Avrupalıları özellikle de Kilise’yi cezbetmiştir Bu cazibenin, Hıristiyanlığın dini öğretileriyle de süslenmesi sonucunda, dini görünüm altında, fakat gerçekte dünyevi amaçlara yönelik bir “Haçlı” zihniyeti ortaya çıkmıştır Hıristiyanların, daha önceki devirlerde temelde barışçı bir siyaset izlerken, ani bir dönüşle savaşçılığa eğilim göstermelerinin asıl nedeni de budur

Haçlı Seferleri’nin başlangıç noktası, 1095 yılının Kasım ayında, Papa II Urban’ın başkanlığında ve üç yüz din adamının katılımıyla gerçekleşen Clermont Konseyi oldu Bu konseyde o zamana kadar Hıristiyan dünyasında hakim olan barışçı doktrin terk edildi ve Haçlı Seferleri’nin temeli atıldı II Urban, Clermont Konseyi’nin sonunda, farklı toplumsal sınıflara mensup bir kalabalık önünde yaptığı konuşma ile bu durumu ilan etti

Papa II Urban bu meşhur söylevinde, Hıristiyanlardan kendi aralarındaki çekişme ve savaşları bırakmalarını istedi; zengin, fakir, “asil”, “köylü” herkesi tek bir bayrak altında birleşmeye ve “kutsal toprakları Müslümanların elinden kurtarmak için” savaşmaya çağırdı Ona göre bu, “kutsal bir savaş” olacaktı
Tarihçilerin iyi bir hatip olarak tanımladığı II Urban’ın amacı, Hıristiyanları, Müslüman Türklere ve Araplara karşı kışkırtmaktı; bunda da başarılı oldu Doğu’daki Hıristiyanların zor durumda olduğunu, hacıların taciz edildiğini ve engellendiğini, Hıristiyanlarca kutsal sayılan yerlere saygısızlık edildiğini iddia etti1 Elbette bunlar gerçeklere tamamen aykırıydı
Zira tarihçilerin de ifade ettikleri gibi, o dönem, Müslümanlar Ehl-i Kitaba büyük bir hoşgörü ve adaletle davranıyor, her türlü ibadetlerine de izin veriyorlardı Kutsal topraklarda yaşayan tüm azınlıklar İslam ahlakının getirdiği bu huzurlu ortamdan faydalanıyorlardı Bununla birlikte dönemin günümüze kıyasla son derece ilkel haberleşme ve iletişim koşullarında, Avrupalıların bu gerçeklerden haberleri yoktu elbette (Latince yerine Yunancayı kullanan Bizanslılar ve Ortodoks mezhebi hakkında bile az şey biliyorlardı; İslamiyet ve Müslümanlara dair bilgileri ise bundan daha da azdı, yalan yanlış kulaktan dolma şeylerden ibaretti) Bu nedenle, Papa, dinleyicilerin duygularını tahrik etmeyi başardı Dahası önemli bir teşvik olarak, söz konusu seferde görev alanların tüm günahlarının bağışlanacağı vaadinde bulundu Konuşmanın sonunda büyük bir coşkuya kapılan dinleyiciler, elbiselerine dikmeleri için kendilerine dağıtılan kumaştan yapılmış haçları aldılar ve “kutsal savaş” çağrısını herkese duyurmak için harekete geçtiler
11 yüzyıldan bir Haçlı Şövalyesi çizimi

Tarihin akışına etki edecek bu çağrı “olağanüstü” yankı uyandırdı Kısa sürede hem profesyonel savaşçıların hem de on binlerce sıradan insanın katıldığı dev bir “Haçlı Ordusu” oluştu

Bazı tarihçiler Doğu’nun zengin kaynaklarını sömürmeyi amaçlayan Hıristiyan kralların Papa’ya böyle bir “kutsal savaş” çağrısı için baskı yaptığını ifade ederler Kimi tarihçiler ise, Papa II Urban’ın bu girişiminde, kendisine rakip olan bir diğer papa adayını gölgede bırakabilme isteğinin rol oynadığını düşünürler

Papa’nın çağrısına heyecanla tabi olan Avrupalı krallar, prensler, aristokratlar veya diğer insanlar da aslında temelde dünyevi niyetlerle bu savaş çağrısını kabullenmişlerdi “Fransız şövalyeleri daha fazla toprak ummuş, İtalyan tacirleri Doğu Avrupa limanlarında ticareti büyütmeyi hayal etmiş, çok sayıdaki yoksul insan da, sadece gündelik sıkıntı ve zorluklarından kaçabilmek için bu seferlere katılmıştı" 2 Nitekim bu aç gözlü kitle, yol boyunca pek çok Müslümanı -ve hatta Yahudiyi- sırf “altın ve mücevher bulma” hayaliyle öldürdü Hatta Haçlılar, öldürdükleri insanların karınlarını deşerek, “ölmeden önce yuttuklarına” inandıkları altın ve değerli taşları araştırıyorlardı Haçlıların maddi hırsı o kadar büyüktü ki, IV Haçlı Seferi’nde Hıristiyan Konstantinopolis’i (yani İstanbul’u) dahi yağmalamaktan çekinmemişler, Ayasofya’daki Hıristiyan fresklerinin altın kaplamalarını sökmüşlerdi
Haçlı Barbarlığı
İşte kendilerine “Haçlılar” denen bu güruh, üç büyük grup halinde 1096’nın yaz aylarında yola çıktılar; farklı rotaları izleyerek Konstantinopolis’de bir araya geldiler Bizans İmparatoru I Alexius’un elinden gelen desteği verdiği bu topluluk, yaklaşık 4000 atlı şövalye ve 25000 yaya askerden oluşmaktaydı3 Ordunun kumandanları, Toulouse Kontu Raymond, Taranto Dükü Bohemond, Godfrey of Bouillon, Vermandois Kontu Hugh ve Normandiya Dükü Robert’di Manevi liderliği ise, II Urban’ın yakın arkadaşı olan Piskopos Adhemar of Le Puy üstlenmişti4
Haçlı Seferleri, barış içinde yaşayan Ortadoğulu Müslümanlara karşı barbar bir saldırıydı

Haçlılar yol boyunca pek çok yeri yakıp-yıktıktan, pek çok Müslümanı kılıçtan geçirdikten sonra 1099 yılında Kudüs’e vardılar Yaklaşık 5 hafta süren uzun bir kuşatmanın ardından şehrin düşmesiyle kente girdiler Bir tarihçinin ifadesiyle, “Buldukları tüm Arapları ve Türkleri öldürdüler Erkek veya kadın, hepsini katlettiler”5
Kudüs’e giren Haçlılar karşılaştıkları herkesi akla hayale gelmez işkencelerle öldürdüler, kılıçtan geçirdiler; buldukları herşeyi yağmaladılar Camilere sığınan masum insanları çoluk çocuk, genç yaşlı demeden katlettiler, Müslümanların ve Yahudilerin kutsal mabetlerini tahrip ettiler Şehrin sinagogunda saklanan Yahudileri, sinagogu ateşe vermek suretiyle yaktılar Eşine az rastlanır bu barbarlık şehirde öldürecek kimse kalmayıncaya kadar devam etti6
Haçlılardan biri, Raymund of Aguiles, bu vahşeti "övünerek" şöyle anlatıyordu:
"Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti Adamlarımızın bazıları -ki bunlar en merhametlileriydi- düşmanların kafalarını kesiyorlardı Diğerleri onları oklarla vurup düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu Öyle ki, yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın dizlerinin boyunu aşıyordu"7
Araştırmacı Desmond Seward ise, The Monks of War (Savaşın Rahipleri) isimli kitabında bu vahşeti şu şekilde tasvir ediyordu:
“Temmuz 1099’da Kudüs ele geçirildi Yağmalamanın vahşiliği, Kilisenin soydan gelen içgüdüleri Hıristiyanlaştırmakta ne kadar az başarılı olduğunu ortaya koyuyordu Kutsal kentin tüm nüfusu kılıçtan geçirildi; Yahudiler, Müslümanlar, erkek, kadın ve çocuk toplam 70000 kişi üç gün süren bir soykırımda katledildiler Bazı yerlerde askerler ayak bileklerine kadar yükselen kan gölü içinde yürüdüler ve sokaklarda gezen atlıların üzerlerine kan sıçradı"8
Bir tarihi kaynağa göreyse, Haçlıların vahşice öldürdüğü Müslümanların sayısı yaklaşık 40000’dir9 Her ne kadar öldürülenlerin sayısına ilişkin rakamlarda farklılıklar olsa da, Haçlıların kutsal topraklarda yaptıkları büyük bir barbarlık örneği olarak tarihte yerini almıştır
Birinci Haçlı Seferi, 1099 yılında Kudüs’ün düşmesi ve yaklaşık 460 yıldır Müslümanların egemenliği altında bulunan toprakların Hıristiyanların eline geçmesiyle sonuçlandı Haçlılar, Kudüs’ü kendilerine başkent yaptılar ve sınırları Filistin’den Antakya’ya kadar uzanan bir Latin Krallığı kurdular
Bu tarihten sonra Haçlıların Ortadoğu’da tutunabilme mücadelesi başladı Kurdukları devleti ayakta tutabilmek için örgütlenmeleri gerekiyordu Bu nedenle daha önce benzeri bulunmayan “askeri tarikatlar” kuruldu Bu tarikatların üyeleri, Avrupa’dan Filistin’e göç edip, burada bir tür manastır hayatı yaşıyor, bir yandan da Müslümanlara karşı savaşmak üzere askeri eğitim görüyorlardı

İşte bu tarikatlardan biri, diğerlerinden farklı bir yol tuttu Ve tarihin akışına etki edecek bir değişim yaşadı Bu tarikat, “Tapınakçılar” tarikatıydı

Tapınakçılar'ın Kuruluşu
Tapınakçılar, Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmelerinden ve bir Latin Krallığı kurmalarından yaklaşık 20 yıl sonra tarih sahnesine çıktılar 1118 yılında kurulan ve herkesçe tanınan adı “Tapınakçılar” veya “Tapınak Şövalyeleri” (İngilizce’de Templars ya da Knights Templar) olan bu tarikatın tam ismi “İsa’nın ve Süleyman Tapınağı’nın Yoksul Şövalyeleri” idi (“Pauperes Commilitones Christi Templique Salomonis”) Kurucuları ise toplam 9 şövalyeden oluşuyordu: Hugues de Payens, Godfrey de St Omar, Godfrey Rossal, Gundemar, Godfrey Bisol, Payen de Montdidier, Archibald des St Aman, Andrew de Montbard ve Provins Kontu Ortaçağ Avrupasının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak bu tarikatın kuruluşu Kudüs’te sessiz sedasız gerçekleşti (Bu tarikat hakkındaki bilgilerin önemli bölümü, 12 yüzyılda yaşayan tarihçi Guillaume de Tyre kanalıyla günümüze ulaşmıştır)
Haçlıların Kudüs'ü işgalini gösteren bir Ortaçağ gravürü
Tapınakçıları Kudüs'te tasvir eden bir Ortaçağ çizimi

Yukarıda adı geçen kurucular dönemin Kudüs Kralı II Baldwin’in huzuruna çıktılar ve Birinci Haçlı Seferi’nin ardından Kudüs’e akın eden Hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler Kral Tapınakçılar’ın ilk “Büyük Üstadı” olan Hugues de Payens’i yakından tanıyordu Kendilerine büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar Süleyman Tapınağı’nın yer aldığı (Mescid-i Aksa’yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi’nin Hıttin Savaşı’nın ardından Kudüs’ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince “Tapınak Tepesi”, Tapınakçılar’ın merkezi oldu Kendilerine “Süleyman Tapınağı” ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de işte buydu Özellikle burasını kendilerine üs olarak belirlemeleriyse rastgele bir seçim değil, bilinçli bir tercihti Tapınak, Hz Süleyman’ın gücünün bir simgesiydi; Tapınak’tan geriye kalanlar ise büyük gizler barındırıyordu
Kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu tarikatı kurmalarının amacı, kutsal toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamaktı Ancak Tapınakçılar’ın gerçek amacı çok farklıydı
Tapınakçılar'ın Amacı
O dönemde Kudüs’te Tapınakçılar’dan başka askeri tarikatlar da vardı Ancak onlar kuruluş amaçlarına uygun işlerle iştigal ediyorlardı Örneğin Tapınakçılar’la aynı dönemde kurulan ve büyük bir teşkilat olan St John Şövalyeleri ya da diğer adlarıyla Hospitaler Şövalyeleri örgütü hayır işleri yapıyor, kutsal topraklardaki hastaların ve fakirlerin yardımına koşuyordu Diğer taraftan, 9 Tapınak şövalyesinin, ilan ettikleri gibi, Hayfa’dan Kudüs’e kadar olan bir bölgeyi kendi başlarına korumaları fiziksel olarak imkansızdı Tapınakçılar’ın yardımseverlik değil, aksine ekonomik ve siyasi çıkarlar peşinde oldukları açıktı
Ünlü mason üstadı Albert Pike ve Morals and Dogma isimli kaynak kitabı

Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan 33 dereceden büyük üstad Albert Pike (1809-1891), masonluğun temel eserlerinden biri kabul edilen Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında, Tapınakçılar’ın gerçek amacını şöyle açıklamıştır:
“1118’de, aralarında Geoffroi de Saint-Omar ve Hugues de Payens’in bulunduğu, Doğu’daki dokuz haçlı şövalyesi kendilerini dine adadılar ve Photius zamanından beri Roma’nın dinsel otoritesine gizli ya da açık daima düşmanlık gösteren bir Piskoposluk olan Constantinople’nin Patriğinin önünde ant içtiler Tampliyelerin ilan edilen görevi, kutsal yerleri ziyarete gelen Hıristiyanları korumaktı Gizli amaçları ise, Ezekiel’in haber verdiği modele uygun olarak Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmekti Tapınakçılar, en baştan beri Roma’nın (Papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydı Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti"10
Her ikisi de mason olan İngiliz yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas da, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında Tapınakçılar’ın kökeni ve amaçlarına yer vermektedirler Onlar Pike’ın verdiği bilgilere bazı ekler yaparlar Yazarların tezine göre, Tapınakçılar Kudüs’te bulundukları dönemde gerçekten de büyük bir değişim yaşamışlar, Hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul etmişlerdir Bunun temelinde ise, Kudüs’teki Süleyman Tapınağı’nda “keşfettikleri bir giz” yatar Zaten Tapınakçılar’ın Kudüs’teki asıl hedefleri, Süleyman Tapınağı’nın harabelerini araştırmak olmuştur Yazarlar, Tapınakçılar’ın “Filistin’e giden Hıristiyan hacıları korumak” şeklindeki görüntüsünün sadece bir kılıf olarak kullanıldığını, tarikatın asıl hedefinin çok daha farklı olduğunu şöyle açıklarlar:
“Tapınakçılar’ın kurucularının herhangi bir zaman hacılara koruma sağladıklarına dair hiçbir kanıt yoktur, ama öte yandan Herod Tapınağı’nın (Süleyman Tapınağı’nın yeniden inşa edilmiş hali) yıkıntıları altında yoğun araştırma kazıları yaptıklarına dair son derece ikna edici kanıtlar buluyoruz”11
Bu konuda kanıtlar bulan yegane araştırmacılar The Hiram Key kitabının yazarları değildir Fransız tarihçi Gaetan Delaforge şu benzer yorumu yapmaktadır:
“(Tapınakçılar tarikatını kuran) Dokuz şövalyenin gerçek amacı, Yahudiliğin ve Eski Mısır’ın gizli geleneklerinin özünü içeren kalıntılar ve yazıları bulabilmek için bölgede araştırma yapmaktı Bu özel görevi yerine getirdiklerine hiç kuşku yoktur”12
Haçlılar döneminden kalma bazı mühür ve haritalar: (Soldan sağa) Kudüs'ün dini merkezlerini gösteren bir kroki; Kral III Frederick'in mührü; Kudüs'e ait bir başka kroki; Kudüs'teki Haçlı Kralı I Baldwin'in mührünün ön ve arka yüzü; Sezariye Başpiskoposunun mührünün ön ve arka yüzü

19 yüzyılın sonlarında Kudüs’te arkeolojik bir çalışma yürüten İngiliz Kraliyet araştırmacısı Charles Wilson da, Tapınakçılar’ın Kudüs Tapınağı’nın kalıntılarını araştırmak için oraya gittikleri kanısına varmıştır Wilson, Tapınak’ın temellerinin altında bazı araştırma ve kazı izlerine rastlamış ve incelemeleri sonucunda bunların Tapınakçılar’a ait araçlar olduğunu belirlemiştir Söz konusu araçlar halen Tapınakçılar hakkında büyük bir arşive sahip olan İskoçyalı Robert Brydon’un kolleksiyonundadır13
The Hiram Key kitabının yazarları, Tapınakçılar’ın bu araştırmalarının sonuçsuz kalmadığını, bu tarikatın gerçekten de Kudüs’te, “dünya görüşlerini değiştiren” önemli bir şeyler bulduklarını yazmaktadırlar Pek çok araştırmacı da aynı kanıdadır Tapınakçılar’ın Hıristiyan bir dünyada doğmalarına, Hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen, Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir “kaynak” olmalıdır
İşte bu kaynak, pek çok tarihçinin ortak görüşüyle, Kabala’dır
Kabala, kelime anlamıyla “sözlü gelenek” demektir Ansiklopedilerde veya sözlüklerde, Yahudi dininin mistik, ezoterik (batıni) bir kolu olarak tarif edilir Bu tanıma göre, Kabala, Tevrat’ın ve diğer Yahudi dini kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir Ancak konuyu biraz daha yakından incelediğimizde, karşımıza daha farklı gerçekler çıkmaktadır Bu gerçeklerin bizi ulaştırdığı sonuç ise, Kabala’nın, Yahudiliğin temeli olan Tevrat’tan da önce var olan, Tevrat’ın vahyedilmesinden sonra Yahudiliğin içinde yayılan, “pagan” yani putperest kökenli bir öğreti olduğudur (Bu konuda detaylı bilgi için bkz Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, Global Masonluk)
Haçliların Fimistin'e yaptıkları sefereleri gösteren döneme ait bir harita

Kabala, binlerce yıldır hemen her türlü büyü ritüelinin temel taşlarından birini oluşturmuştur Yahudi olmayan pek çok insan da Kabala’nın gizeminden etkilenmiş, bu öğretiyi kullanarak büyü ile uğraşmıştır Tapınakçılar da bunlardandır; “büyü gücüne sahip olmak” için Kabala üzerinde çalışmalar yapmışlardır Dahası gerek Kudüs’de, gerekse Avrupa’da Kabalacılarla ilişkilerini sürdürmüşlerdir (İlerideki bölümlerde detaylı olarak ele alınacaktır) Bu görüş, konuyu araştıran pek çok araştırmacı tarafından paylaşılmaktadır14
Tarikatın Gelişimi
Tapınakçılar örgütü kısa bir süre sonra yeni katılımlarla hızla büyümeye başladı 1120’de Foulgues d’Angers, 1125 yılında Champagne Kontu Hugo Tarikat Şövalyesi oldular Tarikatın gizemli havası ve mistik öğretisi pek çok Avrupalı “asil”in ilgisini çekmişti Bu gelişim, tarikatın 1128 yılındaki Troyes Konseyi’nde Papalık tarafından resmen tanınmasıyla daha da hız kazandı15
Tapınakçılar’ın Roma Kilisesi tarafından resmen tanınması Türk masonlarının en büyük yayın organı Mimar Sinan dergisinde şöyle anlatılır:
“Bu dinsel onayı gerçekleştirmek üzere, tarikatın önderi Büyük Üstad Hugues de Payens beş şövalyeyle birlikte gider Papa II Honorius’u ziyaret eder Kudüs Patriğinin ve Kral II Baudoin’in mektuplarını sunar; Tampliyeler’in görevlerini, hizmetlerini ve yararlarını anlatır 13 Ocak 1128’de Troyes’da konunun müzakeresi için konsil toplanır Konsile çok sayıda yüksek din görevlisinin yanında özellikle Citeaux Başrahibi Etienne Harding ve Clairvaux Başrahibi Saint Bernard da katılır Büyük Üstad, konsillere Tampliye örgütünü yeniden takdim eder Tatmin olan Troyes Konsili, İsa’nın Fakir Şövalyeleri adıyla dinsel şövalyelik tarikatının kurulmasına ve tüzüğünün Saint Bernard tarafından hazırlanmasına karar verir Böylece Tampliye tarikatı resmen kurulur”16
Tapınakçılar’ın gerek örgütlenmesinde gerekse ilerlemesinde en çok katkısı olan kişi Saint Bernard’dı Saint Bernard (1090-1153) henüz 25 yaşında Clairvaux Manastırı’nın Başrahibi olmuş, Katolik Kilisesi içerisinde yükselmiş, Hıristiyan dünyasının sözcüleri arasında yerini almış, hatta Fransa Kralı ile Papa’ya sözü geçer duruma gelmişti Şunu da eklemek gerekir ki Saint Bernard, Tapınakçılar örgütünün kurucularından Andrew de Montbard’ın kuzeniydi Tapınak Şövalyeleri’nin nizamnamesini, kendi mensubu olduğu Cistercian mezhebinin ilke ve kuralları doğrultusunda kaleme aldı Diğer bir ifadeyle Tapınakçılar onun belirlediği ilkeleri kendilerine rehber edindiler Ancak şunu özellikle belirtmek gerekir ki, bunların bir kısmı sadece kağıt üzerinde kaldı, hayata geçirilmedi Tapınakçılar Kilise tarafından yasaklanan işleri yapmaktan çekinmediler
Bernard muhtemelen aldatılmış, bilmeyerek Tapınakçıların pis işlerine alet olmuştu Nitekim Tapınakçılara destek vermek için yazdığı “De Laude Novae Militae”de (“Yeni Şövalyeliğe Övgü”), “büyük üstad” Hugues de Payens’in kendisinden böyle bir şey yazmasını üç kez istediğini özellikle vurgulamıştı17 Yani Tapınakçılar onun iyi niyetinden, Hıristiyan Avrupasındaki güvenilirliği ve itibarından yararlanarak büyük çıkarlar sağlamıştı Zira o sırada Bernard, “Christendom” yani “Hıristiyanya”da Papa’dan sonra en nüfuzlu kişiydi
Bernard'ın desteğinin ne kadar etkili olduğu bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi?Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler (Şuara Suresi, 221-223)


Kabala, Tevrat'tan önce var olan bir takım pagan öğretilerin sonradan Yahudilik'in içine girmesiyle doğmuş mistik bir öğretidir Asırlardır büyü ile özdeş hale gelmiş olan Kabala, Tapınak Şövalyeleri'nin sapkın inancının oluşmasında önemli bir rol oynamıştır

“Bernard’ın belgesi, De Laude Novae Militae (Yeni Şövalyeliğe Şükran), Christendom’un bir ucundan diğer ucuna kasırga gibi geçti, hemen ardından Tapınakçı askerlerin sayısı arttı Aynı zamanda Avrupa’nın kralları ve baronlarından bağışlar, hediyeler Tapınakçılar’ın kapısına düzenli olarak ulaşıyordu Şaşırtıcı bir süratle, dokuz şövalyeden oluşan küçük grup, Tapınakçılar Şirketi’ne dönüştü”18
Kısacası onun sayesinde Tapınakçılar benzeri görülmemiş ayrıcalıklara sahip oldular; diğer dini tarikatlara tanınmayan imtiyazlar elde ettiler Bu konudaki araştırmalarıyla tanınan Alan Butler ve Stephen Dafoe’nin ifadesiyle, “Ortaçağ’ın en başarılı askeri, ticari ve mali organizasyonlarından biri” oldular Kutsal topraklardan Avrupa’ya kadar her yerde bir “efsane” olarak dilden dile dolaşmaya başladılar Örgüt kısa bir zaman diliminde, dokuz şövalyeden iyi eğitimli on binlerce çalışana ve muazzam bir sermayeye sahip dev bir şirkete dönüştü: “Yeni üyeler, para ve arazi teklifleri her yerden akmaya başladı Kısa zamanda inşa edilen pek çok kale, çiftlik ve kilise, Tapınak Şövalyeleri ve hizmetçileri tarafından kullanıldı Tapınakçılar gemileri teçhiz ettiler, hem ticaret hem de savaş gemileri filosu oluşturdular Zamanla dönemlerinin en tanınmış savaşçıları, seyyahları, bankerleri ve finansörleri oldular”19

Üst solda ünlü kaşif Vasco de Gama da bir Tapınakçı idi ve dünya denizlerinde yeni ticaret yolları aramak için yelken açmıştı Sol altta, Vasco de Gama'nın, yelkenlerinde tapınakçı haçları taşıyan gemisiSağ üstteki resimde Ortaçağdaki Yahudi Kabalacılarını gösteren bir çizim

Gerçekten de tarikat tam bir özerklik kazanmıştı Krallara, imparatorlara ya da piskoposlara karşı sorumlu değillerdi Yalnızca Papaya karşı sorumlulukları vardı Zenginlikleri günden güne artmaya başlamıştı Kuruldukları günden, Akka’nın düşüşüne kadar Kutsal topraklarda çok büyük güç kazandılar Avrupa’dan Filistin’e gelen Hıristiyan hacıların ve yüklerin rotası tamamen bu tarikatın kontrolündeydi Ama bunlar bile Tapınakçıların genel faaliyetlerinin içinde çok küçük bir bölümü oluşturuyordu
“İsa’nın yoksul askerleri” olma iddiasıyla ortaya çıkmışlardı Oysa hiçbir şey, gerçeklerden bu kadar uzak olamazdı Tapınakçılar arasında Avrupa’nın en zengin insanlarını, Paris ve Londra’nın önde gelen bankerlerini görmek mümkündü Champagne Kontu Hugh, Blanche of Castile, Alphonso de Poitiers, Robert of Artois gibi Aragon Kralı I James ve Napoli Kralı I Charles’in maliye bakanları, Fransa Kralı VII Louis’nin başdanışmanı Tapınakçıydı"20
1147 yılına gelindiğinde sadece Kudüs’te 700 şövalye, 2400 hizmetli ve o dönemde bilinen dünyanın bütün önemli noktalarına yayılmış 3468 adet şato vardı Hem denizde, hem karada önemli ticaret yolları ve merkezleri oluşturmakla kalmamış, bir çok savaşa katılarak ganimetler ve Avrupa devletleri arasında politik güç elde etmişlerdi Devlet içinde devlet görüntüsü veren Tapınakçılar o kadar güçlüydüler ki, anlaşmazlıklarda veya krallar arasındaki çatışmalarda bile hakem olarak görev alıyorlardı
13 yüzyılda 20 bini şövalye olmak üzere toplam 160 bin Tapınakçı olduğu tahmin edilmektedir Elbette o günün şartlarında bu büyük bir rakamdır
İngiliz yazarlar Baigent, Leigh ve Lincoln’ün The Temple and the Lodge (Tapınak ve Loca) adlı kitaplarında da belirtildiği gibi, etkinlik alanları çok genişti; Hıristiyan Avrupası’nda karışmadıkları hiçbir iş yok gibiydi Magna Carta’nın imzalanmasındaki rolleri buna bir örnek olarak verilebilir

Çok büyük bir servet biriktirmeyi başarmışlardı Batı’nın yalnızca en büyük askeri gücü olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda en etkin bankerleri olarak da göze çarpıyorlardı Ayrıca katedraller inşa ettiriyorlar, uluslararası ilişkilerde arabuluculuk yapıyorlar, hatta tüm saraylarda mabeyincilik görevlerini üstleniyorlardı

Örgütün Yapısı
Tapınakçılar’ın en dikkat çekici özelliği, gizliliğe son derece önem vermeleriydi Kuruluş ile kapanış arasında geçen iki yüzyıl boyunca, bu ilkelerinden asla taviz vermediler Bu ise akla, mantığa ve sağduyuya ters bir durumdu Çünkü böyle bir gizlilik için hiçbir neden yoktu Eğer söyledikleri gibi Katolik Kilisesi’ne bağlılarsa, zaten o dönemlerde Avrupa tamamen Katolik Kilisesi’nin egemenliği altındaydı Eğer Hıristiyanlığın gereklerini yerine getiriyorlarsa, saklanacak, gizlenecek hiçbir şey yoktu; ketumiyetin hiçbir anlamı yoktu Yalnızca bu bile Kilise’nin uygulama ve öğretilerine aykırı işler yaptıklarını gösteriyordu Öyle ya, gizliliği temel ilke edinen hayırsever ve yardımsever bir örgüt düşünülebilir miydi?
Tapınak Şövalyeleri’nin kendi içlerinde uyulması gereken ve başka hiçbir yerde olmayan sıkı disiplin kuralları vardı Her şeyden önce çok katı bir emir komuta zinciri vardı “Üstadlar”a ve “Büyük Üstad”a itaat en önemli şartlardandı Bu, Tampliye Tüzüğü’nde, “Üstad ya da onun yetkilendirdiği kişi emrederse, sanki Tanrı’dan gelen bir emirmiş gibi hemen yerine getirilmelidir” şeklinde ifade ediliyordu
Tapınak Şövalyeleri'nin Filistin ve Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde inşa ettikleri kale ve şatolardan günümüze ulaşan kalıntılar

Kıyafetleri de kendilerine özgüydü Zırhlarının üzerine, kırmızı renkli büyük bir haç işlenmiş, uzun beyaz bir elbise giyerlerdi Böylece gittikleri her yerde ayırt edilebiliyorlardı Tapınakçılar’ın sembollerinden olan kırmızı haçı kendilerine veren, Saint Bernard’ın yetiştirdiği Papa III Eugene’di
Her şey tarikatın malıydı Bir Tapınakçı’nın kişisel mal varlığı yoktu Atlar, gemiler, silahlar, çiftlikler, ürünler, kaleler ve her türlü mal varlığının tamamının sahibi tarikat idi

Bu tarihi örgütün dikkat çekici diğer bazı kuralları ise şunlardı: Evlenmek, aile sahibi olmak ve akrabalarla iletişim kurmak yasaktı Kimsenin kendine özel bir hayatı olamazdı21 Yemeklerini topluca yerlerdi Tapınak Şövalyeleri’nin mühründe, aynı ata binmiş iki kişi olarak tasvir edildiği gibi ikili gruplar halinde dolaşırlardı Bu iki şövalye herşeyi ortak kullanır, aynı kaptan yemek yerdi Birbirlerine “kardeşim” şeklinde hitap ederlerdi Her şövalyenin üç at ve bir hizmetçi bulundurma hakkı vardı Kuralları çiğneyenler veya ihmali görülenler ağır şekilde cezalandırılırlardı

Tapınakçılar üç ana sınıfa ayrılırdı İlk sınıfta “asil” şövalyeler ve çeşitli rütbeli askerler yer alırdı İkinci sınıf din adamlarından, üçüncüsü ise hizmetkarlardan oluşurdu

Kişisel bakım ve temizlik yapmayı küçük düşürücü ve utanç verici olarak değerlendirirlerdi Bu nedenle nadiren yıkanır, tozlu ve kirli kıyafetlerle, sıcağın ve zırhın etkisiyle terlemiş, pis bir halde dolaşırlardı

Tarihi kaynaklara göre Tapınakçılar iyi denizcilerdi Kutsal topraklarda kaldıkları süre boyunca Yahudi ve Arap kaynaklarından geometri ve matematik gibi bilimleri öğrenmişler, haritalar elde etmişlerdi Bu sayede, Avrupa ve Afrika sahillerini dolaşmalarının yanı sıra uzak denizlere de seyahat etme imkanı buldular
Tarikata Giriş
İlk bankerlik sisteminin kurucusu olan Tapınak Şövalyeleri'nin bastırdığı çeşitli para ve madalyonlar

Adayların Tapınakçılar örgütüne kabul edilmeleri için bazı ön koşullar vardı Bunlar, hasta veya sakat olmamak, bekar olmak, borçlu olmamak, başka bir tarikat ile bağlantı içinde olmamak, her koşul ve durumda mutlaka itaat etmek ve “tarikatın kölesi” olmayı kabul etmekti Giriş töreni, Kutsal Kabir Kilisesi’ndekine benzer kubbeli bir odada ve büyük bir gizlilik içinde yapılırdı22 Ezoterik ritüeller (aynı masonlukta olduğu gibi) Tapınakçılar'ın ayrılmaz bir parçasıydı
1128 tarihli tüzüğün tekris töreniyle ilgili bölümü, mason Teoman Bıyıkoğlu’nun “Tampliyeler ve Hürmasonlar” adlı makalesinde şöyle anlatılmaktadır:
“Üstâd, Mâbet’te toplanan kardeşlere “Aziz kardeşlerim, sizlerden bazı kardeşlerim Bay X adlı haricinin kardeşliğimize kabulünü ekseriyetle teklif etmiştir Şayet, sizlerden biri bu kişinin aramıza katılmasına bir engel durumunu biliyorsa şimdiden söylesin” diye sorar Eğer, kardeşlerden itiraz olmazsa, aday Mâbed’in bitişiğindeki hücreye alınır Hücredeki adayı, en tecrübeli üç kardeş ziyaret eder ve katılmasının getireceği zorluklar anlatıldıktan sonra yine de katılma isteyip istemediği sorulur Cevabı olumluysa, diğer sorulara geçilir: evli nişanlı olup olmadığı, başka bir tarikata sözünün olup olmadığı, borcunun olup olmadığı, vücutça sağlıklı olup olmadığı, köle olup olmadığı sorulur Bu cevaplar da olumluysa, soruşturucu kardeşler Mâbed’e döner ve “Kendisine bütün zorluklar ve şartlarımız bildirildi Tarikatımızın kölesi olmakta ısrar etmektedir” derler Aday içeri alınmadan, aynı soru kendisine tekrar sorulur Fikrini değiştirmemişse Mâbed’e alınır, diz çöktürülür ve aday kabulünü rica eder Üstâd, adaya cevap olarak, “Kardeşim, sen bizden çok şey istiyorsun Halbuki tarikatlarımızın sadece dış kabuğunu görmektesin Güzel atlara, iyi koşumlara, iyi yemeğe ve güzel elbiselere sahip olmak istiyorsun Fakat, bizim şartlarımızın ne kadar ağır olduğunu bilebiliyor musun?” der ve zorluklarını sıralar Sonra konuşmasını “Mabedimize intisabını ne zenginlik, ne de asalet için istememelisin” diye sürdürür Aday olumlu cevap verirse, yine dışarı çıkarılır
Üstâd, kardeşlere, aday hakkında söyleyecek bir sözlerinin olup olmadığını sorar Aleyhte bir söz söylenmezse, aday içeri alınıp diz çöktürülür Eline İncil verilir Kendisine evli veya nişanlı olup olmadığı sorulur Olumsuz cevap alınırsa, en yaşlı ve tecrübeli kardeşe , hariciye sorulması unutulan bir sorunun olup olmadığı sorulur Cevap olumluysa hariciye, “Bütün kardeşlerine ve tarikata ölünceye kadar sadık kalacağına ve Mâbed’de yapılan konuşmaları hiç bir şekilde dışarıya ifşa etmeyeceğine” dair yemin ettirilir Üstâd, yemini takiben yeni kardeşi dudaklarından (diğer bir iddiaya göre de ensesinden ve göbeğinden) öper Kendisine bir şövalye elbisesi ve hiçbir şekilde çıkarmaması tembih edilen ipten örülmüş bir kemer verilir”23

"Hıristiyan Tefeciler"
Alan Butler ve Stephen Dafoe örgütün bu yönünü şöyle anlatırlar: “Tapınakçılar o dönem Avrupa’da bilinmeyen ticaret tekniklerini kullanan uzman bankerlerdi Bu yeteneklerinin çoğunu Yahudi kaynaklarından öğrenmişlerdi Bununla birlikte mali imparatorluklarını büyütmek için, o zamanın her Yahudi bankerinin kıskanacağı, çok büyük bir özgürlüğe sahiplerdi"24
Tefecilik kesinlikle yasak olmasına rağmen faizle ödünç para vermekten çekinmiyorlardı Öyle bir güç ve zenginlik sahibi olmuşlardı ki, hiç kimse sesini çıkaramıyor, bir önlem alamıyordu25 Sonunda iyice şımarıp azgınlaştılar, tamamen kontrolden çıktılar Papa’ya ve krallara itaatsizlik etmeye, dahası onlara kafa tutmaya başladılar Örnek olarak, kapatılmadan hemen önceki yıllarında, Fransız Kralı IV Philip gerek 1303’de yardım istediğinde, gerekse 1306’da Hospitaler Şövalyeleri ile birleşmelerini istediğinde reddettiler

Kaynak:SelamunAleykum

__________________

zemheride taşa taş bile kuytu olurken, sen benim başıma kar yağdırıyorsun

gölge etme, başka ihsan istemez



Alıntı Yaparak Cevapla