10-17-2011
|
#1
|
GöKKuŞaĞı
|
Ayasofya Artık Açılsın
Ayasofya tam 481 sene secde izi taşıyan alınlara secdegâh olduktan sonra, hâlâ tartışmalı, 14 11 1934 tarihli bir bakanlar kurulu kararıyla müzeye çevrilip namaza kapatılıyor
O gün Ayasofya, bu milletin yüreğinde derin bir hüzne, acıya ve hasrete dönüşüyor
Bu münasebetle bir kez daha söylüyorum: Osmanlı Devleti’nin kuruluş amacı İstanbul’un fethi, fethin dayanağı, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in fethe ilişkin müjdesi, (Ahmed bin Hanbel’in, Müsned’inde de yer alan; [c 4, s 335] meşhur hadis-i şerif) müjdenin yüreği ise Ayasofya’dır
Ayasofya’yı sıradan bir mabet olmaktan çıkarıp sembolleştiren şey, Peygamber müjdesi şehrin yüreğini teşkil etmesidir
Nasıl “İstanbul’suz Türkiye” olmazsa “Ayasofyasız İstanbul” da olmaz!
Bu kimliği ile Ayasofya, Osmanlı Asırlarında çok önemsenmiş, o kadar ki, Ayasofya İmamına saray protokolünde yer verilmiştir
Mâbed gerçi Romalılar tarafından inşa edilmiştir, ama bugünkü varlığını Osmanlı bilgi, ilgi ve teknolojisine borçluyuz Hemen her padişah Ayasofya ile yakından ilgilenmiş, onu ayakta tutacak tedbirler almış, dönem dönem ciddi onarımlardan geçirilmiştir
Zaten 1453’te İstanbul’u fetheden Osmanlılar, şehri de Ayasofya’yı da harabe halde bulmuşlardı Muhteşem mozaiklerinin çoğu yağmalanmış, altın, gümüş gibi değerli madenler, bir zamanlar Bizans’ı kurtarmak için İstanbul’a gelen Haçlılar tarafından bölüşülmüştü
Kubbesinin tepesindeki altın haç bile çalınmıştı  Ayasofya birkaç sene daha ihmal edilse kubbe çöküp gidebilirdi
Fatihlerin ilgisi ve bilgisi sayesinde yeniden hayat buldu Ayasofya’ya ilişkin onarımlar o kadar detaylıdır ki, bugün, “Ayasofya bir Osmanlı eseridir” demekte, hiçbir mahzur yoktur
Müverrih Tursun Bey, bir görgü şahidi olarak fethin Ayasofya’sını şöyle anlatır: “Onun rahnesine tas koyacak bir mimar kalmamış, mamur olarak sadece bir kubbesi kalmıştı Padişah-ı Cihan (Fatih) bu binayı harab ve yebab (yıkık) görünce, ahır harap olmasun deyü tamirini ve bakımını emretti ”
İşte bu yüzden Ayasofya, Hıristiyan Roma’dan çok bir Osmanlı eseridir Bu gerçeği Paul Wittek gibi vicdanlı müsteşrikler bile vurgulama gereği duymuşlardır “Ayasofya’nın, bu muhteşem kilisenin muhafazasını, asırlar görmüş yapının zamanın tahribatına karşı müdafaasını, sırf Türklerin sahip olduğu teknik maharete ve iktisadî kaynaklara borçlu olduğumuzu itiraf edelim ”
Fatih Ayasofya’ya o kadar önem verdi ki, cami kimliğini kıyamete kadar koruyabilmesi için önce tapusunu kendi üzerine çıkardı, sonra da vakfetti Ve vakıfnamesine çok ağır şartlar koydu
Ayasofya’nın “Ebulfeth Sultan Mehmed” adına tapulu olduğu tarihçiler tarafından biliniyordu Ama belgesi henüz bulunamamıştı Osmanlı arşivleri tasnif edilmeye başlandığında belgesine de ulaşıldı Gerçekten de Ayasofya, Fatih adına tescilliydi Bunun orijinal tapusuna ulaşılmıştır
Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya’nın giderlerini karşılamak için bir de vakıf kurdu: “Ayasofya Vakfı”  Bu vakfa gelir getirmesi için de İstanbul’un Okmeydanı semti dâhil şehrin muhtelif yerlerindeki 2 bin gayrimenkulünü bıraktı
Fatih’in vakfiyesine ihanet bize pahalıya mal oldu Yıllarca süründük Dünkü eyaletimiz Yunanistan’ın ve hatta Kıbrıs Rum Kesimi’nin gerisine düştük Ne zaman ki Osmanlı eserlerine biraz sahip çıkmaya başladık, yeniden dirilişimiz de başladı Osmanlı’nın sorumluluk alanlarına (İslâm dünyası) ilgimiz ölçüsünde işlerimiz düzene girdi Gitgide “Bölgesel güç” olarak tanınıyor ve itibar görüyoruz
Şimdi sıra Fatih’in vakfiyesini, vakıf senedine uygun hale dönüştürmekte  Yani 481 sene secdegâh olan Ayasofya’yı tekrar ibadete açmakta  
Bu konuda Sayın Başbakan’dan bir müjde bekliyoruz
Yavuz Bahadıroğlu
__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK
GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
|
|
|
|