Şengül Şirin
|
Cevap : Steplerde Sosyal Yapı
Ailede ahlak
Kaşgarlı Mahmut’a göre şöyle sıralanabilirdi “güzellik, sevimlilik, tatlılık, edeb, büyükleri ağırlama, sözünü yerine getirme, sadelik, öğünme, yiğitlik ve mertlik”
Hakanların hoşlanmadıkları şeyler ise şunlardır: “1) Yalan(yalgan) 2) Zülüm(küç kılma) 3) Haris olma(suk) 4) Aceleci olma(ivek) 5) Haraketli olma(kılınç) 6) Doymaz olma(uvutsuz) 7) Hiddetli(buşı) İçkici(borçı) 9) Sözünden dönme(söz kıygan) 10) İnatçı olma(arkuk)
Konukluk ve misafir ağırlama Türkler’in sosyal yükümlülükleri arasında yer alıyordu Ölen kişiler, konuklar için bir yer ve çadır vakfediyorlardı İş ve vazife için seyahat edenleri misafir etmeyenler, cezalandırılır veya malının bir bölümü “konuk hakkı” olarak alınırdı
AİLE VE TOPLULUKTA SOFRA VE YEMEK DİSİPLİNİ
“Ülüş” Türkler’de “et payı” veya yemek payı demektir Kökü “üleşmek”, pay etmekten gelir Ailede ve büyük devlet ziyafetlerinde, herkes, devletin ileri gelenleri ile beyler bu paylara önemle uyma zorundadırlar
Eti doğrayan, evde baba; dışarıda, saygılı kişi
Eti doğrayan ve pay eden kimsenin toplum içinde yüksekçe ve saygı değer bir yeri vardır
Eti doğrayan kişi bir suç işlerse bu üstünlüğünü kaybederdi Onun yerine yeteneği ile saygı kazanmış başka bir kimse geçerdi Bugünkü Orta Asya Türkleri’nde, bu iş için arı bir soyluluk aranmamaktadır
Baba payı ve çoban payı
İç Asya Türkleri’nde sofrada baba varsa hiç kimse koyunun baş kemiğine el süremezdi Çoban payı, güden, yani bağırsaklardı Eğer güden çobana verilmezse, çoban bu hakkını şikayet yolu ile talep edebilirdi
ZİYAFETE GİTME VE ZİYAFET VERME
Düğün, sünnet, oğlun doğuşu gibi olaylarda davetçi (okıgu) aşı, verilirdi Ölü adına yapılan, yoğ-aşıdır
Yemeği sağ elle yemeliydi Besmele çekmeliydi Başkasının önündeki lokmaya dokunmamalıydı sofrada bıçak çıkarmamalı ve kemik sıyırmamalıydı, verilen yemeğin hepsi küçük küçük yenmeliydi
Yemeği veren kişi davetini yapmalı, işini hazırlığını tam yapmalıydı Her şeyi temiz olmalıydı Yemekler de güzel olmalıydı
SOFRADA AĞIR TUTULAN YAYLA VE KÖYDE DE ÜSTÜN TUTULUYOR
Güney Anadolu Türkmenlerinde
Konarken ve göçerken, her oba ve kişinin alacağı yer ve mevki töreye göre belirlenmişti Her mevki ve rütbenin kendine ait bir “ülüş”ü, payı da vardı Her kabilenin belirli bir ‘yer ve mevki alması’ onların kesilen bir hayvandan , töre ile belirlenmiş bir parçayı yeme hakkı olduğunu da gösterir
İç Asya Türklerinde
Kazak-Kırgız kabilelerinin “orun” yani mevki ve dereceleri “ülüş” yani kendilerinin töre ile belirlenmiş ‘et parçaları için’ kavga etmeleri, dıştan bakanlar için bir gerilik veya oburluk olarak yorumlanmıştır
Toplumun hukuku ve hakkı “orun” ve “ülüş” töresine göre belirlenmiştir Bu haklarını kaybeden kabile veya oymak “yayla, otlak, ve av” gibi konularda da haklarını kaybetme tehlikesine düşer
KONUK VE KONUKLUK HAKKI
Proto-Türk gelenekleri, konuk aşı ile konuk evini boy veya kabilenin atasından gelen bir miras olarak görmüşlerdi Bunun için misafiri ağırlama topluluğun müşterek bir vazifesi olarak kabul ediliyordu
Büyük devlet kurmuş olan Türklerde ise bu bir insanlık ve ahlak sorunu olarak ele alınmıştı Eski kabile gelenekleri de bu yönde gelişmişti
Konuk evi yapma: Konuk bir kutluluk ve uğur işareti olarak sayılmış her topluluk veya ailede, konuk için bir “konukluk” yani konuk evi yapılmıştı Bazen de konuk gelince ona yeni bir otağ dikilmişti
Anadolu’da “selamlık” ve “misafir” odası: Anadolu’da konuklar Çin evlerde “selamlık” denen bir bölüm ayrılmıştı Köylerde ise misafir odasına sıra ile yemek götürülürdü
KONUK HAKKI
(Proto-Türk geleneklere doğru)
Konuk aşı ile konuk yatağı Kazak Kırgızların müşterek malıdır, vermeyenden zorla alınır
Konuğun kendisine aş, hayvanına yem alma, atalarından gelen bir mira hakkıdır Bu bir ikram, ağırlama değil, zorunlu bir vazifedir Konuk aşı vermeyeler konuk tarafından dava edilebilir Ceza olarak, “at ve giyim”, alınabilir, ancak bu giyim, konuğa değil konuğun ulusunun beyine verilir
Konuk aşı, konuğun mevki ve derecesine uygun olmalıdır Konuğa, toklu yerine, oğlak kesilirse, konuk evi bırakıp gidebilir Giderken de “hakkına karşılık olarak” ev sahibinin bazı şeylerini alıp (barımta) gidebilir
Kuzey Yakut Türklerinde konukların ev sahibinden “yemek ve yatak” isteme hakkı vardır Yakutlar, yola çıkarlarken yanlarına hiçbir şey almazlar yolda rastladıkları ot yığınından –kime ait olursa olsun- alıp atlarına yedirebilirler Ancak ot ile diğer yiyecek şeyleri yanlarında götürmezler
Anadolu’da bu gelenek daha yumuşamış ve sosyal bir hale gelmiştir Büyük devlet kuran Türkler ile henüz Proto-Türk kültürü düzeyindeki bu Türkler arasında bir gelişme süreci vardır
TÖRE VE YOL
Yol, Türkler’de “örf, gelenek, töre, kanun ve düzen” demekti Abdülkadir İnan’ın Türklerde töre anlayışını yol ve yang gibi deyimler üzerine oturtması çok yerinde bir görüştür 11 yy Türkleri’nde de “yolundan şaşmış bir kimse” için yolsuz derlerdi Yoldan çıktı ya da yolgu girdi, yani “yola girdi” sözlerini Altay dağlarının ıssız vadilerinde yaşayan Altay Türkleri bile söylüyorlardı
Eski Anadolu’da yol sözünün “ahlak ve örf” manasında kullanıldığını çok görüyoruz “yola düşme, yola girme, yol azma, yol basma, yol bazma, yol bulma, yolragidü, yoldan eğilmek, yol eğilmek, yol dartmak, yolıra, yol sıra” gibi deyişleri eski Türk düşünce ve anlayışının Anadolu’daki devamları idi Kutadgu Bilig’deki “köni yol, uçmak (cennet) yolu, ağırlık yolu” gibi sayısız deyiş de, Türk düşünce ve ahlak yolunun” temelleriydi Ayrıca “mutluluk ve mutsuzluk” da ak yol ve kara yol deyimleri ile anlatılmıştı Bu anlayış hemen hemen bütün Türk kavimlerinde aynı idi
Töre, devlet düzenidir Aynı zamanda bu düzenden doğan devlet gücüdür Temeli ise aile töresi ile aile gelenekleridir
Töre, aile ve topluluk içinde mevkie göre yer almaydı Bu sıkı bir hiyerarşi ve protokoldür Kişinin kişiye saygı ve tutumudur Oturma ve yemek yeme düzenleri bunun içindedir
Devlette töre, devletin kuruluş düzenidir Ataların töresi devletin kuruluşu, temel düzendir
“Ağır töre” Göktürklerce temel törelerdir Bu eski kuruluş töreleri zaman zaman yenilenir Türk milleti işini gücünü vererek yeni töreler de kazanıyordu
Töre kazanma, milletin zenginliği, refahı ve halkın iyi yurtlara yerleştirilmesi ile ilgili bir düzenin kurulması gibi anlaşılıyordu Milletin devlete bağlanması ve devletin düzenince yaşaması da, “töre kazanma” demekti
Türkler için devletsiz, kağansız kalmış millet töresini kaybetmiş oluyordu Türk töresinin yok olması ancak kıyametin kopması, göğün basması, yerin delinmesi ile mümkündü Kağan burada başını alıp giden milleti suçluyordu
Şehirli Uygurlarda töre anlayışı
Uygur şehir ve devletinde, Göktürk özü ve düşünceleri daha yüksek bir düzeye çıkmıştır Ancak her sözün altında buda dininin izlerini bulabiliriz Uygurlar, Türk dili ve düşüncesi ile, yabancı bir din ile kültürü, büyük bir başarı ile birleştirip kaynaştırabilmişlerdir
TÜRKLERDE OLÜM ANLAYIŞI VE OLÜM TÖRENLERİ
Ölüm, ruhun uçup, tanrı katına gitmesi
Ölüm, Göktürkler’de “uça barmak” yani “uçarak gitme” sözü ile söylenir Onlar, “ruhun uçup, Tanrı katına gittiğine” inanırlardı Bir de, Tanrı’nın takdiri vardı Bu anlayış da, “kergek boldu” yani “gerekli oldu” sözü ile karşılanıyordu
Tanrı yaşar, insan ölür
Göktürkler’e göre, “kişi oğlu hep ölümlü türemiş” idi Bunun için, “tanrı yasar”, insan da ölürdü Ölüm aynı zamanda, “aileden bir ayrılma” idi Bunun için yazıtlarda ölenler, kimlerden ayrıldıklarını birer birer sayarak, “ayrıldım” derler
“Kefen” için eski Türkler “eşük” derlerdi Hakanları ipekli kumaşa sararak gömerlerdi Bazen de bu kefenler yoksullara dağıtılırdı
Türk kağanlarının uluslar arası cenaze törenleri
Türklerin cenaze törenleri büyük halk kafilelerinin ordunun ve yabancı elçilerin, bir geçidi şeklinde yapılırdı Cenaze törenleri ölümün hemen ardından yapılmıyordu Ölü bir süre için mumyalanarak bekletiliyordu
Şehit olanlara, “beyaz”; eceli ile ölenlere “siyah bayrak”
Mezarların üzerine bayrak asma geleneği, Türkler’de ve Anadolu’da yaygındır Mezarlara bez bağlama geleneği de buradan gelmektedir Türkler’de zaman zaman beyaz elbiseler yas elbisesi olarak kullanılmıştı
Yerli ve yabancı devletlerden gelen ağlayıcılar
Eski Türkler’de cenaze merasimlerindeki ağlayıcılara “sığıtıcı” derlerdi Ağlayıcıların arkasından ölünün önemine göre büyük bir halk kitlesi takip ederdi
Cenaze töreninde at yarışları
Türkler cenaze törenlerine “yuğ” derlerdi Çin tarihleri Göktürklerin cenaze törenlerini özet olarak şöyle anlatırlardı:
“Ölüler ilk önce bir çadıra konurdu Bundan sonra da at sığır ve koyunlardan, türlü kurbanlar verilirdi Daha sonra atlarla çadırın etrafı dönülür ve at koşturmaları yapılırdı At koşturma bitince ölünün, ölünün bütün eşyaları atı ile birlikte yakılır ve geriye kalan kemikleri toplanırdı Asıl büyük kurban törenleri ile diğer şenlikler, ölünün kemikleri, mezara konduktan sonra yapılırdı ” Başka bir yerde ise şöyle deniyordu:
Mezar üzerine ölünün heykelini koyma
“Mezar kapatılınca, ölünün bir resmi veya heykeli yapılarak mezar üzerine konur ve öldürdüğü düşmanların sayısı kadar mezar üzerine taş dikilirdi…” öldürülen düşman sayısı kadar mezar üzerine dikilen bu taşlara “balbal adı verirlerdi Ölü aşı, yemeği ve helvası, Anadolu’da da yaşamaktadır
Ölüyü yakma, Türkler’de unutulmuş bir gelenekti
“Ölü yakma” geleneği daha çok Kuzey Türkleri’nde ve özellikle Kırgız Türkleri’nde yaygındı Göktürk çağındaki mezarların çoğunda yakılmış ölülerin izlerine pek rastlamıyoruz Göktürk devletini kuran Türk soyluları ile Kağan ailesi daha çok Altaylara ve Kuzey Türkleri’ne yakındılar Göktürklere ölüleri yakma adetinin bu eski yurtlarından gelmiş olması muhtemeldi Hatta M S 630 yılından önce bile Göktürkler’in ölülerini yakma yerine gömmeye başlamaları üzerine, Çin imparatoru Türk elçisine bunun için Tanrı’nın başlarına felaketler yağdıracağını söylemiştir
GÖKTÜRKLERDE CENAZE TÖRENLERİ
Göktürkler’den birisi ölürse tören için ölü bir çadıra konur Ölenin çocukları, torunları, kadın ve erkek akrabalarından hepsi, koyun sığır ve at kurban ederler ve ölünün bulunduğu çadırın önüne koyarlardı
Bundan sonra ata binerler ve çadırın çevresini 7 kez dört nala dönerler Her dönüşte yüzlerini bıçakla keserler Bu sırada ağlarlar Kan ve gözyaşı birbirine karışır Çadırın kapısının önüne gelir gelmez bir bıçakla, gözyaşları kan ile karışacak biçimde, yüzlerini keserler Çadırın çevresinde yedi kez döndükten sonra dururlar
“7 sayısı” Batı Türklerinde kutludur “gök de, 7 katlıdır” Bu gelenek tahta çıkma törenlerinde de vardır
Ondan sonra bir gün seçerler Ölenin eşyalarını, silahlarını, elbiselerini ve atını alarak ölü ile birlikte yakarlar Külleri toplarlar toplarlar ve belirli bir günde gömerler
Eğer birisi ilkbaharda veya yazın ölmüşse, “yaprakların sararmasını beklerler Sonbahar veya kışın ölmüşse ilkbaharı, “otların çıkmasını beklerler
Ölüyü gömme töreni
Mezar açar ve külleri içine koyarlar Aynı gün bütün akrabalar yeniden kurban verirler Yeniden mezarın çevresinde ilk günkü gibi at koştururlar Mezarın yanına balballar dikerler
Cenaze töreninden sonra evlenme
Gömme günü erkekle ve süslü elbiseleri ile takılarını takınan kadınlar toplanır Eğer bir kız, bir erkeğin hoşuna giderse, -törenden dönüşte- kızın babasına birini gönderip evlenme diler Çoğu zaman bu isteğe evet denir
ATALAR İÇİN YAPILAN SAYGI TÖRENLERİ
Hakan başkanlığında “ata mağarası”na saygı:
Göktürkler, Gök Tanrı’ya, Yer Tanrı’ya ve ecdat mağarasında kurt ataya “büyük kurban” sunarlar “Küçük kurbanlar” her vesileyle ve sık sık yapılır Örneğin Göktürkler, bir antlaşma yapmadan önce, bir kprü üzerinde beyaz at kurban ederler Ongonlara sık sık kurban sunulur:
“Tanrıların resimlerini keçeden yontarlar ve deri torba içinde saklarlar Bu resimler içyağı ile yağlanır Aynı zamanda sırık üzerine de dikilir Onlara yılın dört çağında kurban verilir”
Büyük kurbanlarda, Tanrı’ya kurban törenini kağan yönetir Kagan bey ve beyleriyle birlikte ecdat mağarasına giderek kendi eliyle her yıl kurban sunar İli vadisine yerleşen Batı Göktürk kağanı ecdat mağarasından çok uzaklarda bulunur Ama yine de bu görevi yerine getirir, ya da getirtir
İkinci bir büyük kurban yılın 5 ayının 8 gününde Tamir nehri kıyısında Gök Tanrı’ya sunulur Pek çok at ve koyun kurban edilir 3 büyük kurban ise Ötüken’den 250 km kadar uzakta üstünde ağaç ve bitki bitmeyen çok yüksek bir dağda Yer Tanrı’ya verilir
Bu kurban törenleri aynı zamanda büyük bayramlardır Sarhoş oluncaya karar kımız içilir Kızlar özellikle ayaktopu oynarlar (Kadınların da katıldıkları futbol, golf ve poloya benzer Çeşitli top oyunları Türkler’de Hunlar’dan beri oynanır) Şarkılar söylenir Bir çini gezgin “yarı vahşi ama kulağa ve kalbe hoş geliyor” der
Tamir nehri ve Ötüken dağı gibi yerler, Göktürk’lerde kutsal sayılır bunlara “iduk yer sub” denir Buralardaki bitkilere ve hayvanlara dokulmaz Zira bu bitki ve hayvanlar, o yerlerin sahibi ruhlara ayrılmışlardır Bu sahip ruhlar, bir cins tanrısallık kazanır ve Orhun yazıtlarında adı Gök Tanrı ve ana ve yavruların koruyucusu tanrıça Umay ile yanyana geçer Gök Tanrı tanrıça Umay ve iduk yer sub Türk buduna hep birlikte zaferler kazandırırlar Türgiş kağanının az bir kuvvetle yenilmesini sağlarlar İdug yer sub gibi ateş de kutsal sayılır Batı Göktürkleri’nin yanına giden Bizanslı gözlemci onların ateşi olağanüstü ululadıklarını yazar Yabancı elçiler ateşten geçirilerek temizlenirler Bu gözlemciye göre Batı Göktürkler su ve havayı da kutsal sayarlar
Türk mezarlarının bark’ı heykel ve yazıtları
Çinliler’e göre Türkler’de bir ata saygısı yoktu Çünkü Çin’de her yerde ve hemen hemen her evde, bir “Ata köşesi” vardı Çin tanrılarının sayısı on binleri bulduğu için bütün saygı, herkesin kendi atası üzerinde toplanmıştı
Türkler’de ise büyük ve yüce yaratıcı, öldürücü tek bir tanrı vardı Bu sebeple “ata tapınakları” bu yüce Tanrı’nın yanında fazla bir önem kazanamıyorlardı
Türkler kendi ölülerinin mezarlarına “bark” dedikleri , küçük bir ev yapmayı da ihmal etmezlerdi Göktürk kağanları ve özellikle Kül-Tegin için yapılan “barklar” taştan yapılmış oymalarla süslenmişlerdi Bark’ın içine yazıtlar da yazılırdı Bu evin içinde, ayrıca Tanrı’ya verilecek kurbanlar için bir sunak yeri bulunur ve ölünün de bir resmi ile heykeli saklanırdı
Türklerin büyük ölüleri gizli gömülüyor
Türkler genel olarak ölülerini değerli malları ile beraber gömerlerdi Bu da mezar hırsızları için bir hazine olabilirdi Bu sebepten dolayı Türk ölüleri gizli olarak gömülürdü Herhalde bunun dini bakımdan da bazı sebepleri vardı
Büyük ölülerin mezarları dağ başlarında
Büyük ölülerin mezarları genel olarak dağ başlarında bulunmuştur Eski Türkler’in inanışlarına göre gökte oturan Tanrı’ya yeryüzünde en yakın olan yerler yüksek dağ başlarıydı
TÖRENLER VE BAHAR BAYRAMLARI
Törenler
Eski Türkler’de pek çok tören vardır Milli şuurun ve birlikte yaşama heyecanlarının doğmasında en çok rol oynayan olaylar “Resmi devlet törenleriydiler Eski zamanlarda da her Türk’ün ve her Türk ailesinin kendilerine göre şahsi inançları vardı Herkes bir şaman veya sihirbaz çağırabilir, ve kendi kaderi ile ilgili dualar okutup büyüler yaptırabilirdi Bunlar de bir nevi törenlerdi Fakat bu törenler bir aile evi içinde kalır ve yalnızca bir kişinin şahsı ile ilgili olarak düzenlenirlerdi
“Devlet törenleri”nin başkanı ise devlet reisiydi Bu törenler ölü gömme törenleri gibi yarı dini törenler veya av törenleri gibi din ile ilgisi olmayan şenlikler şeklinde olabilirdi Ne şekilde olursa olsunlar, bunların başkan yine Türk Kağanıydı Din törenlerini idare eden “baş rahip” yoktu Devlet ile din işleri birbirinden ayrılmamıştı Zaten eski Türk devletlerinin gücü de buradan geliyordu Tıpkı Osmanlılarda padişahın aynı zamanda “halife” olması gibi Fakat padişah “baş-rahip” ya da imam değildi
Uygurlar’ın Mani ve Buda dinerini almalarından sonra da, bu durum değişmemişti Mani ve buda dinleri gibi büyük dinlerin alında sahipleri ile bunlara başkanlık eden baş rahipleri vardı Fakat Turfan şehrindeki Uygurlar’ın Buda dini ile ilgili törenlerine, yine de Uygur hakanı başkanlık ediyordu
BAHAR BAYRAMLARI
Baharın gelişi Türkler için en önemli olaylardan biriydi Eski Türkler’in “yılbaşı”ları da, baharla birlikte başlardı Baharın gelişini, yılın ilk gök gürlemeleri haber verirdi Bu ilk gök gürültüleriyle bahar da başlamış olurdu Çünkü kışın her yerde olduğu gibi orada da gök gürlemezdi
Türkler yaşlarını gördükleri bahar sayısına göre hesaplarlar
Bir çok Türk yaşını baharlara göre hesaplardı Mesela 20 yaşında olduğunu söylemek için “yirmi yeşil gördüm” derlerdi Bu “20 defa yeşillenme mevsimi ve bahar gördüm” demekti Oysa Türkler takvimi biliyorlar ve ayları ve seneleri de hesaplayabiliyorlardı
Yıldırımlar baharın habercisi
Türkler senenin ilk “yıldırım” ve şimşeklerini yeni “yılbaşı”nın bir işareti olarak görürlerdi Moğollar yıldırımdan çok korkar ve gizlenirlerdi Türkler ise yıldırım düştüğü zaman atlarını koşturarak bağırır ve göğe ok atarlardı 5 yüzyılda Orta Asya tarihinde önemli bir yer tutan Çinlilerce “kaoçı” yani “yüksek arabalılar” adı verilen Türk kavimler birliği vardı Bunların doğu uçları Uygurların atalarıydılar
Sonbaharda savaş hazırlığı
Sonbaharda yapılan pek önemli törenler yoktu Çünkü bu mevsimde artık atlar semizleşirdi Bunun için de savaş hazırlıkları yapılır ve akınlar başlardı Savaşlardan önce de bazı küçük törenlerin yapılması muhtemeldi
Bahar bayramının yarış ve şarkıları
Çin tarihlerine göre Hunlar ile Göktürkler yılın beşinci ayında büyük bir bayram yapıyorlardı Bu Orta Asya için “bahar bayramı” sayılırdı Bahar bayramlarının en önemli olayları hiç şüphe yok ki kurban törenleriydi Hem Hunların hem de Göktürklerin bahar bayramlarının ortak yönleri her ikisinde de at yarışlarının yapılması ve şarkıların söylenmesiydi Ayrıca Göktürkler bu bayramlarda kımız da içer ve eğlenirlerdi Kurultaylar da bu şenliklerde yapılırdı
YADA TAŞI
Eski Türk hayatında yağmur yağdıran “Yada Taşı” çok meşhurdur Erek kuraklığa gerekse düşmanlara karşı kullanılan bu taşla yağmur, kar, dolu yağdırılmakla, fırtına estirilmektedir Yabancı ve yerli bir çok yazar, bu hususu bizzat müşahede ettiklerini yazmaktadır Bu bilginin, Hunlar’dan itibaren Türklerin elinde olduğu ve Yada Taşı’nı ele geçirmek için Türkler arasında sürekli mücadeleler yapıldığı anlatılmaktadır
KAĞAN KUTSALDIR
Göksel kurttan türeyen Kağan yalnız bir siyasal ve askeri şef değil, aynı zamanda dinsel şeftir Kağanın her yıl ecdat mağarasında eliyle kurban sunması, onun dinsel işlevini belirler Kurbanı şaman değil, “baş rahip” kağan sunar Kağan kutsal Ötüken dağında oturur Çadırının önünde altın başlı kurtla süslü tuğ bulunur Kağanın çadırının kapısı güneşin doğduğu yere saygı için doğuya açılır Kağan oturduğunda sürekli doğuya yani güneşe döner Hum Tanhu’sunun her sabah güneşe tapması gibi, bu sürekli “doğan güneşe dönüş” dinsel bir anlam taşır
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|