Şengül Şirin
|
Steplerde Sosyal Yapı
Steplerde sosyal yapı
STEPLERDE SOSYAL YAPI
Bu yazıda steplerde sosyal yapı ve Türkler’deki yaşam tarzı,aile bağları ile gelenek ve göreneklerine göz atacağız
Eski göçebe topluluklarda aile sosyal yapının çekirdeğini oluşturmakta ve kan-bağı esasına dayanmaktadır
Eski Türk ailesinde çocuklar babalarının sağlığında evlenerek, mirastan hisselerini alıp ayrılabiliyorlardı Baba evi ise küçük oğula kalıyordu
Her kabilenin bir kültü bulunur, kurban mevsimine ancak o kabileden olanlar katılabilirdi Törenden kovulmak, kabile topluluğundan kovulmakla aynı şeydi Akrabalık ilişkilerini düzenleyen kan temizliğine çok dikkat ediliyor, şüpheli şahıslar topluluktan atılıyordu
Eski Roma ailesinde kadın ve çocuğun hiçbir değeri yoktu Pederşahi denen bu aile türünde aile reisi karısını ve çocuklarını satabilir isterse öldürebilirdi Aileye ait her şeyin sahibi aile reisiydi aile bireylerinin hiçbir hakkı yoktu Aile reisinin ölümü halinde o aileye dahil erkek çocuklarının her biri özgürlüklerini kazanmaktaydı Buna rağmen sosyal birliğin devamına büyük bir önem verirler ve bunu zedeleyici her hareketten sakınırlardı
Halbuki eski Türk ailesi daha hür ve eşitçi (egalitaire) bir karakter gösteriyordu Akrabalık tek taraflı değildi, ana ve baba tarafına dayanan bir özellik gösteriyordu Yine erkeğin üstünlüğüne dayanan bu tür aileye, pederşahi aileden ayırmak için Z GÖKALP “Pederi Aile demiştir
Eski Türklerde bir genç evlendiği zaman ne gelini baba ocağına getirir, ne de gelinin ocağına giderdi Bundan anlaşılıyor ki, iç-güveylik olmadığı gibi, iç-gelinlik de yoktu Erkek, baba ocağından hissesine düşen malı alır, kız da “yumuş” adlı bir çeyiz getirirdi Böylece ortak bir ev sahibi olurlardı tekelerde evlenenlere temiz ve beyaz bir çadır yapılır, eski çadırlar kirlenmiş ve esmerleşmiş olduğu için bunlara “Ak Ev denilirdi Evin sağ tarafında “kısrak memeli”, evin sol tarafına da “inek memeli” iki put bulunurdu ki biricisi kocanın ikincisi karının sembolü idi
Eski Türklerde evin eşiği de kutsal sayılırdı ve eşiğe ayak basan yabancının çarpılacağına inanılırdı
“soy”
Türk ailesi “soy” adını alıyordu Soy” da hem erkek hem de kadın akrabalıklar yer alıyordu Bu iki taraf akrabalıkların hukuki statüleri eşitti
“Soy” batı Türklerde yedinci göbeğe kadar çıkardı Yedinci göbeği dışında kalanlar yabancı sayılırdı Bunlara “yad yabancı” veya “yedi yad” denirdi Evlenmeler yedi göbeğin dışından olurdu
“Soy” büyükbabanın etrafında birleşmiş fert ve aileler topluluğudur Soy birliği, büyükbabanın ölümünden sonra a devam eder, soyun başına soyun en yaşlısı geçer
Bir soya mensup fertler, soyu ilgilendiren işleri görüşmek için zaman zaman toplantılar yaparlardı Bu toplantılarda soy üyelerinin söz söyleme hakkı vardı Her soyun bir soyadı bulunmaktadır Soylar arasında genellikle özel intikam (Vandetta) geleneği görülmektedir
Her soyun kendine göre adetleri, o soy içinde hayatı düzenleyen uyulması zorunlu hukuki nitelikte kuralları mevcuttur
Yakut’larda totemizme dayanan bir akrabalık şekli vardı Kan bağına dayalı akrabalığın hiçbir hukuki ve sosyal anlamı yoktu Bu yüzden “exogamie” geçerli olması gerekir Aslında “Sip” adını taşıyan yakut klanlarında totemdaşlığa dayanan akrabalığın bütün hukuki belirtileri görülüyordu “Sip” içinde ortak mülkiyet vardı Karı-kocadan oluşan ailenin özel ismi yoktu Bir çocuğun babasına, kardeşlerin birbirine hitap edeceği kelimeler bulunmuyordu Yakutlardaki akrabalık klan akrabalığıdır “Sip” içinde egzogami kuralı geçerlidir
Anlaşılıyor ki Yakut’larda en küçük sosyal çekirdek baba reisliğine dayalı aile (Kergen) dir Bütün eski Türk topluluklarında olduğu gibi Yakut’larda da aile patriarkal bir karakter göstermektedir
TÜRKLERDE AİLE
Türklerde Ailenin Gelişmesi
Gelişmiş bir “baba ailesi” ne sahiptiler Baba ailesinin temeli, dışarıdan evlenme-yani (exogamy) ye dayanır
Büyük Hun İmparatorluğunda “hakanların kız aldıkları” belli boylar vardı Tıpkı dede Korkut’taki “Dış Oğuzlar” gibi Hunlar’ın sürekli olarak kız kaçırma geleneğiyle evlendiklerine dair bir kanıt yoktur
Proto-Moğollar da, “ana ailesi”
Hunlar’ın doğudaki Proto-Moğol komşularının henüz daha “ana ailesi” çağını yaşadıkları ise bir gerçekti Örneğin Hunlar’ın doğudaki en yakın komşularından İsa’dan önceki Wuhuan Moğollarında “oğlan evlendikten sonra kız evine gider ve ilk çocuk doğuncaya kadar kayınbabasına hizmet ederdi Buna karşılık kayınbaba da damada ev ve mal verir böylece kızı ile damadının yuvalarını kurardı ”
Ana Ailesi’nin bu örneğini Çingiz Han çağı Moğollarında da görebiliriz Ancak Türk tarihinde buna benzer örnekler bulmak zordur
İsa’dan sonraki çağlarda ortaya çıkan Sienbiler gibi eski Moğolların güçlü kesimlerinde ise, “aile büsbütün gelişmemiş bir görüntü” gösteriyordu “Kızlar ile oğlanlar hep birlikte bir ırmak kıyısına gidip içip eğleniyorlar ve ondan sonra da kendi aralarında yaptıkları bir seçme yolu ile evleniyorlardı ”
Devletin Güvenliği, Ailenin Güvenliği
Türklerde “halk ordu, ordu halk” demekti
M Ö 174 yılından az sonra, yani Mete’nin oğlu çağında, iki büyük Çinli arasında geçen bir konuşma bize bir çok temel bilgi vermektedir Hun başkentine gelen Çinli bir elçi hun hakanına hizmet eden ünlü bir Çinli vezire “hunlar kendi yaşlılarına neden değer vermediklerini” sormuştu Hun veziri ise şu cevabı verdi:
“-Çinlilerin oturdukları garnizonlardan, akına gitmek üzere asker toplanırken askerlerin Çinli akrabaları ile yakınları en kalın ve sıcak tutan elbiseleri ile en iyi yemeklerinden vazgeçebiliyorlar mı? Elbiselerini giyinsinler ve yemekleri de yolda yiyip içsinler diye askere gidenlere veriyorlar mı?”
Hun vezirinin bu sorusu üzerine Çin elçisi “doğru vermiyorlar” deyip susmak zorunda kalmıştı Bu konuşmadan da anlaşılıyor ki Hunlar’da babalar ile kardeşleri neleri varsa hepsini askere giden oğullarına veriyorlardı Çinliler ise bu yardımı yaşlılara karşı bir haksızlık olarak görüyorlardı Oysa yaşlılar bunu oğullarının ve torunlarının savaşta sıkıntı çekmemesi için yapıyorlardı Bu belge Türklerde sosyal dayanışmanın ne kadar muhteşem olduğunu gösterir
Ailede Kişilerin Güvenliği
Hunlar ile Göktürklerde ve Oğuzlarda da levirat adı verilen bir aile düzeni vardı “Babaları ölen oğullar, babalarının öz annelerinden sonra evlendiği bütün kadınlarla küçük kardeşlerini ailelerine katıp bakmak ve beslemek zorundaydılar ” Ölen kardeşlerin eşleri ile çocukları sokakta kalamazlardı “Yaşayan kardeşler hemen onları kendi ailelerine katarlar ve onlara sahip çıkarlardı ” Çinliler bu geleneği garipsemiş ve ahlaka aykırı bir şey gibi göstermişlerdir Aslında bu geleneğin (leviratus) amacı, dulların ölen kocalarının servetini alıp ailenin mal ortaklığından ayrılmasına ve böylece diğer bir boyun zenginleşmesine engel olmaktı Ayrıca bir oğlun üvey annesiyle, kardeşin yengesiyle evlenebilmesinde “ocakların zürriyetsiz kalarak sönmesi” endişesi rol oynuyordu
ANNE BABA VE ÇOCUKLAR
BABA
Gelenekler Ve Değimler
1- Eski Türkler babaya “kang” derlerdi Bu sözün başında da Türklerde akrabalık gösteren “ka” sesi vardı Aynı babanın oğullarına “kanğdaş” üvey kardeşler içinse “kanğsık” derlerdi Ancak sonradan bu eski sözler unutulmuş ve yerine “ögey oğul” yani “üvey oğul” denmeye başlanmıştı
2- 11 yüzyıldan sonra Türkler babaya artık “ata” demeye başlamışlardı Eski Türkler de anayı babadan önce söyleyerek, “öğ ve kang” diyorlardı Ata evin büyüğüydü Bundan dolayı büyükbaba da “ata” olabilirdi Ama büyükbabalar için genelde “ata atası” denirdi
Anadolu’da ise babaya “ece, ici, ede, eye ” de denir Bu Anadolu sözleri de en eski Türkler’deki “eçi, içi, iğe” gibi deyişlerden başka bir şey değildi Bunlar daha çok “evin büyüğü veya sahibi” için söylenirlerdi “Evin büyüğü” için bazı Türkler ise “Ot ağası” yani “ateş ve ocağın atası, sahibi” demişlerdir
Oğulu yetiştirme babanın, kız ise annenin bir vazifesiydi Kırgız Türklerine göre de “babasız oğul, anasız kız bakımsız” sayılırdı Türkler saygı şuuruna anne ve babadan başlıyorlardı
“Baba hakkı”, yani eski Türkler’in dilince “atalık” Türkler’de sonsuz değildi Mete ve Oğuz Kağanlar töreye karşı geldiler diye babalarını bile öldürebiliyorlardı Babaya da oğula da düşen haklar ve görevler vardı
ANNE
Babanın mirası anneye değer:
Eski Türkler anneye “ög” derlerdi Bugünkü “öksüz” sözümüz de buradan gelmektedir “Babadan sonra aileyi, anne temsil ederdi” Bunun için ananın yeri babanın diğer akrabalarından daha ileri olurdu Babanın mirası anneye değerdi Çocukların vasisi de oydu Türk tarihinde kadınların hükümdarların naibi olabilmeleri veya devlet içinde büyük bir söz sahibi olmaları da bundan ileri geliyordu
Kayınbaba “babalık hakkı” nı damada veriyor
1- Anne bir “el kızı” idi Fakat evlendikten sonra “kocasının soyuna yazılmıştı Kızın babası bile, gelin alma sırasında kızı üzerindeki “velayet” yani “babalık hakkını” damadına verirdi Dul kalan ya da kocasına kızan bir kadın baba evine gidemezdi Koca da kadını evden kovamaz ya da boşayamazdı O zaman kalın müessesi ve zarara uğrayan her iki aile de buna karşı çıkardı
2- Uygurlar’da “ana-ata”, ana baba sözleri çok yaygındı Anadolu’nun kültür gelişmesine büyük tesirleri olan Harezmşahlar’da ise büyük anaya “ulu-ana” deniyordu
Oğuzlar eskiden nedense, anneye, “aba” demişlerdi Anadolu’da çok az görülen aba sözü, eski Osmanlı kitaplarında daha çok geçer
Büyük anne
Gelişmiş ve büyük devletler kurmuş olan Batı Türkleri ile Anadolu, babaanne ile anneanne arasında ayrılık gözetmemişlerdi Eski Türk geleneklerinde “gerçek büyük anne” yalnızca babaanne olabilirdi Bu inanış dış Türklerin bazı kesimlerinde hala yaşamaktadır
Ana adı, babadan önce
Ana, daha önce gelir ve “ana-baba” denirdi Dede Korkut’ta ana babaya “ana ata” dendiği gibi Göktürk yazıları ile Uygur Türkleri’nde de ana, babadan önce söylenirdi Çin’de ise baba öne alınır ve “baba, ana denirdi”
Eski Türklerde “anaç” sözcüğü hem anacığım hem de “anasına çekmiş soylu kız” demekti ”Süt anne” de Türkler’de akraba sayılırdı Saraylarda ise bu onur belli kadınlara verilirdi
Dul anne, ailenin başı
Dul kalmış bir kadın, eğer çocukları küçükse, çocuklarının vasisi olurdu Çocuklar büyük ise, evin büyüğü (senior) daha çok büyük oğuldu Küçük oğul ise, baba ocağını devam ettiren “ocak beyi” yani “ot Tegin” idi Radloff’a göre dul analar, oğlanlar evlendikten sonra bile bütün ailenin “baş kadını” olurdu Yoksul ise, kocasından küçük olan kardeş, dulu ve çocukları himayesine alırdı
OĞUL VE KIZ
Oğul ve kız arasında ayrılık yok
Eski Türkler’de “oğul”, evlat demektir İster kız, isterse oğlan olsun, Anadolu’da oğula “oğuş” denmesi de çok manalıdır Çünkü Göktürklerde “oğuş”, kan akrabalığı taşıyan birliklere denirdi Oğul babasına, kız da anasına çekmeliydi Bunun için soylu ve iyi oğlana “ataç” iyi kıza da “anaç” denirdi
Türkler, kız ile erkek çocuklar arasında bir ayrılık göstermiyorlardı Hun ve Göktürk çağından beri belgeler, bize bunu böyle gösteriyorlar Nitekim Dede Korkut’ta da, oğlu olan konukları ak otağda; kızı olanlar ise, kırmızı otağda konuk ediyorlardı Çocuğu olmayanların yeri ise kara çadırdı
Türklerde “bekaret” önemi
Bekaret anlayışı Türkler’de İslamiyet’ten önce de vardı Türkler, bakire kız için “kapalığ kız” yani kapalı kız diyorlardı Yalnızca kız sözü bile bakire anlayışını içine alabiliyordu Nitekim Kaşgarlı Mahmut’un derlediği çok eski bir atasözüne göre “kızı, ancak kalın verebilen alabilirdi ” Yoksa para ile alınan şey, ya cariye veyahut da kadın olabilirdi
KADIN VE ZEVCE
Eski Türkler’de “evin sahibi” kadındı: Bundan dolayı ev kadını için söylenen en yaygın söz de “evci” idi Göktürkler’de “eş” derlerdi Osmanlılar’ın “evdeş” ve Çağatay Türkleri’nin “evlilik” sözleri de ayrıca çok manalı ve derindiler En eski Türkler’in, zevce için söyledikleri, “eşi, işler, yotuz, egmiç” gibi sözleri, bugün artık ya kaybolmuş veyahut da baka manalar için söylenir olmuşlardır
Eski Türkler kadın için genel manada “avrat”, yani eski deyişi ile “uragut” derlerdi Kadına saygı duymak gerekti Nitekim en eski Uygur şiirleri, ayıpsız kadına, erkeğin boynunu eğmesi gerek diyorlardı
İyi kadın ustaydı Bilgiliydi İyi kadın evinde görünmeliydi İyi kadın evin dayağıdır Dede Korkut’ta dendiği gibi “Ben yerimden durmadan, (yani ayağa kalkmadan) kadının yerinde durması gerekti ” Kadın yalnızca evde değil dışarıda da kocasının bir yardımcısı olmalıydı
EVLENME
Evlenme ve evlilik
Evlenme ve yuva kurma eski Türk toplumu ile Türk devletlerinin temeli idi Aile ise çekirdeğidir Evliliğin sembolü “eb” yani evdir
Evlenme ve “ocak kurma”
“Ocak” Türkler’de ev ve yuvanın tek sembolüdür Nitekim dış tesirlerden uzak kalmış olan Yakut Türkleri’nde evlilik, “sönmez bir ateş yakma” dır Eve gelen gelin ise “evi aydınlatan ateş”tir Başka Türklerde ise “yanan ocağın sönmesinden” söz edilir “Ateşin sıcak olsun” denir Anadolu’da, “ocağın sönmesi”, “aile ocağı”; 15 yaşındaki çocuklara, “ocak umudu” denmesi, hep bu çok eski Türk geleneklerinin izleridir
Evlenme antlaşması için herkesin bir araya gelmesi gerekliydi Toplantıda saygılı ve tecrübeli kişiler, aksakallılar veya Anadolu’da dendiği “köyün usluları” da bulunurdu Bu kişiler aynı zamanda birer tanıktılar
Kızın kaçırılması ile kız tarafına bir “savaş hakkı” doğuyordu Bunun için de, oğlan evi kız evine , bir “bağışlama veya kefaret parası” (Sühngeld) veriyordu Kalın müessesesi de bunun üzerine kurulmuştu
Türkler’de kalın yaygın olarak taksitle ödenirdi Fakat kız kaçıranlara, kalını peşin olarak ödeme zorunluluğu konmuştur Bu peşin ödeme de, aracılar, tanıklar ve ailelerin toplantısı ile yapılır ve yeni bir antlaşma meydana gelirdi
Kalın veya balık Türk aile hukukunun temelini oluşturuyordu Kalın kız ailesine verilen bir aile malıydı Bundan dolayıdır ki ödenen kalında oğlan ailesindeki bir payı ve miras hakkı vardır Konuya böyle girince Hunlar’da, Göktürkler’de ve hatta Oğuzlar’da görülen (levirat) geleneğinin köklerini de daha iyi anlayabiliriz
ÇEYİZ
Türkler’de çeyiz de kalın kadar önemliydi Eski Türklerde çeyiz baba malından kıza düşen bir paydır
Türklerde babanın kızına çeyiz yapması bir mükellefiyet ve yükümlülük olarak görülüyordu Nitekim Kaşgarlı Mahmut’a göre bir bey, kızını çeyizli olarak evlendirmesi için bir babaya emir veriyordu
Eski Türklerde çeyizin “hayvan sürüleri, yardımcı insanlar, kızlar, yengeler(magd) halinde geldiği de görülüyor
SÖZ KESME
At üzerinde söz kesme
Söz kesimi Türkler’de çok değer verilen bir antlaşmadır Eski Türk geleneklerini kaybetmemiş bazı Türk kesimlerinde söz kesme antlaşması “at üzerinde” yapılırdı: “Kız ve oğlan tarafı at üzerine binmiş olarak karşılanır ve böylece antlaşırlardı ” Bu ana kadar kalın ve hediye antlaşmaları çoktan bitmiş olurdu
NİŞAN
“Nişan” daha çok gelişmiş Batı Türklerinde yayılmıştır Aslında kalın antlaşması ve söz kesimi hediyeleri ile nişan da gerçekleşmiş oluyor “Beşik kertme nişan” bütün Türklerde vardır Bu da tanıklar, antlaşma ve dua ile yapılırdı
Nişan evlenme için bir vaat ve aynı zamanda bir, “ön akid” tir “Adaklı” sözü ise, bunun en güzel ve insani ifadesiydi Beşik kertme nişanlılar, ergenlik çağına gelince ikinci defa yeniden nişanlanırlar
GELİN ALMA VE GELİN İNDİRME
Gelin alma: Anadolu’da kız evden çıkmadan önce, anasının diktiği bir “analık” giysisini giyer Ancak bundan sonra gelin başı yapılır ve gelin elbisesi giydirilirdi “Gelin başlığı”, Anadolu’da da, Orta Asya’da da kızlığın bitip kadınlığın başladığını gösteren bir semboldü Gelin ayrılırken, baba ocağına ve ateşine saygı gösterir 7atadan; Müslüman Türkler’de 7 evliyadan, izin ister ve dua edilirdi
Gelin indirme: Bütün Türk illerinde büyü bir törendir Gelin indirmede görülen ve eski Türk özlerini taşıyan gelenekler ise şunlardır:
1)saçı: Saçının kökleri Şamanizm’e dayanır Orta Asya Türkleri’nde “saçuv” veya “çaçılama” da denirdi Ulu Yüz Türkleri “eskiden gelinin atının, yele ve kuyruğuna kımız saçarlarmış İslamiyet’ten sonraki ikinci gelişmede, “un serpme”, Türk illerinde daha çok yaygınlaşmıştır “Para, Çörek, şeker” ise daha geç çağlarda ortaya çıkmıştır Anadolu’da saçı sırasında dua da edilirdi Su serpme ve su töreni de Başkurtlar’da da görülürdü ve çok eskidir Anadolu’da buna “gelin uğru” da denir Un saçısına ise Özbekler, “yüz akı” derler
2)kurban kesme: Türk illerinde çok görülür Anadolu’da buna “uğur kesme” de denir
3)eşik: Türklerde kutludur Bütün Türk illerinde “gelinin eşiğin basmaması için halı veya kumaş serilir”
Nikah kalın antlaşmasından sonra kız evinde kıyılır Nikahtan önce kalın ve çeyizlerin miktarı da tespit edilir
Altay Türkleri’nde “ocağa secde edilir” Özbekler’de ise nikahtan sonra, gelin ateş üzerinden geçirilir ve bu sırada da üzerine un serpilir Nikahın yanında su içme ve sakal kesimi gibi İslamiyet’ten önceki gelenekler de yer alır
Türklerde nikaha rağmen gerdeğe kadar gelinin yüzü tabuydu Bu tabuluk ancak gerdekte, “körümdük” veya görümlük denen tören ve hediyelerden sonra kalkardı Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkler’de nikah yürürlülüğe girmiyordu
Bazı Türklerde evlilik, ancak ilk çocuğun doğması ile tamamlanıyordu Çocuk doğmadıkça, evlilik ve nikah yürürlüğe girmiyordu Görülüyor ki Türklerde gerçekçilik, şeriat ve dinin daha önünde gidiyordu
DÜĞÜN
Gelin toyu: Düğün bir toydur Bundan dolayı Harezmşahlar çağında buna, “Kelin toyı” yani “gelin toyu” da denmiştir Dede Korkut’ta ise nişan toyuna “küçük düğün” evlenme toyuna ise “ulu düğün denmiştir Aynı zamanda büyük düğün “ağır düğün”dür
Kız alma toyu: Prof Karutz’a göre, geçen yüzyıldaki Türkmenler düğünlerini kutlu bir sayı olan, “yedi bölüm” üzerinde yaparlardı Kazak Türkleri ise iki çağlı düğün yaparlardı
Düğün bayrağı: Düğünü başlatmak kız evinin hakkıydı Düğün kız evinde başlar erkek evinde biterdi “Toy veya düğün bayrağı” da bütün Türklerde görülen yaygın bir gelenektir
Düğün aşı ve açları doyurma anlayışı da bütün Türkler’in müşterek inançları halindeydi
Toy ve düğün ateşi de ürk toylarının bir özelliğindir Göktürkler, düğün için “törün” sözünü kullanmışlardı
GERDEK
Gerdek sözü Farsça’dır “Kubbe veya kubbeli oda” karşılığında söylenir Fakat Farsça’da bu söz gelin odası manasında söylenmemiştir Türkler bu sözü Orta Asya’da iken almışlar ve gelin çadırı ile odasına uygulamışlardır Türkler’de gerdek odasının da ayrı bir kutluluğu vardı
Gerdek yeri: Dede Korkut kitabında, “gerdek çadırının yeri, ok atılarak bulunur ve ok ile belirtilirdi” Dış Türkler’de gerdek odası için daha çok “otağ” da denir Kaşgarlı Mahmut’a göre 11 yüzyıl Türkleri gerdek odasına “münderü” derlerdi Gelin odası ipekliler ve tüller ile süslenirdi Harezmşahlar devletinde ise gelin odasına “terek ev” denirdi Görülüyor ki gelin odası, Türk geleneklerinde büyük bir yer tutuyordu Ulu Yüz Türkleri’nde kalın antlaşması olur olmaz “gelin obası” oğlanın babası tarafından hemen dikilir ve döşenirdi Gelin baba evine giremezdi
“Ergenlik al kaftan” ise bütün Türkler’de bir güveyi elbisesiydi Gelin alınırken, kızın babası, şal veya kuşağını güveye sarar ve böylece “babalık velayeti”ni güveyiye bırakmış olurdu Güveyi de bunları düğünde üzerinde taşırdı
Sağdıçlık: sosyal bir müessesedir Sağdıç biraz akraba da sayılır Sağdıçlık da kalın ve nikah gibi evliliğin temelini kuran bir bağdı Anadolu’da sağdıç düğün bayrağının altında gider
Gelin kılavuzu: geline yol gösterir Anadolu’da kılavuzluk yapan “başı bütün” kadınlara “danışık, düyüşü, yenge” de denir Kız evinden gelen çeyizlere de yengeler bakar, zaten kadınlar arasında söz sahibi aracı da odur
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|