Kaynaklarin, ortaboylu, toparlak ve kirmiziya çalan beyaz yüzlü, çatik kasli, beyaz disli, omuzlari ile gögüs arasi açik, sakalsiz, pala biyikli, sert bakisli, cesur, gayretli, çok mahir bir avci, harp sanatinda emsalsiz bir komutan olarak bildirdikleri Yavuz Sultan Selim, âlim ve edipleri seven, Sark dillerinden Arapça ve bilhassa Farsça’ya tam manasi ile vâkif bir hükümdar idi
Kendi el yazisi ile olan Farsça manzumeleri, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi’nde bulunmaktadirlar
Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir söyleyebiliyordu

Farsça olan Divân’i l306 yilinda Istanbul’da basilmis olup, l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II

’nin emri ile Paul Horn tarafindan Berlin’de yeniden nesredilmistir

Trabzon’daki valiliginden itibaren meclisinde sairleri bulundurmayi aliskanlik haline getirmisti
Câfer Çelebi, Ahi ve Revânî, onun meclisinin müdavimleri idiler

Siyer ve Tarih ilminde epey mütalaasi oldugundan bu konuda mahir bir sahsiyet olarak kendisinden söz edilmektedir

Bos zamanlarini âlim ve ediplerin meclislerinde geçirmekten hoslanirdi

Ilmi sever ve ülemaya hürmet ederdi

Tarih, felsefe ve tasavvuf sahalarinda genis bir bilgisi vardi
Özellike edebî bir lisanla ve pek muglak olan “Tarih-i Vassaf”i çokça mütalaa ederdi ki bu, onun ilimdeki yüksek vukufunu göstermektedir
Hazarda olsun seferde olsun, vakit buldukça ilmî mütalaalar ile mesgul olurdu
Nitekim, Misir’dan Istanbul’a gelinceye kadar Ibn Tagriberdî’nin “en-Nücûmu’z-Zâhire” adli eserini Ibn Kemâl’e tercüme ettirerek menzillerde parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okurdu

Yine o, Misir’daki ikameti esnasinda, Hind ve Çin haritalarini yaptirmisti

O, sair, mutasavvif ve filozof bir hükümdardi

Uzunçarsili’nin degerlendirmesiyle o, Osmanli hükümdarlari arasinda ilim itibariyle en yüksegi idi

Sam’in Sâlihiyye semtinde câmi ve imâret insa ettiren Yavuz Sultan Selim, oradaki Muhyiddin Arabî’nin türbesini de bulup yaptirdi

Böylece o, ( ) Sam’daki bu tesisler ile Konya’da Mevlevî Tekkesi’ne getirdigi sudan baska bir hayir yapamamisti

Zira benzer hayir isleri için fazla zaman bulamamisti
Hatta Istanbul’daki kendi câmiinin bile temellerini attirmis fakat ikmâline imkân bulamamisti

Osmanli Devleti’nin 9

hükümdari olan Yavuz Sultan Selim, Müslüman – Türk âleminin ilk halifesi olarak dünyada ilk defa “Hâdimu’l-Haremeyn es-Serifeyn” ünvanini almisti

Babasi II

Bâyezid, annesi Dulkadiroglu Alaüddevle’nin kizi Ayse Hatun’dur

Babasinin sancak beyi olarak bulundugu Amasya’da dünyaya gelen sehzâdenin dogum tarihi hakkinda verilen kayitlar, hicrî 87l, 872 ve 875 (m

l466, l467 ve l470) yillari seklinde epey farkliliklar göstermektedir
Kaynaklar, Ikinci Bâyezid’in, hayatta kalan ogullarinin en küçügü olan Yavuz Sultan Selim’in, sahsiyeti ve yönetimdeki enerjisi hakkinda yeterli bilgi verirler
Kendi ifadesine göre, Trabzon Sancak beyligine 887 (l482) veya 892 (1487) yilinda tayin edilmisti
Öyle anlasiiyor ki o, diger sehzâdelere göre daha cevval ve enerjikti
Ileri görüslü bir sehzâde olan Selim, sert bir yaratilisa sahipti
Yapacagi islerde karar vermeden önce çok düsünür, etrafindakilerle konusur ve bundan sonra kat’i bir karara varirdi
Istisare ve arastirmadan sonra varilan karardan dönmezdi
Bu konuda önüne çikacak bütün engelleri ortadan kaldirmak gayesiyle elinden geleni yapardi

Kararlarini uygulayabilmek için planli bir sekilde çalisirdi

Adam seçmesini iyi bilirdi

Bütün bunlar, onun, pâdisah olmasinda ve basarili isler yapmasinda birinci derecede rol oynadi

Babasinin yerine geçip Osmanli tahtina oturmayi kafasina koydugu zaman, en çok güvendigi adamlarini Istanbul veya sehzâdeler yanina gönderdi

Onlardan aldigi raporlar sayesinde gerekli tedbirleri alarak, varmak istegi hedefe emin adimlarla ulasmaya çalisti

Zira adamlari nasil hareket etmesi gerektigi hakkinda da kendisine yol gösteriyorlardi
Onun, tahta geçmeden önce kullandigi casuslar, Istanbul, Edirne ve Amasya’da esen havayi koklamakla kalmadilar, ayni zamanda Selim hakkinda genis propaganda yapma imkânini da buldular

Istihbarati saglam olan bu adamlari sayesinde dünya siyasetine de vâkif bulunuyordu

Bundan dolayi cülûsundan önce taninmayacak bir sekilde Iran ve Arabistan’i gezdigine dair söylentiler çikmisti

Devlet hazinesini devamli surette dolu tutmak ister, debdebe ve ihtisamdan hoslanmazdi

Sadeligi severdi

Milletleri idare etme hususunda büyük bir kabiliyet göstermisti

Ülkesinin her tarafinda yalniz adaletin hakim olmasini isterdi
Gerek Selimnâmelerde, gerekse diger kaynaklarda onun nasil bir hükümdar olduguna, tebeasi (halki) için nasil çalistigina, devletinin daha iyi bir sekilde idare edilip bütün Müslümanlari nasil bir birlik altinda toplayacagina ve bizzat kendi özelliklerine dair epey bilgi bulunmaktadir

Kesfî’nin Selimnâmesi’nde ifade edildigi üzere tahta geçtigi gün, babasi II

Bâyezid, kendisine bazi tavsiyelerde bulunarak söyle demisti:
“Ey nur-i didem (ey gözümün nuru) ve ey surûr-i sinem, bugün ki emr-i Rabbânî ve takdir-i Yezdânî birle mâlik-i mülk-i diyar ve serîr-i saltanata sehr yar oldin, gerekdir ki âd u sanimiz ve nâm u nisanimiz gözleyip ve âbâ-i kiramimiz ve ecdad-i izamimiz izini izleyüb sâhân-i kadim muktezasinca ve padisahân-i azim müddeasinca def’-i mezâlim-i esrâr (kötülerin zulmünü ortadan kaldirip yok etmek) ve ref’-i mekâdir-i ahyar kilub nâm-i nikle (iyi bir isimle) âleme tolasin…” Kesfî’nin, devam eden ifadesinde, Yauz Sultan Selim’in, babasinin bütün isteklerini yerine getirdigini, iyi ve bilgili insanlarla nasil istisarede bulundugunu, dogruluktan ve devlet ile halkin menfaatlerini kollamaktan ayrilmadigini ögreniyoruz

Hammer, Cenabî’nin, kismen sadelestirdigimiz asagidaki ifadeleri ile ondan su sekilde bahseder: