Yalnız Mesajı Göster

Cevap : IMF Nedir? Türkiye’de IMF/Küreselleşme Ve IMF

Eski 12-09-2010   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : IMF Nedir? Türkiye’de IMF/Küreselleşme Ve IMF



TÜRKİYE VE IMF


Türkiye ile IMF ilişkileri sanıldığı kadar yeni değildir Türkiye üye olduğu 1947 yılından bugüne kadar, 1986-1993 dönemi hariç hemen hemen her üç yılda bir stand-by düzenlemesine muhatap olmuştur Siyasal iktidarların kendi dönemlerine ilişkin bir atılım olarak sunduğu politikaların geçmişi eskilere dayanmaktadır Ülkemizde özellikle son dönemde çalışanlardan beklenen fedakarlıkların niyeti bellidir Anlaşılması gereken bugünkü istikrar programının temel hedeflerinden olan enflasyonun işçi sınıfının ürünü olmadığı, aksine uygulanan politikaların bir ürünü olan enflasyondan en çok çalışan kesimlerin zarar gördüğüdür Dolayısıyla programın dayanağı baştan temelsizdir
Türkiye’nin IMF talimatları doğrultusunda uyguladığı politikaları anlamak için öncelikle ülkemizin geçirdiği ekonomik değişimleri kabaca anlatmak gerekir Cumhuriyetin kurulmasından sonra liberal politikaların benimsenmesi ve devlet müdahalesinin en asgari düzeyde tutulması hedeflenmişti Ancak sermaye sahibi sınıfların yokluğu, devlet denetiminin en üst düzeyde oluştuğu bir sanayileşme politikası izlenmesine neden olmuştur


Uygulanan bu politikaların temelinde ulusal ekonominin gümrükler yoluyla korunması yer almıştı Bugün devletçilik olarak tanımladığımız politikaların temelinde özellikle KİT’ler yoluyla devlet müdahalesinin en üst düzeye ulaştığı bir ekonomik sistem vardır 1940’lara kadar süren bu uygulamalar sonucunda 1950’ler itibariyle ara malların ve teknolojinin büyük oranda dışarıdan alındığı, iç talebe dayanan ithal ikameci politikalar yaygınlık kazanmıştır


DP iktidarı döneminde ciddi bir ekonomik kriz baş göstermiş, OECC (şimdiki adıyla OECD) Türkiye’nin IMF’nin istikrar programını uygulamasını istemiş, uygulanmaması durumunda tüm yardımların kesileceğini bildirmiştir 1958’de uygulamaya başlanan istikrar programı devlet harcamalarına ve KİT finansmanına kısıtlamalar getirmekteydi Türkiye 1960’larda eski dönemden kalan borçları ödeyebilmek için OECD ülkelerinden borç almış ancak yüksek faizlerle verilen bu borçlarla eski borçlar kapatılmaya çalışılınca ekonomik kriz iyice derinleşmiştir Sonuçta Ağustos 1970’de hükümet istikrar programlarını açıklamıştır


1973’e kadar iyi giden ekonomik göstergeler gittikçe bozulmaya başlamış ve IMF tekrar kemer sıkma politikalarının uygulanmasını istemiştir

Daha önceden de bahsedildiği gibi, 1970’lerin sonunda dünyadaki birçok az gelişmiş ülke gibi Türkiye de, dış borçları ödeyemez duruma gelmiş ve petrol krizinin getirdiği olumsuz koşulların etkisinde kalmıştır IMF’yle görüşmeler sonucunda 24 Ocak kararları alınmış, bir dizi siyasi buhrandan sonra askeri darbe gerçekleşmiştir
24 Ocak 1980 kararları, dünyada uygulanmaya başlanan neo-liberal politikaların Türkiye’de uygulanması için alınan bir dizi karardır Temelde devletin gittikçe ekonomiden elini çekmesi ve ekonomide serbestleşmeyi öngören bu kararlar yeni dünya düzeni olarak tanımladığımız anlayış çerçevesinde biçimlenmiştir
Yeni Dünya Düzeni dediğimiz bu anlayışın temelinde toplumsalcı düşünüşten bireyselciliğe geçiş yatmaktadır Sistemin içinde bireyleri belli kabiliyetlere sahip, rekabet içinde yarışan ve kendi ihtiyaçlarını sistemin acımasız şartları içinde karşılamaya çalışan kişiler olarak düşünen bu anlayış, özellikle Özal döneminde bütün yanlarıyla topluma verilmeye çalışılmıştır Bu anlayışa bağlı olarak devletin görevlerinin yeniden tanımlanması gerekmektedir Sağlık, sosyal güvenlik, eğitim gibi bir devletin vatandaşlarına karşı temel yükümlülüğü olarak düşünülmesi gereken ödevler, yavaş yavaş bireylerin karşılaması gereken şeyler olarak kabul ettirilmek istenmiştir Bu çerçeve içinde hazırlanan ve uygulamaya konulan 24 Ocak kararları sonrasında, bahsedilen istikrar programı genişlemiş ve yapısal uyum programı halini alacak uzun vadeli bir projeye dönüştürülmüştür


Genel olarak 1980 sonrasından bugüne Türkiye’nin yaşadığı ekonomik problemlerden bazıları şunlardır: Ekonomideki büyüme hızı dalgalanmaktadır Dolayısıyla istikrarsız bir büyüme sağlanmaktadır Bunda alınan dış borçların üretken yatırımlara yönlendirilememesinin ve ekonomideki yapılanmanın rantçı bir çizgide gelişmesinin payı büyüktür Burada yıllara göre bütçe giderlerinden yatırımlara ayrılan payı gözlemek konunun anlaşılması açısından yararlı
olacaktır:


Yıllar Yatırımların bütçe giderlerine oranı (%)
1980 17,2
1985 20,7
1990 14,7
1995 5,3
1997 7,3
1999 5,4
2000 (İlk altı ay) 5,0


Kaynak Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı Resmi Verileri
Görüldüğü üzere 1980 yılından sonra yatırımlara bütçeden ayrılan pay giderek azalmıştır Genellikle bu noktada IMF ülkeleri suçlamakta ve yapısal uyum programlarının başarısızlığının faturasını yönetimlere çıkarmaktadır Ancak gördüğümüz gibi, IMF politikaları çerçevesinde zaten kaynağın üretken yatırımlara yönlendirilmesi mümkün olamamaktadır Bu sorunla ilgili olan diğer bir sorun da kronik enflasyondur Enflasyon genellikle yüksek bir çizgide seyretmektedir İhracat yönelimli bir ekonomi yürütmeye çalışan ülkemizde ihracat artışı da istikrarsızdır ve ithalat artışı genişlemiştir Kamu sektörü genelde altyapı yatırımlarına yönlendirilmiş, ama diğer taraftan üretken sektörlere kaynak aktarılmamıştır


Türkiye’nin aldığı dış borçlar genellikle tekrar borç alınarak ödenmektedir Örneğin 1983’de 19,2 milyar dolar olan dış borcumuz 1987’de 40,3 milyar dolara, 1993’de 67,4 ve 1999’da 110 milyar dolara çıkmıştır Özellikle 1988 sonrasından başlayarak açıklar, hızlı borçlanma ve kayıtdışı ekonomi ve rant ekonomisi ön plana çıkmaktadır Büyük sermaye sahiplerinden alınan vergilerde indirime gidilmesi ve ihracatçı sektöre mali destek verilmesi sonucunda bütçe açığı ortaya çıkmıştır Bugün verimsiz diye nitelendirilen KİT’ler yıpratılmıştır İhracat artışı sağlamak için reel ücretler üzerinde baskı yapılmış ve ücretler hızla aşındırılmış, enflasyon ile de alım gücü azaltılarak iç talep düşürülmüştür


1998’de dünya ölçeğinde gerçekleşen ekonomik kriz işçi sınıfını vurmuştur Hükümetin IMF talimatları doğrultusunda uyguladığı anti-enflasyonist politikalar sonucunda 1997’de %9 olan yurt içi talep artışı, 1999’da %0,7’ye düşmüş, yani alım gücü azalmıştır İşverenler kriz esnasında işçi çıkarmışlardır Sendikalı işçiler içinde işten çıkarılanların sayısı yaklaşık 123000’dir İşverenlerin esneklik istekleri kriz dönemine adaptasyon sağlayabilecek çalışma biçimleridir IMF’nin sözcülüğünü yaptığı uluslararası tekelci sermayenin en büyük hevesi diğer ülkelerdeki çalışma biçimlerini azami kar için en uygun duruma getirmek, aynı zamanda da ülkelerdeki ticaret şartlarını çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırmaktır


1997 ve 1998 yılları boyunca IMF yetkilileri Türkiye’ye şok tedbirler önerdiler Hükümetin bugün anti-enflasyonist politikalar olarak duyurduğu uygulamaların yeni olmadığını biliyoruz Ücretleri azaltmak, sözde tarım reformunu gerçekleştirmek, özelleştirmeleri hızlandırmak, sosyal güvenlik reformu adı altında kamu harcamalarını kısmak için çalışanların kazanımlarını ortadan kaldırmak bu politikaların kapsamındadır
IMF ile 1 Temmuz 1998’de yapılan yakın izleme anlaşması 1961’den beri yapılan 17 anlaşmaydı 18 Nisan seçimleri sonrasında yönetime gelen 57 Hükümet 9 Aralık 1999 günü IMF’ye bir niyet mektubu vermiştir Bu niyet mektubunda emeklilik yaşının sosyal güvenlik yasasında yapılan değişiklikle yükseltilmesi, ücretlerin geçmiş değil beklenen enflasyon oranında artırılması, hızlı bir özelleştirme programı, tarımsal destekleme kredilerinin kaldırılması, kamu personelinin azaltılması yeralmaktadır 22 Haziran 2000 günü verilen niyet mektubu ile bu uygulamaların gerçekleşme durumuna dair raporlar verilmiş, TEKEL, ÇAYKUR, MKEK ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesi gündeme getirilmiştir Niyet mektubunda sosyal güvenliğe ilişkin reform adı altında yapılan düzenlemelerden bahsedilmiş, memur zamlarına yapılan çok düşük düzeydeki artış vurgulanmış ve kamu sektöründeki ücretlerin 2001 ve 2002 yıllarındaki artışlarında hedeflenen enflasyon düzeyinin temel alınacağı belirtilmiştir


Tarım politikalarına da geniş yer verilen niyet mektubunda, devlet bankalarının verdiği kredi sübvansiyonlarının kaldırılmasından ve destekleme fiyatlarındaki hedeflenen enflasyon kadar yapılan artıştan bahsedilmiştir Dikkat edilirse programdaki uygulamaların tamamı çalışanların kazanımlarını yok etmek hedefine yöneliktir Toplumdan fedakarlık beklenmesi durumu aslında emekçilerden beklenen fedakarlığı ifade etmektedir Geçmiş dönemlerde yeterince fedakarlık yapan çalışanların bu fedakarlıklarının sonucu tekelci sermayeye akan paralar ve gittikçe artan iç/dış borç ve faiz bedeli olmuştur

IMF politikalarının temelinde yer alan kamu harcamalarının kısılması sonuçları açısından en yıkıcı olanıdır
Burada Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerin genelinde olan bir özellikten bahsetmek yerinde olacaktır Devlet bu ülkelerde her zaman kalkınmanın ana motoru olmak durumundadır Bu ülkelerde kapitalizm, gelişmiş ülkelere nazaran daha sonra gelişmeye başladığı için, kaynak yaratımında, birçok hizmetin sunulmasında devlet hep baş aktör olmuştur Batılı ülkelerde refah kapitalizmi olarak adlandırdığımız ve 2 Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde başlayıp 1970’lere kadar süren dönem, devlet müdahalelerinin en üst düzeyde olduğu bir dönemdir


Bunun dışında özel sektörün çok ciddi bir sermaye birikimi ve deneyimi mevcuttur Devlet bu ülkelerde sosyal hizmetler için çok ciddi bir altyapıyı zaten oluşturmuş durumdadır Özellikle bu nedenle IMF’nin politikalarının az gelişmiş ülkelerdeki sonuçları toplumsal açıdan daha yıkıcı olmaktadır Gelişmiş ülkelerde de devletin kamu harcamalarında kısıntı yapılması gerçekleşmektedir, ancak gelişmekte olan ülkelerde zaten çok cılız olan bu harcamaların daha da kısılması, mevcut durumu daha da kötüleştirmektedir Bu gelişmekte olan ülkelerde sorunun çok önemli olmadığını göstermez, aksine bu ülkelerde de 1980’den beri gittikçe artan bir sosyal hoşnutsuzluk vardır


IMF ülkelerde uygulanan politikaları değerlendirirken, başarısız olunan durumlarda bunu genellikle ülkelerin kendi başarısızlıklarına bağlamaktadır Ancak gördüğümüz gibi IMF politikalarını uygulayan ülkelerin çoğunda programlar iflas etmiş ve bu ülkelerde büyük sorunlar ortaya çıkmıştır İlginçtir ki gelişme sağlayan ülkeler genellikle IMF politikalarını harfiyen uygulamak bir yana, hemen hemen tersini yapan ülkelerdir Burada anlaşılması gereken en önemli nokta, bu programların yükünün emekçi kesimler üzerine yüklenmesidir Başta da bahsettiğimiz gibi farklı sınıflar açısından gelişimin tanımı farklı yapılmaktadır Ne zaman ki ülkede halk ayaklanmaları ve genel bir hoşnutsuzluk gözlenmekte, ülke yönetimleri o zaman programların başarısızlığını kabul etmektedir

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla